Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: MIRAC KANDILI (ISRA)  (Okunma sayısı 6735 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Temmuz 29, 2008, 11:33:02 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

   İSRA VE Mİ’RAC NEDİR?
             (Musa Hub)


Gel, ey Muhammed, bahardır.
Dudaklar ardında saklı âminlerimiz vardır!
Hacdan döner gibi gel;
Mi’rac’tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!
Arif Nihat Asya


Receb-i Şerif’in 27. gecesi Mi’rac kandilidir. Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’in Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da gökler ötesine yaptığı mu’cize yolculuğa genel bir isimlendirmeyle “mi’rac” denilmektedir. Allah ü Azîmüşşan’ın iradesi ve emriyle Peygamber Efendimiz’in bir Cuma gecesi zaman ve mekanın sınırlarından dışarıya çıkarak, rûhen ve bedenen, Burak isimli semavî bir binite binip Cebrail ile birlikte Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya [Beytü’l-Makdis] kadar yapmış olduğu gece yolculuğuna –ki buna “İsrâ” denilir-, oradan da bir mi’râcla [manevî asansör] yedi kat göklere yükselip tâ Sidretü’l-Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref denilen ledünnî binitle Allah’ın huzuruna varıp O’nun Cemâlini ve Zât-ı Akdes’ini yakînen müşahede etmesi ve O’nunla bîkem ü keyf, mahiyeti meçhul biçimde zaman-mekan üstü konuşması olaylarına bir ünvan olarak “Mi’râc” denilir.
“Geceleyin yürüme, gece yolculuğu yapma” manasına gelen “sery” kökünden türetilmiş “İsrâ”, masdar olarak “gece yürümek, yola gitmek” ve ayrıca “birini gece yürütmek, birine gece yolculuk yaptırmak” manalarına da gelmektedir. Bir isim olarak “gece yürüyüşü/seyehati” anlamındaki “İsrâ”, aynı zamanda Kur’an-ı
Kerim’in 17. sûresinin de adıdır. Lügatte “yukarı çıkmak/tırmanmak, yükselmek” manasındaki “Urûç” kökünden türemiş bir ism-i âlet olan “mi’raç” kelimesi, “yukarı çıkma vasıtası, yükselme âleti/merdiveni/asansörü” manasına gelmektedir.

Fonksiyonu itibariyle bir nevî “ledünnî füze”dir denilebilir. Peygamber Efendimiz, Mi’rac olayını insanlara anlatırken “urictü” yani “göğe çıkarıldım” ifadesini kullandıklarından ve “mi’rac” denilen manevî merdiven / nûrânî asansör ile göklere yükseltildiklerinden dolayı bu olaya “Mi’rac-ı Nebi” ismi verilmiştir.1 Türkçe’de
mi’raç denilince, isrâ faslıyla birlikte anlaşılır ki bu yüzden sadece Mi’rac gecesi/kandili terkibiyle meşhur olmuştur.


 MİRACIN SÜBUT DELİLLERİ
İsra ve Mi’raç hadisesi Kur’an ve Sünnet’in kat’i nasslarıyla sabit bir gerçektir. Mi’raç tarihi ihtilaflı olmakla beraber, ekseriyetinittifakıyla Receb’in 27. gecesidir. Mi’raç gecesi namazı zayıf  hadislere dayanmaktadır. Organize halindeki Mi’raç kutlamaları ise örf-ü şer’idir, ümmetin sünnet-i hasenesidir. Allâme-i Sâni Saadettin Teftezani ve Molla Ali el-Kari’nin belirttiği üzere:
Rasulullah’ın Miracı, uyanık halinde ve hem ruhu, hem de bedeni ile olmuştur.2 ‘’Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan seyahati, yani İsra hadisesi Kitap’tan nass-ı kat’î (âyet-i kerime) ile sabittir ve bu sebeple de onu inkâr eden kâfir olur. Mi’rac’ın Mescid-i Aksâ’dan semaya kadarki kısmı da haber-i meşhur (meşhur hadis) ile
sâbittir ve bu faslı inkâr eden ise ehl-i sünnet ve’l-cemaat mezhebini terkederek ehl-i dalalet veya bid’at olmuş olur. Mi’rac gecesi semâ katlarından Sidretü’l-Müntehâ’ya, Cennet, Cehennem ve Arş-ı A’lâ’ya gitmesi faslı ise haber-i ehad (ahâdî hadis) ile sabittir. Mu’cize seyehatin bu üçüncü faslını inkâr eden ise günahkâr olur, hatakâr olur.3
.........
1 Prof. Dr. Hüseyin Algül, İslam Tarihi, 1/244.
2 Hızır Bey: «Peygamberin mi’racının bedeni ile ve uyanıkken olduğu keyfiyeti âyetle, Meşhur Hadis ve Haber-i Âhad ile sabittir.» demiştir. Bkz. Ömer Nesefi, İslam İnancının Temelleri: Akaid, s.215-228.
3 Ali el-Kâri’, Şerh-i Emâli, s.20; Teftezânî, Şerhu’l-Akaid, s.174. Bkz. Ömer Nesefi, İslam Efendimiz’in Göklerötesine Yolculuğu 21 Ehl-i Sünİnancının Temelleri AKAİD, s.215-228.
........

O geceki semavî seyahati bize haber veren nass-ı kat’î, haber-i meşhur ve haber-i vahid üçlüsüne (sübût delillerine) göre, karşımıza üç aşamalı, üç konaklamalı bir mi’raç çıksa da, kullanılan binitleri esas alırsak, beş konaklık bir semavî yolculuk ile karşılaşırız. Müfessir Âlûsî’nin Alâî Tefsiri’nden naklettiğine göre, Rasulullah’ın
İsra-Mi’raç gecesi biniti beş tane idi ki bunlar şunlardır:
1. Beytü’l-Makdis’e kadar Burak,
2. Dünya semasına kadar Mi’rac,
3. Birinci kat semadan yedinci kat göğe kadar meleklerin kanatları,
4. Yedinci gök’ten Sidre-i Münteha’ya kadar Cibril’in kanadı,
5. Sidre’den Kâbe Kavseyn’e (Allah’a iki yay arası yaklaşmasına) kadar Refref.4

Mahiyetini aklımızın kavrayamayacağı ledünnî bir vasıta-ı intikal olan Refref, Cibril’in dahi bir adım atamadığı sahadaEfendimiz’e matiyyelik yapmıştır.

Mİ’RACIN TARİHİ

Nasslarda isim olarak geçtiğinden ötürü temelde İsra ve Mi’rac olmak üzere iki aşamalı gerçekleşen bu göklerötesi yolculuk, peygamberliğin 12. yılında, 621 yılı başlarında, Medine’ye hicretten 19 ay önce5, mübarek üç ayların ilki olan Receb-i şerifin 27. gecesinde (yani 26’yı 27’ye bağlayan Cuma gecesi, Reğâib gecesinden
yirmi küsur gece sonra)6 Mekke’de iken gerçekleşmiştir.

........
4 Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 5/280; (Alûsî, Ruhu’l- Meani, 15/10).
5 Yaygın kabule göre mirac, peygamberliğin 12. veya 13. yılında, Muhammed Hamîdullah’a göre hicretin 9. yılında (İslâm Peygamberi, İstanbul 1972, I, 92) vuku bulmuştur. İmam Zührî mi’racın, hicretten beş yıl önce olduğunu söyler. İmam Nevevî de, Müslim Şerhi’nde, Mi’rac hadisesinin nübüvvetten sonra beşinci yılda olduğunu söyler. Bkz. Nevevi, Şerhu Müslim, 2/209.
6 Bazı âlimler Mi’rac gecesinin Receb-i şerifin 27. gecesi gerçekleştiğine itiraz etmiştir. Mesela bazı rivayetlerde o “Receb’in 27. günü, Hz. Cibril’in Cenâb-ı risâlet-me’âba risâletle nazil olduğu yevm-i mübâ reke mütesâdiftir.” denilmektedir. İbn-i Receb el-Hanbelî şöyle kaydeder: “Receb ayı içerisinde bir takım büyük hadiselerin gerçekleştiği rivayet olunmuştur ki, bunlardan hiçbirisi sahih değildir. (...) Hz. Ebu Bekir (ra)’in torunu Kasım b. Muhammed’e isnad edilen –ve yine sahih olmayan- bir rivayette kendisi: “Allah Rasulü’nün İsrâ hadisesi Receb ayının 27. gecesi gerçekleşmiştir.” demiştir. Fakat İbrahim el-Harbî ve daha başkaları ise onun bu sözünü kabul etmemiş, reddetmişlerdir… İsra hadisesinin Receb ayında olduğu da söylenmiştir, fakat bu tespitin zayıf olduğunu birçokları ortaya net ve’l-Cemaat uleması arasındaki genel kanaat ve ortak kabul bu merkezdedir ki biz de bu ittifak edilen bilgiye itimat ediyoruz.
İsra ve Mi’raç olaylarının tek bir gecede değil de, farklı iki zaman diliminde gerçekleştiği görüşünde olanlar da vardır. “İbn-i Sa’d, el-Vâkıdî’den, o da şeyhlerinden naklettiğine itibarla: “Semaya (manevî bir asansörle yükseliş) Mi’rac hadisesi, Hicretten önce, Ramazan’ın 17. gecesi, Cumartesi gecesi vuku bulmuştur.
Beytü’l-Mukaddes’e (Kudüs’e geceleyin Burak’la uçuş) İsrâ hadisesi ise, Hicretten bir sene önce, Rabiulevvel’in 17’sinde gerçekleşmiştir.Bu tespit, mi’raç ile isra hadiselerini birbirinden ayıranlara göredir. Onlara göre İsra yolculuğu Beytü’l-Makdis’e olmuştur, İsra suresinde geçtiği üzere. Mi’raç yolculuğu ise semaya olmuştur, Necm suresine zikredildiği üzere. Mi’rac hadisesi Ramazan’ın 17’sinde vuku bulmuş olduğu da söylenmiştir.”7 Fakat bu bilgiler doğru değildir.
Yine bazı kitaplarda Hz. Rasulullah’ın 40 yaşında ilk peygamberlikle gönderildiği günün de Receb ayının 27. günü (M.610) olduğu şeklinde bazı rivayetler kaydedilmiştir ki, bu bilgi, “İkra! Oku!” emriyle başlayan ilk vahyin “Ramazan ayı”nda ve “Kadir gecesi” geldiğini haber veren ayet-i kerimelere ters düşmesi sebebiyle
tamamen yanlış bir bilgiden ibaret kalmaktadır. Efendimiz’in Günleri’ni kronolojik olarak hesaplayan Kamil Dönmez’in verdiği tarihler ise şöyle: Safer H.Ö. 2 / 02 Eylül 620 Salı günü: Güneş tutulması oldu.8 Receb H.Ö. 2 / Receb 620: Hüzün Yılıdır. Boykotun kalkmasından 8 ay sonra (veya 6 ay sonra) Ebu Talip ve Ebu Talip’ten 3 gün sonra (bir rivayette 2 ay sonra) Hz. Hatice 65 yaşlarında vefat etmiştir. koymuşlardır. Yine İsra’nın Rabiülevvel ayında olduğunu söylenmiştir ki bu, İbrahim
el-Harbî ve daha bazılarının kavlidir. Bkz. İbn Receb, Letâifü’l-Meârif, s.189, 233, 328.
Kasım b. Muhammed b. Ebi Bekr es-Sıddik: Hz. Ebu Bekir (ra)’in torunu. Medine’deki yedi büyük imandan bir tanesi, Tabiin’in büyüklerinden. Kendisi salih ve sika bir
insan idi. Hicrî 108 tarihinde vefat etmiştir [İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 2/88].
İbrahim b. İshak b. Beşir, Ebu İshak El-Harbî: Aslen Merv’dendir, fakat Bağdat’ta vefat etmiştir. Hadis hafızı, fıkıh bilgini, ahkâmda basiret sahibi, edeb ve zühd sahibi idi. Ahmed b. Hanbel’den fıkıh öğrendi ve pekçok kitaplar te’lif etti. Hicri 285 senesinde vefat etti. (Hatib Bağdâdî, Tarihi Bağdat, 2/147; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 2/404).
7 İbn Receb, Letâifü’l-Meârif, s.328
8 Kazım Dönmez, O’nun Günleri, s.196.
........


