Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: REGÂİB KANDİLİ  (Okunma sayısı 3943 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Haziran 24, 2008, 03:23:29 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

                                                                                             

                                                                                                  REGÂİB KANDİLİ
                                                                                                         Musa Hûb



A. REĞÂİB’İN LÜGAVÎ VE ISTILAHÎ MANALARI


Reğâib, Arapça “ra-ği-be” kelimesinin çoğulu olup, sözlük anlamı olarak, “çok rağbet edilen şeyler” demektir. Kur'an'da Reğâib şeklinde bir kelime geçmemektedir. Ancak "re-ğa-be"den türemiş olan çeşitli kelimeler, sekiz ayet-i kerimede geçmekte ve "reğabe"nin ifâde ettiği mana doğrultusunda kullanılmaktadır. “Yerğabu” haliyle Bakara, 2/130; “Terğabûne” haliyle Nisa, 4/ 127; “Yerğabû” haliyle Tevbe, 9/120; “Rağıbûne” haliyle Tevbe, 9/59 ve Kalem, 68/32; “Râğıbün” haliyle Meryem, 19/46; “Rağaben” haliyle Enbiyâ, 21/90; “Fe’rğab” haliyle İnşirah suresi, 94/8. ayette geçmektedir.
Kelime olarak Reğâib, “çokça rağbet edilen, nefis, kıymetli, değerli ihsan” manalarına gelen Rağibe kelimesinin çoğuludur. Re-ğa-be mazi fiil kökünden türetilmiştir. Reğabe kelime olarak “Herhangi bir şeyi istemek, dilemek, arzu etmek, ona meyletmek ve onu elde etmek için çaba sarfetmek” demektir. Rağîb, rağabe’den türemiş bir isimdir ve kendisine rağbet edilen, arzulanan, talep edilen şey anlamına gelmektedir. Müennesi (dişisi) Rağîbe’dir, bunun da çoğulu Reğâib’dir.

Reğâib Gecesi denilince: “Çok lütuf ve ihsanla dolu, kıymeti büyük, çok iyi değerlendirilmesi gereken özel gece” manası anlaşılır. Rağbetler gecesi; yani dilek gecesi, istek gecesi, ulûfe gecesi. Dinen terğîb edilen merğûb şeylere, murağğabâta ve reğâibe rağbet eden kullara –hadis-i şerifte de isimlendirildiği üzere- Râğıbîn denilir. Bu gece Allah, rağibelerini, yani lütuflarını, ihsan ve ikramlarını sağanak sağanak yağdırır; tâ ki kulların nazarlarını fânilerden Bâki’ye ve bâki olan ahiret yurduna döndürmek, cüz’îlerden küllî olana çevirmek murad buyurur, bu istikamette teşvik pirimleri lutfeder.
Madem ki: “Reğâib dilemek demektir. Reca içinde Allah’a dua etmek demektir. Kur’an-ı Kerim’de “Bizler ki ümit ederek (rağaben), gazabından korkarak (reheben) Allah’a dua ederiz.” (Enbiya 21/90) buyrulmasında Reğâib’e telmih vardır. İnşallah biz de bu gecede Allah’ın mağfiretini elde etmiş olarak yarına çıkarız.” (1) Dünyevî-uhrevî rağbet edilecek çok ötesinde, ardına düşülecek nimet ve ikramların çok üstünde bir büyük “şey” vardır ki, o da Rabbin rızasıdır. Ve Kur’an bu noktada hakiki hedefi ufka yerleştiriyor: “Senin rağbetin daima Rabbine olsun!” (İnşirah, 94/8)

Rabbe vuslat rağbetinin en emin vesilesi İlk Nûr Efendimiz’in nur-u enveriyle vücûd-u mübarekinin buluşarak insanlığa rehberlik edebilmesi istikametinde sebeb-i fıtrîyle döl yatağına düştüğü hususi zaman diliminde, anne-babasının O’na olan rağbeti, bütün öncekilerin ve sonrakilerin rağbeti, meleklerin o vaktin yümn ü bereketine olan rağbeti ve Cenab-ı Hakk’ın bîkem ü keyf rağbeti (teveccühü) birbiriyle buluşmuş ve Reğâib gecesi bu çok buudlu ve çok zengin muhtevâya bir unvan olmuştur.

Bu temsille şerefyâb Reğâib gecesine hitaben Receb Vahyi’nin şu dörtlüğü pek mânidârdır:

Ey leyle-i maâli, ey mefhar-ül-leyâli!
Ey nûr-i lâyezâl-i Mahmûd-i kün fekân’sın.
Ey leyl-i pür maâli ey bedr-i hâkdanı!
Ey feyz-i âsmanı mahsudı ins ü cansın.

