Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ÖLEN TANRILAR MİTİ  (Okunma sayısı 5967 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 12, 2010, 04:24:47 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Temmuz ile İştar mitleri, muhtemelen MÖ 4000 yılı öncesine dayanan en eski ölen tanrı alegorilerinden biridir (Bkz. Babylonia and Assyria  [Babil ve Asur], Lewis Spencer). Efsanelerin yazılı olduğu tabletlerin kötü durumu, Temmuz ritüellerine dair parçalı bir anlatıdan daha fazlasını öğrenmemizi engellemektedir. Ezoterik güneş tanrısı olan Temmuz, Babillilerin en yüce tanrıları arasına girememiştir; Babil halkı bilgi eksikliğinden dolayı onu bir tarım tanrısı veya bitki ruhu olarak görmüşlerdir. Temmuz’dan ilk olarak yeraltı âleminin kapılarını tutan gardiyanlardan biri olarak bahsedilir. Birçok diğer Kurtarıcı-Tanrı gibi ona da “çoban” veya “çobanların efendisi” denir. Temmuz, Babil ve Asur Ana Tanrıçası İştar’ın oğlu ve kocası olma onuruna sahiptir. Venüs’le ilişkilendirilen İştar, Babil ve Asur panteonunun en saygı gören tanrıçasıydı. Muhtemelen Asterot, Astarte ve Afrodit’le aynı kişilikti. Temmuz’un kendisini hayata döndürebilecek tek şey olan kutsal iksiri aramak için yeraltı dünyasına inişinin hikâyesi, İştar Gizemleri’nin anahtarıdır. Yaz gündönümünden hemen önce yıllık festivalleri yapılan Temmuz, onun adını taşıyan kadim yaz ortası ayda ölmüştür ve bu ayda büyük seremonilerle arkasından yas tutulur. Ölüm biçimi bilinmemektedir, fakat İzdubar (Nemrut), en azından dolaylı olarak ölümüne sebep olduğu için İştar’ı suçlar. Temmuz’un dirilişi büyük bir bayram vesilesidir, bu tarihte insanlar onu halkının “kurtarıcısı” olarak selamlarlar.

Sin’in (Ay) kızı İştar, açılmış kanatlarıyla ölümün kapılarından içeri süzülür. Tanrı İrkalla’nın ikametgahı karanlık eve “dönüşü olmayan yer” denir. Orada ışık yoktur, orada yaşayanlar toz yutar, çamur yer. İrkalla’nın evinin kapısının sürgülerinde tozlar vardır ve evin bekçileri kuşlar gibi tüylerle kaplıdır. İştar, bekçilerden kapıları açmasını ister, aksi takdirde kapının kanatlarını menteşeleriyle birlikte parçalayacağını ve mezarlardan insanları canlı canlı yiyen ölüler çıkaracağını söyler. Kapı bekçileri sabırlı olması için ona yalvarır ve Hades’in kraliçesine giderek tıpkı ölüm kapısına gelen diğer ruhlar için izin aldıkları gibi izin alırlar. İştar bundan sonra yeraltının derinlerine inen yedi kapıdan aşağı iner. Birinci kapıda başındaki yüce taç çıkarılır, ikinci kapıda kulaklarındaki küpeler, üçüncü kapıda boynundaki kolye, dördüncü kapıda göğsündeki süsler, beşinci kapıda belindeki kemer, altıncı kapıda el ve ayak bileklerindeki bilezikler ve halhaller, yedinci kapıda vücudunu kaplayan pelerin. İştar her kapıda ondan bir şey alınmasına karşı çıkar, fakat kapı bekçileri ona ölümün kasvetli âlemine giren herkesin aynı şeyi yaşadığını söylerler. Hades’in sevgilisi, İştar’ı görünce çılgına döner ve üzerine hastalıklar yollayarak onu yeraltına hapseder.

İştar doğurganlık ruhunu temsil ettiği için, yokluğu tahılların ve yeryüzündeki hayatın olgunlaşmasını engeller.

Bu açıdan bakıldığında hikâye Persephone efsanesiyle paraleldir. İştar’ın kayboluşunun doğaya verdiği zararı gören tanrılar yeraltına bir elçi göndererek onun bırakılmasını ister. Hades’in sevgilisi söyleneni yerine getirmek zorunda kalır ve İştar’ın başından aşağı hayat suyu dökülür. İştar, hastalıkları iyileşince yedi kapıdan yukarı doğru yolculuğuna başlar ve her kapıda ondan daha önce bekçilerin almış olduğu eşyaları geri alır. (Bkz. The Chaldean Account of Genesis [Kıldanilerin Tekvin Anlatısı]) İştar’ın Temmuz’u diriltecek olan hayat suyunu alıp almadığı hakkında herhangi bir kayıt yoktur.