01 Muharrem H.Ö. 1 / 26 Temmuz 621 Pazar: 621 yılı Receb ayında İsra ve Mi’raç hadisesi gerçekleşti. (Bi’setin 12. Yılı Ramazan’da ya da 13. Yılı Muharrem veya Rabiülevvel ayında9 mi’raç oldu diyenler de olmuştur. Kasım Şulul, hicretten 8 ay önce  27 Receb rivayetini kabul etmektedir.) Bi’setin 11. Yılı, 621 Şevval ayında Peygamberimiz Hz. Aişe ile nişanlanmıştır.10 Hanefî âlimlerinden İmam Leknevî (ö.1304/1886) Mi’raç gecesiyle alakalı muhtelif ulemanın görüşlerini mukayeseli olarakzikredip değerlendirdikten sonra der ki: “İmam Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye isimli eserinde Mi’raç gecesinin Receb’in 27’si olduğunu uzun uzadıya delilleriyle anlatmıştır. Buna göre Receb’in 27. gecesini ihya etmek müstehap olmaktadır.”11 Hüseyin Vassaf Efendi (1871-1929) de Mi’racın tarihiyle alakalı
farklı rivayetleri naklettikten sonra sözlerini şu şekilde bitirir: “Müstakîm-zâde merhum, Dîvân-ı Hz. Alî Şerhi’nde 155. sahîfesinde der ki: “Vakt-i Mi’râc Rama zânın 17. Cumartesi gecesi şeref-vâki’ oldu ki nübüvvetin 12. şalidir. Hicretten 18 ay mukaddem dir. Bir kavlde hicretten bir sene mukaddemdir. Rebî’ü’l-evvelin on yedisindedir, diyor.” Fakat ümmet-i İslâmiyye şehr-i Receb’in 27. gecesi olduğunda müttefiktir. Fazla tetkîke hacet ve meydân kal mamıştır. Menkûl ehâdîs-i şerîfeye karşı
şek ve şüpheye mahal yoktur. Ve’s-selâm.”12

 Mİ’RAC’IN ZAMANLAMASI VE SOSYAL ŞARTLAR
Mi’rac olayının vukûu öncesi sosyal şartları ve zamanlaması  da pek hikmet-âmîzdir. Mekke’de müşriklerin işkencelere ilaveten üç yıl süreyle Müslümanları
boykot edip mahrumiyet ablukasıyla çevirmeleri ve onlara ictimâî, iktisâdî, ailevî, maddî, manevî ve psikolojik ambargo

.......
9 Ebu İshak İbrahim el-Harbi: “Rasulullah sallallahü aleyhi ve selem, Rabiüevvel ayının 27. Gecesinde İsra yolculuğunu yapmıştır.” demiştir. Ebu Şame, el-Bâisü alâ İnkâri’l-Bid’a, s.232; Nevevi, Şerhu Müslim, 2/209; İbn Hacer, Tebyinü’l-Aceb, s.21; Mevahibü’l-Celil, 2/408.
10 Kazım Dönmez, O’nun Günleri, s.196-197.
11 Leknevî, el-Âsâru’l-Merfûa, 1/77.
12 Hüseyin Vassaf, Gülzar-ı Aşk, s.441.
..........
uygulamaları karşısında üzülen.. aynı yıl hem hâmîsi amcası Ebu Tâlib’in ve hem de zevce-i pakizesi Hatice validemizin vefatları ile iki mühim desteğini yitirmekle çok derinden daralan.. ve himayesiz kaldığı için müşriklere karşı kendisini himaye etmeleri için talepte bulunduğu Tâiflilerin bu talebi reddetmekle kalmayıp bir
de saldırmaları/taşlamalarıyla darlanan.. bütün bunlara ilaveten işkence, mahrumiyet ve eziyet altında kıvranan ashabının dertleriyle de büsbütün gönlü yaralanan Allah Rasûlü (ve mü’minler); böyle kederli bir halet-i ruhiyede iken, bu İsra ve Mi’rac olayı ile çok muhteşem bir teselliye ve ihsan-ı İlahîye nail olmuşlardır.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ifadesiyle: “Hüznün son haddine vardığı nokta, sürura kapının aralandığı aynı noktadır. Onun içindir ki, Mirac senesi “Senetü’l-hüzün” iken “Senetü’s-sürûr” olmuştur.” Kaderin başından yağdırdığı bela yağmuru, önüne çıkardığı musibet dağları ve içine attığı meşakkat ummanları O’nu kulluğunda derinleştirmekle yüceltmekten başka bir şey yapmamıştır. Neticede Efendimiz’in bütün mahrumiyet ve meşakkatleri aşkın kulluğu mi’rac ile pâyelendirilmiş, taçlandırılmıştır; ve beraberinde bütün insanlık için, mi’racının izdüşümü sayılabilecek bîhemtâ hediyerle dönmüştür. Kendisi âlemlere rahmet olduğu
gibi, Onun mi’rac gecesi de bütün âlemlere bir “rahmet vesilesi” olmuştur.13 Fahr-i Kainat Efendimiz’in mi’racı, aynı zamanda peygamberliğinin de müjdeci delillerinden birisi idi. Şöyle ki: “Hz. İsa, Son Nebi’den o kadar sıklıkla bahsetmiştir ki, Hz. Yahya, Onun sözlerini sürekli cemaate anlatır ve beklenen
elçi, yani Allah’ın Rasulü’nün yakında teşrif edeceğinden dem vururdu. Genel kanaate göre beklenen bu Peygamber’in üç ana özelliği vardı; 1. Cami veya Mabed’e ansızın gelmek –ki bu, mi’racı ifade ediyordu-, 2. İnsanlar tarafından beklenmek ve araştırılmak, 3. Çok arzulanıp özlenmek.”14 Ve Efendimiz, beklendiği gibi geldi ve mi’raçla şereflendi, şereflendirdi.

.....
13 Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.206
14 Reşit Haylamaz, Dillerdeki Müjde, s.43-44.
.....


Bilindiği üzere, mübarek üç ayların ilk kandili Receb’in ilk Cuma gecesi olan Reğâib kandili, ikincisi ise 27. gecesi olan Mi’rac kandilidir. Bu kaderî tayin ve takdirdeki bir hikmeti Üstad Bediüzzaman Hazretleri şu ifadeleriyle deşifre eder; hem izahat, hem de tespitte bulunur, ve der ki: “Leyle-i Reğâib, ibtidâ-i terakkiyât-ı hayat-ı Ahmediye’nin ünvanıdır.” Yani: Reğâib gecesi, Zât-ı Ahmediye’nin terakki hayatının başlangıcının ünvanıdır. “Leyle-i Mi’râc da intihâ-i terakkiyât-ı hayat-ı Ahmediye’nin ünvanıdır.” Yani: Mi’rac gecesi de Zât-ı Ahmediyenin terakki hayatının zirve noktasının ünvanıdır.15 Nasıl ki şakk-ı kamer (Ay’ın ikiye yarılması hadisesi) Efendimiz’in en büyük mucizelerindendir; süflî âlemin (dünyanın) sakinlerine manevî üstünlüğü gösterildi ve böylece risaleti bir kere daha ispat edildi. Öyle de mi’rac, Efendimiz’in kulluğundaki velayetinin en büyük kerametidir; ulvî âlemlerin ehline (meleklere ve ruhanilere) rüçhaniyeti gösterildi. Kur’an-ı Kerim ise risaletinin en büyük mucizesidir ki her iki âlemin ehli buna şahit olmuştur.16


Mİ’RAC GECESİNİN FAZİLETİ

Hüseyin Vassaf Efendi (1871-1929), Gülzâr-ı Aşk’nda Mi’raciyye Şerhi bahsine “Faslün Fî Mi’râci Aleyhi ve Alâ Âlihi’s-Salât” başlığı ile girer ve girizgâhta Hz. Peygamber’in mi’racıyla alakalı birçok fasıl açarak o gayet nezih ve nefis Osmanlı Türkçesi ile çok harika malumatlar verir. Okuyan insan, günümüzde Mi’rac gecesinden
anlaşılan manaların ne kadar sığ, ne kadar basit kaçtığını çok açık biçimde idrak eder, tabii o malumatın dilini anlayabildiği ölçüde. Bir asır içinde meydana gelen iki dönem arasındaki büyük farkların sadece Türkçe kelime farkıyla sınırlı olmadığını, belki esas aklî derinlik, kalbî ufuk ve hissî zevk bakımından ne denli geri kalmış
olduğumuzu yakinen fehmeder. Biz, edebî zevkine, lisanın güzelliğine, kelimelerin asaletine ve mananın ancak o seçilmiş kelimelerle bu kadar veciz biçimde anlatılabileceğine kanaat egetirdiğimizden dolayı, sözkonusu metni orijinaline aynen sadık kalarak iktibas etmeyitercih ediyoruz ve ilgili yerler geldikçe de etmeye devam edeceğiz.

