Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tarihi Yarımada  (Okunma sayısı 24055 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 18, 2007, 02:23:36 ös
Yanıtla #10
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

BEYAZIT KULESİ

Beyazıt Kulesi, tarihi boyunca pek çok yangına maruz kalan İstanbul’da, yangın gözlem kulesi olarak inşa edilmiştir.

Beyazıt Meydanı’nda bulunan ve görkemli ana giriş kapısıyla hemen dikkat çeken İstanbul Üniversitesi bahçesinde yer alan kule, bugünkü haliyle ilk olarak 1828 yılında Osmanlı padişahı II. Mehmed tarafından Mimar Senekim Balyan’a yaptırılmıştır. O dönemde, bu alan Seraskerlik Kapısı olarak kullanılmaya başlanmıştır.

1749 yılında Süleymaniye’de yaptırılan İstanbul’un ilk ahşap yangın kulesi, Beyazıt Kulesi, tarihi boyunca pek çok yangına maruz kalan İstanbul’da, yangın gözlem kulesi olarak inşa edilmiştir.

Hemen ardından Sultan II. Mahmud, ahşap olan bir yangın kulesi daha yaptırdıysa da bu kule yeniçeriler tarafından kundaklanmıştır. 1828 yılında da bugünkü Beyazıt Kulesi inşa edilmiştir.

Kule, bundan sonra bir takım ekleme ve onarımlardan geçerek bugünkü halini almıştır. Beyazıt Kulesi, görkemli duruşu ve şehri kuşbakışı izleme olanağı vermesi nedeniyle, İstanbul’a farklı bir güzellik katmaktadır.


Nisan 18, 2007, 02:25:32 ös
Yanıtla #11
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

ALMAN ÇEŞMESİ

Sultanahmet Meydanı'ndaki Hipodrom’un girişinde, görkemli mimarisiyle yer alan Alman Çeşmesi hemen dikkatinizi çekecektir. Alman Çeşmesi, Alman İmparatoru II. Wilhelm tarafından II. Abdülhamid'e armağan olarak yaptırıldı. Çeşme, 1901 yılının başlarında şatafatlı bir törenle halkın hizmetine sunuldu.

Alman Çeşmesi'ni sadece bir armağan olarak da görmemek gerekir. 1900'lerin başlarında, Almanya'nın doğuya yayılma politikası doğrultusunda, Osmanlı İmparatorluğu ile yakınlaşması bilinen bir gerçektir. Hatta bu yakınlaşma ileride I. Dünya Savaşı'na aynı saflarda katılmaya kadar gidecektir. Alman Çeşmesi'ni bu nedenle, iki imparatorluğun yakınlaşmasının bir simgesi olarak görmek mümkün.

Planını İmparator II. Wilhelm'in danışmanı mimar Spitta'nın çizdiği çeşme için ayrıca Schoele, Carlitzik ve Joseph Antony gibi başka mimarlar da çalıştı. Ortaya ise Alman neo-rönesansının etkisinde kalan ve aynı zamanda da Osmanlı şadırvanlarına benzeyen bir yapı çıktı. Bunun doğal bir sonucu olarak, çeşme, o dönem Avrupa’sında sıkça rastlanan üstü açık ve etrafı melek motifleriyle süslü çeşmelerin yanı sıra, Osmanlı çeşmelerinden de oldukça farklı bir çizgiye sahip.

Çeşmenin şüphesiz en dikkat çekici ve görkemli kısmı ise kubbesi… Kemerlerle birbirine bağlı, sekiz sütundan oluşan yeşil renkteki kubbe, mozaik tekniği ile süslenmiş. Mozaiklerde ise hammadde olarak altın kullanılmış.

Sekizgen olarak tasarlanan çeşmenin oldukça yüksek bir tabanı bulunuyor. Çeşmenin renkli taşlardan yapılmış ve geometrik motiflerle süslenmiş zemini platform şeklinde tasarlanmış ve kenarlarına ise mermerden oyma kanepeler yerleştirilmiş.

Sultanahmet'e gittiğinizde mutlaka görmeniz gereken Alman Çeşmesi, bir gösteriş ve ihtişam abidesi olarak meydanı süsleyen onlarca tarihi eserden biri olarak günümüzde de varlığını sürdürüyor.

