Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yapıldı - 6  (Okunma sayısı 2974 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 07, 2010, 02:11:05 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Fenike, Doğu ile Batı arasındaki ulaşım kanallarından birinin üzerindedir.

Sonrasının nasıl olduğunu elbette bilemem ama benim yaşam dönemimde her biri ayrı bir kralın yönetimi altında birkaç liman kenti vardı; Sur, Sidon, Biblos, Tripoli gibi… Hepsi de çok hareketli, fıkır fıkırdı. Değişik ülkelerden, dolayısıyla farklı kültürlerden gelip başka başka bilgi, inanç ve töreleri olan insanlar, buralarda birbirleriyle buluşur, kaynaşırdı. Onları birbirlerine yakınlaştıran en önemli etken elbette ticaretti ama kültür alış verişi de eksik değildi. Bu nedenle o tarihlerde Fenikelilerin başka ülkelerin insanlarına oranla daha kültürlü olduğunu söyleyebilirim. Oralı olduğum için demiyorum bunu; başka yerlere de gidip gördüm; çok uzaklara olmasa bile, mesleğim ve aldığım eğitimin gereği yakındaki birçok ülkeye gönderildim. Oralarda aylarca kaldım; bir yandan mesleki çalışmalarda bulunurken, diğer yandan birçok yerel halkın özelliklerini, nasıl yaşadıklarını, inançlarını, nasıl düşündüklerini, nasıl düşünmediklerini neler bildiklerini, neleri bilmediklerini izleme fırsatını da elde ettim.

Azıcık böbürlendim gibi sanki… Aslında alçak gönüllüyümdür. Ancak şunu da bilirim: Alçak gönüllülük, insanın kendini olduğundan daha aşağı görmesi ya da göstermesi değildir. İnsan ne olduğunu da ne olmadığını da bilmeli; ona göre davranmalı. Kendini olmayacak düzeyde üstün tutmamalı; kibirden ve gururdan kaçınmalı ama ezdirmemeli de. Onurunu korumalı.

Bunları derken kendimi papağan gibi duyumsuyorum. Bana söylenmiş, öğretilmiş olanları satıyorum.

Peki, yeter; keselim. Bu gibi zihin jimnastiklerini daha sonra çok yapacağız. Şimdi benim yaşantıma yön vermiş olan olaylar dizgesinin başlangıcına gelelim.

Zaten gelmemiş miydik?

Hayır, şimdiye dek anlattıklarım âdeta bir önsöz niteliğindeydi. Asıl serüvenim bundan sonra.

Bir gün, Akizar Usta’nın altında aynı grupta birlikte ama farklı branşlarda çalıştığımız, benden daha kıdemli bir kalfa kardeşim olan Selek bana şöyle bir haber verdi: Kudüs’te Kral Davut’un ölümünden sonra onun yerine geçmiş olan oğlu Süleyman, -İbraniler ona “Şelomo” derdi- Kudüs’te büyük bir tapınak yaptırmaya girişmiş. Bu tapınak çok geniş bir alan üzerine yerleşecekmiş ve birçok binadan oluşacakmış. Üstelik inşaatı öteden beri bildiğimizden farklı, hayli ilginç bir yöntemle yürütülecekmiş. Bizim gibi genç ve becerikli kalfalara gereksinme varmış. İyi de ücret verilecekmiş.

Ben de duymuştum bu dediklerini; hatta bundan daha fazlasını… Şöyle ki;

Önceki yıllarda İsrailoğullarının Kralı Davut Kudüs’te büyük bir tapınak yaptırmayı düşünmüş; bizim halkın inanmadığı, kendi tanrılarının adına… Bizim komşu Sur Kralı Hiram da ona malzeme göndermiş.

