Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: KİM KORKAR MASONLARDAN? - 5  (Okunma sayısı 2958 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 29, 2009, 12:01:19 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Amerikan Masonluğu


Amerikan masonluğunu tarihsel açıdan bağımsız bir olgu olarak sunmak kolay değildir. Amerikalıların, İngilizlerin bıraktığı yerden devam ettiğini öne sürmek de pek doğru olmaz; çünkü New England’daki ilk localara patent verildiğinde ve onlar oluşturulduğunda, İngiliz masonluğunun kendisi on beş yıldan daha eski değildi ve hâlâ oluşum çabaları içindeydi. Öyleyse, Amerikan masonluğu ne “kendinden menkul”dür, ne de salt bir kopyadır; karakteri ve tarzı açısından tipik İngiliz olandan birçok farklılığı vardır. Amerikan uyarlaması, her ne kadar Fransız masonluğu kadar kesinlikle kendine yeterli ya da özel bir duruma sâhip olmasa da, bir 18. yüzyıl İngiliz masonunun neredeyse tanıyamayacağı birçok özellik gösterir.
Amerikan masonluğu yalnız anavatandaki masonluktan değil, aynı zamanda tüm diğer kardeş masonluklardan da farklıdır. Ancak, Amerikan masonluğunun yalnız kaynağı, dili ve tarihsel ataları açısından değil, iki nesilden beri fiili üyeleri açısından da her şeyden önce İngiliz olduğu bir gerçektir. Ne kadar önemsiz olursa olsun bu gerçek, Birleşik Devletler’de Kardeşliğin geleceği için büyük önem taşıyan üç sonuca yol açmıştır.
1.   Birincisi, Amerikan Devrimi’nin hemen ardından, masonluğun İngiliz karakteri nedeniyle Amerikan nüfusunun büyük kısmı tarafından “yabancı” olarak görülmesi ve başka “yabancı” oluşumlarla aynı kefeye konmasıdır.
2.   İkincisi, masonluğun altı çizili biçimde eşitlikçilik karşıtı bulunmasıdır; oysa Amerikan Devrimi’nin önderlerinin, Fransız Devrimi öncesine ait eşitlikçilik ilkelerini benimsedikleri, bu ilkelerin de Fransız Aydınlanması’nın çoğu mason olan öncü aydınları tarafından şekillendirildiği tartışma götürmez bir gerçektir.
3.   Ve üçüncü sonuç, liberal bir Anglikanizmle tarihsel olarak bağlantılı olan Amerikan masonluğunun, kendisini çok geçmeden çelişkili bir dinsel durum içinde bulmasıdır. Amerika’da dinsel uygulama, masonluktan farklı olarak, katı püriten  bir ideolojiyle çok yetkinleştirilmiş ussalcı bir Deizmi birleştirmiştir.
Masonluk karşıtı Amerikan popülizmi, 19. yüzyıl başında doruğuna ulaştı ve ne ilginçtir ki, bu masonluk karşıtı popülizm, önceleri halk kökenli olsa da, hızla Amerikan toplumunun en kaymak tabakasının bâzı mensuplarının konuşma ve yazılarında ifadesini buldu.
18. yüzyılda İngiliz, İskoç ve İrlanda locaları, masonlukta doğuştan bulunan kozmopolitliğe ve onun süratli uluslararası yayılışının ruhuna uygun olarak Yahudileri, Almanları ve yabancıları hoş karşıladı. Ama bu yayılmanın sınırında olan Amerikan masonluğu, neredeyse başından beri, kendi ulusal ve toplumsal amerikan kimliğini geliştirmeye başlamıştı ve bu kimlik o sırada tanım itibârıyla “İngiliz olmayan” anlamına geliyordu.
Amerika’da masonluk, üyelerinin çoğu Protestan olsa da, hem eski hem de yeni yerli Protestan kilisesi, derneği ve hareketleri için ne dogmatik ne de ideolojik bakımdan kabul edilebilir bir konuma ulaşabilmiştir.