“Bu geceye Leyle-i Regâib denilme¬si lisân-ı melâikten sâdır olmuştur.” (2) Reğâib gecesi, Reğâib kandili olarak da isimlendirilir. Çünkü, siyer-i nebîdeki yeri ve dinî ölçekteki değeri itibariyle bu gece, tarihî süreçte Müslümanlar arasında gönülden bir rağbete mazhar olmuş ve adeta o gece etrafında bir “Reğâib kültürü” meydana gelmiştir. Bu Reğâib kültürünü ise “gece”den ziyade “kandil” kelimesi ifade ediyor. Beri taraftan Türkçe konuşan halkımız da Reğaib Kandili denilince, kendi tarihiyle bütünleşmiş köklü bir geleneği hatırlıyor gibidir. Reğâib gecesinin Anadolu geleneğindeki örfî mevkii, Türk-İslam senteziyle yoğrulmuş, özü dinî, şekli millî bir mahiyete sahiptir. Minârelerin kandillerle, mahyalarla aydınlatılarak, o güne özel kandil simitleri ve kandil şekerleri yapılıp kandil tekerlemeleri söylemesi suretiyle Reğâib gecesinin kutlulanması, millî ve müstahsen âdetlerimizdendir. (3)
 
Bu kültürün bir sonucu olarak Tasavvuf Edebiyatımızda “Reğâibiyye” denilen, Regaib ge¬cesi münasebetiyle manzumeler yazılmıştır. Miraç gecesi için –mesela- Nayi Osman Dede tara¬fından yazılan Mîraciyye gibi Uşşakî tarikati şeyhlerinden Abdullah Salâhî Efendi (ö.1197-1782) tarafından da Regaibiyye yazılmıştır. Bestelenen bu manzumeler o gecelerde tekke¬lerde tertip olunan ihtifallerde (toplantılarda) okunurdu. (4)  Reğâibiyye adı altında olmasa da, o geceye hitâben veya onda vukua gelen hadiseleri, hikmet ve ibret çizgisinde kaleme almış daha pekçok nazım ve nesir örnekleri vücud bulmuştur.

B. REĞÂİB GECESİ’NİN ANSİKLOPEDİK TANITIMI

Reğâib gecesi, hicrî takvime göre yedinci ay olan Receb-i Şerif’in ilk Cuma gecesidir, yani ilk Perşembeyi Cumaya bağlayan gece olmaktadır. Bu gece ister birinci gecesine, ister bir haftaya kadar diğer gecelerine rastlasın aynı hükümdedir.

Sevgili Peygamber Efendimiz’in -sallallâhü aleyhi ve sellem- bir nur olarak babasından annesine intikal ettiği o vuslat gecesidir, “leyletü’l-arûs”tur. (5) Peygamberlik sonrası da Allah’ın bazı çok özel fiilî tecellilerine mazhar olduğu, nuranî lutf u ihsanlara, semavî mevhibelere eriştiği kutsal bir gecedir. Bu atıyye ve behiyyelere şükür sadedinde, vücud nimetine ve bedenî-ruhî yapısındaki bütün uzuvlarına, kuvvelerine ve hislerine mukabil teşekkür mahiyetinde Rasul-i Ekrem, 12 rek’at nafile namaz kılmıştır. (6) “Leyle-i Reğâib bundandır ki, atâyâ-yı cezîle ve mevâhib-i celîle gecesidir.”  Yani: bol atiyyelerin ve büyük mevhibelerin verildiği çok değerli bir gecedir. (7)

Bir şeyin değerini bilmek için, önce o şeyi bilmek lazım, nedir, ne değildir. Reğâib gecesi, hakkında ne biliyoruz? Kandil gecelerini çok iyi değerlendirmemiz lazım, tamam. Az bilgiye rağmen zamanı çok iyi değerlendirme mümkün mü, veya ne kadar mümkün? Hakkında bir kitap(çık) yazılabilecek seçkin bir gecenin fihrist başlıkları gibi, süzme cümleler ile Reğâib’i ve onun karşısındaki duruşumuzu bir kere daha hatırlamaya ihtiyacımız var. Var, çünkü ibadetlerimiz az, günahlarımız çok. Bir gönül sızlasa, bir his titrese, bir yürek inlese yeter dûn himmetliliğine sığınmadan. Bilerek duygulanmak ve duyarak kulluk yapmak ödevindeyiz. Bildiğimizi sandığımız, ama –kimimiz itibariyle- hakkında on dakika bile konuşmaktan aciz kaldığımız bir kutlu zaman dilimi belki de bu.

Reğâib gecesinin zâtî hususiyet ve mübarekiyet cihetleri ise kısaca şöyledir: Hüseyin Vassaf Efendi’nin Kahiri Tercümesi’nden kaydettiğine göre: “Ragîbe; rağbet olunan şeye ve çok vergiye ıtlak olunur ki cem'i regâ'ibdir. Leyle-i Regâ'ib denil¬mesi atâyâ-yı cezîle ve mevâhib-i celîle gecesi olması hasebiyle alem olmuştur. Mâder-i Nebî (a.s.) olan Âmine hazretleri peder-i vâlâ-güher-i Nebevi Cenâb-ı Abdullah ile ol gece zifaf ve rahm-ı mü’mâ ileyhâ sadef-i dürre-i nebâlet ittisâf olmuştur ki evvel-i şeb-i Cum'a-i Receb-i şeriftir.” (8) “Hazret-i Peygamber'in mâderi (annesi) Amine hazretleri pederi (babası) Cenab-ı Abdullah ile o gece vuku bulan zifafta (gerdekte) ana rahmine düştüğü recebin ilk cuma gecesidir.» (9)

570’in nesî’li Receb ayının 1’i ilk Cuma gecesi, Rasul-i Ekrem’in nuru, babası Abdullah’tan annesi Hz. Amine’ye intikal etmiştir. Ubûdiyeti cihetiyle Reğâib gecesi Zât-ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanıdır. Reğâib gecesi Allah bolca atâyâ ve behâyâda bulunur. Reğâib gecesi dualar kabul edilir. Reğâib akşamı öncesi, Perşembe günü oruç tutmak ve akşamı da 12 rek’atlik bir nafile namaz kılmak müstehap görülmüştür. Reğâib ismini geceye melekler vermişlerdir. İslamiyetin mübarek ve muazzez gecelerinden birisi olan Reğâib gecesi, -bazılarınca- şeâir-i diniyeden biri olarak bile kabul edilmiştir.