Sultanahmet Meydanı'nın en görkemli yerine kurulmuş olan Alman Çeşmesi, sadece susuzluğumuzu değil, muhteşem mimarisiyle tarihe olan özlemimizi de gideriyor.


Nisan 18, 2007, 02:27:53 ös
Yanıtla #12
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Gülhane Parkı'nın giriş kapısının hemen sağında, Topkapı Sarayı'na çıkan yokuşun üzerinde yer alan Arkeoloji Müzesi, ressam Osman Hamdi Bey tarafından 1891 yılında Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adıyla, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşamış tüm medeniyetlere ait eserlerin birarada sergilenebilmesi amacıyla kuruldu. Sultanahmet Meydanı'ndan müzeye ulaşabilmemizi sağlayan yokuşun adı da bu nedenle “Osman Hamdi Bey Yokuşu” olarak anılıyor. İçinde Anadolu, Balkanlar, Mezopotamya, Afrika ve Arap yarımadası gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde kalan tüm bölgelerde kurulmuş medeniyetlerle ilgili yaklaşık bir milyon eser barındıran müzenin önemi, dünyada müze binası olarak inşa edilmiş ilk 10 yapı arasında yer alması nedeniyle bir kat daha artıyor.

Müze, Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Arkeoloji Müzesi, 1881 yılında Osman Hamdi Bey tarafından yapımına başlanan ana bina ile 1902-1908 yılları arasında tamamlanan ek bina, bu bölümde bulunuyor.

 
Neoklâsik bir tasarım anlayışının izlendiği ana binanın mimarı Alexadre Vallaury'nin, binanın tasarımını müzede yer alan İskender ve Ağlayan Kadınlar lahitlerinden esinlenerek oluşturduğu söyleniyor. Ana binanın üst katında çanak, çömlek, toprak heykelcikler, tali eserler, hazine sikkeleri, nişan, mühür ve madalya gibi eserleri inceleyebilirsiniz. Binanın alt katında ise antik çağa ait kabartmalar, heykeller ile İskender ve Ağlayan Kadınlar lahitleri gibi şaheserler ve yine Satrap, Lykia ve Tabnit Lahti gibi Sayda kral mezarlarında bulunan ünlü lahitler yer alıyor. Burada ayrıca arkaik dönemden Bizans dönemine kadar yapılmış heykel çalışmalarından örnekler de bulunuyor.

Ek bina altı kattan oluşuyor. Buranın ilk dört katı, sergi salonu olarak değerlendiriliyor. Giriş katında “Çocuk Müzesi” ile mimari eserler, birinci katta “Çağlarboyu İstanbul”, ikinci katında “Çağlarboyu Anadolu ve Troia” ve en üst katında ise “Anadolu Çevre Kültürleri; Kıbrıs, Suriye - Filistin” sergi salonları yer alıyor.

Şark Eserleri Müzesi
1883 yılında Güzel Sanatlar Okulu olarak yaptırıldı. Osman Hamdi Bey tarafından yaptırılan okul, daha sonra müze olarak düzenlendi. Bu bölümde, Mısır, Arap, Mezopotamya ve Anadolu eserleri sergileniyor. Ancak müzedeki en ilgi çekici koleksiyonu ise 75.000 adet çivi yazılı tablet arşivi oluşturuyor.   

Çinili Köşk
İlk olarak 1472 yılında Fatih Sultan Mehmed döneminde köşk olarak inşa edilen bina, daha sonra müzenin bölümlerinden biri haline geldi. Türk çini sanatını inceleyebilmeniz açısından oldukça doyurucu olan müzede Selçuk ve Osmanlı döneminden kalma yaklaşık 2000 adet parça yer alıyor.


Nisan 18, 2007, 02:29:55 ös
Yanıtla #13
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

İSTANBUL'UN SURLARI

Jeopolitik açıdan çok önemli bir yerde bulunan ve tarihi boyunca birçok kez fethedilmek istenen İstanbul’un en önemli savunma aracı surlar olmuştur. Büyük bir kısmı maalesef günümüze kadar ulaşamamıştır. Bizans İmparatoru II. Teodosios tarafından inşa ettirilen ve bugüne kadar gelebilen surlar “Haliç Surları”, “Marmara Surları” ve “Kara Surları” olmak üzere üç bölümden oluşur.

