Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yapıldı - 2  (Okunma sayısı 6863 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 25, 2010, 11:15:10 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



İnşaatçılık mesleğini öğrenebilmek için Diyonisos Zanaatçıları kurumunda yıllarca çıraklık ettim. Bana ne iş verildiyse yaptım. Hiç durmadan, aksatmadan, dalga geçmeden çalıştım, çalıştım.

Çırakları değişik işlerde çalıştırıyorlardı. Her birinden de ayrı bir kalfa sorumluydu. Onların da başında bir usta vardı. Böylece birer ustanın yönetiminde birkaç ayrı takım oluşturulmuştu. Kimisinin merkezi bizim orada yani Sidon’da, kimisinin öteki kentlerdeydi. Ben bunlardan sadece birinde çalışıyordum. Ancak ara sıra, eğitim amacıyla ötekilere de götürüldüğümüz de olurdu.

Bizim ustamızın adı Akizar’dı. Mesleki bilgi ve yeteneğini bir yanı bırakın, çok olgun, dürüst, sevecen, iyi bir insandı. Biz çırakları kalfalarının eline bırakmakla yetinmez, yeri ve zamanı geldiğinde her birimizle ayrı ayrı ilgilenirdi. Bizi iş dışında bir araya topladığı, söyleştiği, mesleki eğitimin dışında öğütler verip sosyal yaşamla bağlantılı önerilerde bulunduğu, yol gösterdiği de olurdu. Bu gibi söyleşilere çoğu kez kalfalarımız da katılırdı. Ustamızın kalfalarıyla yaptığı toplantılar da olurdu ama işte onlar biz çıraklara kapalıydı. Eh, o kadar da olsun!

İşin ilginç yanı şu ki, böyle söyleşilerde gündeme getirilen konular, edilen sözler zaman zaman yinelenirdi. İlk keresinde bunu çok yadırgamıştım; kafamdan “Bunları daha önce de anlatmamış mıydı? Acaba unuttu ta onun için mi yeni baştan söz ediyor?” diye düşünmüştüm. Sonradan ne kadar yanılmış olduğumu anladım. O sıralarda aramıza katılmış olan iki yeni çırak vardı. Onlar da bu bilgileri almalı, yararlanmalıydı. Nitekim benim gibi daha eski olanlar için de bu yinelemenin hiçbir sakıncası yoktu. Böylece pekişiyordu almakta olduğumuz öğretim. Zaten şantiyede de öyle yapmıyor muyduk? Aynı boyda, aynı biçimde çok sayıda taş kesip yontmuyor muyduk? Bu söyleşilerde de insan yontuluyordu işte, taş gibi…

Bize neler anlattığına, anımsayabildiğimce değinmek isterim.

Örneğin ele aldığı bir konuda, -bakın işte bunu çok iyi anımsıyorum- şöyle demişti: «Doğru bildiklerinizi ve düşüncelerinizi savunmaktan çekinmeyin. Fakat şunu da unutmayın: Sizin doğru dedikleriniz size göre doğrudur. Düşünceleriniz özneldir. Bir başkasının sizinkilerle çelişkili doğruları, sizinkilere aykırı düşünceleri olabilir. Siz öyle biliyor ve öyle düşünüyorsunuz diye, kesinlikle ve mutlaka haklı olduğunuzu sanmayın. İnatçılık etmeyin. Bağnaz olmayın. Belki de sizin doğru diye bildikleriniz yanlış, düşündükleriniz gerçekle uyumsuzdur. Belki boş inançlar ve ön yargılar edinmişsinizdir. Bunlardan sıyrılmaya bakın. Başkalarının da kendilerine göre haklılığı olabilir. Onlardan da yararlanarak daha fazla bilgi edinip düşüncelerinizi olgunlaştırmaya çalışın. Aklınızı kullanın ve bilimsellikten şaşmayın.»