Her yıl dönümü Müslümanlar tarafından değerlendirilmekte, tes’îd edilmekte olan bu gecenin hürmet, kıymet ve kutsiyeti ile alakalı birçok hadis-i şerif, pekçok âsâr ve menâkıb bulunmaktadır. Ümmet mâbeyninde, bilhassa Orta-Asya Türkleri, Anadolu Türk-İslam dünyası ve onların vesilesiyle İslam’a girmiş bulunan Balkan Müslüman halkları arasında yaygın bir kabule mazhar olmuştur. Osmanlı Devlet-i Aliyesinin hükümferma olduğu bazı Arap dünyası ve Afrika ülkelerinde de hâlen kutlanmaya devam etmektedir. Muğla-Antalya yörelerinde ve bilhassa Yörükler ve Türkmenler arasında Reğaib gecesine “İlk Namaz”, Beraat gecesine de “Orta Namaz” denilir. Her ikisinde de üçer gün oruç tutulur ve hal ü vakti müsait olanlar tarafından kurbanlar kesilerek halka topluca yemekler yedirilir, izzet ü ikramda bulunulur. Tabi bu, onların örfüdür. (10)

Yine yakın tarihlere kadar “Kıbrıslı Müslümanlar da, “Namaz” dedikleri Regaip kandilinde Hala Sultan’ı, [yani Peygamberimiz’in süt teyzesi (hâlesi) Ümmü Haram binti Milhan’ın Türbesini] topluca ziyaret etmekteydiler. Bu ziyaret bir nevi ailevî kır yemeği havasında yapılır, bu arada yol üzerindeki “Kırklar” denen Müslüman akınlarında şehit düşmüş kırk şühedanın kabirlerine de uğranırdı. Hala Sultan Tekkesi’nin mutfaklarında zengin vakıf gelirlerinden karşılanmak üzere yemek pişirilip misafirlere dağıtılırdı. Yaşlılar arasında Hala Sultan Türbesi’ni yedi yıl namaz günü devamlı ziyaretin yarım hac sevabına eşit olduğu inancı hâkimdi. Ziyaretçiler arasında bu inançla yedinci ziyaretinde beyaz çarşaflara bürünmüş hanımlara rastlanırdı.”  (11)

Müslüman halklar arasında bu Reğâib geleneğinin arkasında hiç şüphesiz bazı İslam âlimlerinin bilgilendirmeleri ve teşvikleri bulunmaktadır. Regâib gecelerinde daha çok dua etmek, tevbe ve istiğfarda bulunmak ve çeşitli nafile ibadetlerle geçirmek, genel olarak alimler arasında kabul görmüştür denilebilir. Buna göre: Reğâib, üç ay sürecek olan mübarek ahiret pazarının ilk sergisi. Her kandil gibi bir arınma, aklanma, paklanma, yunup yıkanma fırsatı. İbadet, dua ve istiğfar zamanı. Ahirete yatırım vakti. Mü’minler için bir fuar, bir panayır, bir çarşı; her türlü sevap ticaretinin yapıldığı bir pazar yeridir. Bir kalemin ifadesiyle: “Ölmüş ve çatlamış olan bir toprak için su ne ise, ölmüş ve çatlak kalbler için de bu gecenin ehemmiyeti odur.”

C. REĞÂİB, RECEB AYININ İLK GECESİ Mİ, İLK CUMA GECESİ Mİ?

«... صم أول يوم منه وأوسط يوم فيه وآخر يوم منه فإنك تعطى ثواب من صامه كله فإن الحسنة بعشر أمثالها، لا تغفلوا عن أول ليلة جمعة  في  رجب، فإنها ليلة تسميها الملائكة الرغائب... »
“Sizler sakın ola ki Receb ayının ilk Cuma gecesini gaflet içinde geçirmeyesiniz...” (14)  buyrulmuştur. Aynı hadis-i şerifin farklı tahriçlerinde Reğâib gecesinin vakti konusunda bir ihtilaf ortaya çıkmaktadır. Bazılarında Receb ayının ilk gecesi olarak zikredilirken, bazılarında ise ilk Cuma gecesi olarak geçmektedir. Rasul-i Ekrem’in bu dünyaya ilk adımı sayılabilecek annesinin karnını şereflendirdiği o ilk Reğâib gecesinin Receb’in ilk gecesine tevafuk etmesi, onun da aynı zamanda ilk Cuma gecesi olması, yukarıdaki iki çeşit rivayetleri kendisinde cem etmesiyle her ikisine de bir kutsiyet bağışlamaktadır. Fakat İslam uleması ve Müslümanlar cemaat halinde toplu ihya gecesi olarak ilk Cuma gecesini tercih etmişlerdir. Bunda, Cuma gecesinin faziletinin bir cezbi, bir celbi, bir tafdili olmuş da olabilileceği gibi, sözkonusu hadis-i şerifte siyak-sibak ilmini bilenlerin dikkatinden kaçmayacak mantıkî tutarlılık ve aklî mana zinciri takip edildiğinde, görülecektir ki:
Allah Rasulü, Receb ayının başında, ortasında ve sonunda birer gün oruç tutmayı emrettikten sonra “Ve lâkin ilk Cuma gecesinden de ğafil olmayasınız!” diyor ki, böyle olması daha mantıkî ve tutarlıdır. Aksitakdirde iki cümle arasındaki “lâkin” ibaresinin bir anlamı kalmaz. Bütün metinlerde bu kelime olduğuna göre, demek ki onu yerli yerinde kullanmak mecburiyetindeyiz. Beri taraftan bir de bu geceyi anlattıktan sonra ilk Perşembe günü oruç tutulması ve akşamında da Reğâib namazının kılınmasının tavsiye edilmesi, bu da Reğâib gecesinin Receb’in ilk gecesi değil, ilk Cuma gecesi olduğunu ortaya koymaktadır.
Bununla beraber, Receb-i şerifin ilk gecesinin kutsiyeti mahfuzdur ve o, hüsn-ü zan ve hüsn-ü itimadı olan ehl-i rağbetin bir fırsat bilerek ihya ettikleri bir gecedir.