15 Bediüzzaman Said Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.207.
16 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.210.



a. “LEYLE-İ Mİ’RÂC BÂHİRATÜ’L-İBTİHÂC
Mef ’ûlü Mefâ‘ilün Fe‘ûlün
Berk urdu o şeb çerağ-ı nâ-yâb
Mahv oldu hep âfıtâb u mehtâb
Âyîne-i enver olup şeb-i târ
Yâr eyledi yâre ‘arz-ı dîdâr
Cûş eyledi çün muhît-i vahdet
Ma’nâya mübeddel oldu suret
Hem surete girdi sırr-ı vahdet
Ma’nâ-yı kadîm buldu suret
*
Mefâ‘ilün Fe‘ilâtün Mefâ’ilün Fe’ilün
Bu şeb tulû’-ı safâ-bahş-ı âfitâba kadar
Zemine nûr yağar âsumân-ı bâlâdan
Gelir sımâhına her cezbedânn îmânın
Nidâ-yı rahmet-i Hallâk ‘arş-ı a’lâdan

Takvîm-i i’sârın kayd-ı mi’râc-ı peygamberi ile tezyin eylediği leyle-i fürûğ-ı sa’âdet ki server-i enbiyâ, mahrem-i kurb-ı Huda bâ’is-i hilkat-ı kâ’inât, hâdî-i râh-ı necat, mazhar-ı sırr-ı tekrîm-i “İsrâ” -’aleyhi ekmelu’t-tahâyâ- Efendimiz Hazretleri nin harem-i İzidde mihmân olduğu dem-i kudsîdir. Nezd-i celîl-i Sübhânîde
bütün ümem ve akvama karşı hâ’iz aksa’l-merâtib ve rüchân olan ümmet-i nâciye-i Muhammediyyenin şeref-yâb-ı mazhariyet olduğu leylî-i mübârekenin en şereflilerin den ma’dûddur. İnsân bu leyle-i kudsiyyet-bürûzun derece-i ‘ulviyyeti husûsiyle onûr-ı müşahhas-ı risâletin bir cilve-i latîfe-i gaybiyye ile ‘azm-i âsumân
etmesindeki halâvet-i rûhâniyyeyi düşündüğü zaman nazar-ı dikkati birden bire tezyîn-i kenâr-ı eflâk eden hi-lâl-ı za’îfe müsadif olsa:

Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün
Mâh-ı nev’dir yoksa sedd etdikte ‘azm-i âsumân
Kaldırıp parmak getirmiş âsumân îmân sana

-beytindeki hayâl-i şâ’irâneyi bir hakîkat-i mahza makamında telakki edeceğinde şüphe yoktur. İslâmiyet ne kadar mülhem-i ma’âlî bir dîndir ki dâ’imâ sâliklerini
behiştî bir cezbe-i istiğrak içinde böyle ‘âlî fikirlere sevk eder. Dîn-i mübîn-i İslâmın tenvîri fikr ve vicdanında hâ’iz hususiyeti te’sîr-i güzîn-i feyz-bahşâ zâten târihin şehâdet-i ‘âdilesiyle müsbettir. Tâ devr-i âferînişten beri geçen bunca a’sâr ve edvâr-ı muhtelife içinde ‘âlem-i însâniyyet o dîn-i mübînin târih-i intişârından sonra
kesb ettiği kemâl ve intizâma hiç bir zaman mazhar olmamıştır.

Bi’set-i celîle-i Cenâb-ı risâlet-penâhî bütün ‘âlem-i beşeriyyet için mebde-i fevz u necat oldu. Nizâm-ı ‘âlem bir kânûn-ı müstahsen-i şer’î haline girdi. Zalâm-ı cehalet perde perde cihanın üzerinden kalkarak az bir za man içinde dünyâ bütün insanlar için bir dâr-ı ârâm-ı sa’âdet şeklini aldı. Dîn-i mübîn-i İslâm mâder-i medeniyyet olduğu için hissiyât-ı ictimâ’iyye ara sında feyz-i temeddün tezâyüd eyledikçe İslâmiyet’in meziyyâtı daha ziyâde takdîr edilecek ve bir gün cem’iyyet-i beşeriyenin
kısm-ı a’zamı tebcîl-i muhsinât-ı İslâmiyede yek-zebân ve yek-fikr olacaktır. İnşâ’a’llâhu Te’âlâ. Sadede rücû’ edelim. Bu gece o dîn-i mübînin en büyük ve en mübarek gecelerindenolduğu cihetle zamân-ı sa’âdetden beri ve şeref-mütesâdif olduğu leyle-i mes’ûdede kat’an ‘âlem de mevcûd olan İslâmlar ta’zîm ve tekrîm hissiyâtıyla mütehassis olurlar. Bu gece tulû’-ı safâ-bahş-ı âfitâba kadar âsumân-ı bâlâdan zemîne nurlar yağar. Her cezbe-dâr-ı îmânın sâmi’a-ı îkânına nidâyı rahmet-i Hallâk gelir.
Bu gece fürûğ-ı mağfiret, kulûb-ı ümmet-i Muhammediyyeyi cilvezâra döndür mekte neyyirân-ı zâhire-i semâvâta fâ’ik bir şa’şa’a-i rûhânî gösterir.

“Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün”
Cân feda ey neyyir-i cân-perver-i îmân sana
Zerre-âsâ incizâb eyler bu ‘ulvî cân sana
Âşinân-ı kemâle mâsivâ bigânedir
Âşinâdır mâsivâ bigâne her vicdan sana

Yok lüzum işhâda mi’râcı ‘ulüvv-i fazlına
Şerh-i pâkin ‘arz eyle hem-pâye bir bürhân sana
Bu gece râzdân-ı leyle-i İsrâ ve mahfil-pîrâ-yı Mescid-i Aksa,
Tenhâ-nişîn-i vahdethâne-i Huda, mazhar-ı hitâb-ı müstetâb-ıMevlâ (s.a.v.)


 Efendimiz Hazretlerinin sa’âdet-hâne-i feyz-i âşiyâne-i nübüvvet-penâhîlerinden Burâk-ı süvâr-ı tecellîyât olup, ‘âric-i medâric-i lâhût ve hem muhabbet-i Hâlık-ı lâyemût oldukları bir şeb-i ferhunde-eserdir. Her sene şeref-mütesâdif olan leyle-i mes’ûde bir leyle-i tecelliyât-ı şâmiledir. Bu gecenin takdîs-i ‘ulviyyeti, tasavvur-ı kudsiyyeti bîrûn-ı havsala-ı imkândır. Bu gece, ümmet-i naciyye-i İslâmiyyenin dâreynde sebeb-i necatı olan Fahr-i ‘âlem, seyyidü’l-ümem, nüsha-ı kübrâ-yı şefâ’at, ahbûb-ı yegâne-i Rabb-i ‘izzet efendimiz Hazretlerinin şefâ’at ve rûhâniyyeti taleb olunacak ve o Habîb-i zü’l-Ce-lâlin hürmetine, Cenâb-ı Erhamü’r-Râhimînden ‘afv ve mağfiret istenilecek bir ge cedir. Bu gece kâffe-i ehl-i îmân ve ‘âmme-i erbâb-ı îkân, çerâğ-ı lâhût-fürûz-ı rûha-niyyet Hz. Mustafaviyyeden iktibâs-ı envâr-ı
feyz-â-feyz eylemeğe gayret edecek bir gecedir. Cenâb-ı vâhibü’l-âmâl biz ‘âciz kullarına dâima nazâ-yı bârî-i samedâniyyesini istihsâle ve eser-i hidâyet-bahşâ-yı Cenâb-ı şâfi’ü’lümeme iktizâya muvaffak bu yursun. Âmîn.”

“İsra ve Mi’râc’ın Ma’nâsı hakkında İsmail Hakkı Hazretleri Kitâbü’n-Necât’ında buyurur ki: Mescid-i Aksâ’ya seyr etmek gerçi İsrâ tarîkiyledir ki gece içinde Burak’a bindirip cânib-i Kudüs’e yürütmektir. Bu ma’nâya mi’râc demezler. Belki sahratu’llâhdan ânib-i ‘ulvîye ‘urûca mi’râc derler. Lâkin seyr ve İsrâ mezkûr mukaddime-i mi’râc olmakla mecmû’una mi’râc ıt lak olunmuştur.Bir su’âl vârid olsa ki: Resûlu’llâh (s.a.v.) her yerde müşâhede-i Hazrete kadir idi. Mi’râc’a hacet nedir? Buna cevaben derim ki: Seyr-i ‘ulvîden maksûd, rü’yet-i âyât-ı ‘azîme ve mütâla’a-ı binân-ı kibardır. Nitekim bu âyetle sabittir. (...)

Mi’râc’ın Ma’nâsı: Mi’râc merdiven ma’nâsına gelir. Âlet-i ‘urûcdur. ‘Urûc manasına dahi müsta’meldir.

Pây-gâh-ı şuhûdda ber-ter-i riyâz-ı rahmet ve rü’yette gülgonce-i ter  olan Rasûlullâh (s.a.v.) efendimiz hazretleri bir gece râkib-i Burak olup, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya seyr ü sülük etmişler ve hem-râhı Cibril ile cânib-i Ku düs’e çıkıp gitmişlerdir. Bu nass-ı kati’ ile sabit olduğundan münkiri kâfir olur. Mes cid-i Aksâ’dan cânib-i asumana ‘urûcları haber-i meşhur ile mukarrer olmakla münkiri tadlîl olunur. Ve semâdan cennete veya ‘arşa veya taraf-ı ‘âleme ‘urûcu haber-i vâhid iledir ki münkiri âsim olur. (...)

