Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: APOLOGIA  (Okunma sayısı 2409 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 23, 2009, 06:14:25 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Roma İmparatorluğu’nda 3. yüzyıl sonlarında Hıristiyanlara karşı hem tolerans hem zulüm olaylarını anlatırken “Apologia” olarak anılan savunmalara değinmeden geçmek olanaksız.

Bu ülkede üç yüz yıl boyunca toplumun ve devletin çeşitli kovuşturmalarına hedef olmuş bir dinin üyeleri arasında, “tolerans” adına en içten, en soylu savunmalar dile getirilmiştir. Elbette bağnaz bir Hıristiyandan “tolerans” için toleransı savunması beklenemez. Bu nedenledir ki Apologia adı verilen savunma yazılarında daha çok Hıristiyan dinini savunmak, iftiraları çürütüp kendilerinin bozguncu kişiler olmadığını, devletin sadık uyrukları olduklarını kanıtlama kaygısı görülür.

Aziz Justinius, Aziz Athenagoras, Aziz Tertullianus gibi Kilise babaları, Roma’nın diğer din ve kültlere tanımış olduğu toleransı niçin Hıristiyanlara da tanımadığını sorarlar.

Salt kendileri açısından ve tek yanlı bir soru olarak haklı bir soru gibi görünüyor.

Aziz Tertullianus daha da ileri giderek şöyle der:

«Din bir vicdan ve istem işidir. Kimse istemediği tanrılara inanmaya zorlanamayacağı gibi, dilediği tanrıya inanma özgürlüğü de elinden alınamaz. Bu özgürlük, her bireyin doğal hakkıdır. Dolayısıyla ne devlet kendi dinini, ne de din kendisini zorla kabul ettirebilir; çünkü zor kullanım dinin özüne aykırıdır.»

Hani “Doğru söze can kurban!” derler ya... Buraya kadar tamam... Ancak iş bu kadarla kalıyor mu?... Konu sadece bir inanma sorunu mu?... Ya saygı?... Ya tolerans?

Tertullianus’tan iki yüz yıl kadar sonra Lactantius öyle demiş:

«Herhangi bir dinsel suçu cezalandırma işini Tanrı’ya bırakmalıdır. Özgürlüğün otağ kurduğu bir yer varsa o da dindir. Hiç kimse istemediği bir şeye tapmaya zorlanamaz.»

Eh, bu da doğru!... Doğru ama yine aynı eksikle... Bu gibi söylemler Yeni Çağ başında da, Lactantius örneklenerek birçok tolerans savunucusu tarafından yinelenip durmuştur. Ancak tolerans hep göz ardı edilmiştir.

Şöyle diyebiliriz: İlk Kilisede ”tolerans” adına sesini yükselten birkaç Kilise babası, istisnadır. Hıristiyanlık devlet dini olduktan sonra, ne onları anımsayan ne anımsatan olmuştur. Hatta bir daha onlar gibi din ve vicdan özgürlüğünü savunan bir Kilise üyesi bile çıkmamıştır.

Çünkü tolerans, organize bir din olan Hıristiyanlığın özüne aykırı bir kavramdır.( Kaynak: W. Durant,  “The Story of Civilization”)

Hıristiyanlığın ilk üç yüz yılında Hıristiyanlarca kaleme alınmış yapıtlardan pek azı felsefeyle ilgilidir. Yazılanlar daha çok Hıristiyanlığı Pganizme karşı savunma amacını taşır.

Hıristiyanlığın şu tektanrıcılık anlayışı, başlangıçta Hıristiyan Kilise babalarını felsefibakımdan oldukça zor bir duruma düşürmüştü. Hıristiyanlık, inananların yalnız kendi tanrısına tapmasını, diğerlerini yadsımasını istiyordu. Oysa Roma İmparatorluğu, kendi önerdiği dine bağlanmayı her yurttaşın görevi saymaktaydı. Resmi dinden uzaklaşmak, siyasal bir suçtu. Pagan inancında aynı anda bir ya da birkaç dine birden bağlanmak doğal sayılırken, Hıristiyanlık bir tek kendisine inanılmasını istiyordu.

313 yılında İmparator Constantinus’un (Büyük konstantin) Hıristiyanlığı serbest bırakıp öteki dinler arasına koyduğu güne dek, Hıristiyanlara yapılan ağır kovuşturmalar sırasında bu dine inananların sefih, ahlâksız, dinsiz oldukları söylentileri yaygındı. Bu nedenle, Kilise babalarının, Apologia olarak nitelenen tüm  yazdıkları hep yapılan bir saldırıya karşı savunma amacını taşır.

Bu savunmaların çoğunda, Helen felsefesinin kavramlarından yararlanılarak akılcı sonuçlara varma yöntemi kullanılmıştı. Ancak birbirinden farklı savunmaların Helen felsefesine karşı tutumu da farklı oldu.

2. yüzyılda Suriyeli Tatianus Helen felsefesini tümüyle yadsırken, çağdaşı Justinius Hıristiyan inancının, Helen düşüncesine uygun olduğunu öne sürmüştü. Stoacı eğilimleri temel alarak, İsa’da kendini göstermiş olan “logos”un her insanda “tohum” halinde bulunduğunu (logos spermatikos), bu nedenle her insanın iyi ile kötüyü ayırt edebileceğini, dolayısıyla bir Paganın da doğruya ulaşabileceğini söylerdi. Hatta bir de şöyle bir sözü vardır:

«Sokrates, Herakleitos gibi Helenler akla uygun yaşadıklarından dolayı, pagan değil gerçek birer Hıristiyandır.»