D. REĞÂİB GECESİNİN 11 DERECE KATMERLİ FAZİLETİ

Receb ayının ilk Cuma gecesi olan Reğâib, 11 derece katmerli husûsiyete ve mübarekiyete sahiptir.
Şöyle ki:
(1)   Bizzat Reğâib gecesi olması noktasında, Efendimiz’den gelen kendi zâtî mübarekiyeti ve hususiyeti.
(2)   Efendimiz’in anne karnına teşrifinin ilk gecesi olmasından gelen mahsusiyeti.
(3)   Her normal gecede bulunan bir icabet saatini içermesi bakımından sahip olduğu kıymet.
(4)   İçinde bulunduğu Receb ayının şühur-u selase-i mübareke denilen mübarek üç ayların bir ayı olması itibariyle, o üç aylardan devşirdiği mübarekiyet.
(5)   Receb ayının aynı zamanda eşhuru’l-hurum denilen hürmetli (haram) aylardan olması açısından, o hürmetten gelen bir muhteremlik.
(6)   Tevafuk ettiği zamanlar itibariyle Receb-i şerif’in 1’iyle paylaştığı veya ondan aldığı fazilet.
(7)   Yine Receb-i şerif’in 2, 3, 4, 5, 6 veya 7. gecelerinden kazandığı mazhariyet.
( 8 )   Cuma gecesi olması itibariyle, hadd-i zatında mukaddes olan Cuma’dan gelen bir kutsiyet.
(9)   İslam tarihî süresince Müslüman toplumlar arasında örf-ü şer’î haline gelmiş olmasıyla sahip olduğu umumî makbuliyet, merğûbiyet ve ma’rufiyet.
(10)   İslam’ın şeairinden biri kabul edilir hale gelmiş olmasıyla kazandığı  hürmet.
(11)   Rasulullah’ın şahsında bütün kullarına Allah’ın büyük ihsanlarda bulunuş vaktinin tarihî yıldönümlerindeki hâtıra-i maneviyesinde bulunan tezekkür, tefekkür ve teşekkürden gelen kıymet.
İşte bu 11 kutsal unsur Receb-i şerifin ilk Cuma gecesinde birleşmek suretiyle, aynı vakti paylaşınca, daha doğrusu hepsi aynı zaman dilimi olunca ortaya on yönden kutsiyeti katmerli olan bir Reğâib gecesi çıkmaktadır ki ileride bunlar maddeler halinde, dinî temelleriyle ve daha detaylı yorumlarıyla anlatılacaktır. Elbette bunları bilen bir mü’min, bu gece uyuyamaz! Bir miktar uyusa bile, ekserisini uyanık geçirebilmek gayesiyle dinç kalabilmek için uyur. Kim böyle yapar? Bilen mi, inanan mı? Tabii ki ikincisi. İnsan, inandığı kadar arzular, inandığı kadar sabreder, inandığı kadar fedâkârlık yapar.

E. İSLAM TARİHİNDE İLK REĞÂİB KUTLAMALARI

Reğâib’in toplu kutlamaları hicrî beşinci asırdan itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır.
 “Hakkında kesin bir emir ve kaynak bulunmadığı halde, Regâib Gecesi kutlamaları ülkemizin de dahil olduğu bazı müslüman beldelerde asırlardan beri asırlardan beri sürüp gelmektedir. Bu kutlamaların ilk defa ne zaman ve nasıl başladığı hakkında İsmet Parmaksızoğlu şu bilgiyi vermektedir:
“Sünnî müslümanlar arasında bu gecenin kandil sayılması 480 Hicrî (1087-1088) tarihinde, önce Bağdad’da başlamıştır. Şiîlerin Eyyâm-ı Aşûre, Iydü’z-Zehrâ, Vilâdet-i Eimme (İmamların doğum günleri) v.b. ünlü mehrecanlardaki (kutlamaları, fuar ve şenliklerdeki) taşkınlıklara karşılık olmak üzere sünnî ulema da ihyâ-yı leyâlî (kandil geceleri) ihdasına tevessül etmişlerdir.” (15)

Parmaksızoğlu, bazı gecelerin (ki ilk akla gelen beş kandil gecesi oluyor) birer “kandil gecesi” olarak ihya edilerek kutlanmasını, Şiiler’in kendi aralarında kutlaya geldikleri bazı mehrecanlara bir tepkiye bağlıyor, onlara mukabil ehl-i sünnet Müslümanlarına kendi aralarında böyle bir manevî şenlik ihdası yapılmış olduğuna ta’lik ediyor. İlk defa Reğâib gecesi, hicrî 480 tarihinde Bağdat’ta topluca kutlanmıştır, diyor.