Su’âl olunursa ki: Burak ile ‘âric olunca nurdan merdiven dedikleri nedir?
Cevap budur ki: Sûret-i cezb-i ilâhîdir. Yoksa merdivenin basamaklarına basarak çıkmak ma’nâsına değildir. Zîrâ, Burak ondan muğnîdir. Burak sidre-i müntehâ’ya kadar, matiyye-i berk-i seyr-i nebevî olmuştur.

Su’âl olunursa ki: Beden-i insanî ‘urûcu ne veçhile iktizâ eder?
Çünkü hükmü hazîza hübûttur.

Cevâbı budur ki: Hareket-i kasriyye ile mümkündür. Nazar ile hacerin tab’ı nü zul iktizâ eder ki kuvvet-i pâzû ile remy olundukta havaya doğru hareket-i kasriyye ile sâ’id olur. Zîrâ, tab’ında hareket-i kasriyyeyi kabul etmek vardır. İmdi, havaya su’ûdu ‘arazîdir ki hareket-i mezkûreye dâ’irdir. Merkeze nüzulü ise zatîdir ki bilâ-kasrdır. ‘Arazîye hilâf-ı tab’, zatîye vifâk-ı tab’ derler. (İntehâ kelâmu Hz. İsmail Hakkı / Hz. İ. Hakkı’nın sözü sona erdi). Bu mebhasın tafsîli inşâ’a’llâhu Te’âlâ
atîde gelecektir.”17


17 Hüseyin Vassaf, Gülzar-ı Aşk, s.444.


KUR’AN’DA İSRÂ VE Mİ’RAC
Kur’an-ı Kerim’deki 70. surenin adı, Mi’rac kelimesinin çoğulu olan “Meâric”tir (yükselme merdivenleri) ki, Mekke’de inmiştir ve adını 3. âyetinden almıştır: “Çünkü o, mi’raclar sahibi (yüceler yücesi) Allah’tandır. Melekler ve Rûh, O’nun Arş’ına; miktarı ellibin sene olan bir günde yükselirler.” (Meâric, 70/3-4). İsrâ suresi 1.ve 60. âyetiyle İsrâ olayına, yani o gece yolculuğunun Mekke’den Kudüs’e ilk safhasına değinir ve ayrıca o gece Mi’rac faslında gördüğü temaşanın ve Zakkum ağacının imtihan oluşunu ifade eder. Necm suresinde de (53/1-18) İsrâ’nın müteakib safhası olan Mi’râc hadisesinin en nihâî faslından bir kesit anlatılır. İsrâ olayı âyet-i kerimede (K.17-1) şöyle geçmektedir: “Kendisine bazı âyetlerimizi/delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya bir gece götüren o Zât’ın şanı yücedir, bütün eksikliklerden münezzehtir. Gerçekten herşeyi hakkıyla işiten ve herşeyi layıkıyla gören O’dur.”

“Bu âyet-i celîlenin hülâsa-i ma’nâ-yı münîfi olmak üzere Tefsîr-i Mevâkib’de şöyle yazılmıştır: “Her ‘ayıbdan münezzeh olan Allahu ‘azîmü’ş-şân, ‘abdi Muhammed (s.a.v.)’i bir gece nin az vaktinde Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürdü ki onun etrafındaki bilâd ve emâkine dîn ve dünyâ berekâtım verdik. Zîrâ, mehbit-i vahy ve ma’bed-i en biyâ ve vefret-i eşcâr ve enhâr ve kesret-i meyve ve mahall-i te’âyüştür. Tâ ki Mu hammed -aleyhi’s-selâm- vahdâniyyetimize delâlet eder.
Gecenin az vaktinde Mek ke’den Beytü’l-Makdis’e gitmek ve enbiyâ ona temessül edip, makamlarına vâkıf ol mak gibi ba’zı âyetlerimizi gösterelim. Allahu Te’âlâ, Muhammed (a.s.)’in akvâlini işitici ve efâlini görücü ve ona göre derecât-ı ‘âlîye ihsan edicidir.”40 ”Mevâhib-i Ledünniye’de yazılmıştır ki:


40 Hüseyin Vassaf, Gülzar-ı Aşk, s.443.

İsrâ, lisân-ı ‘Arab’da gece seyrine der ler. İsrâ gece seyrine tahsis olunduğu hâlde “Subhâne’llezî esrâ bi-’abdihî leylen... Bir gece...” buyurulması, ya’nî “leylen (geceleyin)” kelimesi nin zikri, İsrâ gündüz olmak câ’izdir, diye tevehhüm edenlere tenbîh içindir.”41 Ayrıca burada ümmetin manevî mi’racının da geceleri ihya etmek suretiyle gerçekleşeceğine bir telmih bulunsa gerektir. İsrâ’nın devamı olan Mi’râc hadisesine dair bazı kesitler de ayet-i kerimelerde mübhem biçimde şöyle aktarılır:
“Yemin olsun kayan yıldıza ki: Arkadaşınız Muhammed yanılmadı, sapmadı, aldanmadı. O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. O (söyledikleri), kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir. Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi Melek Cebrail öğretti. Melek kendi aslî suretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi. Sonra o yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları ok yayının iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti. Gözlerinin gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle münakaşa mı ediyorsunuz? Onun bir başka inişini Sidretü’l-Mühtehâ’nın yanında görmüştü.” (Necm, 53/1-14).
Ayet-i kerime, Hz. Peygamber’in Cibril’i ikinci defa aslî suretinde görmesine işaret ediyor. Sidretü’l-Müntehâ’nın yanında Cebrail’i ikinci defa asıl suretiyle gören Rasulullah, onu ilk defa ise Hira mağarasından inerken görmüştü. Yer ve gök arasında Kürsî üzerinde, yüce Allah’ın yarattığı şekliyle gördü. Altıyüz kanadı vardı diye rivayet edilmiştir. “O, vahyi getiren elçi Cebrail’i, apaçık ufukta görmüştü.” (Tekvir 81/23) ayeti bu ilk aslî müşahedeyi haber vermektedir.
Bu seferinde ise onu aslî sûretindeki azametiyle ikinci defa görmüştü. Ayette geçen “Sidretu’l-Münteha, Hz. Peygamber’e miraç gecesinde gösterilen, hilkatin aldığı son şekli gösteren, emir âleminin sonundaki “şeceretu’l-kevn” yani yaratılış ağacı, kâinat ağacıdır. Başka izahlar arasında, en kuvvetlisi bu görünüyor.” denilmiştir. Kur’an’da “Me’vâ Cenneti de onun yanındadır. O dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, nur-u ilahî sardıkça sarıyordu. Ama Peygamber’in gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da.” (Necm, 53/15-


41 Hüseyin Vassaf, Gülzar-ı Aşk, s.458.


17) mealindeki âyetten “Hz. Peygamber, Rabbine o kadar yönelmişti ki, gök melekûtunda temaşa ettiği sayısız güzellikler ve hariküladelikler onu meşgul etmedi, maksad-ı hakikisi olan Allah’tan alıkoymadı.” manası anlaşılmıştır. “Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü.” (Necm, 53/18) Mi’rac hadisesinin zirvesini anlatan bu ayet, Mi’racın dünya merhalesi olan İsra olayının gayesini anlatan “Kendisine bazı âyetlerimizi/delillerimizi gösterelim diye kulu
Muhammed’i, Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya bir gece götüren o Zât’ın şanı yücedir...” (İsra 17/1) ayetindeki maksadın gerçekleşmiş olduğunu beyan etmektedir. Nitekim geçmiş peygamberlerden Hazreti Musa’ya da: “Böylece sana en büyük mûcizelerimizden birini göstermek istiyoruz.” (Taha 20/23) denilmiş ve gösterilmişti.
“Unutma ki vaktiyle sana: “Rabbin insanları ilim ve kudretiyle kuşatmıştır.” demiştik. Gerek miraçta sana gösterdiğimiz temaşayı,  gerek Kur’ân’da lânetlenen ve  cehennemin dibinde biten o zakkum ağacını, sırf insanları deneme vesilesi kıldık. Biz onları tehdit ediyoruz da bu, onların azgınlığını artırmaktan başka bir işe
yaramıyor.” (İsra 17/60) “Bu âyette rüya “düş” anlamına olmayıp, dış dünyada görülen şey mânasınadır. Mi’rac’a işarettir. Sadece düş olsaydı, insanlar için ciddi bir imtihan olmazdı.” diyor Prof. Dr. Suat Yıldırım.


HADİSLERLE İSRA VE Mİ’RAC SEYAHATİ
Kur’an-ı Hakim’de gâyet icmâlî biçimde kapalı ve sırlı bir üslubla değinilen bu mülkî-melekûtî âlemler arası ve gökler ötesi esrarengiz yolculuk, Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem tarafından birçok hadislerde mühim detaylarıyla anlatmışlardır.42 Kalabalık bir sahabe topluluğu da bu olayı etraflıca nakletmişlerdir43
ki ilm-i hadisin ıstılahıyla “haber-i meşhur” haline gelmiştir.