Kara Surları, Ayvansaray’ın Haliç kıyılarından Yedikule’nin Marmara Denizi kıyısına kadar uzanan surlara verilen addır. Geç Antik dönemin en gelişmiş savunma yapılarından biri olarak tanımlayabileceğimiz İstanbul Kara Surları, kenti yaklaşık 1000 yıl boyunca kuşatmalara karşı korumuştur. Kara Surları’nın en büyük özelliği diğer surlardan farklı olarak üç engelli şekilde inşa edilmiş olmasıdır. Asıl surlar en arkadadır. Asıl surların önünde bir hendek, hendeğin önünde ise yine surlar vardır. 6.5 kilometre uzunluğundaki bu surlar şehrin Osmanlı İmparatorluğu tarafından kuşatılması sırasında tahrip olmuş, ancak İstanbul’un Osmanlı’nın denetimine geçmesinin ardından onarılmıştır. Günümüze kadar en sağlam şekilde ulaşan surlar da Kara Surları’dır. 

Sarayburnu ile Yedikule arasında yer alan Marmara Surları, sahil şeridi boyunca uzanmaktadır. Surların yapılış amacı, kenti denizden gelebilecek saldırlara karşı korumaktır. Günümüze çok az bir kısmı ulaşmış olan bu surların orjinal uzunluğu 8.5 km kadardır. Duvarların yüksekliği ise 12 - 15 metre arasında değişmektedir. Burç kısımlarında bu uzunluk 20 metreye kadar çıkar. Toplam 188 burç ile 36 kapısı olan bu surların belli bölümleri daha sonraki yüzyıllarda demiryolu ve karayolu yapımı sırasında zarar görmüştür.

Avansaray’dan başlayarak bütün Haliç boyunca devam edip Sarayburnu’na kadar uzanan surlar ise Haliç Surları’dır ve tek bir duvardan oluşur.


Nisan 18, 2007, 02:32:39 ös
Yanıtla #14
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

PİYERLOTİ KAHVESİ

Tarihi Yarımadada bulunan ve adını Fatih Sultan Mehmed'in emriyle İslam dünyası için önemli bir şahsiyet olan Eyüp-el Ensari için yapılmış Eyüp Sultan Camii ve türbesinden alan Eyüp semti, birçok tarihi eserin yanında, bugün artık İstanbul'un simgelerinden biri haline gelmiş Piyerloti Kahvesi'ne ev sahipliği yapıyor.

Altın Boynuz'u tepeden gören ve İstanbul'un en güzel manzaralarından birine sahip olan Piyerloti Kahvesi, Türk kahvesi, çay ya da nargile içmek için en ideal yerlerden birisi...

 
İstanbul'da “Altın Boynuz” olarak da adlandırılan Haliç'in dünyada eşi benzeri bulunmayan muhteşem manzarasını en iyi görebileceğiniz yer olan Piyerloti Kahvesi, adını aynı zamanda yazar olan Fransız deniz ataşesi Pierre Loti'den alır.

Kahveye Eyüp semtinden arabayla, teleferikle ya da yaya olarak, mezarlıklar içinden geçen patika yoldan ulaşabilirsiniz. Zaten Eyüp semtine varıp da herhangi birine Piyerloti'nin nerede olduğunu soracak olursanız, çevre halkı bu çok bilinen yeri size hemen tarif edecektir.

Eyüp sırtlarından Haliç'e bakan taş bir teras görünümünde olan kahvenin, hafta içi öğle saatleri dışında oldukça kalabalık olduğunu belirtelim. Mekânda hafta sonları, özellikle de terasın ön kısmında manzaraya karşı olan masalardan yer bulmak hayli zor. Kahvenin doyumsuz manzarasının tadını çıkarabilmeniz için buraya erken saatlerde gitmeniz önerilir.

Geleneksel Türk motifleriyle döşenen mekânda, bol köpüklü Türk kahvesi, ince belli cam bardakta çay, bitki çayı ve diğer kahve çeşitlerini tadabilirsiniz. Tabi, bu arada geleneksel nargile keyfini de unutmamak lâzım.

Kahvenin giriş kısmı ve bir bölümünde ise kartpostallar, hediyelik eşyalar ve kitaplar satılıyor. Kahvenin arkasında kalan bölümde ise eski İstanbul evleri şeklindeki konuşlanmış apart oteller, restoran ve kafelerden oluşan bir kompleks bulunuyor.