Protestanlık karşı konulamaz biçimde, Amerikan masonlarının normal tarihsel ve dinsel arka planıydı ve masonluğun özel dininden, 18. yüzyıl İngiltere’si’ndeki kadar etkilenmemişti. Orada Protestanlık, locadaki dinsel yaşamın daha açık ve onaylanmış bir özelliği olarak görünüyordu.
1773-83 döneminde Amerikan Devrimi’nin neden olduğu krizi, 1798-99’da masonları gizli ittifakla suçlama teşebbüsünü, 1812-14’te Britanya’yla savaş sırasında görülen anti-masonik duygu patlamasını ve bâzı nüfuzlu çevrelerde yankılanan genel popüler hoşnutsuzluğu hayret verici bir başarıyla atlatan Amerikan masonluğu, 1820’lerin ortalarında Birleşik Devletler’de dindışı kurumların en kalabalığı ve New England’da da hiç şüphesiz en güçlü kurum haline gelmiştir.
Amerikan serbest meslek sahipleri ve bir süre sonra iş adamları, kendi sosyal ve kültürel konumlarının, Amerikan nüfusunun tüm diğer tabaka ve sınıflarından farklı olduğunun bilincine vardıklarında, masonluğun sosyal ve kültürel açıdan kendilerini tanımlamaları için mevcut en uygun biçim olduğunu keşfetmişlerdi. Amerikan masonluğunu etkin bir sosyal güce dönüştüren şey bu keşiftir-İngiliz masonluğu hiçbir zaman böyle bir güç kazanamamıştır.
Amerikan masonluğunun tarih öncesi, İngiliz masonluğunun tarih öncesiyle karşılaştırıldığında oldukça eksiktir. Amerikan mason tarihlerine göre, ilk başlardaki Amerikan masonluğunda üç önemli kişi vardır: Lord Alexander, Jonathan Belcher ve Daniel Coxe.
Amerikan masonluğunun, İngiltere Büyük Locası’ndan farklı olarak, çoğunlukla kente özgü bir olgu olmadığı vurgulanmalıdır. Başlangıçtaki merkezileşmemiş, parçalanmış varoluşunda, küçük kasabalara, kazalara ve taşra yerleşimlerine dayanmaya devam etti. Orada masonluk, İngiliz masonluğundan farklı olarak, çoğunlukla yerel toplulukların bir tür kopyası işlevini görmüştür.
İngiliz masonluğu, üyelerinin gözünde bir kurumdan-bu ne kadar önemli olursa olsun-çok, birlikte yaşanacak bir fikirdir. Oysa Amerikan masonları için, masonluk her şeyden önce bir kurumdur. Bu fark, anladığım kadarıyla, İngiliz ilk örneğin kökenindeki ve ilk yayılışındaki kent ağırlıklı koşulları yansıtması, masonluğun amerikan türevinin ise daha çok bir küçük kasaba ya da kır olgusu olmasıyla açıklanabilir.
Benjamin Franklin ve George Washington’u Amerikan Devrimi bağlamında bir araya getiren şey masonik düşünceler değildi. Arazi ölçümcüsü, yetenekli amatör asker ve daha sonra da seçkin bir toprak sahibi olan George Washington için masonluk, ek bir yerel iktidar ve nüfuz ağından başka bir şey değildi. Halbuki Washington’dan bir kuşak yaşlı olan Benjamin Franklin için masonluk, ruh asaletinin-Avrupa ve esasen Fransız Aydınlanması anlamında-gerekli bir parçasıydı ve Washington buna tamamen yabancıydı.
“Morgan Olayı” diye bilinen şey 1826’da Kuzeydoğu Amerika’daki masonluk açısından felâket denebilecek sonuçlara yol açtı. William Morgan 1779’da doğdu, 1810’larda mason oldu ve 1826’nın başında, “Miller adında bir gazetecinin” yardımıyla, Morgan’s Illustrations adlı yapıtı kaleme alıp yayınladı. Hayal kırıklığına uğramış bir biraderin masonluğu düşmanca ifşa etmesinin tipik bir örneğiydi bu kitap. Bu tarz, 19. yüzyılda Kuzey Amerika’da, 18. yüzyıl İngilteresi’nde olduğu kadar yaygındı. Morgan’ın ifşaatı, hem yerel masonik nüfuzun hem de masonluk karşıtı duyguların çok güçlü olduğu bir alanda-New York eyaletinin kuzeyi-ortaya çıkmasaydı, pek de sıradışı bir şey olarak görülmezdi. “Morgan Olayı”, masonluk karşıtı kitapların, kitapçıkların, broşürlerin ve makalelerin her yanı kaplamasını, masonluk tarihindeki herhangi bir “dış” olaydan daha çok hızlandırdı.