42 Buhari, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Salat 1, Enbiya 5, Tevhid 37, Menakıb 24; Müslim, İman 259, 263, 264; Tirmizi, Tefsîru İnşirâh, 33-34, Tefsiru Sureti 19/3; Ahmed b. Hanbel, 1/309, 3/148/149; Musannef, 14/306; İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebî, 2/44.
43 İsra ve Mi’rac olayını rivayet eden sahabilerden bazıları şunlardır: Ömer b. Hattab, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Ömer, Hz. Aişe, Enes b. Malik, Ebu Hureyre, Abdullah b. Abbas,

İlgili hadis-i şeriflerden özetleyerek aktaracak olursak, sözkonusu esrarengiz hadise şöyle cereyan etmiştir: Rasul-i Ekrem, bir gece Kâbe-i Muazzama’nın içinden sayılan
Hatîm mevkiinde (Hicr-i İsmâil’de) uyku-uyanıklık arası yakaza halinde iken44, Cebrail aleyhisselam gelip mübarek göğüslerini açtı/ yardı, kalbini zemzem suyu ile yıkadıktan sonra içini iman ve hikmetle doldurup kapattı, eski haline koydu.Sonra, merkepten büyük, attan küçük beyaz renkli semavî bir binit olan Burak, Cennet’ten getirildi.45 Efendimiz binmek isteyince Burak biraz güçlük çıkarmak istedi. Cebrail: “Muhammed’e mi bunu yapıyorsun? Şunu bil ki, Allah katında ondan daha iyi olan
bir kimse şimdiye dek sana binmemiştir!” deyince, Burak (utancından ve bu sözün ağırlığından) ter içinde kaldı.46 Hep beraber Mekke’den normalde bir aylık mesafedeki Kudüs’e uçtular. Burak her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Kısa bir zaman zarfında Mescid-i Aksa’ya vardılar. Peygamber Efendimiz,
orada bütün peygamberlerin ruhlarına imam olup iki rek’at namaz kıldırdı. Bazı rivayetlerde Mi’raç dönüşü Mescid-i Aksâ’ya uğrayıp peygamberlere namaz kıldırdığı ve bu namaz da müezzinliği de Cebrail Aleyhisselam yaptığı bildirilmiştir. Bu imamet, İmam-ı Enbiya Efendimiz’in bütün peygamberlerin şeriatlerinin asıllarına
“mutlak varis” olduğunu ifade ediyordu.47
Mescid-i Aksa’dan dışarı çıktıklarında Cebrail, kendisine  su, şarap ve süt takdim etti. O, fıtrî ve tabiî olan sütü alıp içince Abdullah b. Mesud, Ebu Said el-Hudri, Ümmahani Binti Ebu Talib, Şeddat b. Evs, Ebu Zer el-Gıfari, Malik b. Sa’saa, Esma binti Ebi Bekir, Ümmü Seleme. Bkz. İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, 3/24. İsra ve Mi’rac olayı konusunda yirmi yedi sahabenin rivayeti olduğunu Celaleddin Süyuti “Kitaf-ül Ezhar-il Mütenasira fi-l Ahbar–il Mütevatira” isimli eserinde İsra ve Mi’rac hadisinin Mütevatir hadislerden olduğunu haber verir.

44 Bir rivayette, bu hadisenin Efendimiz’in amcazadesi Ümmihan-i Bint-i Ebi Talib (ra)’in evinde iken diye geçmektedir. Bkz. Hüseyin Algül, 1/244. Bir rivayete göre de, Burak’a binme faslı Ümm-i Hani’nin evinden gerçekleşti şeklindedir. Bkz. Suat Yıldırım, ‘Miraç Hakikatlerinden, Yeni Ümit Dergisi, s.5, Yıl: 3, Sayı: 9, 1990. Fakat bu rivayet, pek çok yönden tenkite uğramıştır, umumi kabul mazhar olmamıştır, zayıf kalmıştır.
45 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s.303.
46 Tirmizi, Tefsiru Sureti İsra. Hadis no: 3130. Ayrıca bkz. Buhari, Bed’u’l-Halk, Enbiya,
Menâkıb, Tefsiru Suret iİsra, Eşribe; Müslim, İman, 74, 259/162, Eşribe, 10, Hadis no:
92/168; Tirmizi, Kıyamet, Salat 47 Hadis no: 213… Bkz. Kadı Iyâz, Şifa-i Şerif, s.166.
47 Nursi, Sözler, s.525.


Cebrail: “Fıtratı seçtin.” dedi. Süt İslamiyeti temsil ediyordu ve Efendimiz’in sütü tercihi ümmetinin, sair dinler arasından fıtrat dini olan İslam’a iletildiğine işaret ediyordu. Şah Veliyyullah Dihlevi der ki: “Hariçte gerçekleşmiş bulunan şeylerin pek çoğu, manaların kendilerine münasip düşecek suretlere bürünmesi hususunda
–adeta- rüya mesabesinde olmaktadır. (…) Mesela: Rasulullah’a (İsra gecesi) şarap ve süt bardaklarının arzedilmesi ve kendisinin sütü seçmesi böyledir. Bu, ümmete şehvetlerin ve fıtratın arzedileceğinin ve belli bir olgunluğa ulaşmış kimselerin fıtratı tercih edeceklerinin sembolize edilerek anlatılması şeklidir.”48

Efendimiz daha sonra Beytü’l-Makdis’teki büyük ve sert bir kayanın üzerine çıktı, kendisi için yüceliklere yükseltici bir mi’rac (manevî asansör) kuruldu/sarkıtıldı ve onunla oradan dünya semasına çıkartıldı. Bu öyle muhteşem bir şeydi ki, Efendimiz: “Ben, mi’racdan daha güzel bir şey görmedim.”49 diyecektir. [Ölenlerin
ruhlarını gökyüzüne yükselten semavî asansöre de mi’raç denilir ki, ölülerin gözlerinin yukarıya doğru bakar vaziyette açık kalması, vefat sonrası bedenden yükseltilen ruhunun ardından gökyüzüne doğru baka kalmasından ötürüdür.]

Hoşa ki binüb Burak’a hoş hâl
Buldun derecât ü izz ü ikbâl
Bastın ayağın bir çâr tâk’a
Çıktın derecât-ı nüh revâk’a
Fuzulî


Yedi kat semaları bir bir dolaştırıldı. 1. Kat semada: Hz. Adem’le, 2. kat’ta Hz. İsa ve Hz. Yahya, 3. kat’ta Hz. Yusuf, 4. kat’ta Hz. İdris, 5. kat’ta Hz. Harun, 6. kat’ta Hz. Musa ve 7. kat’ta Hz. İbrahim ile görüştü (salavâtullahi aleyhim ecmaîn). Bu görüşmede Hazreti İbrahim, Muhammed Ümmeti’ne selam söylemiş, ve bir tesbih göndermiştir: Abdullah b. Mesud (ra) Rasulullah(sav)’in anlattığına göre, Rasul-i Ekrem şöyle demiştir: “Mirac Gecesi’nde İbrahim (as) ile karşılaştım, Bana şöyle dedi:
“Ey Muhammed, ümmetine benden selam söyle ve onlara haber ver


48 Şah Veliyyullah Dihlevi, Huccetullahi’l-Bâliğa, 1/121-122.
49 Buhari, Salât, 1; Hacc, 76, Enbiya, 5, Tevhid, 37, Menâkıb, 24; Müslim, İman, 259; Ahmed
b. Hanbel, 3/148, 149, 5/143.

ki; Cennet’in toprağı çok temizdir hoştur, suyu tatlıdır (güzeldir), arazisi de düzdür (çakıllı tümsekli değildir) ve boştur (ekilmemiştir). O araziye atılacak tohum da: “Sübhanellahi ve’l-Hamdülillahi velâ İlâhe İllallahü vallâhü Ekber.” (cümlesi)dir.”50  Abdülkerim el-Cîlî der ki: “(7. Kat gökte) İbrahim’i gördüm. Bu semada dikilmiş, onun kürsi-i tasarrufu, kürsinin fevkınde, arşın sağ tarafında olarak kurulmuştur. İbrahim aleyhisselam orada (İbrahim, 39) ayetini  kumaktadır:”51 “Elhamdülillahillezî vehebe lî ale’l-kiberi İsmâîle ve İshâka inne Rabbî le semîu’d-duâe.” Yani mealen: “Hamd olsun Allah’a ki, hayli yaşlı olmama rağmen, bu ihtiyarlık halimde İsmâil ve İshak’ı bana ihsan etti. Şüphesiz ki Rabbim duayı kabul buyurur.” (İbrahim 14/39) diyerek, hala Hz. İsmail ve Hz. İshak’ı verdiği için Allah’a hamdetmektedir. Önce Hz. İsmail’in zikri, bir bakıma o ve onun neslinden gelen Hz. Muhammed Mustafa’nın daha büyük bir nimet olduğunu önceletmektedir. 6. Katta Hz. Musa’yı ilk gördüğü ânı anlatırken Resulullah (sav): “İsra gecesinde Hz. Musa’ya uğradım. Kırmızı kum tepesinin yanındaki kabrinde namaz kılıyordu.”52 diye haber vermişlerdir. Demek aralarındaki konuşma, Hz. Musa namazını bitirdikten sonra başlamıştır. Bir başka hadislerinde şöyle demiştir: ”Miraca götürüldüğüm gece Musa (a.s.)’ı gördüm. Esmer, uzun boylu, kıvırcık saçlı idi. Sanki o Şemua adamlarındandı (temizlikte). İsa (a.s.)’ı da gördüm. O, orta yapıda, rengi beyazla kırmızı arası, saçı da düz, gürdü, ve kıvırcık değildi. Ateşin hâzini (bekçisi) olan Malik’i ve Deccalı da gördüm.”53

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Bana geçmiş peygamberler (a.s) arzedildiler. Hz. Musa zayıfça bir erkekti. Sanki Şenue kabilesinden (uzun boylu) birine benziyordu. Hz. İsa (a.s)’ı da gördüm, gördüklerim içinde ona en çok benzeyen Urve İbnu Mes’ud idi. Hz.İbrahim (a.s)’i de gördüm, gördüklerim arasında ona en çok benzeyen, arkadaşınızdı -yani kendisini kastediyor- Hz. Cebrail (a.s)’i


50 Tirmizi, Da’avat 60, (3458); Taberani; Gümüşhanevî, Ramuzü’l-Ehadis, s.349, Ravi: Hz. İbni Mes’ud (r.a.)
51 Abdülkerim el-Cîlî, İnsan-ı Kamil, s.422.
52 Müslim, Fezail 164, (2375); Nesai, Kıyamu’l-Leyl 16, (3, 215). Enes’den rivayetle.
53 Gümüşhanevi, Ramuzü’l-Ehadis, s.287, Ravi: Hz. İbni Abbas ra.