Gelgelelim o iş olmamış; yürümemiş. Çünkü Kral Davut oralarda tutunabilmek için Filistinliler ile boğuşup duruyormuş. Bu nedenle o kendilerinin “vaat edilmiş topraklar” olarak andığı bölge, -özellikle de güneyi- hep bir kaynaşma içindeymiş. Dolayısıyla Kudüs’teki tapınağın yapımına hazırlanılmış ama başlanmasına bir türlü sıra gelememiş. Davut savaştan galip olarak çıkıp, ardından ortalık durulup barış sağlandığında ise artık çok geç kalmış çünkü ömrü yetmemiş. Bu iş oğluna kalmış.

Kral Süleyman bu konuyu babasından biraz farklı ele almış. İsrailoğulları Mısır’dan göçüp geldiğinden beri Musa’nın getirmiş olduğu o yeni din çerçevesinde tam olarak birleşememiş, uyuşamamışlar. Aralarındaki uyuşmazlık ikide birde gündeme geliyor, birtakım sorunların doğmasına yol açıyormuş. Kral Süleyman tüm bunlara artık bir son vermek amacıyla o yaptıracağı tapınağın her din ve her inanç için geçerli olup, herkes tarafından ortaklaşa kullanılacağını söylüyormuş.

Buna pek aklım yatmamıştı ama neyse; öyle diyormuş işte… İnşaata başlamak üzere o da Sur kralından yardım istemiş. İkisi bir araya gelmiş, bu konuda anlaşmaya varmışlar.

Bunun üzerine Sur Kralı Hiram, önemli miktarda sedir ağacı kerestesi hazırlatıp Kudüs’e göndermiş. Çünkü bizim ülkenin iç yöreleri ormanlık, oralarda ise tek tük akasya ağacını bile zar zor görürsünüz.

Niçin ve nasıl böyle bir anlaşmaya varmışlar, doğrusu bilemem. Dendiği uyarınca o tapınak her dine ve her inanca açık olacağına göre, bu kural Baal inancı için de geçerli olacakmış; Sur Kralı Hiram da oldukça koyu bir Baal inançlısı olduğu için razı gelmiş.

Bana sorarsanız, bu işin aslı mutlaka başka türlüydü; perde arkasında birtakım hesaplar olması gerekirdi. Fesatlık etmek istemem, o bana yakışmaz ama düşündüğümü hele doğru bildiğimi söylemeden de edemem. O yüzden, beni ilgilendirmese bile bu bağlamda farklı bir yorumum var; az sonra belirteceğim.

İsrailoğullarının bu kendi içlerindeki sorun neydi; ona biraz daha yakından bakalım.

Ta “peygamber” dedikleri Musa’nın zamanında, o “vaat edilmiş topraklar” kabileler arasında paylaştırılmış. Sınırları da belirlenmiş. Kudüs ile çevresi Benjamin kabilesinin malı olarak saptanmış. Ancak onlarda bizdeki gibi kent kralları yok; zaten yerleşik düzene geçmeden önce halk göçebe; hepsinin birden tek bir kralı var. Krallık babadan oğla geçiyor. Kral ailesi olan Yahuda kabilesinin arazisi ise Kudüs’e göre daha güneyde. Ancak Davut kral olunca, bu paylaşıma pek kulak asmayarak ya da öylesini daha uygun gördüğü için, Kudüs’ü kendisine başkent etmiş. Üstelik oraya bir de iç kale yaptırıp kurulmuş.

Benjaminler buna pek bozulmuş, bundan ötürü Yahudalar ile aralarında bir çekişme bile baş göstermiş ama aşağıdan almış, pek ses çıkarmamışlar. Kim bilir, belki de Kral Davut onlara birtakım ödünler vermişti.

Bir başka ağızdan duymuş olduğuma bakarsınız, bu iş öyle ikili bir sürtüşme de değil. Benjaminler ile diğer on bir kabile arasında zaten öteden beri anlaşmazlık varmış. Gerekçesi de gene din sorunuymuş.