Pierre Loti kimdir?
1850 - 1923 yılları arasında yaşamış ve gerçek adı Louis Marie Julien Viaud olan yazar, bir okyanus seferi sırasında Büyük Okyanus'ta yetişen bir çiçeğin adı olan Loti takma adını kullanmaya başlamıştır.

Mesleği nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerini gezen Loti, İstanbul'a geldiğinde şehirden ve Osmanlı kültüründen oldukça etkilenmiş, bu nedenle de şehri defalarca ziyaret etmiştir.

 
Loti'nin şehirde en sık ziyaret ettiği yerlerden biri de Eyüp mezarlığının sırtlarında bulunan “Rabia Kadın Kahvesi”dir. Özellikle nargileye meraklı olduğu bilinen Loti'nin, sık sık bu kahveye gelerek nargile içtiği ve etraftakilerle sohbet ettiği bilinmektedir. 
 
Loti, daha sonra “Aziyade” isimli bir roman yazmıştır. Eleştirmenler tarafından olumlu eleştiri alarak geniş kitleler tarafından tanınan yazarın, romanda bahsettiği “mukaddes dağ”ın sürekli geldiği Rabia Kadın Kahvesi olduğu da iddia edilmektedir. Ayrıca yine romanın ismini, yazarın İstanbul'da tanıştığı Aziyade isimli bir kadından aldığı da söylenmektedir.

Zaman içerisinde pek çok kişi tarafından değişik isimler altında işletilen kafenin ismi daha sonra, buraya âşık olan yazarın anısına Piyerloti Kahvesi olarak değiştirilmiş ve günümüze kadar da öyle gelmiştir.


Nisan 18, 2007, 02:34:33 ös
Yanıtla #15
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

KUMKAPI

İstanbul’un Eminönü ilçesine bağlı olan Kumkapı semti, Bizans döneminde bir balıkçı köyü olarak kurulmuştur. Osmanlı döneminde de yemeye, içmeye ve eğlenmeye düşkün gayrimüslim vatandaşların yaşadıkları bir bölge olma özelliğini sürdüren semtte, Bizans ve Osmanlı dönemlerinden günümüze kadar ulaşmış kilise gibi tarihi yapılar görebilmek mümkündür.

 
Bugün de Kumkapı denince akla ilk gelen şey yine “yeme-içme” ve “eğlence”dir. İstanbul’un en önemli turistik bölgelerinden olan semt, şehirde yaşayan Türk, Ermeni ve Musevi vatandaşların ortak bir kültürü olan “meyhane”lerin toplandığı en önemli merkezdir. Semtteki Arnavut kaldırımıyla döşenmiş sokaklara taşan masalar, akşamın ilk saatlerinden itibaren yerli ve yabancı ziyaretçiler tarafından doldurulmaya başlar.

Meyhanelerin mönüsünde, topik, fasulye pilaki, Çerkez tavuğu, fava, humus, haydari, acılı ezme, lakerda ve midye dolma gibi geleneksel Osmanlı mezeleri yer almaktadır. Mezelerden sonra ana yemek olarak mevsimine göre değişen taze balık çeşitleri sunulur. Yemeğe ise yine geleneksel bir Türk içkisi olan “rakı” eşlik eder. Meyhanelerde dileyenler için şarap gibi diğer alkollü içecekler de bulunmaktadır.

Her masada farklı dilden bir sohbete tanık olabileceğiniz Kumkapı’da yemek sırasında keman, darbuka ve klarnetten oluşan gezici müzisyenler eşliğinde geleneksel Türk müziklerini dinleme (fasıl) ve bazı meyhanelerde ise oryantal dans şovu izleyebilme olanağına da sahip olabilirisiniz.

 
İstanbul’u ziyaret eden yerli ve yabancı misafirlerin gitmek için tercih ettikleri yerlerin başında gelen ve akşam olunca tamamen bir şenlik alanına dönüşen Kumkapı’daki bu eğlence sabah 05.00’e kadar devam etmektedir.

Meyhanelerin çoğu, uzun saatler süren eğlencenin ardından yorulan ve alkol alan ziyaretçilerine, Kumkapı’dan ayrılmadan önce ertesi güne daha dinç ve sağlıklı uyanabilmeleri için özel terbiyeli çorbalar ikram ederler.


Nisan 18, 2007, 02:36:25 ös
Yanıtla #16
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

CAFERAĞA MEDRESESİ

"Soğukkuyu” olarak da adlandırılan Caferağa Medresesi, Sultanahmet'teki Zeynep Sultan Camii'nin tam karşısında yer alıyor.

