Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KİM KORKAR MASONLARDAN? - 1  (Okunma sayısı 4735 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 23, 2009, 11:32:19 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Alexander Piatigorsky’nin “Who’s Afraid of Freemasons” adlı kitabı “Kim korkar masonlardan” adı altında Türkçeye çevrilerek 2006 yılında yayınlanmış.



Ben bu kitabı okumamıştım. Ancak geçenlerde bir e-posta aldım. Bir tanıdığım, oturup bu kitabın bir özetini çıkarmış. Bana da yollamış. Zaten hep öyle yapar: Oturur bir kitap okur; sonra bunun bir özetini çıkarır. Tanıdıklarına gönderir. Bu işi büyük bir zevkle, dostlarına ve tanıdıklarına karşılıksız bir hizmet olarak yapar. Sağ olsun, var olsun.

Kendisini aradım. Bu kitabın özetinin bu forum alanına yerleştirilmesi bakımından görüşünü sordum. Bana bunun ile uğraşamayacağımı ama istersem benim bu işi yapabileceğimi söyledi.

Ben de forum alanında kimilerinin ilgilenebileceğini düşünerek buraya aktarmaya karar verdim. Ancak özet bile olsa çok uzun. Onun için, kusura bakmazsanız birkaç bölüme ayıracağım. Bu arada  özetlemenin özgünlüğüne de hiç dokunmuyorum.

Ancak şunu da özenle belirtmek isterim. Birçok bakımdan bu yazarın anlattıklarına ve görüşlerine katılmıyorum. Bana göre çok yanılgıları var.

İşte benim bölümlememe göre birincisi aşağıda. Sonrakilere de yarın devam ederim.[/i][/size]




Önsöz

Masonluğu, ilk önce onun kendini gördüğü gibi; ikinci olarak, başkaları tarafından görüldüğü gibi; ve üçüncü olarak, onun başkalarını gördüğü gibi görmek istiyorum.
Öyleyse, örneğin 1883’te adı bilinmeyen Amerikalı bir eleştirmen, “Masonlar, Tanrı’nın ve ABD hükümetinin düşmanlarıdır” dediğinde, ya da 1983’te David Yallop, “Telefonlara gizli dinleme cihazı yerleştirmek masonlara özgü bir alışkanlıktır” diye yazdığında, bu iddiaların olgusal olarak doğruluğunu ya da yanlışlığını hiç tartışmadan, yazarlarının düşüncelerinin belirtileri olarak kabul ediyorum.
Masonluk “kendi başına bir tiyatrodur” ve benim yerim ne sahnede masonların yanında ne de seyircilerin arasındadır; ben bir gözlemci olarak sahnenin kenarında, kuliste duruyorum. Öyleyse, bu masonlar neyin nesidir? Belli ki, hâlâ ortalıkta dolaşıp bir sürü insanı rahatsız etmeyi ya da telaşlandırmayı başarıyorlar.
Masonlar niçin insanları rahatsız ediyor ya da telaşlandırıyor? Masonluk hakkında kesin bir şey söyleyebilen görüştüğüm otuz kişiden on altısı, şu ya da bu nedenle ona karşıydı; dokuzu biraz olumsuz yaklaşıyordu ve beş kişi ondan belli bir sempatiyle söz etmişti. Masonluğa karşı olan o onaltı kişiden yalnız beşi bildikleri yüzünden ona karşıydı; on biri ise yeterince bilgi sahibi olmadığını düşünüyordu.
Oysa, masonluk hakkındaki bibliyografya 60.000 esere ulaşırken, kim gizlilikten söz edebilir ki? Masonluk konusundaki çelişkilerin birincisi budur: Aslında hiç de gizlenmemiş bir gizlilik ve kendimizin bulup ortaya çıkaramadığımız çelişkiler bizleri fazlasıyla rahatsız etmektedir.
Masonluk, ilerlemecilikle, aşırı tutuculuk gibi iki ateş arasındaki dinsel bir bağlama sıkışıp kalmış olarak, tamamen uyumsuz ve çağdışı görünmektedir. Bu kitapta sunduğum, masonluğun açık, olgusal bir tanımı değil, ama onun ideasını düşünmeye, onu yeniden formüle etmeye yönelik bir girişimdir.