Bunu bana anlatan, «Sanma ki tüm İsrailoğulları Musa’nın onlara getirmiş olduğu tek tanrıcı yeni dini benimsemiş, o dinin tanrısına inanmıştı. Yok öyle şey.» demişti. «Birçoğu daha başından Musa’ya karşı çıkmıştı. Bundan ötürü hayli patırtı kopmuştu. Sonra diğer on kabile dize geldi ya da ikna edildiler. Belki de sindiler. Bir tek Benjaminler açıkça Baal inancına tutunmakta diretti.»

Böyle anlatılınca Sur kralının daha önce Kral Davut’a niçin yardım ettiği anlamsız kalıyordu; çünkü konu genelde Baal inancı değil, özelde Benjaminlerin inancı oluyordu. Ancak biz, hem sadece biz değil, Sur’daki Diyonisos Zanaatçıları da bu işin içinde değildi elbette. O tarihlerde inşaat için onları çağıran olmamıştı anlaşılan. Kim bilir, belki de sırası gelmediğinden.

Olaya bakın: Kral Davut Kudüs’te büyük bir tapınak inşa ettirmeye girişiyor… Tapınak bu, öyle kaleye, kent surlarına falan benzemez. Kim yapacak bunu? Kendileri mi? Olanaksız. Onlar inşaat işini bilmezdi ki. Belki daha Mısır’dan çıkmadan önce biliyorlardı çünkü az buz değildi Mısır’daki inşaat tekniği. O tarihlerde henüz gitmemiştim; bilgilerim kulaktan dolmaydı; gidip görmüş olanlar anlata anlata bitiremiyordu. Çok yıllar sonra, ileride sözünü edeceğim gibi ben de Mısır’a giderek kendi gözlerimle gördüm. Dudaklarım uçukladı. Bana sorarsanız, Mısırlı inşaatçılar bir zamanlar biz Diyonisos Zanaatçılarından kat kat ileriymiş. Ancak, tekniğin üstünlüğünü teslim edelim, çoğu kaba sabaydı yapmış oldukları. Duvarlardaki freskler ve rengarenk resimler, dikilitaşlar, sütun başları gibi birçok yapısal öğe şahaneydi ama kim ne derse desin, bizim taş oymalarımız, madeni döküm ve dövmelerimiz, ahşap işçiliğimiz daha güzeldi.

Lâf lâfı açtı… Nerede kalmıştık?

Evet, Kral Davut tasarımladığı tapınağı yaptıramamıştı. Bu iş oğlu Süleyman’a kalmıştı. Hep o tapınak bittikten sonra Süleyman’a mal edilmiştir ya! Bana sorarsanız bu işi asıl tasarlayan babasıydı.

Fakat Süleyman tapınaktan önce saltanatını düşünmüştü. Tapınağın yapımına girişmeden önce bir diğer Diyonisos Zanaatçısı grubuna kendi kullanımı için koskocaman bir saray yaptırmıştı. Sur Kralı Hiram ile yaptığı anlaşmanın kapsamında bu da var mıydı, orasını bilemem.

Şimdi Selek’in bana yaptığı öneriye gelelim…

Şöyle bir duraksadım. Tamam, anlattıkları iyi, güzeldi de, böyle durup dururken birdenbire de gidilmezdi ki. Fenike’nin suyu mu çıkmıştı? Burada yapılacak iş mi kalmamıştı?

Onu kardeşliğe yakışır tarzda nazikçe atlatmayı denedim. «Olmaz. Biliyorsun ki bunun için her şeyden önce ustamızın onayını almalıyız. İzin vermezse gidemeyiz. Korkarım o da izin vermez.» dedim.

Mesleğimizin kurallarından biri de böyleydi. Ustanın izni olmazsa, şuradan öteye adımını atamazdın. Bu size özgürlüğün kısıtlanışı gibi gelebilirse de, öyle değildi. Bir örgütsel düzen ve disiplin kuralıydı sadece. Elbette böyle bir kuraldan rahatsız olmamak, bunu hiç de özgürlüğe aykırı saymamak için bu kurumu benimsemiş, sahiplenmiş, düzen içinde ahenkle çalışmayı içine sindirebilmiş olmak, bireysel tasalardan önce ortak yararı düşünmek gerekirdi. Nitekim biz de o tarzda eğitim görerek yetiştirilmiştik.