Dedikleri doğruydu. Bunlardan ders alınmalıydı. Bir bilgiyi inatla savunmak ve başka türlüsüne kesinlikle karşı çıkmak, olsa olsa töresel duyguların bir yanıltısı olabilirdi. Tüm öğretiler, öznel düşünüler ve inançlar saygıyla karşılanmalıydı. Elbette bunlar toplumun genel ahlâk kurallarına da aykırı olmamalıydı; o ayrı. Bağnazlık, her ne bakımdan ve her nerede olursa olsun, insanlar arasında ayırımcılık, bozgunculuk ve önce birbirini çekememe sonra da giderek düşmanlık yaratıyordu. Nitekim kişiler, toplumlar hatta uluslar bu yüzden birbirlerine düşerek aralarında çatışma yaratmıyorlar mıydı?

Boş inançlar da doğrudan ve sadece bilgisizliğin, yetersizliğin bir ürünü değil miydi? İnsanın aklı vardı. yararlanabileceği bilimsel nitelikli veriler vardı. Bilimsel gelişimini öngören birey, öncelikle bunlara güvenmeli, sonra kendi özgür düşüncesini oluşturmalıydı.

Ustamız ile yaptığımız bu söyleşilere ve sonra da benim onun önerisiyle özgür düşüncem ile oluşturduğum yorumlara girecek olursam, korkarım asıl anlatmak istediklerime bir türlü giremem. O bakımdan iyisi mi, şimdilik ve daha sonra yine dönmek üzere bunları bir yana bırakıp, Bir Diyonisos Zanaatçısı olarak çıraklık döneminde yaptığımız işleri şöyle bir betimlemeye başlayayım.

İşe ocaktan ham taş çıkarmakla başlamıştık. Sonra da bunları işlenmek üzere hazırlıyorduk.

Ardından bu taşlar arasından seçilenleri yontmaya geliyordu sıra. Hepsi yontulmaya elvermediği için, bir yana bırakılanları da oluyordu.

Başlangıçta bir çırak eline taşçı çekici ile keskiyi alıp, bir taş üzerinde tek başına çalışabiliyordu. Fakat iş taşı boyutlandırmaya ve şekillendirmeye gelince, bir kalfa ona yol gösteriyor, yöntem öğretiyordu; Bu yolu ve yöntemi kavrayıp yine tek başına işini sürdürene dek.

Daha sonra taşın, kullanılacağı yere göre tam bir küp ya da düzgün bir prizma haline getirilmesi gerekiyordu. Yontmanın en zor aşamalarından biri de buydu.

Kalfa, elindeki iri cetvelden kocaman bir pergel ile ölçü alarak taşın her bir köşesini teker teker ölçüyordu. Önceleri, “Niçin doğrudan cetvel ile bakmıyor? Neden işin içine bir de pergeli karıştırıyor? Pergel aslında gerektiğinde bir daire çizmek için kullanılmaz mı?» diye düşünüyordum.

Birçok şeyde olduğu gibi sonradan bunda da yanılmış olduğumu anladım. Bir kere onun kullandığı o pergel, öyle çizim yapmak için kullanılan gibi değildi. Her iki ucu da sivriydi. Cetvel ile taşın üzerinde hassas ölçü almak zor hatta olanaksızdı. Pergeli cetvel üzerinde gereken boyda açtıktan sonra bununla ölçmek çok daha kolay ve sağlıklıydı. Üstelik dedim ya, yonttuğumuz bu taş, ya bir prizma ya da küp haline getirilecekti. Dolayısıyla kenar ölçülerinin birbirini tutması gerekirdi. Bu işi cetvel ile yaparsanız, hatalı olabilirdi.

O kadarla kalsa iyi… Bir diğer zorluk, küp olsun prizma olsun çok sayıda taşın tıpatıp aynı boyda yontulup kesilmesiydi. Dolayısıyla aynı ölçüyü birden çok taş üzerinde uygulamak da gerekebiliyordu.

Bitti mi? Hayır… Yontulan ve şekillendirilen taşların her birinin yüzeyleri birbiriyle tam bir dik açı oluşturmalıydı. Bunu sağlamak ve kontrol etmek için de gönye kullanılıyordu.

Tüm bu işleri yaparken çok dikkatli olunmalıydı. Ufak bir hata, taşı yontarken ölçüsünde açısında küçük bir kaydırma onun yitirilmesine, işe yaramaz hale gelmesine neden olabilirdi. Oysa taş değerliydi; ona çok emek veriliyordu. Asıl tehlike somut olarak taşın işe yaramaz hale getirilerek yitirilmesinde değil, üretilmiş emeğin boşa gitmesindeydi.