İngiliz kökenleri açısından tipik bir kentsel alt-kültür olan Amerika’daki masonluk, 19. yüzyıl başında kendisini asıl karakterinin bir daha ele geçmezcesine kaybolmasına yol açan geniş bir bölgesel yayılma durumu içinde buldu; yeni sosyo-kültürel ve politik durumlara uyum sağlama süreci ise henüz başlangıç aşamasındaydı. Eğer bir görüngü olarak İngiliz masonluğu, her şeyden önce kültürde bir tür “soyutlama” ise; Amerikan masonluğu esas olarak bir örgüt, bir toplumsal kurumdu.
Bugünden dönülüp bakıldığında, 1820’lerde, Morgan Olayı’nın ertesinde ortaya çıkan bir durumun, Amerikan masonluğunun varlığını tehdit ettiği anlaşılmaktadır; çünkü geniş çaplı ama seyrek bir biçimde yayılmış Amerikan masonluğu, kültürel köklerinden süratle ve neredeyse tamamen kopmuştu. Hem yerel hem de ulusal düzeyde çıkartılmasına çalışılan masonluk karşıtı yasalar, Jefferson’ın kendisi 1826’da ölmüş olsa da, Jefferson’cıların direnişi karşısında başarısızlığa uğramıştır.
Loca içinde siyaset yapılmasına getirilen (din konusunda olduğu gibi) geleneksel İngiliz masonik yasağı, bir tür dinsel idealizm üzerine kurulmuştu.-Amerikan masonluğu bunun “idealizm”ini atlayıp “dinsel”ini muhafaza etmiştir.
1862 sonbaharında, Savaş’ın ikinci aşamasına girildiğinde, hem Kuzey hem de Güney’de zorunlu askerliğin gerçek nedeninin masonlar olduğu söylentisi yayılmıştı. Wisconsin’deki Port Washington’da zorunlu askerliğin ilk günü olan 10 Kasım 1862’de olaylar çıktı. Bir güruh 17 No’lu Osakkee Locası’nı yağmalayarak binaya zarar verdi; daha sonra mahkeme binasına ve (mason olan) askerlik şubesi yetkilisinin evine saldırdı.
Kendi başına önemsiz sayılabilecek bu olay, 13 Temmuz 1863’te New York’ta yaşanacak Amerikan tarihinin en büyük kargaşasının habercisiydi. Zorunlu askerliğe muhalefet ve masonlara karşı nefret, “bir ırk çatışmasına dönüştü. Zenciler yakalanıyor ve sokaklarda öldürülüyordu...Devlet dairelerinin eşyaları kırılıp dökülüyordu...”
Popülist tepkinin asıl yükü masonların sırtındaydı; çünkü masonluğun, savaşa karşı çıkmış ve hem Kuzeylileri hem de Güneylileri barındıran locaların nüfuzunun kullanarak savaşı önlemeye çalışmış tek güç olmasına rağmen, halk psikolojisinde masonlar savaş kışkırtıcılarıyla ilişkilendiriliyordu. Ama halktaki yaygın mason nefretinin gerçek nedeni-çoğunlukla Yahudi nefretinde de olduğu gibi-onları kalabalıktan ayıran o yabancılık ve bilinçli tarafsızlıktı.