Fakat Selek benim itirazım üzerine öyle bir şey söyledi ki, ister istemez «Yok yahu!» deyiverdim.

Meğerse ustamız Akizar da tası tarağı toplayıp gitmeyi düşünüyormuş. Üstelik başta Sur kenti olmak üzere Fenike’den Kudüs’e gidecek daha birçok inşaat ustası, marangoz, dövmeci, işlemeci kalfa ve çırak varmış. «Ancak bu zorunlu değil; gelmek istemeyenler kalabilir.» demiş.

Hayret bir şey!... Benim niçin haberim yoktu tüm bunlardan?

Elbette olmazdı. Kendimi işime, görevlerime kaptırmıştım. Başka bir şey düşünemez olmuştum. Oysa insan biraz çevresiyle de, toplumsal olaylarla da, olup bitenlerle de ilgilenir, öyle değil mi?

Ben kendimi böyle yüksek sesle söylenerek azarlarken, Selek yüreğime su serpti: «Yok, durum öyle dediğin gibi değil. Kendine haksızlık etme.» dedi, «Sen geçtiğimiz aylarda eğitim için Edessa’ya gönderilmiştin ya. Bu gelişme o sıralarda oldu. Bu haber herhalde oralara ulaşamamış bu arada.»

Haklı. Unutmuştum. Daha yeni dönmüş sayılırdım. Döner dönmez de buradaki işlere sarılmıştım.

Selek’in anlattığına göre; Kudüs’e gidecek olanları Sur’da çalışan Diyonisos Zanaatçılarının ileri gelen ustalarından Mimar Hiram topluyormuş. Onu da Süleyman’a Sur kralı gönderiyormuş zaten, bizim ülkenin en bilgili, en yetenekli ustasıdır diye. İkisinin adaş oluşu sadece bir rastlantı.

Bu kadarla kalsa iyi… Su kralı, Kudüs’teki tapınağın yapımı için sadece kereste göndermekle kalmayacak, Mimar Hiram Usta’yı göndermenin yanı sıra elinden gelen her türlü yardımı esirgemeyecekmiş.

Vay!... Yaptığı işe bakın. Neden acaba? Kral Davut’un ona vermiş olduğu sözü oğlu Süleyman’ın da tutmayı garantilediği için mi? Bir diğer deyişle bu yapılacak tapınağın her dine ve inanca açık olacağı için mi?

Hep öyle diyorlardı ama siz onları benim külâhıma anlatın. Konu sadece din ve inanç olsa, orada söz konusu edilen ancak on bir kabilenin isteyerek ya da boyun eğerek benimsediği o tek tanrılı Musevî inancı ile Benjaminlerin onlara kafa tutarak karşı çıktığı çok tanrılı Baal inancıydı. Dolayısıyla amaç öyle evrensel, tüm dinleri ve inançları kapsar boyutta falan değildi. Bir bakıma sadece Yahuda ile Benjamin kabileleri arasındaki bitmez tükenmez çekişmeyi gidermek, tüm Kudüs halkının barış içinde yaşamasını sağlamaktı, o kadar. Kudüs’ün aslında kimin malı olduğu ayrı konuydu. Zaten kısaca Kudüs dediğimiz o kentin asıl adı “Yeruşalim” de İbranî dilinde o anlama gelmiyor muydu? Barış kenti.

Fakat dedim ya siz onu benim külâhıma anlatın diye… Bana sorarsanız, Sur kralının daha başlangıçtan yani Kral Davut zamanında bu işin içine girmesinin başka bir gerekçesi vardı. Her ne kadar Fenike’de öteki krallarla iyi geçinse de, aslında bencilin, kendini beğenmişin, çıkarcının, içten pazarlıklının tekiydi.