1559 yılında yani Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mimar Sinan tarafından inşa edilen medrese, mimarisi ile de oldukça dikkat çekiyor. “Türk Kültürüne Hizmet Vakfı” tarafından restore edilerek bir eğitim kurumuna dönüştürülen Caferağa Medresesi'nde bugün ebru, hat, tezhip, minyatür ve vitray gibi klâsik Türk sanatlarıyla ilgili 20'nin üzerinde kurs veriliyor.

Kafeye dönüştürülen medrese avlusu, gerek kursiyerler gerekse Sultanahmet'i keşfe çıkıp da yorulanlar ya da bu tarihi atmosferi yaşamak isteyenler tarafından oldukça yoğun ilgi görüyor.


Nisan 18, 2007, 02:38:48 ös
Yanıtla #17
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

SÜTUNLAR

Dikilitaş
Sultanahmet Meydanı'nda, Roma ve Bizans döneminden kalma taş sütunlar arasında en ilginci kuşkusuz Dikilitaş'tır. Taş kaideleri tanımlamak için kullanılan “dikilitaş” terimi, meydanın en büyük ve ilgi çekici kaidesinin özel ismi olarak da kullanılmaktadır.

Hiyerogliflerle süslü bu Mısır dikilitaşının İstanbul'a geliş hikâyesi ise oldukça ilginçtir: M.Ö 1502 - 1488 yılları arasında yaşadığı sanılan Mısır hükümdarı III. Thutmosis tarafından M.Ö 1450'de diktirilen taş, yıllarca eski Mısır'ı süslemiş bir eserdir.

Roma İmparatoru I. Constantinus, yeniden kurduğu ve kendi adını verdiği şehri süsleyebilmek için çeşitli yerden topladığı anıtları İstanbul'a getirmesiyle ünlüydü. Bu taşın Mısır'da İstanbul'a getirilmesi girişimi de ilk olarak I. Constantinus zamanında, kendisinin oğlu tarafından gerçekleştirilmiştir.

Ancak İskenderiye'ye kadar getirilen anıtın İstanbul'a ulaştırılma girişimi başarısız olmuş ve anıt orada bırakılmıştır.

 
Dikilitaş, daha sonraki yıllarda İmparator İulianus tarafından İstanbul'a getirilmiştir. İstanbul'a getirildikten sonra mermer bir kaide üzerine oturtulmuştur. Bu kaidelerin iki tarafında Grekçe ve Latince kitabeler vardır, diğer iki tarafında da taşın dikildiği alan olan hipodromdaki at yarışları tasvir edilmiştir. Anıtın Karnak'ta yer alan Amun - Ra mabedinin üzerine yer alan resimlerinden yaklaşık 1/3'lük kısmı eksiktir, ancak bunun nedeni bilinmemektedir.

Dikilitaşın dört yüzünde de hiyeroglifler yer almaktadır. Hiyerogliflerde sık sık Mısır Tanrısı Amun - Ra ile Thutmosis figürleri görülür. Taşın en tepesindeki piramit kısımda bulunan dikdörtgen çerçevede ise yine firavunla Tanrı elele tasvir edilmiştir.

Yılanlı Sütun
Yılanlı Sütun... Büyük Konstantin tarafından Delfi şehrinden İstanbul'a getirtilip diktirilen bu sütun, Helenistik döneme ait abidelerin en eskisi... 29 burmadan oluşan ve üstündeki üç yılan başına kadar 8 metre yüksekliğindeki anıtta, birbirlerine sarılmış olan yılanların vücutları 6,5 metre yükseklikte birbirlerinden ayrılıyordu. Yılanların başları üzerinde üç ayaklı bir altın vazo bulunduğu rivayet ediliyor.

Üç başlı ejderha şeklinde olan bu direğin, akrep, çıyan ve yılan gibi hayvanları kentten uzak tutuğuna inanılırdı... Evliya Çelebi tepedeki bu objenin etkisini nasıl yitirdiğini şöyle açıklar: "Başının birisini bir yeniçeri kılıçla vurarak kırmıştır. O anda direğin tılsımı tamamen bozulmuş ve İstanbul'un içine yılan, çıyan, akrep ve benzeri hayvanlar dolmuştur. Denildiğine göre yarı yüksekliği, Sultan Ahmet Camii yapılırken toprak altında kalmıştır."