-de gördüm. Gördüklerimden ona en ziyade benzeyen Dihye İbnu Halife idi.”54

Molla Cami der ki: “Hazreti Muhammed, semalara yüz türlü izzet ve nazla girdi. Orada bulunan melekler son derece tevazu ve edeple yere kapanıp mübarek ayağını öptüler. Dediler ki: Yolunun tozu, bizim başımıza taç olsun. Ömrünün her gecesi mi’raç olsun...”55
İşte böyle böyle yedi kat semayı tek tek geçtikten sona, Allah Rasulü, melekleri gördü. Cennet ve Cehennem’e kadar bütünüyle ahiret hayatını müşahede etti. Bütün mülk ve melekût âlemlerini dolaştı.56 Nitekim Efendimiz: “Cennet ve Cehennemi gördüm ve onlardaki hayır ve şerrin büyüklüğü gibi başka birşey görmedim.”57 “Miraca götürüldüğüm gece, Cennette bir seviyeden yüksek yapılmış köşkler gördüm. Dedim ki: “Ya Cebrail bunlar kimin içindir? Buyurdu ki: “Öfkesini
yutanlar ve insanları affedenler içindir. Ve Allah muhsinleri sever.”58 Cebrail daha sonra Peygamberimiz’i daha da yükseklere çıkardı, öyle bir fezaya vardılar ki kaderleri yazan kalemlerin cızırtıları duyuluyordu. Nihayet varlıklar âleminin son sınırı olan Sidretü’l-Müntehâ (Hudut Ağacı) sahasına ulaştılar. Allahü a’lem
bu, -bazılarına göre- şeceretü’l-kevn (yani ulu varlık ağacı) idi ki, Arşullah’ın altında, Cenneti ve gökleri kuşatan, imkan âleminin, yani Allah’tan başka olan varlıkların son sınırıydı. Bir görüşe göre, yaratılmışlarca bilinebilir şeylerin son sınırını ifade ettiği kabul edilen hudut noktasının ötesine geçmeye makamı izin vermediği
için Cebrail: “İşte burası Sidretü’l-Müntehâ’dır. Ben buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam, yanarım.”59 dedi ve o sınırda

54 Müslim, İmam 271, Menakıb 27. Cabir’den rivayetle.
55 Rağıb Güzel, Üç Aylar Mübarek Gün ve Geceler’in Fazileti, s.82
56 Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.560.
57 Gümüşhanevi, Ramuzü’l-Ehadis, s.287, Ravi: Hz. Enes (r.a.)
58 Gümüşhanevi, Ramuzü’l-Ehadis, s.287, Ravi: Hz. Enes (r.a.)
59 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini’nide, İsra Suresi’nin girişinde şu bilgileri nakleder: “Hazreti Peygamberden rivayet edilen bir hadiste “O’nun yüzünün sübuhatı yaktı” (Müslim, İman 293; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed b Hanbel, 4/401, 405)) diye geçmiştir ki, bunu bazıları Allah Teâlâ’nın yüzünün nurları, güzelliği; bazıları da Allah’ın yüceliği ve ululuğu ile tefsir etmişlerdir. Bununla birlikte bunda da açık olan mânâ “Allah’ın noksan vasıflardan uzak olma tecellileri” demek olmasıdır. Konumuzla ilgili olan bu hadis, İbnü’l- Esir’in “en-Nihâye fî Garibi’l-Hadis”de (2/332) naklettiğine göre şöyledir: “Yani Cibril (a.s) dedi ki, Allah’ın arşı önünde yetmiş perdesi vardır. Biz bu perdelerden birine yaklaşsak kaldı.  Öyle bir sınırdı ki burası, Cibril dahil bütün mevcudat arkasında kalmıştı.


Şairin dediği gibi:
“Mi’rac gecesi bir bir açılıyorken gökler
Seni selamlıyorken her katta Peygamberler
Öyle bir an geldi ki durdu bütün melekler
Hakka yalnız yürüdün ya hazreti Muhammed”

“Yürü kim meydan senindir bu gece,
Sohbet-i Sultan senindir bu gece;
İrmedi evvel gelen bu devlete,
Kimse lâyık olamadı bu rif ’ate...”

Peygamberimiz’e Sidre’de dört kutsal nehir ve hergün yetmiş bin meleğin ziyaret ettiği Beyt-i Ma’mûr da gösterildi. Sonra kendisine şarap, süt ve bal dolu üç bardak sunuldu. O, yine sütü tercih etti. İçtiği süt, onun ve ümmetinin fıtratı, yani hilkat-i İslamiyesiydi, o anlama geliyordu. Bunun üzerine Cibril (as), fıtrî olanı seçtiğini,
şayet şarap dolu kâseyi almış olsaydı, ümmetinin behemahal sapıtmış olacağını söyledi. Şah Veliyullah Dihlevî der ki: “Rasulullah,ümmetinin özelliklerini kendisinde  topluyor ve onların ortaya çıkışlarının menşei oluyordu. Süt, ümmet-i Muhammed’in fıtrî olanı seçmelerini, şarap da dünyaya rağbeti temsil ediyordu.”60
Rasul-i Ekrem o makamda ayrıca şehitlerin ve muttakilerin cenneti olan Cennetü’l-Me’vâ’yı da temaşa etti. Cebrail’i Sidre sınırında geride bırakan Zât-ı Ahmediye Aleyhisselam, burada Refref’e binerek Arş-ı A’lâ’ya urûç etti ve tâ Kâb-ı Kavseyn olarak belirtilen “imkan  dairesinin bitiş, vücûb dairesinin başlama sınırına” ulaştı. Bu, varlık yaratıldı yaratılalı bir yaratımışın ulaştığı ve ulaşabileceğin en son nokta idi. Bir beşerin beşeriyet özelliklerini koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son sınıra ulaştı. Öyle ki huzûr-u Kibriya’da Zât-ı Akdes’e ok yayının iki ucu kadar, hatta daha fazla yaklaştı. Zât-ı Bâri’e bu denli akrebiyet-i bîmisil ile şereflendi. “Araları ok yayının iki  ucu arası kadar veya daha az kaldı.” (Necm, 53/9) âyeti buna işaret etmektedir. Rabbimizin yüzünün nurları bizi hemen yakardı.” Diğer bir hadiste “Yani, nur veya ateş
perdesi vardır. Onu açsa yüzünün sübühâtı gözü ilişen her şeyi hemen yakardı.” (Müslim, İman 293; İbn Mace, Mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, 4/401-405). Nitekim “Rabbi o dağa tecelli edince, onu yer ile bir etti. Musa da bayılarak yere düştü.” (A’râf, 7/143).

60 Şah Veliyyullah Dihlevi, Huccetullahi’l-Baliğa, 2/654.


Cemâlullah’ı perdesiz ve vasıtasız olarak müşahede etti,61 Allah ile zaman ve mekandan münezzeh olarak bîkem u keyf, hatta bî-huruf u lafz u savt konuştu. Yani kemmiyetsiz, keyfiyetsiz, harsiz, lafızsız ve sessiz biçimde söyleşti. Bu mekan-zaman üstü konuşmanın ilk selamlaşma faslı, et-tahiyyatü ismi altında namazlarda
okunmak üzere bütün mü’minlere lutfedilecektir. Peygamber Efendimiz, Allah’ı nasıl gördüğünü ise şu iki hadis-i şerifte apaçık ifşa etmektedir: “Rabbimi Firdevs’ten bir makamda, başında gözü kamaştıran bir taç bulunan bir genç şeklinde gördüm. (Rüya ve tecelli)”62 “Rabbimi rüyamda (uykumda) gördüm. Bir yeşillikte ve zülfü bol bir genç şeklinde idi. Ayağında altından ayakkabılar ve yüzünde altın bir nikab vardı.”63 Bu hadiste geçen rü’ya kelimesi, mi’raç gecesi görme mi, yoksa günlük hayatta kullandığımız gece uykuda görülen rüya mı?

Abdullah İbn-i Abbas gibi Rasulullah’ın Mi’raçta Allah’ı gördüğü ve Onunla konuştuğuna kâil olanlar için, bu hadis mi’racı gecesi Cemalullah’ı müşahedeyi haber vermektedir. Ne var ki “genç sureti” ifadesi, tıpkı “Allah’ın eli” gibi bir teşbihtir, benzetme yollu bir anlatımdan ibarettir; yoksa, aslî keyfiyeti hayale yaklaştırmak
için değildir; çünkü Allah, yarattıklarından hiçbirine benzemez, ne misli, ne niddi vardır. Onun yüzünü hayal etmek bile mümkün değildir, çünkü hayal dairemiz onun cemaline yetişemez, O, tehayyül ettiğimiz her şeyin dışında, her şeyden farklıdır ve fâiktir. Zulmânî ve nûrânî (maddî, ekvânî, esmâî, sıfâtî olarak) yetmiş
bin perdeden geçip, her isim ve sıfatın hususî ve küllî bütün tabakalarından ve onların tecelli ettikleri bütün âlemlerden ve o âlemlerin arşlarından bir bir ilerleyerek Sidretü’l-Müntehâ’nın ufkundaki Arş-ı Azam’ın bitişi Kâb-ı Kavseyn’e ulaşmak neticesinde mazhar olduğu Cenab-ı Allah ile mükâleme ve Cemâl’ini müşahededen
sonra bir kısım hediyeler ve armağanlar ile avdet için tekrar Refref’e binerek Sidre’ye geri döndü. Orada Cebrail’i asıl hüviyetiyle –tıpkı ilk defa Hira’da gördüğü asıl şekliyle- bir kere daha gördü.64

61 Tirmizi, Tefsir, Necm; Buhari, Tefsir, Maide 7, Bed’ül-Halk 6, Tevhid 4; Müslim, İman
287. Bu hadiste Ka’b radıyallahü anh, Rasulullah’ın Allah’ı iki kere gördüğünü söylemektedir.
62 Gümüşhanevi, Ramuzü’l-Ehadis, s.287, Ravi: Hz. Muaz İbni Afsa (r.a.)
63 Gümüşhanevi, Ramuzü’l-Ehadis, s.286, Ravi: Hz. Ümmü Tufeyl (r.a.)
64 Necm, 53/13-14; Algül, Mübarek Gün ve Geceler, s.6; Hüseyin Algül, İslam Tarihi, 1/245