Sakın bundan ötürü komşu kentin kralını ön yargıyla kötülemekte olduğumu sanmayın. Sadece o mu? Kralların çoğu böyle. Aralarından tek tük çıkar kendinden önce halkını düşünen. Sur Kralı Hiram’a gelince, sonraki olaylarda bunun böyle olduğu açıkça ortaya çıktı. Sırası geldiğinde anlatacağım; göreceksiniz. Sanırım siz de bana hak vereceksiniz.

Peki, o halde neydi Sur kralının derdi?

Çok basit… Kral Davut’a bir dünya malzeme göndermişti. Sanmayın ki bunları bağış olarak vermişti. Hiç kimse bana o dinsel inanç konusunu asıl gerekçe olarak yutturamaz. Bir ticari anlaşmaydı bu. Karşılığında bir şey alacaktı kuşkusuz; artık Kudüs’te Fenike’den çok daha bol bulunan mısır mı olur, çok daha fazla üretilen zeytinyağı mı, yoksa başka bir şey mi, orasını bilemem. Ancak ikisi arasında mutlaka bir alış veriş anlaşması vardı. Sur kralı malı vermiş, karşılığında alacağını alamamıştı. Gönderdiği malzeme de savaş döneminde heba olup gitmişti. Eski hesapların peşinde koşması zordu. Şimdi Süleyman’a da yardım edip destek sağlayacaktı ki, malını karşılıksız vermiş, zarara uğramış olmasın. Ticarette zararı göze almak vardır ama bunu bir krala anlatamazsınız. Hem adım gibi biliyorum ki Kral Hiram o kadarla bile kalmayacak, dahasını da isteyecekti. Ancak bir verip beş almaya niyetli olduğunu da sanmam. Öyle bir şey yapmazdı, yapamazdı; dürüst alış veriş belki ama sonunda mutlaka kazanç kaygısı vardı. Hem önceki zararını kapatacak hem daha çok kâr edecekti.

Bu krallardan kimisi varlığa doymak, yetinmek bilmezdi. Sur Kralı Hiram da onlardan biriydi işte.

Biz inşaatçılar ticaretten pek anlamayız. Bizim için amaç, ortaya somut bir yapıt koymak, onunla gurur duymaktır. Ancak öyle kuru kuruya da olmaz bu iş. Kullanışlılık önemli; bunu bilim sağlar. Rahat da olmalı; şu halde aklı kullanmak gerek. Sağlamlık da kaçınılmaz; güç değerlendirilecek. Ancak aşırıya da kaçmamalı ve yeterli olanla yetinmeli; demek ki bilgece bir tutum takınılacak gerek mimaride gerek yapımda. Bu arada binanın güzelliği yani estetik de göz ardı edilemez; dolayısıyla bir de sanat girecek işin içine.

Lâfı yine dağıttım galiba… Hoş görün, mesleğimizin temel ilkeleri söz konusu olunca kendimi alamıyor, kaptırıp gidiyorum.

Şimdi size biraz da Mimar Hiram Usta’yı anlatayım… Kimdi, neyin nesiydi, nasıl bir adamdı. Ondan söz etmeden geçersem, benim yaşam öykümün bazı ayrıntıları pek bir anlam taşımayabilir. Gerçi bu bağlamda diyeceklerimi o tarihte henüz bilmiyordum, sonradan öğrendim; hele bir de onu yakından tanıyınca ama anlatılması gereken yer bence şimdi.


« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 02:43:23 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
5967 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 22, 2017, 11:53:28 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak
7 Yanıt
6924 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2013, 08:12:38 ös
Gönderen: NOSAM33
6 Yanıt
4739 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 08, 2016, 11:05:16 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
3215 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 29, 2010, 06:24:51 ös
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
5145 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2013, 11:18:59 ös
Gönderen: Etimolog
1 Yanıt
5009 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 09, 2016, 11:25:50 öö
Gönderen: kurt
0 Yanıt
2563 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2010, 03:40:47 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2697 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 23, 2010, 11:14:59 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2359 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 25, 2010, 04:19:21 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2601 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 27, 2010, 10:54:02 öö
Gönderen: ADAM