Gizlilik, Kişiye Özel Olmak ve Tahrik

Masonik gizler, çoğu eski masonlar, sahte masonlar, masonmuş gibi yapanlar, masonik dolandırıcılar, masonik hainler ve bazen de Cemiyet’in “dürüst karşıtları” tarafından yazılmış yüzlerce kitapta, masonluk, dışındaki dünyaya ifşa edilmiştir.
Ama giz ifşa edilse bile, eğer tanım itibârıyla anlamı gizliyse, bir giz olarak kalır ya da masonik tarih yazımının haşarı çocuğu Peder George Oliver’ın (1782-1867) söylediği gibi: “Doğanın gizlerini, onları anlayabilenlerden, yâni fizikçilerle doğa felsefecileri gibi Doğa Bilimi içinde olanlardan başkasına açıklayamazsınız. Aynı şey masonluğun gizleri için de geçerlidir.” Dolayısıyla, masonik gizlerin loca dışında hiçbir anlamı yoktur; loca içinde ise anlamları yalnızca semboliktir.
Giz, bunların loca içinde ritüel biçiminde canlandırılmasının benzersiz bağlamı içindeki anlamlarının çözülmesindedir. Eğer masonik gizler sembolikse, o zaman, ne kadar korkunç olursa olsun, bu andın bozulması karşılığında öngörülen ceza kadar, andın kendisi de semboliktir. Bu yüzden mason olmayan biri, “bu gizleri öğrenebileceğim hiçbir yol yok” diyemez, çünkü aslında isterse öğrenebilir-her ne kadar dışardan bakarak onları anlayamayacak olsa da.
Masonluk, kendisine öncelikle tarihsel olarak bakar ve çoğu mason, 1723’te (ilk resmî Masonluk Anayasası’nın yayımlandığı yıl) kamuoyu tarafından, boş vakti olan beyefendilerin “spiritüel tuhaflığı” olarak görülen şeyin bugün kamuoyu tarafından çok önemli sosyal bir gelenekteki feci bir yozlaşma olarak görüldüğünü fark etmemektedir.
Hem mason, hem sigortacı olan Haham Samuel D. K., “masonluk hakkında bir başka tahrik edici nokta daha var” demişti: Bakın, bir Yahudi, ister sünnetsiz bir ateist, ister bir reformcu olsun, isterse de Yahudi olarak beş para etmez biri olsun, yine de Tanrı’nın cezası bir Yahudi’dir, öyle değil mi?
İki kez aforoz da edilse Katolik bir rahip, rahip olarak kalır. Ama bir mason öyle değildir. Birinin masonluğu hakkında hiçbir evrensel ölçüt olamaz, çünkü dünyada çok fazla yetki makamı ve alanı vardır. Düşmanlarımız bunu görmek istemiyorlar. Onlar, Yahudi halkının bütününe tek bir Yahudi gibi davranmak isteyen anti-semitistler gibi hepimizi aynı kefeye koymak istiyorlar. Ama biliyorsunuz, masonlara böyle yaklaşmak çok zor. Bir mason olarak ben, bir Yahudi sıfatıyla olduğumdan daha kişiselim.

