Sayın amurdad,
Marksist teorisyenlere göre kanunları egemen sınıflar yapar demişsiniz.
O halde bugün hükümetin halk yararını gözeterek yaptığı sağlık reformları, keza Obama'nın sağlık reformu, keza Avrupa devletlerindeki milli sağlık sistemlerini kim yaptı?
Bence "kazandığın sadece senin olmasın, bize ver paylaşalım" temelli Marksist teori, en egemen sınıfın en egemen söylemidir.
İnsanların, eğer bu tür "paylaşımcılığa" katkı sağlamazsa, "suçluluk" duymasını sağladığı için, en etkili argümanlardan biridir de.
Kanunları egemenler değil, politikacılar yapar, her politikacı da, seçilmesi için seçimden evvel halka bir şeyler vaat etmk zorundadır. Tam verimli bir liberal sistemde böyle bir seçim dinamiği olmaz. Bu, resmen marksist bir seçim dinamiğidir, çünkü "beni seçersen, sana vereceğim" biçimindeki her seçim propagandası, egemenler yararına değil, halk yararına bir söylemdir.
Ve bugün dünyanın içinde bulunduğu durumdan, liberalizmden çok, marksizm sorumludur.
Gelin şu söyleminizi birlikte açalım, şöyle demişsiniz bir "kapitalist egemen" söylemi için;
Kazandığını neden devlete veresin,neden toplumla paylaşasın o senin hakkındır çünkü,birey kazanmak için vardır.
Sahi, neden insanlar kazandığını devlete vermek zorunda? Neden toplumla paylaşmak zorunda?
Neden kazanan her zaman "vermek" zorunda da, kazanmayan "almak" zorunda?
Neden bir birey, topluma katkı yapmak zorunda?
Vergi, devletin asgari görevlerini sürdürmesi için gereklidir. Bunlar ortak ihtiyaçlardır, bayındırlık hizmetleri şu kişinin veya bu kişinin yararına değildir, herkesin yararınadır. Benim evimden köyün çeşmesine yol yapıldığında, ve o köyün çeşmesinden de bakkala yol yapıldığında bundan sadece ben yararlanmam, herkes yararlanır. Aynı şekilde güvenlik, ve hukuk birimlerinin ayakta kalması için de vatandaş vergi vermelidir.
Ancak sadece bu kadar. Daha fazlası için değil.
Mesela devletin zarar eden Kamu İktisadi Teşkılatlarını, zenginler amorti etmek zorunda değildir. Geçmişte, 90'lı yıllarda, devletin fabrikalarında (hani o özelleştirilmesin diye ayaklananların çok sevdiği fabrikalarda) gider, geliri 10'a katlıyordu. Bu giderde en büyük pay ise personel ücretlerine gidiyordu. Her gelen iktidar, işçiye istediği ücreti vermişti, fakat fabrikaların üretimleri yerlerde sürünüyordu. Fabrika, adeta "satamayacağı malı", sırf işçi doysun diye üretiyordu.
Ondan sonra işçi, emeğinin hakkıyla kazanmış oluyordu! Hayır, o dönemin işçisi emeğinin değil, tehditinin güçlülüğü nedeniyle kazanmıştı. O tehdit bugün buraya yazdığınız "ne yani sen elde ettiğini bizimle paylaşmayacak mısın?" tehdidinin aynısı idi. O dönemde o işçilerin ücretleri, esnafın ve özel sektörün vergilerinden amorti ediliyordu.
Sözün kısası; devlet zoruyla "paylaşma" olmaz. İnsan ekmeğini, eğer o isterse paylaşır.
Geçenlerde tekel eylemcisi işçilerden biri konuşuyor; "biz merhamet istemiyoruz, biz iş istiyoruz"
E piyasada iş yoksa ne yapacaksın? Piyasada, senin o fabrikada ürettiğin malı satın alacak bir talep yoksa, neden o fabrika sahibi seni işe alsın? Böyle olunca "merhamet" olmuyor mu sanıyorsun?
Ama gel de bunu anlat.
Vergi kaçırmaya gelince, insanlar vergi kaçırıyor; çünkü senin maliyen bunları denetleyemiyor. Senin maliyen bunları denetleyemiyor çünkü denetlese tüm türkiye'nin hapsi boylaması gerekiyor. Tüm Türkiye neden vergi kaçırıyor? Çünkü vergiler, olması gerekenden çok fazla olduğu için. Sokakta sol yumruklarını yukarı kaldırarak yürüyen yağmacı kitleyi susturmak için özel sektörün tepesine binersen, o sektör de senden vergi kaçırır.
Eğri oturup doğru konuşmak lazım. Kimse kimseye hizmet etmek, bir şeylerini paylaşmak durumunda değildir. Bunu yapmak istemediği için de kimse "suçlu" ilan edilemez. Suçlu ilan etmeniz için, ilk önce verginin meşruiyet sınırlarını açıklamanız gereklidir.