Milyonbar
Milyonbar, bir demir direğin çevresinde örülen 300 bin kadar taştan yapılmış ve bugüne kadar gelebilmiş bir büyük anıt... Sütunu yaptıran VII. Konstantin sütunun tepesine, ortadaki demir mile tutturulan mıknatıslı bir taş koydurarak mıknatısın demiri çekme özelliğinden ötürü bu sütunun kıyamete kadar yıkılmasını engellemeyi bile düşünmüştür.

 
Gotlar Sütunu
Roma devrinden kaldığı bilinen Gotlar Sütunu, Gülhane Parkı'nda yer almaktadır. Eserin 4. yüzyıla ait olduğu sanılmaktadır. Ayrıca anıtın kim tarafından inşa ettirildiğine dair çeşitli görüşler vardır. Kimi tarihçiler, anıtın Roma İmparatoru II. Claudius, kimisi de I. Theodosius tarafından inşa ettirildiğini ileri sürmektedir.

Ancak tüm tarihçiler, anıtın Romalıların Gotlara karşı kazandığı bir zafer sonrasında dikildiği görüşünde birleşir. Çünkü anıtın üzerindeki kitabede Gotlara karşı kazanılan zaferden bahsedilmektedir. Ancak kabartma yazı ile yazıldığı anlaşılan kitabe, günümüzde oldukça silik durumdadır. 

Mavi damarlı mermerden inşa edilmiş olan anıt 15 metre boyundadır. Anıtın tepesinde yer alan ve korint üslubunda olan başlık ise günümüze kadar olduğu gibi korunabilmiştir. 

Çemberlitaş (Konstantin Sütunu)
Sultanahmet Meydanı'nı Beyazıt'a bağlayan yol üzerinde yer alan Çemberlitaş Sütunu, İmparator I. Constantinus zamanında (330), Roma İmparatorluğu'nun başkentinin Roma'dan İstanbul'a getirilmesi vesilesiyle dikilmiştir.

Yeni başkent şerefine dikilen anıt, günümüze orjinalinden daha kısa hali ile gelebilmiştir. Ayrıca anıtın üzerinde bir zamanlar yer alan Constantinus'un güneş tanrısı pozu da yine günümüze gelemeden yokolmuş önemli ayrıntılar arasındadır. Anıtta yer alan mermer başlıklar 12, alttaki takviye kısmı ise 18. yüzyıla aittir.

Anıt, tarihte İstanbul'da meydana gelen yangınlardan oldukça etkilendiği için, günümüze demir çemberlerle korumaya alınmıştır. Ayrıca anıtla ilgili yüzyıllardır dile getirilen bir söylenti de ilgi çekicidir: Buna göre, sütunun dibindeki bir küçük odada, Hıristiyanlığa ait kutsal emanetler yer almaktadır...


Nisan 18, 2007, 02:40:35 ös
Yanıtla #18
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

MİNİATÜRK

Edirne Selimiye Camii'nden Doğubayazıt’taki İshak Paşa Sarayı'na ne kadar zamanda gidebilirsiniz? Peki, Trabzon'daki Sümela Manastırı'ndan Antalya'daki Yivli Minare'ye? Evet, bunların her biri Türkiye'nin bir başka ucunda...

Üstelik dahası da var: Selanik'te, Cumhuriyetin kurucusu ulu önderimiz Atatürk'ün doğduğu ev ile Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı da aynı gün görebilirsiniz. Hem de yan yana... Konya'daki Mevlana Türbesi'ni, İngiltere'deki Halikarnas Mozolesi'ni, Anıtkabir'i, Süleymaniye Camii'ni ya da Nemrud Harabeleri'ni... Peki, size hepsini birkaç saat içinde görebileceğinizi söylesek... Nasıl mı? 
Hepsini bir arada görebileceğiniz çok özel bir müze var: Haliç kıyısındaki Türkiye'nin ilk ve tek minyatür parkı: Miniatürk! Burası, Türkiye ve çevresindeki önemli tarihi eserlerin minyatür maketlerinin sergilendiği bir minyatür kent olarak karşımıza çıkıyor.   

