Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bilgi Niçin Görelidir? – 3 (Son)  (Okunma sayısı 3723 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mayıs 17, 2011, 01:30:25 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Bu başlık altındaki konu, özellikle ilk bölümü, çok güzel bir şekilde tartışıldı ve katkılarda bulunuldu.

Elbette her bütününü okuyan, kendine göre doğruları çıkaracaktır. Çoğu kez tartışmaları uzlaştırmaya sokmaya girişmenin de bir anlamı olmayabilir.

Bu arada dikkatimi çeken bir nokta şu ki, çoğu kişi matematiği saltık ve kesin bir alana yerleştiriyor. Dört aritmetik işlem bakımından öyle olabilir belki ama “yüksek matematik” olarak anılan alana girince, işin içine diferansiyaller, matrisler, seriler, limitler, eksponentler karışınca pek öyle olmadığı görülebilir.

Bu son bölümde ben size bilginin tarihçesindeki iki pek iyi bilinen örnekten söz etmek istiyorum.



Biliyoruz ki tarihte insanın ilk edindiği bilgiler hep görsel ve deneyimsel türdendi. İnsan bu ilk bilgilerini edinmeye başladığı andan çağımıza gelinceye dek, -hangi alanda olursa olsun- zaman zaman büyük bir yanılgıya kapılmaktan kendini alamadı.

İnsanın bu büyük yanılgısı, doğanın nesnel gerçekliğine ilişkin edinmiş olduğu bilgilerin birçoğunu kesin ve değişmez sanması olmuştu. Bir diğer deyişle insan, zaman zaman kendisinin de doğanın bir öğesi olduğunu unuttu ya da bunun farkına bile varmadan kendisini doğanın dışında üstün bir yaratık olarak nitelendirerek gururlandı. Kendi kendisine âdeta bir yetkinlik payesi yakıştırdı.

Kendisini olduğundan yüce, bilgisini saltıklığa erişmiş sanan insan, bir başka zaman diliminde ve başka etki ya da koşullar altında kanılarının ne denli yanlışlıkla dolu olduğunu fark etti. Bu kez de kendisini olduğundan yetersiz görmeye başladı. Bu yetersiz görme bir küçüklük kompleksine dönüştü. Bunun üzerine insan hıncını bilgiden almaya kalkıştı. Bunun sonucunda da bilgiye bir “olanaksızlık” damgası vurmaya girişti.

İnsan doğanın nesnel gerçekliğine ilişkin bilgilerin göreli olduğunu hiç mi bilemedi? Doğada kendisine en yaraşır yerin neresi olduğunu göreli bir ölçekte hiçbir zaman ve hiçbir yerde kavrayamadı mı? Yaşamının hiçbir döneminde aklını kullanarak bilgiyi bilgelikle değerlendiremedi mi?

Bu sorulara olumsuz yanıt verilemez.

İnsan, doğanın nesnel gerçekliğine ilişkin bilgileri edinebilmek için büyük çaba harcadı. Elbettde bu çaba kuşaktan kuşağa aktarılara,k sürdü. İnsan, bilgisini artırmasını engellemek isteyen güçlere karşı ise, çok daha büyük bir direnme gösterdi. Bilgiyi öteki insanlardan saklamak zorunda kaldığı çağlar geçirdi.

Çağdaş insan, geçmişinin bu deneyimlerinden yararlanmayı bilmeli.

Şayet bilimsel nitelikli bilgiye ilişkin bir iki tarihsel örneği şöyle bir gözden geçirecek olursak, insanın, doğanın nesnel gerçekliğine ilişkin bilgiyi edinmek yolunda hiç de başarısız olmadığını ve her aşamadaki bilgisinin saltıklığını da içeren bir göreli özelliğinin bulunduğunu açıkça görürüz.

İlk örnek olarak doğanın yapısındaki özdek ya da maddeyi almak isterim.