Müteakiben de yine Cebrail ile birlikte göz kırpması kadar kısa bir zaman parçasında dünyaya nüzûl eylediler.65 Bir anda kendisini Mekke’den ayrıldığı noktada, Mescid-i Haram’da buldu.66 Keşşaf ve Beyzâvî hazerâtı “sübhânellezî esrâ bi abdihî leylen…” ayetindeki “leylen” zikrinin fâ’idesi tenkîr ile İsrâ zamanının azlığına delâlettir. Bazı kırâ’atte “mine’l-leyl” vârid olmuştur ki, “ba’zu’lleyl” (gecenin bir kısmında) de mektir, demişlerdir.67

TEK ŞAHİDİ EFENDİMİZ’İN DİLİNDEN Mİ’RAC ve NAMAZIN FARZ KILINIŞ SÜRECİ
Birinci Anlatım:
“Miraç gibi insanlık tarihinin en büyük mucizelerinden birine mazhar olan İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallâhu aleyhi ve sellem), miracı ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Bir gece halam Ümm-ü Hânî’nin evinde (bir rivayete göre Kâbe’de) iken Cebrail (as) geldi. “Ey Muhterem Nebi! Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor” dedi. Göğsümü göbeğime kadar yardı. Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine koydu. Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte “Burak” isminde bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksa’ya geldik. Cebrail, Burak’ı, bütün  peygamberlerin hayvanlarını bağladıkları bir halkaya bağladı. Mescidde diğer peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selâm
verdiler. Ben de selâmlarına karşılık verdim. Cebrail bana, ‘Öne geç ve nebilere iki rekât namaz kıldır’ dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım. Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi. Ben sütü içince, ‘Yaratılışına uygun olanı seçtin’ dedi.” Ebu Said-i Hudrî’nin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz
şöyle devam ettiler:
(Bkz. Tecrid, 10/72; İbn Hişam, 2/46; Şiblî, 2/413-461)

65 Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s.136, 562. Mi’rac olayının “bast-ı zaman gibi” çok kısa bir sürede olduğuna dair bkz. Nursi, Mesnevi-yi Nuriye, s.197; Nursi, Lem’alar, s.17; M. Fethullah Gülen, Kur’an’dan İdrâke Yansıyanlar, 2/276.
66 Buhârî, Tevhid, 37.
67 Hüseyin Vassaf, Gülzâr-ı Aşk, s.458.


“Bundan sonra bir miraç (merdiven) getirildi ki, ben ondan  güzel bir şey görmedim. Cebrail, beni bu merdivenden Hafaza kapısına kadar çıkardı. Burada Cebrail, semanın açılmasını istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti. İçeriden soruldu: - Sen kimsin?
- Ben Cebrail’im.
- Yanındaki kim?
- Muhammed (sas)
- Ya! O, Resul olarak gönderildi mi?
- Evet.
Hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar. Bir de ne göreyim. Semayı muhafaza eden İsmail isminde müekkel büyük bir melek, yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin yanında da yüz bin melek var.
Bunlardan ayrılınca; bünyesi, yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. “Ya Cebrail, bu kimdir?” diye sorduğumda, ‘Baban Adem’dir’ diye cevap verdi. O, bana selâm verdi ve ‘Hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlat’ diye karşıladı.
Sonra, ikinci semaya çıktık. Orada Yusuf (as) ile buluştuk. Yanında, ümmetinden kendisine tâbi olanlar da vardı. Yüzü ayın on dördü gibi aydındı. Onunla da selâmlaştık.”
Peygamber Efendimiz, üçüncü semada Yahya ve İsa (as) ile dördüncü semada İdris (as) ile, beşinci semada Harun (as) ile ve altıncı semada ise Hz. Musa (as) ile görüşür.
Resulü Ekrem, anlatmaya devam ediyor:
“Daha sonra yedinci semaya geçtik. Orada İbrahim (as) ile buluştum.  Sırtını Beytü’l-Ma’mûr’a dayamış; beni selâmladı. ‘Hoş geldin ey salih nebi!.. Hoş geldin ey salih evlât’, dedi. Burada bana denildi ki, ‘İşte senin ve ümmetinin mekânı.’ Sonra Beytü’1-Ma’mur’a girdim, içinde namaz kıldım. Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf
eder ve bir daha kıyamete kadar tavaf için bunlara sıra gelmez.” Peygamberimiz, yedinci semada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:
“Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı bu ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir menba akıyor ve ikiye ayrılıyordu. Cebrail’e bunu sorduğumda dedi ki: ‘Şu rahmet nehri, şu da Allah (cc)’ın sana verdiği Kevser havuzudur.’ Rahmet nehrinde yıkandım. Geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi. Sonra, Kevser yolunu tutarak
cennete girdim. Orada gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşerin hayal ve hatırına gelemeyecek şeyler gördüm. Bundan sonra Sidretü’l-Münteha’ya kadar çıktık. Sidre’den yükselince Cebrail durakladı ve ‘Ya Muhammed, yemin ederim ki, ben buradan bir karış ileriye geçersem yanarım. Benim buradan ileriye geçmeye takatim yoktur’ dedi.”
İnsanlığın İftihar Tablosu, lâhut âleminin bu en yüksek yerinde “Refref” denilen bir vasıtayla Allah’ın dilediği yere gelir. Bir rivayette, Peygamberimiz şöyle buyururlar:
“Sidre’den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın altına geldiğimde, arşın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, ne de cihet. Rabbimin şu lâhutî sesini işittim; “Yaklaş ey Muhammed! Ben de ‘kabe kavseyn’ miktarı yaklaştım. Rabbimin ilhamı ile şunları okudum:“Ettahiyyatü lillahi, vessalavatü, vettayyibatü’ (En güzel tahiyye Allah’a mahsustur. Bedenî ve malî ibadetler de O’na lâyık ve mahsustur.)
Bunun üzerine Allah (cc) şu mukabelede bulundu: “Esselâmü aleyke eyyühen-nebiyyü ve rahmetullali ve berekâtühü.’ (Ey nebî, selâm sana olsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi de sana olsun.)
Ben tekrar; ‘Esselâmü aleynâ ve ala ibadillahissalihine. Eşhedüenlâ ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühu ve ressulühu.’ (Selâm bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun. Ben şehadet ederim ki, Allah birdir. Ondan başka ilâh yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah’ın kulu ve elçisidir.) dedim.”
Resûlullah Efendimiz, Rabbinden birçok vahiyler alarak, aynı yollardan geri döner. Hz. Musa’nın yanına gelince; Hz. Musa, “Allah sana neler emretti?” diye sorar. Peygamberimiz de, elli vakit namazla emrolunduğunu söyler. Hz. Musa, “Ya Resulallah, elli vakit namaz, çoktur. Bu, senin ümmetine ağır gelir, yapamazlar.
Rabbine iltica et de hafifletsin.” der. Bunun üzerine, Peygamberimiz tekrar geri dönüp, namazın hafiflemesini diler. Önce on vakit kaldırır. Peygamberimiz, Hz. Musa’nın yanına gelip durumu bildirince; Hz. Musa, bunun da çok olacağını söyler. Bu minval üzere Peygamberimiz birkaç kere geri dönerek Rabbine iltica eder ve
böylece; namaz beş vakte kadar indirilir. En sonunda Peygamber Efendimiz Mekke’den ayrıldığı noktaya getirilir.”68


68 Buhari, Salât, 8; Bed’ü’l-halk, 6; Mi’râc, 42; Tevhid, 37; Menakıb, 41; Müslim, İman, 75.


Musa Hub - "Ars'a Cikan Ask"   kitabindan bazi bolumlerdir...
« Son Düzenleme: Temmuz 29, 2008, 12:29:12 ös Gönderen: skullG »


Temmuz 29, 2008, 11:57:50 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1662

İkinci Anlatım:

Hazreti Enes radıyallahü anh, Malik İbnu Sa’saa (ra)’dan naklen
anlatıyor:
“Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem onlara, Mi’rac’a götürüldüğü
geceden anlatarak demiştir ki, “Ben Ka’be’nin avlusundan
Hatim kısınında -belki de Hıcr’da demişti- yatıyordum, -bir rivayette
şu ziyade var: Uyku ile uyanıklık arasında idim- Derken bana
biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. -Bu sözüyle boğaz
çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı kasdetti.- Kalbimi çıkardı.
Sonra bana, içerisi imanla [ve hikmetle] dolu, altından bir kap
getirildi. Kalbim [çıkarılıp su ve zemzem ile] yıkandı. Sonra içerisi
(imanla) doldurulup tekrar yerine kondu. Sonra merkepten büyük
katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını
gözünün gittiği en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun
üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibril aleyhisselam beni götürdü.
Dünya semasına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. “Gelen
kim?” denildi. “Cibril!” dedi. “Beraberindeki kim?” denildi.
“Muhammed (sav)!” dedi. “O’na Miraç daveti gönderildi mi?” denildi.
“Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!” denildi.
Derken kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Adem aleyhiselam’ı
gördüm. “Bu babanız Adem’dir! Selam ver O’na!” dendi. Ben de selam
verdim. Selamıma mukabele etti. Sonra bana: “Salih evlad hoş
gelmiş, salih peygamber hoş gelmiş!” dedi. Sonra Hz. Cebrail beni
yükseltti ve ikinci semaya geldik. Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?”
denildi. “Ben Cibril’im!” dedi. “Beraberindeki kim?” denildi.
“Muhammed!” dedi. “O’na Miraç daveti gönderildi mi?” denildi.
“Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” dediler. Derken
bize kapı açıldı. İçeri girince, Hz. Yahya ve Hz. İsa aleyhimasselam
ile karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Hz.Cebrail: “Bunlar Hz. Yahya
 ve Hz. İsa’dırlar, onlara selam ver!” dedi. Ben de selam
verdim. Onlar da selamıma mukabelede bulundular. Sonra: “Hoş
geldin salih kardeş, hoş geldin salih peygamber” dediler.
Sonra Cebrail beni üçüncü semaya çıkardı. Kapıyı çaldı. “Bu
gelen kim?” denildi. “Cibril’im!” dedi. “Yanındaki kim?” denildi.
“Muhammed’dir!” dedi. “O’na Miraç daveti gitti mi?” denildi.
“Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliş!” denildi. Kapı
bize açıldı. İçeri girince Hz. Yusuf aleyhiselam’la karşılaştık. Cebrail:
“Bu Yusuf tur! O’na selam ver!” dedi. Ben de selam verdim.
Selamıma mukabele etti. Sonra: “Salih kardeş hoş gelmiş, salih
peygamber hoş gelmiş!” dedi. Sonra Cebrail beni dördüncü semaya
çıkardı. Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Cibril’im!” dedi.
“Beraberindeki kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “Ona Miraç
davetiyesi indi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş
ne iyi geliş!” dediler. Kapı açıldı, içeri girdiğimizde, Hz. İdris aleyhisselam
ile karşılaştık. Hz. Cebrail: “Bu İdris’tir, O’na selam ver!”
dedi. Ben selam verdim. O da selamma mukabele etti. Sonra bana:
“Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Hz. Cebrail beni yükseltti. Beşinci semaya geldik. Kapıyı
çaldı. “Kim bu gelen ?” denildi. “Ben Cibril’im!” dedi. “Beraberindeki
kim ?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O’na Miraç daveti
indirildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne
iyi geliş!” denildi. Kapı açıldı, içeri girince, Harun aleyhisselam
ile karşılaştık. Cebrail aleyhisselam: “Bu Harun aleyhisselam’dır.
O’na selam veri” dedi. Ben selam verdim, o da selamıma mukabelede
bulundu ve: “Salih kardeş hoş geldin, salih peygamber hoş
geldin!” dedi. Sonra Cebrail beni yükseltti ve altıncı semaya geldik.
Kapıyı çaldı. “Bu gelen kim?” denildi. “Ben Cibril!” dedi. “Beraberindeki
kim?” denildi. “Muhammed!” dedi. “O’na Miraç daveti
indirildi mi?” denildi. “Evet!” dedi. “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi
geliş!” denildi, içeri girince, Hz. İbrahim aleyhisselam ile karşılaştık.
Cebrail: “Bu baban İbrahim’dir, O’na selam ver!” dedi. Ben
selam verdim. O da selamıma mukabele etti. Sonra: “Salih oğlum
hoş geldin, salih peygamber hoş geldin!” dedi.