Bir Tema ve “Ayrı Bir Şey” Olarak Masonluk

1717’de Büyük Loca’nın kuruluşu zamanından bugüne kadar İngiliz masonluğunun, onu modern dünya tarihinde eşsiz yapmış üç temel özelliği vardır.
Birincisi, masonluğun tipik ve özel olarak İngiliz olmuş ve hâlâ öyle olan her şeyi kendinde toplamasıdır, ancak aynı zamanda İngilizliğini öyle bir dereceye kadar azaltmıştır ki, bu yan paradoksal olarak çoğunlukla loca içinde kaybolup gider. Kısacası masonluk, bir yandan iliğine kadar İngiliz’dir; diğer yandan tüm olası adayları oldukça rahat bir şekilde kabul ederek, İngilizliğinde çok sayıda istisna ve kural dışı durum yaratmıştır. Masonluk ilk kurulduğunda, İngiliz olmayan bir tek üyesi ya da adayı bulunmadığı için, bu durum çok şaşırtıcıdır (ilk Yahudi üye yirmi beş yıl kadar sonra kabul edilmiştir) ve Londra’daki Büyük Loca’nın kurucu büyükleri de masonluğun başlangıcının üzerinden en fazla yarım yüzyıl geçtikten sonra dünyanın her yerine böylesine yayılacağını hiç ummamışlardır.
İkinci özellik, İngiliz masonluğunun oluşum ve gelişiminin, hem aşırı Protestan ve Anglikan, hem de ilahiyatla fazlasıyla ilgili bir çevre içinde gerçekleşmesiydi. Hem masonlukla hem de Hıristiyanlıkla eşit ölçüde bağıntısız bir gözlemcinin gözüyle dışarıdan bakıldığında, masonların “genel olarak din” üzerine temel düşüncesi (şu anda mason dininden ya da bir din olarak masonluktan söz etmiyorum)-o çağın “hür düşünce” ruhuna kuşkusuz oldukça uygun düşse de-Anglikan Kilisesi’nin ruhuna ve bilimine tamamen yabancı bir icat gibi görünmektedir. Ama onun dinsel evrenselciliğinin bugün bile eşi yoktur. Eğer bütün dünya masonları arasında Hıristiyan olmayanların oranı şimdi yüzde on beşi geçmiyorsa, demek ki 18. yüzyıl sonu İngiltere’si’nde yüzde bir veya ikiden fazla olamazdı.
Üçüncü özellik, geleneksel olarak “sosyolojik” veya daha kesin olarak, “sosyo-psikolojik” olarak adlandırılabilir ve masonluğun kendisinden çok, bireysel olarak ele alınan üyelerini tanımlar.
Bir kimsenin loca üyeliği hakkındaki farkındalığı, bir postacı, bir borsacı, bir polis memuru, bir kilise cemaati üyesi ya da bir sendika, şirket veya siyasî parti üyesi olma farkındalığından özü itibariyle farklı görünür. Tanıdığım bir mason şöyle söylemişti:
Locamın toplantısındayken söylediğim ve düşündüğüm şeylerin, tek başımayken düşündüğümle, tamamen aynı olmadığını çok güçlü bir şekilde hissediyorum. Locadaki varlığım loca dışındaki kişiliğime büyük destek veriyor ve bana başka herhangi bir yerden daha gerçek geliyor.
İngiliz masonluğu en başından itibaren, bireysel istek ile kamusal sorumluluk arasında her zaman görülen İngiliz gerilimini çözmek ya da en azından azaltmak için bir araç olarak hizmet etmeye eğilimliydi. Halbuki, örneğin Fransa ve Rusya’daki locaların ilk zamanlardaki gelişiminde böyle bir gerilim yaşanmamıştır, çünkü bu ülkelerin ikisinde de (birinin rejimi mutlak monarşi, diğerinin yarı-doğulu despotizmdi) politik rejim ve sosyal yapıda şiddetli ve radikal değişimler için duyulan kişisel istekler, bir masonun-onların anladığı şekilde-kamusal göreviyle aşağı yukarı tam olarak uyuşuyordu.
17.ve 18. yüzyıllarda, İskoçlar dizginsiz bir hedonizmle (hazcılık) en şiddetli Presbiteryen kadercilik arasında kalmışlardı. Bu tuhaf bileşim, aynı zamanda (yakın çağdaşları Robert Burn ve David Hume gibi) mason olan yazar James Hogg’da parlak bir biçimde somutlaşarak dönemin bilincini göstermiştir. Masonluk (kendi mantığı içinde), tedavi edici bir ilaçtan çok, ağrı kesici görevi yapmıştır.
Masonluğun önde gelen üç aydınını ele alırsak-ilk kanun yapıcısı ve tarihçisi olan Dr. James Anderson; yayılmasının ilk lideri olan Thomas Dunckerley ve en parlak vaiz ve ilahiyatçısı olan Dr. Dodd-ilkinin borç yüzünden bir süre hapis yattığını, ikincisinin yoksulluk içinde öldüğünü, sonuncusunun da borçlarını azaltmak amacıyla sahtekarlığa başvurduğu için darağacını boyladığını belirtmekte yarar var. Ama bu durum masonluk tarihçilerinin ona verdikleri haklı değeri hiç azaltmadı.