İştar miti insan ruhunun yedi âlemden, yani kutsal gezegen feleklerinden geçip, nihayet bütün ruhani ziynetlerinden soyunmuş bir biçimde fiziksel bedene –Hades– bedenlenmesini sembolize eder. Bu bedenin sevgilisi hapsolmuş bilinç üzerine her türlü keder ve üzüntüyü gönderir. Hayat suyu –gizli öğreti– cehalet hastalığını iyileştirir ve ilahi kaynağına doğru tekrar yükselen ruh, gezegensel feleklerden geçerken Tanrı’nın ona verdiği ziynetleri tekrar kazanır.

Babil ile Asur’da yaygın başka bir Gizem ritüeliyse Merodach ile Ejderha’dır. Alt âlemin yaratıcısı olan Merodach, korkunç bir canavarı öldürür ve onun bedeninden evreni oluşturur. Burada Hıristiyanların Aziz George ve Ejderha alegorisinin muhtemel kaynağını görüyoruz.

Adonis ya da Adoni Gizemleri, Mısır, Biblos ve Fenike’nin birçok yerinde yıllık olarak kutlanırdı. Adonis veya Adoni “Rab” anlamına gelirdi ve güneş için kullanılırdı, daha sonra Yahudiler tarafından Tanrı’nın ekzoterik ismi olarak kullanılmıştır. Adonis’in annesi Smyrna, tanrılar tarafından bir ağaca dönüştürülmüştü, bir süre sonra ağacın kabuğu çatlayarak açıldı ve içinden bebek Kurtarıcı çıktı. Bir anlatıya göre o, ağacın gövdesini dişleriyle yırtan bir yaban domuzu tarafından serbest bırakılmıştır. Adonis 24 Aralıkta gece yarısı doğmuştur, onun talihsiz ölümü üzerine bir gizem ritüeli tesis edilmiştir. Bu tanrının diğer bir ismi olan, Temmuz ayında, Ars (Mars) tarafından gönderilen bir yaban domuzunun açtığı yarayla ölür. Adoniasmos katledilen tanrının erken ölümüne yas tutma seremonisidir.

Hezekiel VIII, 14, de Kudüs’te, Rab evinin kuzey kapısında kadınların Temmuz (Adonis) için ağladıkları söylenir. Sir James George Frazer, Jerome’den şu alıntıyı yapar:

“Bize Efendimiz İsa’nın doğum yeri olan Betlehem’de Suriyeli Tanrı Adonis’in bir koruluğu olduğunu ve bebek İsa’nın Venüs’ün aşığının ağladığı yerde ağladığını anlatır.” (Bkz. The Golden Bough [Altın Dal]) Kudüs’ün kapılarından birinde Adonis onuruna bir yaban domuzu büstü olduğu ve Betlehem’deki mağaralarda ritüellerinin kutlandığı söylenir. Yaban domuzuyla ölen Adonis miti, Sir Francis Bacon’ın şifreli sembolizminde kullandığı “yaban domuzu”nun anahtarıdır.

Adonis esasen androjen bir tanrıydı ve kışın, soğuk kötülük ilkesi (domuz) tarafından yok edilen Güneş’in gücünü sembolize ederdi. Mezarda geçirdiği üç günün (üç ay) sonunda 25 Mart tarihinde, rahiplerinin ve müritlerinin “Uyandı!” çığlıkları eşliğinde zaferle yükselir. Adonis’in bir mür ağacından doğduğu söylenir. Mumyalama işlemiyle bağlantısı dolayısıyla ölümün sembolü kabul edilen mür, İsa’nın doğduğu ahıra üç Magi’nin getirdiği hediyelerden biridir.

Adonis Gizem Okulları’nda neofit, tanrının sembolik ölümünden geçerek rahipler tarafından diriltilir ve Adonis’in çektiği acılarla mümkün olan kefaretin mutluluk haline girer.

Neredeyse bütün yazarlar Adonis’in esasen bir bitki tanrısı olup, çiçeklerin ve meyvelerin olgunlaşmasıyla ilgili olduğuna inanır. Bu görüşlerini desteklemek için “Adonis bahçeleri”ni örnek gösterirler. Burada küçük saksılara tohumlar ekilir ve seksen gün boyunca onlara bakılır. Bu bitkiler yeterli toprak olmadığı için öldükleri zaman, öldürülen Adonis’in sembolü haline geldiklerine inanılır ve bunlar tanrının tasvirleriyle birlikte denize atılır.