Burada şu mühim hikmeti hatırlamak lazımdır: Ümmet-i Muhammed’in, diğer dinlerin veya batıl mezheplerin dinî veya milî törenlerine özenerek onlar gibi kutlamalara girişmelerinden ise, dinlerinde “kutsal” olan bazı değerleri örfî anlamda “kutlamaları” İslam uleması tarafından tecviz ve tahsin edilmiştir ki yüzyıllardır sözkonusu kutlamalar, halkın dinî hayatlarında can pompalayan bir atardamar olarak devam edegelmektedir.
İbn Receb el-Hanbelî (ö.795/1393) der ki: “Mütekaddimûn denilen ilk dönem uleması Reğâib namazından ve Reğâib hadisinden hiç bahsetmemişlerdir. İlk defa ortaya çıkışı da hicrî dördüncü yüzyıldan sonraya rastlar. Bu sebeple de ilk dönem selef uleması bu Reğâib namazını hiç bilmemişler ve hakkında da hiç konuşmamışlardır.”  (16)Ebu Muhammed İzzüddin b. Abdisselam el-Makdisî, Kudüs’te Beytü’l-Makdis’de Receb ayının ilk Cuma gecesi Reğâib namazı kılınması geleneğinin 480’li yıllarda başladığını belirtmiştir. (17) TDV İslam Ansiklopedisi’nde de: “Regaib namazıyla ilgili rivayet de hicrî 5. / miladî 12. asra dayanmaktadır.”  denilmiştir.

İmam Gazzâlî (ö.505/1111) ise sözkonusu rivayetin âhâdî yolla geldiğini, kendi döneminde Kudüs halkının istisnasız olarak bu namazı kıldıklarını ve kılmayanlara da müsamaha göstermediklerini haber verir.  İmam Zebîdî (ö.1205/1790) ise sözkonusu Reğâib hadisinin Ebu Tâlib el-Mekkî el-Mâlikî (ö.383/993), Reğâib hadisini senediyle birlikte Kûtü’l-Kulûb’una kaydetmiş olması  sebebiyle, 400’lü yıllarda “ihdas edilmediği”ni, belki bu yıllarda iştihar ettiğini ve Reğâib namazının şüyû’ bulduğunu söylemiştir.  Bu hadise yapılan tenkitleri tek tek cevaplamış ve nihaî hüküm olarak Reğâib namazının kılınmasını caiz görmüştür.


F. REĞÂİB’İN KANDİL GECESİNE DÖNÜŞMESİ

İslam’ın ilk dönemlerinde ahadî birkaç hadis ve bazı yöresel telakkiler ile sınırlı kalan, fakat -kutsiyeti mahfuz olmakla beraber- topluca namazla ihya edilmesi, bir nevi “kutlanması” meselesi hicrî beşinci asırdan itibaren Müslüman dünyada giderek yaygınlaşan ve adeta –bazı ulemaya nazara- bir örf-i şer’î hüviyetini kazanan Reğâib kandili, zamanla umumî sayılabilecek bir etkinliğin, bir hayır faaliyetinin ve ihya merasimlerinin ünvanı olmuştur ki: Reğâib gecesi, sadece Anadolu’da veya Türk aleminde değil, belki pekçok İslam ülkesinde ve bilhassa tasavvuf âleminde daha ziyade bilinen, takip ve tes’îd edilen bir gece olarak karşımıza çıkmaktadır. “Bu gibi mübarek gecelerde kandil yakmak suretiyle resmî hürmet hareketlerine (ise ilk defa 1524-1574 yılları arasında yaşamış olan) II. Sultan Selim’in  saltanatları zamanında başlanmış ve hâlen de devam etmektedir.”

Bazı kaynaklarda geçtiğine göre: “(Hicrî 12.) milâdî on sekizinci asırda ise, Reğâib geceleri tekke ve zaviyelerde gösterişli törenlerle kutlanmaya başlandı. Tasavvuf ehli olan şairler, bu gece için reğâibiyye adı verilen şiirler yazdılar. Bu şiirlerin bazıları bestelenerek yapılan törenlerde okundu. Diğer mübarek gecelerde olduğu gibi, Regâib kandillerinde de minârelere kandillerin asılması gelenek haline geldi. Halk arasında Reğâib gecelerinde ibâdet ve duada bulunma, geceyi kandil simidi ve şekerlemeleri ile kutlama âdeti yerleşti. Bu gibi âdetler, günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Regâib gecelerinde dua etmek, tevbe ve istiğfarda bulunmak, bu geceyi kutsal kabul etmek suretiyle çeşitli ibâdetlerle geçirmek, genel olarak alimler arasında kabul görmüştür.” 