Yöntem, Fenomenoloji  ve Genel Olarak Din

Pratik olarak dünyada bilinen hiçbir din, şu üç unsurdan biri olmadan tanımlanamaz;
•   Ritüel,
•   Mit,
•   Öğreti.
Dahası, eğer dinin bileşiminden, kendi dinsel farkındalığımıza dönersek, kendimizi daima güdülerimizin, inançlarımızın ve düşüncelerimizin karmaşası içinde buluruz. Tarihsel olarak konuşursak, din betimlemelerinin ve tahlillerinin, herhangi bir “bilimsel” araştırma kavramının icadından çok daha önce, araştırmacı rolünü hâlâ ilahiyatçıların ve din felsefecilerinin üstlendiği bir devirde başladığı unutulmamalıdır. Bu ilahiyatçılar ve din felsefecileri, kendilerini bilinçli ve kasıtlı olarak belirli bir dine dâhil etmişlerdir. Bu bağlantıda, din içindeki teori kavramının ta kendisinin, daha sonra din teorisine yolu açtığını belirtmek isterim.
Dinin zamanımızda kültürel açıdan algılanışı-kültürel diyorum, çünkü biz dinin içinde kültürümüzün değil, kültürümüz içinde dinin farkındayız-üç hâkim eğilimin damgasını taşır.
1. Birinci eğilim, dinî, düşünsel bir kavram olarak algılamaktır. Bunun anlamı, kendimizin ya da başka insanların dinini hemen her zaman ve her şeyden önce bir tür düşünce olarak gördüğümüzdür. Din hakkında düşünmek, dinin kendine ait nesnel bir varlığı olduğu gerçeğini dikkate alırken, aynı zamanda, bir kişisel varlık olmayı dine bilinçli olarak taşımak yerine, dinin kendisinin neredeyse ontolojik  statüsünü sahiplenir.
2. Modern dinin algılanmasındaki ikinci ve tamamen zıt olan eğilim, herhangi dinsel bir olguyu tamamen dışsal bir nesne olarak, bir başka kişiye, bir başka ethos’a (töreler, kurallar bütünü), bir başka kültür veya bir başka zihniyet türüne, vb yüklenmiş bir şey olarak düşünme eğilimidir. Tıpkı düşüncenin nesnelere karşıt olması gibi, bir kimsenin din hakkındaki düşüncesi de dine karşıttır, çünkü dinin düşünülebileceği hiç varsayılmamıştır. Din konusunda bugünlerde popüler olan yazarlardan birinin modern Çin dinî hakkında söylediği gibi: “Onların dininin değişmeyen niteliği, yeni kültler ve yeni kült nesneleri arayışıdır. Onlar bunun farkında değil, ama ben farkındayım.”
3. Üçüncü eğilim, bir kimsenin kendi dinî hakkında, dinler arasında yapılmış bir seçim olarak düşünme eğilimidir. Burada gerçekten önemli olan şey, din hakkındaki bilginin ulaşılabilirlik şansının çok yüksek olmamasıdır. Son tahlilde, söz konusu olan herhangi bir din ya da belli bir din düşüncesi değil (“tek ve gerçek din” de olduğu gibi), genel anlamda din düşüncesidir-ki bunun, farklı somut, tarihsel beliriş biçimleri vardır. Bir kimse, çok fazla çıkar çatışması yaratmadan kendi kişisel felsefesine denk düşecek bir din bulmaya çalışır. Hâttâ bir kimse, bu amaç için iki ya da daha fazla dinî birleştirmeye çalışabilir. Bu ülkenin en önde gelen ruh doktorlarından biri olan merhum R. D. Laing, “Ben aslında yarı Hıristiyan, yarı Budistim” demişti.
Dinin incelenmesinde kullanılan fenomenolojik yöntem, iki temel ve aynı ölçüde gerekli yaklaşım-emik ve etik-arasındaki ayrım esasının, dinsel görüngülere uygulanmasına dayanır. Bu ayrım, 1950’lerin sonlarında, önemli Amerikalı dilbilimci ve rahip Kenneth Pike tarafından modern sosyal bilimlere sokulmuştur ve herhangi dinsel bir görüngüyü anlama yönündeki kendi girişimlerimiz açısından olduğu gibi, benzer başka girişimleri kavrayışımız açısından da önemlidir. Ayrım, göreli bir ayrım olup mutlak değildir; belirli bir din içinde bâzı ifadeler emik ve bazıları etik bir tavrı yansıtır.
O halde bir din, sözlü ya da yazılı kutsal metinleri ve tefsiri, eğer varsa genel eserleri, sözcükleri ve savunucuları aracılığıyla kendini-tanımlamasını ve görüş açısını sunduğu ve buna ilk sırada yer verildiği zaman, yaklaşım emiktir.