Frigya’da Atys veya Attis isminde, başka bir Kurtarıcı-Tanrı’nın hayatı ve zamansız gelen ölümü etrafında biçimlenen çok önemli bir dini felsefe okulu vardı. Birçok insan Attis’in gerçekte Adonis olduğuna inanıyor. Bu tanrı 24 Aralık gece yarısı doğmuştur. Ölümü hakkında iki farklı anlatı mevcuttur. Birinde tıpkı Adonis gibi ölümcül bir yara almış, ötekinde kendini bir çam ağacının altında hadım ederek ölmüştür. Yüce Ana (Kibele) onun bedenini alıp bir mağaraya götürmüş, bu beden burada asırlarca çürümeden kalmıştır. Modern dünya Noel ağacını Atis ritüellerine borçludur. Atis altında öldüğü ağaca ölümsüzlüğünü geçirmiş ve Kibele bedeni alırken ağacı da birlikte götürmüştür. Mezarda üç gün kalan Atis, Paskalya sabahı mezarından kalkmış, bu dirilişle kendi Gizemlerine inisiye olan herkes için ölümü yenmiştir.

“TANRILARIN ANASI denilen Frigya Gizemlerinde,” diye yazıyor Julius Firmicus, “her yıl bir ÇAM AĞACI kesilir ve ağaca bir GENÇ resmi bağlanır! İsis Gizemlerinde ÇAM AĞACININ gövdesi kesilir, gövde güzelce oyulur ve bu dışarı çıkarılan parçalardan bir Osiris putu yapılır ve GÖMÜLÜR. Proserpine Gizemlerinde bir ağaç kesilir ve bir Bakire büstünün içine konur, birlikte şehrin içinde dolaştırılır ve kırk gün boyunca YAS tutulur, fakat kırkıncı gün GÖMÜLÜR!” (Bkz. Sod, the Mysteries of Adoni [Adoni Gizemleri])

----YÜCE TANRI PAN---- Yüce Pan, semavi cisimlerin tavaflarını sembolize eden kutsal dansları yaratan ve yöneten tanrıdır. Pan bileşik bir yaratıktır; üst kısmı –boynuzlar hariç– insandır; alt kısmı keçidir. Doğal enerjinin prototipi olan Pan, Fallik bir ilah olmasına rağmen Priapus’la karıştırılmamalıdır. Pan’ın flütleri kürelerin doğal armonisini gösterir, tanrı ise Satürn gezegeninin bir sembolüdür. Çünkü bu gezegen, sembolü keçi olan Oğlak burcunun gezegenidir. Mısırlılar Pan Gizem Okulları’na inisiye edilirdi ve Pan, Demiurgus Jüpiter’in bir aşaması olarak sayılırdı. Pan Güneş’in dölleyici gücünü temsil ederdi ve kır tanrılarının ve satirlerinin baş tanrısı kabul edilirdi. O ayrıca aşağı âlemleri hâkimiyeti altına alan ruhu temsil ederdi. Uydurulmuş bir hikâyeye göre, İsa’nın doğum anında kâhinler şu çığlığı atıp susmuşlardır: “Büyük Pan öldü!”

Atis Gizemleri, neofitin bir davuldan yemek yiyip bir çanın içinden içki içtiği kutsal bir öğün içerir. Bir boğanın kanıyla vaftiz edildikten sonra, yeni inisiye, felsefi anlamda hâlâ bir bebek olduğunu, maddilik küresinden henüz yeni çıktığını sembolize etmek için sadece sütle beslenir. (Bkz. Frazer, The Golden Bough). Acaba bu Attis ritüeli ile Aziz Pavlus’un ruhani bebeklerin sütle beslenmesi gerektiğine dair iması arasında bir bağ var mıdır? Sallust, Atis ritüellerine ezoterik bir anahtar sunar. Kibele, Yüce Ana, evrenin canlandırıcı kuvvetlerini sembolize eder, Atis ise ilahi ve hayvani âlemler arasında asılı kalmış ruhani aklı gösterir. Tanrıların anası, Atis’i severek ona yıldızlı bir şapka verir. Bu şapka göksel kuvvetleri işaret eder. Fakat Atis (insanlık) bir periye âşık olarak (aşağı hayvani eğilimlerin sembolü) ilahi yönünü ihmal eder ve yaratıcı güçlerini yitirir. Atis’in insan bilincini temsil ettiği ve Atis Gizemleri’nin yıldızlı şapkanın yeniden kazanılmasıyla ilgili olduğu açıktır. (Bak, Sallust, On the Gods and the World).