“Hıristiyan” sözcüğünün sözlük anlamı bakımından bunun olup olamayacağı ayrı bir konu... Zaten Justinius da elbette bunu bilmez değil ve sözcüğü sözlük anlamında kullanmıyor. Bu bir bakıma İslâm dininin yaygın olduğu toplumlarda iyi, doğru ve yardımsever bir kişiye “Müslüman” denişine benzer.

Justinius’un deyişi şunu gösteriyor ki, Stoacıların akla uygunluk ilkesi başlangıçta Hıristiyanlarca da benimsenmiştir. Güçlü Roma’nın güçlü felsefesi, Stoacılığa böylesine ödünler verirken, sonraları hayranlık Platon’a yönelmiştir.

Tertullianus, Gnostisizme düşman oluşu nedeniyle yalnızca Helen kültürüne değil, tüm Helen felsefesine düşmanlık besler. Dolayısıyla Helenceye de düşman olup, tüm yazılarında Latince kullanmıştır. Şöyle der:

«Hıristiyanlığın inanç kurallarına olduğu gibi inanılmalı, onları felsefe ile kanıtlamaya kalkışılmamalıdır. Pistis (inanç) ile gnosis (insanın kendi kendisine bilgi edinmesi) birbirlerine karşıt iki olgudur. Gnostiklerin istediği gibi, Tanrı’nın insanın içine doğrudan doğruya doğmasını, bir ışık olarak parlamasını beklemek, Tanrı’nın sırlarına ulaşmaya kalkışmak, insan aklının bir saygısızlığı, küstahlığıdır.»

Bu nedenle Tertullianus «Credo quia absurdum est.» (Akıl almaz ya da saçma olduğu için inanıyorum) der. Yeni Platoncu felsefenin etkisinde kalarak söylediği bu önemli tümceyle, Hıristiyan dogmalarını akla değil, inanca dayamaya çalışmaktadır.

Tertullianus bir ara “Tertulianizm” diye anılan bir mezhep de kurmuş, Hıristiyanlığa en ağır saldırıları yapmıştı. Sadece Helen kökenli olanlara değil, tüm felsefe ve güzel sanatlara, dolayısıyla Roma yapıtı güzel sanatlara da karşı çıkmış, Helen düşünürlerinin Hıristiyanlığa yakın sözler söylemesini bir rastlantı saymıştı. Roma halkının tiyatroya düşkünlüğünü diline dolamış, şöyle bir seslenişte bulunmuştu:

«Tiyatroları seviyorsunuz. Tüm temsillerin en büyüğünü, evrenin son kararı olan son hükmü bekleyin. Oh!... Bir sürü kendini beğenmiş kralın ve imgesel tanrıların uçurumun dibinde inim inim inlediklerini görerek kim bilir nasıl şaşıp kalacağım. Ne denli gülecek, sevinecek ve keyifleneceğim. Tanrı adına zulüm yapan nice yüksek dereceli görevlinin, bir zamanlar Hıristiyanları yaktıkları ateşin bin katı şiddetindeki cehennem fırınlarında erimiş ateş haline geleceğini, o akıllı filozofların kendilerine hayran çömezleriyle birlikte alevler arasında bangır bangır bağıracağını, bunca ünlü ozanın, Minos’un değil ama İsa’nın mahkemesi önünde nasıl tir tir titreyeceğini; birçok trajedi artistinin, kendi acılarını belirtmek üzere tüm güçleriyle seslerini yükselttiklerini, dansçıların cehennem alevleri önünde hünerlerini sergileyeceklerini göreceksiniz...»

Hıristiyanlık yandaşı kimi araştırmacılar, istedikleri kadar bu söylemlerde, “canına tak etmiş bir kimsenin gereğinden aşırı ölçüde bir ruhsal taşkınlık gösterisi” olduğunu söylesin... Aziz Tertullianus’u ne tolerans sahibi ne de aydın bir kişi olarak örnek göstermek olanaklı değildir.

Aziz Origenes, İsa’nın, insanlık uğruna kendisini feda etmesi, bağış, bedenleşme gibi dinsel dogmaların felsefesel bir temele oturtulması gerektiğini anlayan ilk Kilise babasıdır. Yeni Platoncu felsefenin temsilcilerinden biri olarak, zaman zaman Gnostisizme yaklaşmakta olduğu görülür. Bu nedenle de 30 yıl süreyle yöneticiliğini yaptığı İskenderiye’deki okulundan uzaklaştırılmış, aforoz edilmiş, Filistin’e kaçarak öğretisini orada sürdürmek zorunda kalmıştır.

Hıristiyanlığın “teslis” diye anılan üçlemesini biçimlendiren Origenes, Diocletianus zamanında gerçekleşen kıyım sırasında öldürülmüştür. Ardıllarınca sürdürülen Origenesçilik akımı, iki buçuk yüzyıl kadar sonra 553 yılında toplanan Bizans Konsili’nce sapkın ilan edilip, yasaklanmıştır.



Roma İmparatorluğu’ndan söz ederken coğrafi bakımdan genellikle doğuda gezinip duruyoruz. Biraz da Roma İmparatorluğu’nda Roma’ya yani Batı’ya bakalım...


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 25, 2009, 12:04:02 öö
Yanıtla #1
  • Ziyaretçi

Güzel.