İbnü’n-Nehhas, kandil meselesine itiraz eder ve der ki: “Bu gecelerde Şam ve çevresinde birçok renkli kandillerle evler süslenir. Bunu adet edinmek ve kaçınılmaz sanmak bid’attır. Bu kandilleri de genellikle evlerin ön sundurmalarına asarlar. Sonra da kadınlar ve çocuklar evlerinde oturup bunları seyrederler. Bunu sokaklardan geçen insanlar görüp seyrettikçe, onlar da bu yaptıklarıyla övünürler. Hele özellikle bazı başıboş insanların bu gecelerde yaptıkları masraflar haddini aşar. Bunun hepsi bid’attır ve Seyyidü’l-Mürselîn’in (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine aykırıdır.”
İleride delilleri serdedileceği üzere, “dinin aslî unsuru” addetmedikten sonra, millî kutlamaların cevâziyeti prensibince mezkur şenliklerde dinî bir sakınca olmayacağı âşikârdır; bu kutlamalarda israf veya ihtilat gibi hususlar ise umumî cevaz hükmünü iptal etmez; haram karıştırılmaması kaydıyla ibâhâ kâidesi hükümfermâ olur. Beri taraftan günümüzde kandil gecelerinde İbnü’n-Nehhâs’ın anlattığı gibi evlerde israf sayılabilecek şekilde fazladan ışıklar yakılmamakta, israflara girilmemekte; belki sadece gecenin manevî ışığını en ziyade barındıran mekânlar olması itibariyle Allah’ın evleri camilerin minaret ışıkları açılmakta ve bazı salâtîn camileri de mahyalarla ışıklandırılmaktadır ki bu da gayet normaldir. “Dinin aslî parçası bir mesele olarak kabul edilmediği ortada iken, Müslümanların örfü veya geleneği kapsamındaki bu kabil tes’îd ve ihya merasimlerine ve güzel geleneklerine karşı da ileri-geri konuşmak haksız bir zulüm olur kanaatindeyiz.

Hâsıl-ı kelam: M. Zeki Pekalın’ın kaydettiği üzere çoğunluk mü’minlere göre: “Regaip gecesinin minarelerimizi kandil, elektrik ziyalariyle tenvir ederek ve o güne mahsus kandil simitleri ve tekerlemeleri yap¬mak suretiyle kutlulanması ise millî ve müstahsen âdetlerimizdendir.”

KAYNAKCA

   1-Necdet İçel, Rahmet ve Reyyan Kapısı, s.142.
   2-Hüseyin Vassaf, Mevlid Şerhi (Gülzâr-ı Aşk), s.235. (Hacı Zihni Efendi’nin Kitâbü's-Salât’ından naklen).
   3- Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, “Leyle-i Reğâib” mad.
   4- Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, “Reğâibiyye” mad.
   5-“Leyletü’l-Arus: Tasavvuf’ta Mevlevî tâbirlerindendir. (Sevgili’nin Sevgilisine kavuştuğu vakti sembolize eder.) Hazret-i Mevlâna'nın ahirete intikali günü hatırası olarak yapılan merasime denilir. O gün hassaten ikindiden sonra zikredilmek ve Kur'an okunmak suretiyle ayni’l-cem yapılırdı. O geceye «şeb-i Arus» da denilir. Şeb Farsça, leyl Arapça gece mâna¬sına gelen kelimeler olmak itibariyle tâbirlerin ikisi de bir mânaya delâlet etmektedir. Bu gecenin gülbanki dahi vardı. Şöyle idi:
Vakt-i şerif hayrola, hayırlar fethola, Şerler def ola, Leyle-i arus-ı Rabbanî, vuslat-ı halvet seray-ı Sübhani Hakk-ı akdes-i Hüdavendigâri de ân be ân vesile-i i'tilâ-yı makam ve füyûzat-ı ruhaniyyet-i aliyyeleri cümle peyrevanı hakkında şamil ve âm ola dem-i Hazret-i Mevlâna hû diyelim hû.” Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, “Leyletü’l-Arus” mad.
  6-Ömen Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s.187; A.Fikri Yavuz, İslam İlmihali, s.530; Mehmet Dikmen, İslam İlmihali, s.307; Hüseyin Algül, Mübarek Gün ve Geceler, s.2, Nil Y, 1991; Abdullah b. Eyyub, Mübarek Günlerin Gecelerin Ayların Fazileti Esrarı ve Hikmeti, s.55-56; H. Mustafa Varlı (sadeleştiren), Üç Aylar Mübarek Geceler ve Dualar, s.240. Bu gece Rasulullah’ın 12 rek’at nafile namaz tavsiye ettiğine dair Enes hadisinin kütüb-ü ehâdisiyyeden kaynakları ileride zikredilecektir.
  7-Asım Efendi, Tercümetü’l-Kamus, 1/271. (Prof.Dr. M. Akkuş, “Edebiyatımız’da Reğâibiyye”den naklen).
  8-Hüseyin Vassaf, Gülzâr-ı Aşk, s.235.
  9-Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, “Leyle-i Reğâib” mad.
  10-Bu bilgi, Fethiye/Muğla Yörüklerinden –kayınpederim- Muzaffer Aydın Bey ve Türkmenlerinden azize kayınvalidem Asiye Hanımefendi tarafından verilmiştir. Tarih: Ağustos 2005.
  11- Hüseyin Mehmet Ateşin, Kıbrıs’ta İslamî Kimlik Davası, s.42; Çelik, Tarihte Kıbrıs ve Hala Sultan, s.69-70.
  12-(أول ليلة من رجب) İbnü’l-Cevzî, Zebîdî ve Suyutî’de böyledir. İbnü’l-Cevzî’den nakleden Zehebî ve Ebu Temîm’de ise (أول جمعة من رجب) şeklinde geçmektedir. [Bkz. Zehebî, Telhîsu Kitâbi’l-Mevzûât (li İbni’l-Cevzî), 1/185 (433); Muhammed b. Ebu Bekir ed-Dımeşkî, el-Menârü’l-Münîf, 1/-95 (167, 168, 169)]. Bu iki eserdeki “İlk cumadan gafil olmayın. Çünkü onu melekler Reğâib gecesi olarak isimlendirirler.” Cümlesi gayet açıktır ki, burada “ilk Cuma gecesi” kastolunmaktadır.
Enes hadisinin elimizdeki en eski kaydı olan Geylânî’deki metininde ve Muhammed b. Nâsır’ın metninde –ki İbn-i Hacer Askalânî, o rivayeti İbnü’l-Cevzî’den nakletmiştir-: “Receb’in ilk Cuma gecesini gafletle geçirmeyin!” şeklinde geçmektedir. Fakat İbnü’l-Cevzî’nin Mevzûât’ında “Receb’in ilk gecesi” lafızıyla vârid olmuştur. Bu ise çok büyük bir farktır. Çünkü Reğâib gecesinin vaktini tayin etmektedir.
Tam metin Enes hadisinin ekser rivayetlerinde ise “İlk Cuma gecesi” ifadesi geçmektedir.
  13- (أول ليلة في رجب) Şevkânî (el-Fevâidü’l-Mecmûa, 1/48), Suyûtî (el-Leâli’l-Masnûa, 2/46) ve İbnü’l-Cevzî (el-Mevzûât, 2/47, 124)’de böyledir.
  14-Abdülkadir Geylanî, el-Ğunyetü li Tâlibî Tarîki’l-Hakk, c.1, s.330-331; İbn-i Asâkir, Mu’cemu’ş-Şüyûh, 1/114 (210); İbn-i Hacer el-Askalânî, Tebyînü’l-Aceb 1/14-17; İbn-i Hacer, Lisânü’l-Mizan, 4/255 (695); Leknevî, el-Âsâru’l-Merfûa, 1/62; Ebu Şâme, el-Bâisü alâ İnkâri’l-Bid’a, 1/42; Zehebî, Telhîsu Kitâbi’l-Mevzûât (li İbni’l-Cevzî), 1/185 (433); Muhammed b. Ebu Bekir ed-Dımeşkî (691-751/1291-1350), el-Menârü’l-Münîf, 1/-95 (167, 168, 169); Şemsüddin Muhammed ez-Zer’î, Nakdü’l-Menkûl, 1/83 (97); Molla Ali el-Kâri’, el-Esrârü’l-Merfûa, 1/460; Muhammed b. Dervîş, Esna’l-Metâlib, 1/343.
 