Sabazius ritüelleri Baküs ritüellerine çok benzer ve genel olarak bu iki tanrının aynı tanrı olduğuna inanılır. Baküs, Sabazius ya da Sabaoth’da doğmuştur ve onun için sık sık bu isimler kullanılır. Sabasius Gizemleri geceleri yapılırdı ve ritüel adayın göğsüne bir yılan çekmekle ilgiliydi. İskenderiyeli Clement şöyle yazıyor: “Sabazius Gizemleri’nin özü inisiyenin göğsüne tanrıyı çekmesidir.” Sabazius’un simgesi bir altın yılandı, çünkü bu tanrı dünyanın Güneş’in gücüyle yıllık olarak yenilenmesini temsil ediyordu. Museviler Sabaoth ismini bu Gizemlerden almış ve yüce Tanrılarının sıfatlarından biri haline getirmiştir. Sabazius Gizemleri Roma’da kutlandıkları dönem içinde bir sürü taraftar toplamış ve daha sonra Hıristiyan sembolizmini ciddi bir biçimde etkilemiştir.

Samothraki [Semendirek Adası] halkının Kabiri Gizemleri, kadim halklar arasında en az Eleusis Gizemleri kadar saygı görürdü. Herodot’a göre, Samothraki halkı öğretilerini, özellikle Merkür’le ilgili öğretileri Pelasgi halkından almıştır. En derin sır perdelerinin ardına gizlenen Kabiri ritüelleri hakkında bugün çok az şey bilinmektedir. Bazıları yedi Kabiri olduğunu söylemekte ve onlardan “Satürn’ün tahtının huzurundaki ateşin Yedi Ruhu” diye bahsetmektedir. Kimileri ise Kabiri’nin daha sonra gezegenlere atfedilen yedi kutsal seyyah olduğuna inanmaktadır.

Samothraki Gizem Okulları’yla ilgili çok sayıda tanrının ismi geçse de, ritüel dram dört kardeş etrafında örülmüştür. İlk üç kardeş –Aschieros, Achiochersus ve Achiochersa– dördüncüye –Kaşmala (veya Kadmillus)– saldırıp öldürür. Ne var ki Dionysidorus, Aschieros’u Demeter, Achiochersus’u Plato, Achiochersa’yı Persephone ve Kashmala’yı ise Hermes’le özdeşleştirir.

Alexander Wilder, Samothraki ritüeliyle ilgili şunlara dikkat çeker: “Kadmillus Tebli Yılan-Tanrı Kadmus, Mısır’ın Tot’u, Yunanlıların Hermes’i, İskenderiye ve Fenikelilerin Emeph veya Aesculapius’unu içerecek şekilde tasarlanmıştı.” Burada yine Osiris, Baküs, Adonis, Balder ve Hiram Abif hikâyelerinin bir tekrarını görürüz. Samothraki Gizemlerinde ayrıca Atis ve Kibele tapıncı da vardı. Kabiri ritüellerinde bir tür çam ağacı tapıncını da görebiliriz; çünkü Atis için kutsal olan bu ağaç, ilk önce haç şeklinde budanır, ardından onun dibinde bulunan öldürülmüş tanrının onuruna kesilirdi.

“Corybantes (Kurbantes) âlemlerini merak ediyorsanız,” diye yazar Clement, “onların üçüncü biraderlerini öldürdükten sonra, cesedi mor bir bezle kapatıp bir mızrak ucunda taşıdıklarını ve Olimpus yamaçlarına gömdüklerini bilin. Kısaca bu gizemler cinayet ve cenaze gizemleridir. [Pagan ritüelleri kötüleme çabası içindeki İznik-öncesinin Kilise Babası, Mesih İsa’nın da tıpkı Kabiri şehidi gibi eleverilip, işkenceyle öldürüldüğünü unutmaktadır!] Ve bu ritüellerin rahipleri, onları adlarla onurlandırmayı sevenler tarafından kutsal ritüellerin kralları denilen bu adamlar, maydanoz yemeyi yasaklayarak trajik olayın tuhaflığını iyice artırmaktadır. Thesmophoria’ı kutlayan kadınların Dionisos’un kan damlalarından çıktığı fikriyle yere düşmüş narları yememeleri gibi, maydonozun Kabiri şehidin kanından beslendiğine inanıyorlardı. Kurbanteslere Kabiri de denmektedir. Seremoni ise Kabiri Gizemi olarak geçmektedir.”