Kalfa, bu kendi kullandığı gereçleri yani cetvel, pergel ve gönyeyi ara sıra çırakların eline de veriyordu. Sadece yontmakla kalmayıp, kendi yonttukları taşın ölçülerini kontrol etmeyi kendileri de öğrensin diye… Yol ve yöntem göstermek, yanlışı ve uyumsuzluğu eleştirmek, eleştiren için değil eleştirilen için önemli ve yararlıydı; fakat kişi kendi kendisini de eleştirmeyi bilmeliydi. Nitekim her bir çırak, yeterince deneyim edindikten sonra artık taşını yontarken tüm bu işleri doğrudan kendisi yapmaya girişiyor, kalfasından önce kendi kendisini denetliyor, öz eleştiriden geçiriyor, en sonunda kalfanın onayına sunuyordu.

Bu arada bir şeye daha değinmeliyim: Yonttuğumuz taşlar ille de bir küp ya da prizma biçiminde olmazdı. Ara sıra yamuk taşlar da yontulurdu. Ancak bunlar özeldi; temel ya da duvarda değil kemerlerde kullanılırdı. Her birinin kendine özgü açılarla biçimlendirilmesi gerekirdi. Bunu da o işin kalfası denetler, öncekiler ile birlikte bir de “iletki” denilen aleti kullanırdı. Her çırak küp ya da prizma biçiminde bir taş yontabilirdi ama kemer taşını yapmak öyle herkesin harcı değildi; bu başlı başına bir uzmanlık alanıydı.

Biz standart, duvar taşlarımıza dönelim.

Taş, dış ölçüleri bakımından tam bir küp ya da prizma olarak biçimlendirildikten sonra işin ayrıntısı başlıyordu: O taşın yüzeylerinin düzeltilmesi; tümüyle pürüzsüz hale getirilmesi… Bu son aşamada artık keski kullanmak yetersiz kalırdı Taşçı kalemi denilen o çivi gibi sivri uçlu aletle pürüzler yavaş yavaş, teker teker, ağır ağır, özenle giderilirdi. Öyle ki; ne bir çıkıntı kalmalı ne de bir girinti oluşturulmalıydı. Çok ince bir işti bu çok…

Ancak hiçbir taş için gerek boyutları gerekse yüzeyleri bakımından kesinlikle tam ve yetkin diyemezdiniz. Öyle görünürdü belki; kabul edilebilir, kullanılabilirdi. Fakat her bakımdan tam ve yetkin bir taş yoktu, olamazdı, oluşturulamazdı. Bunu çıraklara önceden söylemezdik. Bana da söylememişlerdi. Ne zaman o tam ve yetkin taşı oluşturmak için tüm gücümle, aklımla, edinmiş olduğum beceriyle uğraşıp didinip ama bir türlü yapamayıp, bu nedenle umutsuzluğa kapılarak artık kendi kendimi bir moral çöküntüsüne uğratacağım zaman anlatmışlardı bana yeterince olduğunu ve bundan sonrasını da toleransla karşılamak gerektiğini.

Nitekim taşlar bir duvarda kullanılırken aralarına ince bir harç serilir, böylece hem ufak tefek pürüzler kalmışsa giderilmiş olur, hem de taşların birbirine çok daha iyi yapışması sağlanırdı. Ancak bu konu sonra… Ona duvar örme aşamasına geldiğimde değineceğim.

Bütün bunları niçin anlattım? Yaşam öykümde bunların yeri ne?

Açık söylemek gerekirse bu mesleğe girerken taş yontmanın bu denli zor olacağını hiç düşünmemiştim. Çıraklığa başlamadan önce geçirmiş olduğum o sınavlar, o ağır ve yer yer tehlikeli de sayılabilecek işler, bunun yanında her güçlü ve dirençli, biraz da aklını kullanabilen kişinin yapabileceği, aşabileceği şeylerdi. Taş yontmak, biçimlendirmek, pürüzleri gidermek dışarıdan bakıldığında kolay bir iş gibi görünüyordu. Gerektiğince yontulup yapının uygun bir yerine yerleştirilmek üzere hazırlanmış bir taş, ona verilmiş olan emeği her göze yansıtmayabilirdi. Bunu en çok ve en iyi onun üzerinde çalışmış olan bilirdi. O tek başına bir yapıttı; çok değerli bir yapıt.

