Öncelikli olan din mi, para mı?
Hıristiyanlığın yaygınlaşmasında, ekonomik gücünün etkileri hep göz ardı edilir. Konu genellikle gizemsel ve tinsel yönleriyle irdelenir.
Oysa bu işin ekonomik yanı hiç de ihmal edilemeyecek boyuttadır. Örneğin Roma hükümdarlarının koyduğu vergiler nedeniyle borç içerisinde ve yoksulluğun yükü altında bunalmış olan kişilerin, umutsuz yaşamlarına “onurlu bir ölüm ile son vermek” istemiyle bu dini seçmeleri bile söz konusu olmuştur. Kimileri ise daha az onurlu düşüncelerle davranıp, inananların, hapistekiler için topladıkları yardım ve sadakadan yararlanmak amacıyla Hıristiyanlığı seçmiş, bundan ötürü yargılanarak ceza almayı bile göze almışlardır.
Dine yeni girenler, yaşadıkları büyük duygulanımlar nedeniyle, sahip oldukları dünya mallarını satarak nakte çevirmiş ve bu paraları havari ya da piskoposların eteklerine bırakmışlardır.
Hıristiyanlarca da kutsal kitap olarak kabul gören Eski Ahit kapsamında yer alan Musa yasalarının aşâr (ondalıklar) maddesindeki bazı dinsel yükümlülük uyarınca, mal varlıklarının onda birinin sinagogun emrine verilmesi gerekliydi. Nasıl Yahudiler mal varlıklarının bir bölümünü vermek üzere Musa’nın yasalarından buyruk almışsa, İsa’nın yandaşları da onlardan aşağı kalmayıp daha büyük bir el açıklığıyla kendilerini göstermeliydi. Din adamlarının gerekçesi hazırdı: «Şu geçici dünya ile birlikte yok olacak gereksiz mal varlıklarından kurtularak sevap kazanmak daha uygun olmaz mı?»
Sonraki yıllarda Kilise yeteri kadar zenginleşmiş olsa gerek, dine yeni girenlere parasını dikkatli harcaması, daha fazla mülk edinmesi, yasal ticaret ve zanaat yoluyla mallarını çoğaltması gibi öğütler verilir oldu.
Din değiştirenlerden kimisi, Hıristiyan topluluğunun varlığını artırmak için topraklarını ve evlerini satarak azizlik mertebesine hak kazandı. Onlar “aziz” sayılmıştı ama artlarında kalan çoluk çocukları, bir lokma ekmek bulabilmek için dilenmek zorunda kaldı. Bunu önlemek için, Roma Senatosu’un izni ve imparatorun onayı olmadan kişilerin mal varlıklarını bir kuruma devretmesini engelleyen bir yasa çıkarıldı. 3. yüzyılın sonlarında patlayan iç savaşlar ve barbar akınları sırasında, bu yasa ciddi olarak uygulanamadığı için, İskenderiye, Roma, Milano, Antakya, Kartaca gibi kentlerde birçok geniş arazi, kiliselerin zenginliğine zenginlik kattı.
Kiliseye yapılan para bağışlarının bir bölümü piskopos ve yanındaki papazların geçimine ayrılıyor, “agapes” adı verilen sadaka yemeklerine de pay ayrıldıktan sonra kalanı, topluluktaki dul, yetim, yaşlı ve bakıma gereksinme duyan hastalara gerekli yardımı yapması için piskoposun emrine veriliyordu. Bu paydan hacı ve yabancılara, hükümlü ve tutsaklara, Hıristiyan olduğu için kötülük görmüş olanlara da yardım yapılıyordu. Yapılan yardımların düzgünlüğü, Hıristiyan olmayanları, Hıristiyanlığın öğretisini nefretle karşıladığı halde bu inancın iyilikseverliğine hayran bırakıyordu. Sırf bu yardımların insancıllığına inanarak yeni dini seçenler bile vardı.
Örneklerden de anlaşılacağı üzere, Hıristiyanlık, İsa’nın çizdiği yoldan yürüyerek amacına ulaşmaktan öteye geçmiş, bir tür “öbür dünya dini” olmak yerine “dünya dini” olmaya dönüşmüştü.
Tüm bunlar olup biterken, Romalılar, Hıristiyanlığı Museviliğin bir türü olarak düşünüyordu. Aradaki farkı kavramak bakımından biraz geç kalmışlardı. Bir sonraki bölümde ona bakacağız.