Miniatürk'ün en büyük özelliği tüm Türkiye'yi doğudan batıya, kuzeyden güneye geziyormuşsunuz hissi vermesi... Antik Çağ'dan Roma'ya ve Bizans'tan Selçuklu ve Osmanlı'ya kadar bu topraklarda hüküm sürmüş ve iz bırakmış her medeniyet Miniatürk'te buluşuyor

70'e yakın sabit ve yüzlerce hareketli maketin yer aldığı, toplam 60.000 metrekare alana kurulu bulunan Miniatürk'ü ünlü Türk besteci Fahir Atakoğlu'nun müziği eşliğinde gezebilirsiniz. Yine eserlerin yanındaki Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça ve Arapça olmak üzere altı farklı dilde bilgi veren sesli rehberlik sistemi ile de mekânda yer alan yapılarla ilgili detaylı bilgi alabilirsiniz.


Nisan 18, 2007, 02:42:25 ös
Yanıtla #19
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 133
  • Cinsiyet: Bay

FENER RUM ERKEK LİSESİ

Tarihi Yarımada’da yer alan Fener semti, İstanbul’un sahip olduğu gizli hazinelerden biridir. Haliç sırtlarında yer alan semt, gerek tarihi gerekse kültürel değeri ile İstanbul’u keşfe çıkanların her dem merakını cezbetmeyi başarmıştır. Aynı zamanda, Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin 1601 yılından beri Aya Yorgi Kilisesi’nde faaliyetlerini sürdürmesi nedeniyle de Fener semti, Rumların manevi başkenti gibidir.

Şimdi bu semtte yer alan ve bir okuldan çok gizemli bir şatoyu andıran bir mekâna; Fener Rum Erkek Lisesi’ne doğru yola çıkalım...

Patrikhanenin hemen arkasında, Sancaklar Yokuşu’nda yer alan okul, tamamen Fransa’dan getirtilen kırmızı tuğlalardan inşa ettirildiği için halk arasında “Kırmızı Okul” diye de anılmaktadır. Haliç boyunun her iki tarafından da görülebilen okul, kırmızı rengi ve kubbeli ilginç mimarisi ile hemen dikkat çeker.

Okul, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilmesinden önce patrikhanenin himayesinde “Patrikhane Akademisi” adıyla faaliyet gösteren bir eğitim kurumuyken, fetihten sonra eğitime bir süre ara verdi. Daha sonra Fatih Sultan Mehmed’in izniyle faaliyetlerine devam eden okul, şimdiki binasına yerleşmeden önce “Fener Rum Okulu” ismiyle şehrin çeşitli semtlerinde eğitime devam etti.

Bugünkü bina ise mimar Dimaolis tarafından 1881 yılında yapılmıştır. Kırmızı renginin yanı sıra, kendine has bir mimari çizgisi de olan binanın tasarımında hiç bir üsluba bağlı kalınmamıştır. Oldukça yüksek tavanlara sahip olan okulda, tören salonun duvarlarını süsleyen Homeros’un İlyada Destanı’ndan ilham alan mitolojik temalı yağlıboya tablolar oldukça dikkat çekicidir. Sütün başlıkları, zekânın simgesi baykuş ve kuş figürleri ile tören salonu, adeta bir Yunan tapınağının mistik havasını çağrıştırır.

Edebiyat ve tarih ağırlıklı bir eğitimin verildiği okulda bir zamanlar sadece erkek öğrenciler eğitim görüyordu. Günümüzde ise okulda az sayıda öğrenci ile karma eğitime devam ediliyor.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
14756 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 19, 2009, 10:42:57 ös
Gönderen: Veritas
0 Yanıt
2932 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 16, 2010, 09:07:10 ös
Gönderen: Mozart
3 Yanıt
6443 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 04, 2010, 04:58:45 ös
Gönderen: redkit
0 Yanıt
3066 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 04, 2010, 03:56:17 ös
Gönderen: belit
0 Yanıt
10596 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 10, 2010, 05:59:29 ös
Gönderen: alcyone
29 Yanıt
74542 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2014, 03:49:56 öö
Gönderen: resurrected
0 Yanıt
5866 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2011, 09:59:49 öö
Gönderen: MASON
0 Yanıt
5262 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2011, 04:43:33 ös
Gönderen: MASON
0 Yanıt
7956 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2011, 06:19:30 ös
Gönderen: MASON
2 Yanıt
8511 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 22, 2011, 09:58:59 öö
Gönderen: Prometheus