Bazı taşlar vardı ki, biçimleri ve boyutları her ne olursa olsun bunlar konulacakları yer bakımından özel olarak yapılırdı. Bazı yüzeyleri işlemeli olurdu; oya gibi. Bakarsınız, bunlar yan yana getirildiğinde ortaya çok ilginç bir motif hatta bir resim, bir anlatım çıkardı. İşin bu yönü ise başlı başına bir sanattı. Onu daha sonra öğrenecektik. İsteyen çıraklar ileride öncelikle bu alanda çalışmak üzere de uzmanlaşabiliyordu.

Bunları taş üzerinde çalıştıkça öğrendim. Öğrendikçe daha çok çalıştım.



« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 03:09:00 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 26, 2010, 11:32:38 öö
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın ADAM'ın aktardığı bu öykü dizisini,kuş dilini öğrenmeye istekli olanların dikkatli okumasını öneriyorum.

Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 26, 2010, 03:31:39 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Sayın ADAM,

Öyküye  ne oldu?Bitti mi?Devamı nerede?

Meraklıları,merakla bekliyorlar.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 27, 2010, 07:54:13 öö
Yanıtla #3
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu öykü öyle yazılmış ve bitmiş olan, hazır bir şey deği, yeni yazılıyor. Yazdıkça, "Tamam burada bir bölümü bitirelim" deyip foruma aktarıyorum.  Bu da elbette zaman alıyor çünkü kafamda tamamının tasarımı var ama baştan başlayıp yazmakta olduğum için sonrasını da düşünmem gerekiyor.  Gerçi bütünlendoiğinde belki önceki bölümlerde birtakım onarımlar yapılabilir ama şimdilik yapılmayacakmış gibi düşünüyorum.

Bu nedenle, bu öyküyü diğer aktarmalarımda olduğu gibi öyle her gün bir bölüm biçiminde veremeyebilirim. Hoşgörüle...

Bugün, ileri saatlerde bir bölümü daha bitirmiş olacağım.

İlginize teşekkür ve sevgilerle.

 
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 27, 2010, 08:35:28 öö
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Demek ki,ilk okuyanlar bizler olacağız.

Doğuma tanıklık ediyoruz,ne güzel...

Elinize,aklınıza,yüreğinize sağlık.


Saygılar
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 09, 2013, 04:43:59 ös
Yanıtla #5
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 599
  • Cinsiyet: Bay

Ben okuyorum ama 'anlıyorum'.. Her okuduğunuz anladığınız değildir kavramı ne kadar da uygun bu  '2' için..

3.
Ölü Gibi Sessiz...Mezar Gibi Ketum...



חמישים אחוזים חמישים אחוזים בולגרי של יהודים....!!! O:


Ocak 09, 2013, 06:24:19 ös
Yanıtla #6
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 286
  • Cinsiyet: Bay

Elinize sağlık Sayın ADAM
Çok güzel ve etkileyici bir yazı dizisi.
Saygılar , Sevgiler.


Ocak 09, 2013, 08:12:38 ös
Yanıtla #7
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3234
  • Cinsiyet: Bay

Yavaş ,yavaş Masonluğun nasıl bir şey olduğunu öğreniyorum.
Saygılar , Sayın ADAM
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
5901 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 22, 2017, 11:53:28 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak
6 Yanıt
4712 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 08, 2016, 11:05:16 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
3205 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 29, 2010, 06:24:51 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
5114 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2013, 11:18:59 ös
Gönderen: Etimolog
0 Yanıt
2962 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 07, 2010, 02:11:05 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2551 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2010, 03:40:47 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
4246 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2016, 02:54:24 öö
Gönderen: resurrected
0 Yanıt
2684 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 23, 2010, 11:14:59 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2350 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 25, 2010, 04:19:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2587 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 27, 2010, 10:54:02 öö
Gönderen: ADAM