İç Savaş’ın sonundan Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına dek olan dönem, Amerikan masonluğu için tarihinin en mutlu yarım yüzyılıydı. Kurumun hem “mavi” (yâni Üç Dereceli) hem de Yüksek Dereceli versiyonlarının artan itibarı; masonik tapınak, hastane ve kütüphane yapımları; masonik yardımseverlik etkinliklerinin çoğalması ve tabii ki Amerikan ekonomisindeki dev büyümenin ve kentlere doğru nüfus akışının ardından masonluğun süratle kentlileşmesi, masonluğu Amerikan sosyal yaşamının en belirleyici biçimlerinden biri yapmıştır. Çünkü masonluk sosyal olarak, ne politikti, ne özel ekonomik çıkarları temsil etmişti, ne de salt kültürel bir olguydu. Tuhaf ve az bilinen bir mason yazar olan R. Babham’ın söylediği gibi, “Kurumumuz, Deist inancı açısından, Hıristiyan olamayacak kadar soyut ve evrensel; kültürel olamayacak kadar da dinseldir” (belirtilen son vasıf İngiliz masonluğu için hiçbir zaman geçerli olmamıştır.)
Loca içindeki masonik kutsal görevler düşüncesine olduğu kadar hârici iş dünyasındaki kâr kavramına da karşıt olarak konan bir hizmet ya da yurttaşlık görevi kavramı söz konusuydu. Amerikan masonluğunu, 1905’te kurulan Rotary Club türü bâzı şehir kulüpleri için çok cazip kılan ve aynı zamanda bu kulüplerden bazılarını localara çok benzeten şey, bu kavramdı. Muhafazakar ve nostaljik bir mason yazar bana, “Masonluğun Rotaryenleşmesi ve şehir kulüplerinin masonlaşması süreci o kadar ileri gitti ki 1930’ların ortasında bunlar, alt orta sınıf vatandaşın gözünde neredeyse aynı şey haline geldiler” dedikten sonra, oldukça iğneleyici bir ifadeyle, sözlerini şöyle bitirdi: “Masonluk 1910’ların sonunda, neredeyse bir kitle örgütü haline geldi, ama bunu kendi başına bir politik güç haline gelmesini sağlayacak sosyal ilkelerini yeterince belirginleştirmeden yaptı.”
Birinci Dünya Savaşı sonlarına denk düşen Wilson idealizmi, ne Senato’ya ne de genelde masonlara çekici gelmişti. Amerikan masonluğunun “Amerikanizm”, “Amerikan Ruhu” ve özellikle “herkes için aynı” Amerikan eğitim sistemi kavramlarını kapsamaya başlaması, Warren Harding’in “Masonik Başkanlık” (1920-22) döneminde olmuştu.
1929’da Teksas Büyük Üstadı “locaların, politik tartışmalardan kaynaklanan hizipçilikten çok çektiği”nden şikayet etmiş ve Ku Klux Klan’ı büyük bir anlaşmazlık kaynağı olarak göstermişti. Ku Klux Klan’a mensup Amerikan masonlarının varlığı bir sır değildir ve bu durum, özellikle Güney’de, hoşgörü ve evrensel kardeşlik ilkeleri üzerine kurulu bir kardeşlik cemiyetinin birliğini tehlikeye atmıştır.
Irksal meselenin efsanevi bir unsuru da vardır; bu efsane G.J. Findel’den Lynn Dumeril’e kadar masonluk hakkındaki yüzlerce kitapta tekrarlanmıştır. Hikâye şöyledir: “...Prince Hall adındaki bir zenci Bağımsızlık Savaşı sırasında bir İngiliz ordu locasında tekris edilmişti. Bu locanın, İngiltere Büyük Locası tarafından tamamen kabul edildiğine ve yıllar sonra Prince Hall Büyük Locası’nın yasal olarak bundan türediğine dair bir iddia vardır.” Bu uyarlamayı veren Robbins, “Bu, yakından ve tarafsız bir incelemeyle her iki hususta da çürütülebilecek bir iddiadır; ama içindeki inanç görmezden gelinemez” diye bitirir. Bu, siyah adayların Mavi localara kabulü değil, ayrı Siyah locaların kurulması hakkında bir hikayedir-ki her iki durum da Amerikan masonluğunda çok popüler olmamıştır.
Düzenli jürisdiksiyonlar, “Siyah Prince Hall localarının yasal olarak kurulmadığını iddia ederek onların meşruiyetini tanımayı” reddetmelerini haklı çıkarmaya çalışmışken, zencilerin sıradan localarda seyrek olmaları ya da hiç yer almamalarının masonik yasalarla ya da locaların iç tüzükleriyle hiçbir ilgisi yoktur; bu, ırkçı uygulamanın bir sonucudur ve bugüne dek sürmüştür.
