Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Katharlar - 4  (Okunma sayısı 3309 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 13, 2009, 02:40:22 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Albi Seferi



Daha önce değinmiş olduğum üzere; Katharlar, Katolik Kilisesi’nin çok canını sıkıyor hatta büyük endişelere yol açıyordu.

Acaba bu insanların dinin doğrusunu (!) öğrenmesi, günah çıkarıp tövbe ederek Tanrı’nın elçilerine (!) boyun eğmesi sağlanamaz mıydı?

Bu düşünceyle Papa 3. Innocentus, 12. yüzyıl sonlarında özenle seçtiği birkaç Katolik papazını Languedoc’a gönderdi. Oralarda Kathar inancını benimsemiş olanların dize gelip dine dönmelerini sağlamaya çalıştı.

Papanın bu yaptığı, amacı onaylanmasa bile iyi niyetli bir girişim sayılır.

Fakat başarılı olamadı. Özellikle Fransa kralının kuzeni olan Toulouse Kontu 6. Raymond de St. Gilles, papanın girişimlerini engelledi. Nedeni de, kendisinin egemen olduğu bu bölgede Katharlardan çok hoşnut olmasıydı. Sorun çıkarmıyor, çok işe yarıyorlardı.

1207 yılında papa, Pierre de Castelnau adlı bir papazı Languedoc bölgesindeki sorunu çözmek üzere kendisine vekil olarak atadı. Fakat bu papaz ertesi yıl öldürüldü.

Dendiğine göre, papazı öldüren kişi Toulouse kontunun adamıydı. Dolayısıyla bu cinayeti bilerek işlettirmişti. Öyle olmasa bile birinci derecede sorumlu sayılırdı. Dolayısıyla papa, Toulouse kontunu aforoz etti.
Toulouse kontu afaroza aldırış etmeyince papa şaşkına döndü. Artık bu işe hızla bir çare bulunması gerekiyordu. Languedoc üzerine bir haçlı seferi yapılması çağrısında bulundu.

Papanın bu istemi, önceleri sıcak karşılanmadı. Çünkü öldürülmüş olan bir din adamının karşılığında binlerce Hıristiyan'ın canını istiyordu. Papanın âdeta bir “kan davası” peşinde koşması hoş görülmemiş hatta tedirginlik yaratmıştı.

Buna karşın Languedoc ve çevresindeki insanlar doğrandı.

Tarihte Katolik Kilisesi’nin Hıristiyanlık adına oluşturduğu fakat hiçbir dinin, hiçbir inancın ilkeleriyle bağdaştırılamaz bu vahşeti duymamış olabilirsiniz. Çünkü sonraki yüzyıllarda Katolik Kilisesi, tarihte bir yüz karası olan böyle bir olay yaratmış olmasından ötürü utanmış olsa gerek ki, bu konuyu olabildiğince örterek unutturmaya çalıştı.

Fakat bu konu ve orada olup bitenler hiç unutulmadı. 20. yüzyıl ortalarında bile yine gündeme geldi. Bundan ötürü Vatikan’ı ağır bir dille suçlayanlar çıktı. Suna karşılık Vatikan, Kilise’ye olur olmaz suçlamalarda bulunan “kendini bilmez kişiler” ile polemiğe girmesinin yakışık almayacağını, isteyenin arşivleri inceleyebileceğini, gerçeklerin orada tüm çıplaklığıyla ortaya serilmiş olduğunu belirtmekle yetindi.

Şimdi o tarihlere dönerek, neler olduğunu şöyle bir gözden geçirelim.


Herkese Ölüm!


Fransa’nın kuzey bölgelerinden ve bazı Kuzey Avrupa ülkelerinin şövalye ve askerlerinden kurulu bir haçlı ordusu oluşturuldu. Hepsine, tıpkı haçlı seferine çıkıyormuş gibi göğsü üzerinde bir haç yer alan tunik giydirildi.

Ancak bir sorun vardı. Haçlı ordusunun başına geçecek deneyimli ve yetenekli bir komutan bulunamamıştı. Kimse bu işi üstlenmek istemiyordu. Oysa ordu her bakımdan hazırdı; bekleyemezdi.

Bu seferi bir an önce başlatmak isteyen papa, komutanlık görevini Arnaud Amaury adlı bir Sistersiyen keşişine verdi.

Şimdi sorulması gereken bir soru var: «Neden bir Sistersiyen keşişine de aslında papanın buyruğu altında olan ve zaten Sistersiyen tarikatı’nın ilkeleri üzerine kurulmuş bulunan Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’ndan bir şövalyeye değil?

Bu sorunun yanıtı yok...