Bir birey veya bireyler grubu, bir din hakkında kendi görüş ya da eleştirilerini dışsal bir bakış açısından sunduğu zaman, bu etik bir yaklaşım olacaktır.
Belirli bir dinin içindeki bir kimse her iki tutumu da (bilinçli ya da bilinçsiz olarak) benimseyebilir ve dışardan bir gözlemci de böyle yapabilir. Dengeli bir çözümleme, her ikisinin bileşimini içerecektir, ama bu kitapta pozitivistten ziyade fenomenolojik bir yöntembilim uygulamaya çalıştığım için, birinci odak noktası emik taraftadır-başlangıç noktası olarak, masonluğun kendi hakkındaki fikirlerinin seçilmesi, ikinci sırayı ise, kendi etik yorumlarım ve sonuçlarım almaktadır.
Emik ve etik arasındaki ayrımı uygulayan bir gözlemci, masonluğun “bağdaştırmacı (syncretic) bir din” olduğu yolundaki bireysel görüş ile masonluğun kendisini “ahlâk sistemi olup hiçbir suretle din değildir” şeklinde tanımlamasını çelişkili bulmaz. Bu iki tanımlamayı, tek ve aynı görüngünün-yâni masonluğun-farklı betimleme düzlemlerine yerleştirir.
Bizim bir din olarak masonluğa fenomenolojik yaklaşımımızda önemli rol oynayan iki kavram, öznel dinsel durum ve nesnel dinsel durumdur.
Masonluğun öznel dinsel durumu, masonların bir din olarak masonluk hakkında söyledikleri veya yazdıkları her şeyi; ya da onu bir din olarak kabul etmiyorlarsa, kendileri hakkında bir başka dinle veya genel olarak dinle ilişkili olarak söylediklerini ve yazdıklarını içerir. Öznel durum aynı zamanda, kendi ritüellerinin anlamı ve o ritüelle ilgili efsane hakkında söylediklerini veya yazdıklarını da kapsar.
O halde, örneğin bir mason,
1.   Masonluğun “hiçbir suretle bir din olmadığını”,
2.   Bir başkası onun, “ahlâk kuralları ile dinin alışılmamış bir bileşimi” olduğunu ve,
3.   Bir üçüncüsü,“Üstad Masonluğa terfi ritüelinden başka bir dinsel unsur barındırmayan yardımsever bir kuruluş” olduğunu söylediğinde,
yukarıdaki bu üç cümlenin masonluğun bugünkü öznel dinsel durumunu tanımlayabileceğini ifâde etmekle yetinmeliyiz.
Masonluğun nesnel dinsel durumu, verili bir görüngüyü bir din olarak araştıran kişinin, onun hakkında bir din olarak söylemesi gereken her şeyi, ayrıca betimleme yollarını ve araçlarını içerir.
Times’da yazan Bernard Levin, masonları Yahudilerle karşılaştırarak, anti-masonik ve anti-semitik propagandada içkin ortak bir eğilime, masonlukla Yahudiliği birleştirip “kötü niyetli, hain ve yıkıcı” bir bütün olarak sunma eğilimine yüklendi.
Her mason ve az çok bilgiye sâhip her eleştirmen, masonluğu bir din olarak kabul etmese bile, tüm mason etkinliğinin merkezinde ve odak noktasında ritüelin bulunduğunu gönülden onaylar.
Bay Levin’in, Yahudileri sevmeyen insanların, onları Musevi oldukları için sevmediklerine ciddi olarak inandığını-aksi yöndeki iddiasına rağmen-sanmıyorum. Aynı zamanda, masonları sevmeyenlerin, onları bir tür tuhaf dine sâhip oldukları için sevmediklerine inandığını da sanmıyorum.
Yahudi bir birey, dinine bağlı bir Yahudi olmadığında bile, hem kendi gözünde hem de diğer herkesin gözünde Yahudi olarak kalır (Yahudi kökenlerini gizlemediği sürece). Aynı zamanda, genel bir terim olarak Yahudilik, her şeyden önemlisi Musevi inancını ifâde eder. Bu açıdan bakıldığında, Yahudilikle Museviliğin ilişkisi, mesela “İngilizlik” ile “Anglikanızm”inkinden çok daha zorunlu ve iç içedir. Çünkü ateist ya da agnostik olup kendisine Yahudi diyen bir kimse, dinî olan Museviliğin bir tarihsel başlangıç noktası oluşturduğu bir kendini-farkındalık türü sergiler.