Sonra Sidretü’l-Münteha’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in)
hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrail aleyhisselam bana: “İşte bu Sidretü’l-Münteha’dır!”
Efendimiz’in Göklerötesine Yolculuğu 59
dedi. Burada dört nehir vardır: İkisi batıni nehir, ikisi zahiri nehir.
“Bunlar nedir, ey Cibril?” diye sordum. Hz. Cebrail: “Şu iki batıni
nehir cennetin iki nehridir. Zahiri olanların biri Nil, diğeri
Fırat’tır!” dedi. Sonra bana el-Beytü’l-Ma’mur yükseltildi. Sonra
bana bir kapta şarap, bir kapta süt, bir kapta da bal getirildi. Ben
süt aldım. Cebrail aleyhisselam: “Bu (aldığın), fıtrat(a uygun olan)
dır, sen ve ümmetin bu fıtrat (yaratılış) üzeresiniz!” dedi.
Resulullah devamla dedi ki: “Sonra bana, her günde elli vakit
olmak üzere namaz farz kılındı. Oradan geri döndüm. Hz. Musa
aleyhisselam’a uğradım. Bana: “Ne ile emrolundun?” dedi. “Gece
ve gündüzde elli vakit namazla!” dedim. “Ümmetin, her gün elli
vakit namaza muktedir olamaz. Vallahi ben, senden önce insanları
tecrübe ettim. Beni İsrail’e muamelelerin en şiddetlisini uyguladım
(muvaffak olamadım). Sen çabuk Rabbine dön, bunda ümmetine ha-
fifletme talep et!“ dedi. Ben de hemen döndüm (hafifletme istedim,
Rabbim) benden on vakit namaz indirdi. Musa aleyhisselam’a tekrar
uğradım. Yine: “Ne ile emrolundum?” dedi. “Benden on vakit namazı
kaldırdı!” dedim. “Rabbine dön! Ümmetin için daha da azaltmasını
iste!” dedi. Ben döndüm. Rabbim benden on vakit daha kaldırdı.
Dönüşte yine Musa aleyhisselam’a uğradım. Aynı şeyi söyledi.
Ben, beş vakitle emrolunmama kadar bu şekilde Hz. Musa ile
Rabbim arasında gidip gelmeye devam ettim. Bu sonuncu defa da Hz.
Musa’ya uğradım. Yine: “Ne ile emredildin ?” dedi. “Her gün beş vakit
namazla!” dedim. „Senin ümmetin her gün beş vakit namaza da
takat getiremez. Rabbine dön, hafifletme talep et!“ dedi. „Rabbimden
çok istedim. Artık utanıyorum, daha da hafifletmesini isteyemem! Ben
beş vakte razıyım. Allah‘ın emrine teslim oluyorum!“ dedim. Musa
aleyhisselam‘ı geçer geçmez, (onun yanından ayrılır ayrılmaz) bir münadi
(Allah adına) şöyle nida etti: „(Ey Muhammed!) Farzını kesinleştirdim,
kullarımdan hafiflettim de!“ [Bir rivayette şu ziyade geldi:
„Namazlar (günde) beştir. Ve onlar ellidir de. (Bu beş vakit, Rabbinin
bir lüftu olarak on misliyle kabul edilerek senin için elli vakit sayılacaktır.)
Katımda hüküm (kesinleşmiştir), değişmez artık!“]69

69 Buhari, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiya 22, 43, Menakıbu’l-Ensar 42; Müslim, İman 264 (164);
Tirmizi, Tefsir İnşirah (3343); Nesai, Salat 1, 4, (1, 217-218, 228, 229), . Enes’den rivayetle.


Nesai’nin bir rivayetinde şöyle gelmiştir:
“Resulullah (sav), beş vakit namazla gönderilince, Hz. Musa aleyhisselam
kendisine: “Rabbine dön! Daha da azaltmasını talep et. Çünkü,
Beni İsrail’e iki namaz farz etmişti, onları kılmadılar!” dedi. Bunun
üzerine aziz ve celil olan Rabbime tekrar dönüp daha da hafifletmesini
istedim. Rabb Teala şu cevabı verdi: “Semavat ve arzı yarattığım zaman
ben sana ve ümmetine elli vakit namaz yazmıştım. Öyleyse elli
olan beştir. Sen ve ümmetin bunları kılın!” Böylece anladım ki, bu beş
vakit namaz Rabbim Teala’dan kesin bir emirdir. Hemen Hz. Musa’ya
döndüm. O yine “Dön!” dedi. Fakat ben, artık geri dönmedim.”70
Günde 50 vakit kılınması farz kılınan namazın, Hz. Musa’nın
tavsiyesine bağlı olarak Peygamber Efendimiz’in Allah’tan bu
50’nin aşağı düşürülmesi talebi neticesi 5’e indirilmesi, bir açıdan
günde elli defa kişinin namaz manasına ihtiyacı olduğunu göstermektedir.
Diğer bir açıdan, aslında Allah’ın günün hemen bütün
sayılabilecek şekilde kullarını ibadet halinde görmek istediğini ifşa
etmektedir. Bir başka noktadan da, Allah’ın o beş ile, elli vakitlik
faydayı sağlayacağını lutf-u ilahiden haber vermektedir. Demek
beş vakit namaz kılan kişi günde elli defa Allah’ın huzurunda bulunmuş
gibidir. Bu da huzur-u daimî dediğimiz, her an Allah’ın
huzurunda olduğunun şuurunda olma demek olan ihsan derecesi
olmaktadır.

70 Nesai, Salat 1, (1, 223-224)
71 İbn Kani’ el-Kadı Abdülbâkî b. Merzuk, Rasulullah’ın kölesi İbnü’l-Hamrâ (Bilal b.
Hâris radıyallah anh)’dan rivayet etmiştir. İbnü Kani’, Mu’cemu’s-Sahabe’sinde, Taberani
Mu’cem’inde tahriç etmiştir. Suyutî Menâhil (s.30), Aliyyü’l-Kâri’ de Şerh’inde (s.216) kaydetmişlerdir.
Bkz. Kâdı Iyâz, Şifa, s.174.


Musa Hub - "Ars'a Cikan Ask"   kitabindan bazi bolumlerdir...


Temmuz 29, 2008, 12:17:58 ös
Yanıtla #2
  • Ziyaretçi

Burası iyice islami propaganda sitesine döndü


Temmuz 29, 2008, 01:02:10 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 75
  • Cinsiyet: Bay

Bu yaziyi gorunce, acaba bugun Mirac Kandili mi? diye dusunmeye basladim.


Temmuz 29, 2008, 01:59:49 ös
Yanıtla #4
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 574
  • Cinsiyet: Bay

evet :) Butun Muslumanlarin Mirac Kandil i mubarek olsn  :)


Temmuz 29, 2008, 02:32:19 ös
Yanıtla #5
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 181

Bugün mü?
Hımm hiç mesajda gelmedi hayret.
Bende herkesi kutlarım
...Söyleceklerimi yukarda söyledim zaten...


Temmuz 29, 2008, 03:26:48 ös
Yanıtla #6
  • Ziyaretçi

Tüm müslümanların mübarek Mirac Kandili mübarek olsun.Bu gece tüm duaların kabul olması dileğiyle ve öyle olacağı şüphesiz...


Temmuz 29, 2008, 04:36:54 ös
Yanıtla #7
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 581
  • Cinsiyet: Bay

Tüm site vatandaşlarının miraç kandili kutlu,mutlu ve huzurlu  olsun ...
Vi VERİ VENİVERSUM VENUS VİCİ..


Temmuz 30, 2008, 01:55:49 öö
Yanıtla #8
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1648
  • Cinsiyet: Bay

herkezin geçmiş kandili mübarek olsun.Bildiğim kadarıyla kandiller sadece bizim ülkemizde olan bir gelenek.
« Son Düzenleme: Temmuz 30, 2008, 01:59:34 öö Gönderen: M.Akyol »


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
Mevlid Kandili

Başlatan sundance Guncel Konular

2 Yanıt
2494 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 15, 2011, 09:19:37 öö
Gönderen: ceycet
1 Yanıt
1743 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 25, 2014, 11:24:14 öö
Gönderen: davut