Kabiri Gizem Okulları üç dereceye ayrılırdı. Birincisi Kashmala’nın üç biraderinin elinde ölümünü kutlardı, ikincisi onun parçalanmış bedeninin uzun aramalardan sonra bulunup bir araya getirilişini kutlardı; büyük bir mutluluk ve sevinç yaşanan üçüncü derecede ise diriliş ve dirildikten sonra dünyayı kurtarış kutlanırdı. Samothraki’deki Kabiri tapınağında bir dizi tuhaf tanrı bulunur. Bunların birçoğu doğanın, muhtemelen Baküsçü Titanların elementsel kuvvetlerini temsil eden talihsiz yaratıklardı. Kabiri Gizemlerine büyükler kadar çocuklar da inisiye edilirdi ve tapınağa giren suçlular cezadan kurtulurdu.

Samothraki ritüelleri denizcilikle yakından ilişkiliydi. Zeus’un ikiz çocukları Castor ve Polluks –denizcilik ve yön bulma tanrıları– bu kültün saygı duyulan tanrılarındandı. Argonotlar Orfeus’un nasihatini dinleyerek, üyelerin Kabirik ritüellere inisiye edilmesi amacıyla Samothraki adasında dururlar.

Herodot, Cambyses’in Kabiri tapınağına girdiği zaman önünde ayakta duran ve onun önünde de baş üstü duran bir kadın figürü gördüğü zaman gülümsemesini tutamadığını anlatır. Cambyses kutsal astronomi ilkelerini biliyor olsaydı, evrensel dengenin anahtarına baktığını anlayacaktı. “Soruyorum,” diyor Voltaire, “Kadim Samothraki Gizemlerini kutlayan bu Hiyerofantlar, bu kutsal Hürmasonlar kimlerdi, onlar ve tanrıları Kabiri’ye nereden gelmişti?” (Bkz. Mackey, Encyclopædia of Freemasonry [Hürmasonluk Ansiklöpedisi])

Clement, Kabiri Gizemlerinden “kardeşi tarafından öldürülen bir insanın kutsal Gizemleri” diye bahseder ve “Kabiri ölümü” kadim dünyanın gizli sembollerinden biridir. Görülüyor ki Ben’in, ben-olmayan tarafından öldürülmesi bütün halkların dini mistisizmine nüfuz etmiştir. Felsefi ölüm ile felsefi diriliş, sırasıyla Küçük ve Büyük Gizemleri oluşturuyordu.

Ölen-tanrı mitinin tuhaf bir yanı da Asılı Adam’dır. Bu tuhaf nosyona dair en önemli örneği Odin ritüellerinde bulabiliriz. Odin kendini yedi gece boyunca Dünya Ağacı’nın dallarına asar ve burada kutsal bir mızrakla kendi bedenini deler. Bu büyük fedakârlık sayesinde Odin, Nifl-heim’in derinlikleri üstünde asılıyken, tefekkür ile daha sonra halkının kullanacağı tılsımlı alfabeyi bulmuştur. Bu önemli tecrübeden dolayı bazen bir darağacı üzerinde otururken tasvir edilen Odin, ilmikle hayatına son verenlerin tanrısı olarak kabul edilir. Ezoterik açıdan Asılı Adam, tek bir sicimle gökyüzüne bağlı olan insan ruhudur. Yanılsama dünyasının üstünde asılı durarak onun gerçekdışılığı üzerine tefekkür eden insanı gösteren bu gönüllü kurban olmanın ödülü, kendini gerçekleştirmektir.

Bütün bu kadim ve gizli ritüelleri gözden geçirdiğimizde, ölen tanrı gizeminin kutsal öğretilerin aydınlık okullarında evrensel olduğunu görürüz. Bu gizem çarmıh ve Tanrı-insan İsa-Mesih’in ölümü şeklinde Hıristiyanlığa nüfuz etmiştir. Hıristiyanlık, paganların felsefi yücelik zamanlarında ulaştığı yükseklere çıkmak istiyorsa, bu dünya trajedisi ve Evrensel Şehitliğin gizli önemi yeniden keşfedilmelidir.

Ölen tanrı miti, hem evrensel hem de bireysel kurtuluş ve dirilişinin anahtarıdır, bu yüce mecazın gerçek doğasını kavrayamayanlar, kendilerine ne dindar ne de bilge görme hakkına sahiplerdir.
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
10030 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 03, 2009, 11:34:13 ös
Gönderen: hewal73
0 Yanıt
3331 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 12, 2010, 10:22:54 öö
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2378 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 25, 2010, 01:02:13 ös
Gönderen: ceycet
9 Yanıt
4106 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 30, 2014, 10:06:40 öö
Gönderen: Spock