  15- İsmet Parmaksızoğlu, Türk Ansiklopedisi, “Regaibiyye” md.; bkz. Akkuş, Yrd.Doç.Dr. Mehmet, “Edebiyamızda Reğâibiyye ve Salâhî’nin Matlau’l-Fecri”, s.131.
  16-İbn-i Receb, Letaifu'l-Ma'ârif, s.228.
  17-Seyyid el-Affânî, Ruhbânü’l-Leyl (Gece Yolcuları-Gece İbadetleri), s.709-710.
  18-Nebi Bozkurt, “Kandil” maddesi. TDV İslam Ansiklopedisi.
  19-Gazzâlî, İhyâu Ulûmiddin, 1/202-203.
  20Zebîdî, İthâf, 3/704-705; İbnü’l-Hâc, el-Medhal, 4/274-275; Molla Ali el-Kâri’, el-Esrârü’l-Merfûa, 1/460; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/563; Leknevî, el-Âsâru’l-Merfûa, 1/62; Muhammed b. Halil et-Tırablusî, el-Lü’lüü’l-Mersûs, 1/109 (304). (Nevevî’nin Kitâbu’l-Mecmû’undan naklen).
  21-Zebîdî, İthâfü’s-Sâdeti’l-Müttekîn, 3/322-323.
  22-  A. Fikri Yavuz, İslam İlmihali, s.530
  23-Nureddin Turçay, “Reğâib Kandili” md., Şamil İslam Ansiklopedisi.
  24-İbnü’n-Nehhâs, Tenbîhü’l-Ğâfilîn an A’mâhi’l-Câhili, s.496-497.
  25-Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, “Leyle-i Reğâib” md.


 



         

 
« Son Düzenleme: Haziran 24, 2008, 03:41:30 öö Gönderen: Kirlangic »


Haziran 24, 2008, 04:02:56 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

Salâhî’nin bir çok eseri gibi Matlau’l-Fecr’i de basilmayan eserinden bazi nushalar mevcut olup asagidaki beyitler, D. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi, Muzaffer Ozak Bölümü No.2/7’deki nüshalardan bazilarina aittir.