Teksaslı bir mason ve bir avukat olan Jonathan B.’ye bu problem hakkında soru sorduğumda, genel de benim kararımla aynı fikirdeydi ve hiçbir zaman, örneğin bir avukat ya da doktor olan, kendi tanıdığı bir siyahı aday olarak önermeyeceğini ilave etti. “Neden?” “Çünkü hiç kimse adaylığı desteklemeyecektir, hiç şansı yok.” “Peki o zaman, bir Ku Klux Klan üyesi aday olabilir miydi?” diye sordum. Kısa bir süre sonra oldukça dalgın şekilde, “evet. Bak, benim locamda kimseye Ku Klux Klan üyesi olup olmadığını soramazsınız, çünkü eğer onu öneren kişi onun öyle olduğunu biliyorsa, onu önermez; ancak, eğer öneren kişi bunu bilmiyorsa, başka hiç kimse bu soruyu sormaz” dedi.
Büyük Buhran’ın sonu, Yeni Düzen (New Deal), bürokrasinin gelişmesi, 1930’larda uluslararası durumda artan tehlikeler ve özellikle F.D. Roosevelt ile Federal Hükümet çevresinde etkili olan yeni atmosfer sırasında, Amerikan masonluğu modernleşmede yetersiz kalmıştı ve gereğinden fazla Amerikan milliyetçiliği barındırıyordu.
Amerikan masonluğu, İngiliz atasından farklı olarak, Amerikan toplumunda-hem dinsel ve sosyal olarak, hem de özel bir tür dernek olarak-orta düzeyde bir yer işgal eder. Lynn Dumeril bu konumun dikkat çekici ve biraz eksik bir tanımlamasını yapar. 19. yüzyılın sonunda Amerikalılar, “sınıflarına ve mizaçlarına bağlı olarak, akşamlarını kulüplerde, genelevlerde, meyhanelerde ya da localarda geçiriyorlardı” ve 20. yüzyılın başında, “boş vaktin bol olduğu bir dönemde...loca...zenginlerin seçkin dernekleriyle yoksul meyhaneleri arasındaki açıklığı doldurdu.” Daha çarpıcı olarak, bu ortada kalmışlık hali din konusunda da görülüyordu.
En ünlü Amerikan mason yazarlarından biri olan Albert Pike’a, “Tanrının kişiliği” hakkında soru sorulduğunda, tamamen Deist bir şekilde şu cevabı vermişti: “Aziz Beyefendi, Tanrı’ya inanacak ve diz çöküp O’na bağlanacaksınız. Bunun, kişisel bir Tanrı’ya inanç olup olmadığına kendiniz karar verebilirsiniz.”
1930’larda Amerikan masonluğu, popülerliğinin, itibarının ve saygınlığının zirvesindeyken, üyeler rekor bir yüzdeye ulaştı-bütün erkek, beyaz, yetişkin nüfusunun %12’si (3.303.000). Birleşik Devletler’de o tarihten önce ya da sonra bir daha asla bu kadar güçlü ve etkili olamadılar. Masonluğun bunu izleyen gerilemesinin nedeni, masonik ilericilerin onu yenileştirmedeki başarısızlıklarıyla, hâttâ Büyük Bunalım’dan sonra Amerikan yaşamındaki şiddetli değişimlerle açıklanamaz.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
4735 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 25, 2009, 09:03:30 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2976 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 25, 2009, 09:21:38 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2799 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 26, 2009, 09:38:31 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2957 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 28, 2009, 03:47:49 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2936 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 31, 2009, 10:34:41 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2677 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 01, 2010, 01:17:23 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2382 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 02, 2010, 11:14:52 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3184 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2010, 11:02:35 öö
Gönderen: Universal
11 Yanıt
11742 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 30, 2012, 05:15:17 öö
Gönderen: NOSAM33
7 Yanıt
6092 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 07, 2022, 06:34:49 ös
Gönderen: onurcelik