Papanın Tapınak Şövalyelerinden birçoğunun da Kathar inancını edinmiş ya da buna yakınlık gösterdiğini bildiği, onları bu işe bulaştırmaktansa olabildiğince uzak tutmaya çalıştığı düşünülebilir. Fakat bu sadece bir yorumdur. Özellikle Tapınak Şövalyelerinin sonrasıyla bağdaştırılmış bir yorum... Bu konu üzerinde araştırma yapmış olanlar, bu bağlamda ortaya belgelere dayanan hiçbir açıklama koyamamıştır. Tapınak Şövalyelerinin 2. haçlı seferindeki beceriksizliklerinin bunda etkili olduğu da düşünülebilir ama işte o da bir yorum.

Haçlı ordusu, ilk önce Béziers adlı kasabayı kuşattı.

Halktan Katharları teslim etmesi istendi. Kasaba direnince haçlılar dehşetli bir saldırıya geçti. Kısa süre içinde kaleye girip önlerine her kim çıkarsa kılıçtan geçirmeye başladılar. Bununla bağlantılı olmak üzere anlatılan yürek dağlayıcı bir olay vardır ki ona Sayın Karahan da değinmişti:

“Silâhsız halkın çoğu korkup kaçışarak kilisenin mezarlığına sığınmıştı. Haçlı askerleri dosdoğru üstlerine gitmekte duraksama geçirdi.

«Bunların hepsi birbirine benziyor. Hangisinin gerçekten Hıristiyan, hangisinin sapkın olduğunu nasıl anlayıp ayıracağız?» diye sordular.

Arnaud Amaury bu soruya şöyle yanıt verdi:

«Hepsini öldürün... Tanrı kendisinden olanları tanır.»

Askerler çaresiz kaldı ve denileni yaptı. Kathar, Katolik ya da bir başka dinin inançlısı ayırımı yapılmaksızın, kimsenin daha çocuk yaşta oluşuna bile bakılmaksızın tüm kasaba halkı öldürüldü. Haçlılar Kudüs’ü ele geçirirken bile daha insaflı davranmıştı. Ancak kimileri kılıcını birbiri ardınca hiçbir suçu olmayan insanlara saplarken, bir yandan da istavroz çıkarıp İsa’nın kendisini bağışlaması için yakarıyordu.”


Simon de Montfort


Béziers kasabasının tüm nüfusunun yok edilmesinden sonra, İngiliz ve Fransız karışımı bir aristokrat olan Normandiyalı Simon de Montfort haçlı ordularının başkomutanlığını üstlendi. Papanın Béziers ve Carcassonne kontluğuna ilişkin çekici teklifini geri çevirememişti.

Simon de Montfort adı Tapınakçılar ve İngiltere’nin iç politikasıyla bağlantılı olmak üzere de geçer. Daha sonra İngiltere’de bir politik olay yaratmış olan Leicester Örlü Simon de Montfort, buradakinin oğludur. Fakat “Babasına bak oğlunu al!” denirse bu geçerlidir. İkisinin de karakteri birbirine pek benzer.

Carcassonne kentinin de ele geçirilmesinden sonra, Simon de Montfort’un komutasındaki haçlı askerleri Katharlara yönelik kıyım eylemini hızlandırdı. Languedoc’taki her kasabanın, her kalenin birbiri ardınca nasıl düşürüldüğünü, Katharlar ile birlikte Katoliklerin de nasıl katledildiğini, nerede kaç “yetkin” denilen kişinin kazığa bağlanıp canlı canlı yakıldığını anlatmanın hiç gereği yok.

O dönem ile ilgili olmak üzere birçok tarihsel konunun hayli belirsizlik içine gömülü kalmış olmasına karşın, bu bağlamda hayli bilgi ve belge oluşu pek ilgi çeker... Kuşkusuz bu birikim, Vatikan’ın arşivlerindeki belgelerden çıkıyor.  Üstelik bu belgelerde, her öldürülen 100 kişi arasında ancak 10-15’inin Kathar inancını benimseyenlerden olduğu da açıkça yazılmış. Bir yorum olarak, papanın Hıristiyanlığın geleceği için bu riske girdiği ve bu kaybı göze aldığı belirtiliyor.

En dikkate değer noktalardan biri, yakılarak idam edilen yetkinlerin bu olayı hiç direnmesiz, hatta mutlulukla karşılamış olması... Yakılırken yüksek sesle kendi inancına özgü ilâhîleri okuyuşları.

Bu yaptıkları da Kathar inancına bağlanıyor. Çünkü her biri Şeytan’ın yaratmış olduğu bu bedeni burada bırakıp, bir sonraki yaşamında ruhsal yetkinleşmeye doğru ilerleyeceğine inanmış.

Simon de Montfort, kendisine verilenler ile yetinecek adam değildi. Hırslıydı. Daha fazlasını, çok daha fazlasını istedi. Önünde bir fırsat çıkmıştı. Ardında ise en büyük güç, Katolik Kilisesi vardı. Niçin daha ileri gitmesin ki!...
Gözünü Toulouse kentine takmıştı; hazır kont aforoz altındayken… Olanca gücüyle yüklendi.