İlk başta geçerli olan dinsel ilkeden, ateizm ya da başka bir dine dönme de dâhil olmak üzere sapmalar, esas ilkenin tezahüründeki versiyonlardan veya farklılıklardan başka bir şey olarak görünmez. Ancak bir masonun dini, dünyada bilinen dinlerden herhangi biri ya da Üstün bir Varlığa inançla birlikte bâzı özel masonik dinsel düşünce ve uygulamaları kapsadığı sürece herhangi bir bireysel dinsel inanç olabilir.
Bana göre hiçbir din herhangi bir sosyal, kültürel ya da psikolojik olguya indirgenemez, bunlara dayanarak tam olarak açıklanamaz. O halde, örneğin, belli bir dinin inançlarından söz ederken, ilk olarak onları günümüze ait veya önceki ekonomik koşullar ya da hâkim kültürün karakteri veya güç yapıları temelinde değil de, aynı dinin ritüelleri ve sembolleri temelinde anlama eğiliminde olacağım. Bunu yaparken, insan bilincinin bir niyeti ve teması olarak dinin, bilim, sanat veya genel olarak “kültür” dediğimiz şeyden daha önde geldiğini ve daha kapsayıcı olduğunu varsayıyorum. Hem Weber hem de Durkheim, modern toplumların din olmadan nasıl yaşayacakları problemiyle öylesine meşguldüler ki, bunu yapamayacakları gerçeğini kolayca gözden kaçırdılar. Ve sonraki yirmi yıl boyunca sürekli yükselen dine ilgi dalgasını hiç tahmin edemediler. Örneğin hem Weber hem de Durkheim dinlerden söz ettikleri zaman, aslında kendi egemen Protestan ideolojileri tarafından açıklanabilecek inançları kastediyorlardı.