 MATLAU’L-FECR’İN METNİ

Bismihi’l-Fettâhi zi’l-feyzi’l-azîm
İnnehu’l-Feyyâzu min feyzin kadîm

Hamd o zât-ı pâke olsun bâ-kemâl
Kim  O’dur sultân-ı gayb-ı lâ-yezâl

Eyledi ol kenz-i  mahfîsin, ayân
Tâ ki zâhir ola esrâr-ı nihân

Fâtih-i kenz-i mutalsım bahr-ı cûd
Mîve-i bâ-kûre-i nahl-i vücûd

Sâha-i iclâline yüz bin salât
Ola her dem kim odur mir’ât-ı zât

Enbiyâ vü mürselîn âl-i kiram
Cümleye ihdâ ola her dem selâm


MUKADDİME

Dinle ey cûyende-i sırr-ı Hudâ
Mest-i ‘aşk olup ne söyler bu gedâ

Hâme-i ‘ibret-nümâ virmek diler
Leyle-i Cum’a Regâib’dür haber

Ya’ni olmuş ba’z-ı akvâl-i kibâr
Rütbe-i tahkîkla şöhret-şi’âr

Kim o şebde dürr-i beyzâ-yı Rasûl
Rahm-i pâk-i mâdere itmiş nüzûl

Hikmet ile bu leâlî-i ızâm
Bulmamış bu âne dek silk-i nizâm

Galibâ te’hir ile ol Kird-gâr
İtmek istermiş fakîri hisse-dâr

Gerçi nazm itmek benüm haddüm değil
Lîk anun feyzin nişâr eyler bu dil

Pes şeh-i akdem iken ol zât-ı pâk
Enbiyâdan sonra itdi ‘azm-i pâk

Hikmet üzre bu mufassal kıssadur
‘Ârife pes kıssadan bir hissedür

Çün kelâm oldı muahhar mübtedâ
Lâzım oldı ibtidâdan ibtidâ

Feyzi ile kalbüm olsa behre-ver
İdeyüm vasfın müfîd ü muhtazar

ÂGÂZ-I KELÂM


Ol cenâh-ı Pâdişâh-ı lem-yezel
Tâc-dâr-ı taht-ı iklîm-i ezel

Zâtı ferdiyyet ile mevcûd iken
Ya’ni rengi mâ-sivâ nâ-bûd iken

Bahr-ı vahdet ‘aşk ile mevc urmadan
Bu zemîn ü âsmânı kurmadan

Kenz-i mahfiydi devât-ı ‘ilm-i zât
Reşha-bâr olmazdı aklâm-ı sıfât

 ‘İlm-i zâtın feyzi kıldı iktizâ
Ki ola envâr-ı sıfat rû-nüma

Zâtına kıldı tecellî çünki zât
Cûşa geldi bahr-ı esmâ vü sıfât

İktizâ itdi  murâd-ı zü’l-minen
Kim sıfâtı seyr ide âyineden

Oldı mevcûd ‘ayn-ı Fahr-ı kâinât
Eyledi ol zâtı Hak mir’ât-ı zât

Pertev-endâz oldı esmâ-ı Hudâ
Cümle a’yan oldı anda rû-nümâ

Kıldı âgâz-ı ta’ayyün ba’de zân
Rûh ile mümtâz olup Fahr-ı cihan

Anun içün rûh-ı a’zam didiler
‘Akl-ı evvel nûr-ı akdem didiler

‘İlm-i Hak’dan istifâza itmede
Cümle ervâha ifâza itmede
   
Vâsıta oldı dinildi pes kalem
Murtebit oldı hudûş ile kıdem

Cümle a’yân itdi anunla nüzûl
Anlara da dindi ervâh u ukûl

Taht-ı levlâk’e cülûs itdi o şâh
Bende-i fermânı oldı mihr ü mâh

Muktezâ-yı saltanat çekdi alem
Oldı ervâh u melâyikden haşem

Hükmün icrâ itmeye şâh-ı vücûd
Halk olundı hep ekâlîm-i şuhûd

Çün vücûda geldi arz ile sema
Oldılar ervâh ile eşbâha câ

Emr-i Hakk ile açıldı şeş-cihât
Mustakar oldı nüfûs-ı kâinat

İçlerine girdi şeytânın eli
Şâh-rah üzre k’odı bir sandalı

Azdırıp yoldan çıkardı ekserin
Zulmet-i nefse düşürdi her birin

Muktezâ-yı ‘adl-i şâh-ı dü-serâ
Râh-ı Hakk’a da’vet itdi iktizâ

Bahr-ı gayret eyledi ol dem hurûş
Kıldı ervâh ile tertîb-i cuyûş

Enbiyâ vü mürselînin her biri
Oldılar nevbet ile ser- ‘askeri

Her birine feyzi imdâd eyledi
Nûr-ı iclâ ile dil-şâd eyledi

Her birinin meh-cebîninde heman
Nûr-ı şemsi bedrika olmuşdı san

Fevz-i ma’nâsı o şâh-ı serverin
Çeşme sârîden yürüdü anların

Râh-ı Hakk’a halkı da’vet itdiler
Emr-i Hakk’a bezl-i kudret itdiler

Enbiyânun ba’zı bâ’emr-i Celîl
Eyledi tevhîd-i efâli beyan

Sarf-ı himmet eyledi ba’z-ı kirâm
Kıldı tevhîd-i sıfâta ihtimam

Hikmet üzre Hakk’a da’vet itdiler
Muktezâ-yı asra himmet itdiler

Her biri kavmiyle itdi kâr-zâr
İtüiler meydân-ı ‘aşkı lâle-zâr

Çekdiler şemsîr-i adli ser-te-ser
Dâr-ı şirki itdiler zîr ü zeber

Ba’zı akvâmın hidâyet buldılar
Nâr-ı tevhîd ile rahmet buldılar

Da’vet ile nûr-bahş-ı kâinât
Oldı âşâr ile efâl ü sıfât

Ber-revân-ı enbiyâ-yı pâk-zât
Fâtihâ ihdâ ola ba’de’s-salât