Hani dilimizde “Ummadık taş baş yarar.” diye bir deyiş vardır ya!... Bu elbette mecazi bir anlamda kullanılır ama işte orada somut bir anlamda gerçekleşti ve üstelik baş yarmakla da kalmadı. Toulouse surları üzerinden bir kadının mancınık ile fırlattığı taş, Simon de Montfort’un kafasına denk düşünce, hemen orada yere yıkılıp ölmesine neden oldu.


Zincirleme Katliam


Simon de Montfort’un ölümü haçlı seferinin devam etmesini engellemedi. Languedoc ile sınırlı kalmayıp bugünkü Fransa’nın hemen tüm güney yörelerini kapsayan bu toplu kıyım yaklaşık 35 yıl sürdü.

Bu kadar uzun sürmesinin iki nedeni vardı.

İlk neden, bir söylentiye inanmış olmak üzerine kuruludur. Şöyle ki:

Bu haçlı seferine katılanlar, Tanrı’nın hizmetine girmiş oluyordu. Verdikleri bu hizmetin karşılığında günahlarından kurtulacaklardı. Tanrı’ya karşı daha önce işlemiş oldukları suçların kefaretini ödemiş olacaklardı. Tanrı onları görüyor, izliyordu. Elbette ödüllendirecek, onlara cennette ayrıcalıklı bir yer tanıyacaktı. Bu, bir ölümlünün yaşamı sırasında elde edebileceği en büyük kazançtı.(!)

Durum böyle olunca, tıpkı ilk haçlı seferinde olduğu gibi eline bir kılıç, gürz, balta ya da adam öldürmekte kullanılabilecek bir başka âlet geçiren herkes, bu amaçla Languedoc bölgesine koşmaya başlamıştı. Orada birkaç sapkını öldürüp, günahlarından kurtulmuş, kefaretini ödemiş, böylelikle cennette kendisine güzel bir yer ayrılmış olduğuna inanmış olmanın verdiği gönül ferahlığıyla dönüyordu. Sonra da çevresindeki tüm tanıdıklarına, kendisi gibi bu fırsattan yararlanmayı bilmesini öneriyordu. İçlerinde döndükten sonra bir günah işleyip yine savaşa, bağışlanmaya gidenler bile vardı.  

Bu zincirleme katliam işte böylece yıllar boyu sürdü. Ta ki Languedoc’a gidenler artık orada öldürecek biri bulamayana dek.

İkinci neden, Katharlar karakterleri bakımından oldukça pasif kişiler olduğu için, hemen teslim olacaklarının sanılmış olmasıydı. Bu iş yalnızca Kathar inancını benimseyenler ile kalsa belki öyle olabilirdi. Fakat haçlı ordusu saldırdığı her yerde silâhlı bir direniş ile karşılaştı. Üstelik İber Yarımadası’ndaki Aragon Krallığı da onlara destek verdi. Hatta Haçlı ordusu, zaman zaman ve yer yer düzenlenen bir karşı saldırı üzerine savunmaya geçme gereğini bile duydu.

Bir diğer deyişle, o çevrede bir savaşlar zinciri aldı yürüdü. Kentler, kaleler, şatolar kısa süre içinde birbiri ardınca el değiştirdi.

Aslında savaşanlar doğrudan Katharlar değildi. İnançları uyarınca hayvan bile öldürmedikleri için böyle bir şey yapmazlardı. Haçlı ordusuyla, Katharların yerine onlarla birlikte yaşayan Katolik soylular ile askerleri savaşıyordu. Açıkça Roma Katolik Kilisesi’ne karşı Languedoc’ta yaşayan Katolikler.

«Soyluların bu işte ne alıp veremeyeceği vardı?» diye sorulabilir.

Her şeyden önce, Katharlar öteden beri onların sadık hizmetkârıydı. İçlerinden hiçbirinin hiçbir kötülüğünü görmemişlerdi. Belki bu bile onları korumaları için yeterli neden sayılırdı ama haçlı ordusu ile savaşmaları buna bağlanamaz.
Demek ki bu işin arkasında bir başka iş vardı.


İşte “o başka iş”i gelin bir sonraki bölümde görelim.



« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 09:46:19 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
16 Yanıt
14034 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 29, 2013, 04:02:41 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
8580 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 25, 2010, 08:23:23 ös
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
4548 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 12, 2009, 05:45:36 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4626 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 14, 2009, 12:32:59 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
4987 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 03, 2010, 11:52:08 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3670 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 04, 2010, 02:00:32 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2760 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 07, 2010, 08:36:53 öö
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3880 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2013, 08:15:17 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
5354 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 23, 2014, 10:45:00 öö
Gönderen: ADAM