İnsan, doğanın yapısındaki özdek ya da maddenin nasıl ve nelerden oluştuğunu öğrenmeyi gerekli gördü. Her algıladığı nesneyi bir diğerinden farklı homojen bir olgu olarak nitelendirdi. Daha sonra ise bunların hepsinin aslında birbirinin aynı olan fakat görünüşte farklı biçimler almış bulunan atomlardan oluştuğunu ortaya koydu. Bir adım daha ileri giderek, maddenin çeşitliliğini oluşturan atom türlerini dörde çıkardı: Taş, su, hava ve ateş…

Eritilen madenlerin biçim ve niteliklerini çok değiştirdiklerini öğrenince, atom türlerinin sayısının çok daha fazla olduğunun farkına vardı. Yalnız katı cisimlerin değil sıvı ve gaz halindeki maddelerin de ayrı ayrı atomlardan oluşan fiziksel ve kimyasal bileşikler kurduğunu anladı. Bu bileşikleri hazırlamanın, değiştirmenin ve çözmenin bilgisine ulaştı.

«Sayısı yüzü aşan atom türlerinin her biri doğada maddenin özü olan en küçük yapıdır.» derken, atomun da içine girdi. Maddenin birbirinden farklı öğelerinin bulunduğunu öğrendi; türlerini üçten yediye çıkardı. Hele bir de atomu parçalayınca, doğada maddenin dışında fakat madde ile sıkı ilişkileri olan ışınların varlıklarını ve özelliklerini saptadı.

Atomu nasıl parçalayabildi biliyor musunuz? O her zaman ve her yerde geçerli olduğu sanılan ve bu başlık altındaki tartışmalarda da kesin ya da saltık olduğuna değinilen Newton’un çekim yasasının atomun içinde geçerli olmadığını kavradığı zaman. (Nitekim o çekim yasasının uzaydaki geçerliliği de sınırlı.)

Bugün insan bir saniyenin yüz milyonda biri kadar bir süre içinde doğup ölen ve “mezon” adı verilen parçacıklarla ilgileniyor. Bir zamanlar maddenin temel yapısını bulmaya çalışan insan, bugün maddeye karşı olan “antimadde”nin varlığını anlamaya ve bunu kanıtlamaya uğraşıyor.

Işığı oluşturan ve “foton” adı verilen cisimciklere benzer, düşünceyi oluşturan ve “psikon” denilen cisimcikler üzerindeki araştırmalar bir başka dalda ilerliyor.

İnsan henüz doğanın yapısındaki maddenin saltık bilgisine erişemedi. Her edindiği bilgi göreli ve saltıklığını da içeriyor; bir sonraki zaman diliminde saltıklığa daha da yaklaşan bilgileri edinmesi için ışık tutuyor. En ilkel bilgisi bile doğaya uyarlanabilince doğa ile ve  onun nesnel gerçekliği ile uyum gösteriyor.

Peki, bir de tersine, öteki yöne, evrenin büyüklüğüne bakalım.

İnsan, kendisinin de içinde yaşadığı evrenin ne kadar büyük olduğunu da öğrenmek istemişti.

Önceleri dünyanın bir tepsi gibi düz olduğunu varsayarak, sonuna varanların oradan aşağıya düşeceğini sanıyordu.

Bu varsayım bile insanın evrenin saltık bilgisini içeren bir göreli bilgi edinmiş olduğunu gösterir çünkü bu ilkel aşamada bile insan, evrenin dünya ile son bulmayıp çok daha büyük olduğunu kavramıştır.

İnsan, evrenin büyüklüğüne ilişkin bilgilerinin ilk aşamalarında, tüm yıldızların sabit bir merkez olan dünyanın çevresinde dönmekte olduğunu sanmıştı. Bu sanıda da evrenin saltık bilgisinin doğrultusunda ve doğanın nesnel gerçekliği ile uyum gösteren bir göreli bilgi yer alıyordu: “Evrendeki cisimler sürekli hareket halindedir.”