« Son Düzenleme: Aralık 23, 2009, 02:38:56 ös Gönderen: Omnia Tempus Alit »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 23, 2009, 12:37:02 ös
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

İçinde  bulunulan zamana göre değerlendirilmeli. Eski güçlerinde olup olmadıkları değişen Dünya dengelerindeki konumları  ve değişen yapıları  belirleyici faktörler olacaktır. Artık localarda  birbirleriyle ticari bağları güçlü kişilerin varlığı locaların artık bir ticari topluluk olma yolunda gittikleri izlenimi vermekte.

Saygılarımla


Aralık 23, 2009, 12:54:07 ös
Yanıtla #2
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın asoraman'a sormak isterdim «Bu görüşü kitap özetinin vermiş olduğum bölümünden mi çıkarıyorsunuz, yoksa bu ondan bağımzıs bir genel görüş mü?» diye...

Eğer bir genel görüş ise, kuşkusuz bunun tartışma alanı burası değildir. "Localar artoık bir ticari topluluk olma yoluna mı girmiştir?" diye bir başlık açmak gerekir. Öyle ise, ben rica edeyim sayın asoraman öyle bir başlık açsın. Ben de elimden geldiğince katkıda bulunayım. Ancak öyle değil de konu doğrudan bu kitap üzerine ise, sözlerimi siliniz.

Sevgiler.
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 24, 2009, 11:58:28 ös
Yanıtla #3
  • Ziyaretçi

Sayın ADAM ,
 Görüşlerim aslında hep söz konusu kitap özetini hemde geneli ilgilendiren bir görüştür. Yorumumda da belirttiğim "localae ticari bir topluluk mu oluyor"  başlığı altında bir konu açmayı düşünüyorum fakat henüz bilgileri  derleme aşamasındayım. Zaten  ezbere belirttiğim bir görüş değildir elbette bu yorumum  daha  çok ABD'de edindiğim bir takım bilgiler  ışığındadır.

Saygılar,


Aralık 25, 2009, 09:03:30 öö
Yanıtla #4
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


ABD'ndeki Masonluk ile diğer ülkelerdekileri birbirinden özellikle ayırmak gerekir. Ancak ABD'nde de mason localarının ticari bakımdan birir yararlanma kuruluşu olduğu söylenemez. Bunun için belki Shrinerler'e göz atmak daha doğru olur. Ancak böyle ilişkiler dünyanın birçok yerinde görülmüştür; özellikle de İngiltere'de... Fakat bir şeye dikkat etmek gereklidir ki bu çok önemlidir: Kimi masonlar bu kurumu bir ticari yararlanma aracı olarak kullanmış olabilir. Nitekim kullanmışlardır da... Fakat bir locanın ticari yararlanma ortamı olduğunu söylemek çok zordur hatta olanaksız ve yanlıştır. Bu olaylar gernellikle bireysel boyuttadır.

Sevgiler.
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2976 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 25, 2009, 09:21:38 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2799 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 26, 2009, 09:38:31 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2957 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 28, 2009, 03:47:49 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2957 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 29, 2009, 12:01:19 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2936 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 31, 2009, 10:34:41 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2677 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 01, 2010, 01:17:23 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2382 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 02, 2010, 11:14:52 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3184 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2010, 11:02:35 öö
Gönderen: Universal
11 Yanıt
11730 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2012, 05:15:17 öö
Gönderen: NOSAM33
7 Yanıt
6087 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 07, 2022, 06:34:49 ös
Gönderen: onurcelik