Sonraları insan, dünyanın küresel bir biçimi olduğunu, kendi çevresinde döndüğünü, aynı merkez çevresinde dönmekte olan daha birçok gezegenin dünya gibi birer uydu olduklarını öğrendi. Bu sistemin dışındaki yıldızları incelemeye koyulunca, Samanyolu adı verilen ve yaklaşık 100 bin ışık yılı boyunda olan galaksimizde 100 milyar kadar yıldızın yer aldığını, bu galaksi içinde güneşin de olduğu yerde durmayıp hareket ettiğini saptadı. (Sayın Özkann’ın belirtmiş olduğu üzere.) Samanyolu’nun 16 elemanlı bir galaksi grubunun üyelerinden yalnız bir teki olduğunu, bunun ötesinde daha binlerce galaksi grubu bulunduğunu anladı.

Burada astronomik bulguları sayacak, günümüzde varılan noktaya değinecek değilim.

İnsanın bu bilgileri ne birer tahmindi ne de imgeleme gücü ile kendi kafasından yarattığı birer masal… İnsan, aklını kullanarak yaptığı gözlem ve değerlendirme aygıtlarıyla evrenin büyüklüğüne ilişkin çok bilgi edindi, Ancak henüz bunun da saltık bilgisine ulaşamadı.

Dolayısıyla insan, günümüzde geçmişindeki bilgisiyle oranlandığında çok daha fazla bilgi edinmiş durumda ama belki de bu “çok bilgi” dediğimiz şey evrenin büyüklüğünün saltık bilgisine oranla “pek az bir bilgi”.

İnsanın bu konudaki bilgisi de göreli. Göreliliğin bir mertebe ise ne yazık ki yok.

Hangi konuda olursa olsun, bilimsel nitelikli bilgi görelidir. Açıklama evresinden yoksun bulunan görsel ve deneyimsel bilgi de zorunlu olarak görelidir.

Doğanın nesnel gerçekliğine ilişkin tüm bilimsel nitelikli bilgileri bir evrensel bütün olmak üzere birleştirip değerlendiren felsefi bilgi de aynı durumdadır. Doğadaki her olayın, her olgunun, her sürecin birbirleriyle olan tüm ilişki ve bağıntıları noksansız olarak açıklanmadıkça göreli kalacaktır.

Ancak şunu da bilmeli ki doğanın nesnel gerçekliklerine ilişkin bilginin saltık ve göreli yanları birbirlerinden ayrılamaz. Eğer insan göreli bilgiyi küçümser ya da yadsırsa, buna karşılık bilginin saltık (mutlak) içeriğini “tek ve gerçek bilgi” olarak nitelendirip yüceltirse, dogmanın kucağına düşer.

Buna karşılık eğer insen saltık bilgiyi olanak dışı görür ve göreli bilgiyi saltıktan bağımsız sayarsa, doğa ile uyum gösteremeyen bir kuşkuculuk için saplanıp kalır.

Doğanın nesnel gerçekliklerine ilişkin bilginin artırılıp geliştirilmesi, ancak “sonsuzluk” terimiyle nitelendirilebilecek bir sürece yayılmıştır.

İnsan ancak algılayabildiklerini açıklayabildiği oranda bilgi sahibi olabilir. Bu bilgisi de doğanın sonsuzluğunda hep göreli kalacaktır.


Bu konu üzerinde benim son sözüm işte bu ama bu sön söz konuya katkısı olacak katılımcılar için kesinlikle bir engel değil.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
12 Yanıt
16738 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 15, 2011, 05:02:35 ös
Gönderen: ADAM
40 Yanıt
18920 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 10, 2007, 01:04:21 öö
Gönderen: arteizm
77 Yanıt
40900 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 24, 2016, 02:02:59 öö
Gönderen: ruzber
8 Yanıt
7806 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 12, 2019, 10:53:50 ös
Gönderen: karahan
8 Yanıt
7956 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 17, 2011, 02:07:02 öö
Gönderen: Hacamat
0 Yanıt
3251 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 16, 2011, 08:10:58 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3874 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 15, 2011, 11:11:01 ös
Gönderen: Alşah
26 Yanıt
14766 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 17, 2012, 06:29:00 ös
Gönderen: asimov
0 Yanıt
2080 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 08, 2012, 12:09:56 öö
Gönderen: Nemeçek...
4 Yanıt
3607 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 16, 2016, 06:47:37 ös
Gönderen: ARARAT