Giriş
Ben şu “vicdan özgürlüğü” terimine takılıyorum ama bunun karşılığı olan “bulunç özgürlüğü” de bundan dahi iyi sayılmaz. Bunların yerine “inanç özgürlüğü” desek o da olmaz.
İyisi mi bu terimi anlatılması istenen kavramı yansıtan bir kalıp olarak benimseyelim ve sonrasına bakalım.
Eğer vicdan özgürlüğü “insanın istediği dini seçmekteki serbestliği” olarak tanımlanırsa, bu oldukça dar bir görüş açısından yapılmış bir değerlendirme olur. Bu terimin böylesine kolay ve alışılagelmiş olanından çok daha geniş kapsamlı bir tanımı ise şöyle veriliyor:
“İnsanın, inançlarında koşul ve sınırlandırmalardan bağımsız, kendi vicdanından başka hiçbir güce hesap vermek zorunda olmayışı ve kendini böyle bir zorunluluk altında tutmayışı.”
İşte o “vicdan özgürlüğü” terimi de zaten buradan ileri geliyor sanırım. Kişinin bu özgürlüğünü kullanırken sadece kendi vicdanına karşı sorumlu oluşundan.
Bu özgürlük, her tür yasa, gelenek ve gücün hem dışında hem üstündedir. Bireyi, başkalarının inançlarını benimsemek zorunda kalmaktan korumakla kalmaz; inandıklarını başkalarına zorla kabul ettirme girişiminden sakınmaya da yöneltir. Böylece bireyi, başka insanların inançlarını hor görmekten ve o inançlarda olanlara karşı herhangi bir şekilde saldırıda bulunma eğiliminden de uzak tutar. Çünkü öyle olmazsa, birey kendisinin de saldırıya uğrayabileceğini bilir.
İnançlarını –her ne ise- düşünerek, akıl süzgecinden geçirerek, anlayarak, bilerek oluşturan insan, vardığı kanı ya da sonuç her ne ve her nasıl olursa olsun vicdan özgürlüğüne sahip kişidir. Başkalarınca benimsenen hatta toplumunda geniş kabul görmüş ve yer etmiş olan değer yargılarına da körü körüne bağlı kalmaz; kendi vicdanının özgür yargılarıyla davranır.
Kimileri, aslında içtenlikle, kendi vicdanlarına başvurarak inanmadıklarına, başkalarının zorlama ya da etkisiyle inanmış gibi görünür hatta bunları savunur. Üstelik bunu salt maddi ya da toplum içindeki sosyal konumları nedeniyle çıkarları için yapan, başkalarının inançlarına âdeta kiralanmış gibi hizmet edenler de vardır. Bunlardan kimisi de gelecekte –belki öldükten sonra- kazanacağını sandığı, buna inandırıldığı birtakım ödüller uğruna kendisine benimsettirmiş inançlara kapılır.
Bir de sırf güvenerek uydusu olduğu başka kimselerce beğenilmeyen inançlara karşı çıkanlar vardır. Bunlar çoğu kez hiç de uygarca yapılmaz; beğenilmeyen inançları olan kimselere karşı yıpratıcı hatta cana kıyıcı boyuta varan saldırılara bile dönüşür. Bu gibi kişiler, ya bilgisizliklerinden yararlanılarak aldatılmış ya bağnaza gömülmüş ya da tıpkı Goethe’nin “Faust” adlı ünlü yapıtında olduğu gibi vicdanlarını satarak kazandıklarıyla sahte bir mutluluğa ulaşmaya çalışan tutsaklardır.
Şunu iyi bilelim: Vicdan özgürlüğü dinsizlik ya da dine karşıtlık değildir. Bu özgürlüğe sahip bir kişi, belirli bir dinin inançlısı olabilir. Ancak o dinin inançlılarının çoğundan farklıdır: Bunlara boyun eğmek gerektiği için, başkaları öyle istediği için ya da inançlı (iman sahibi) gibi görünmüş olmak amacıyla değil, akıl ve vicdanı öylesini doğru ve uygun bulduğu için inanır. Öteki türlüsü onursuzluktur, iki yüzlülüktür, yalancılıktır, dalkavukluktur, art niyetliliktir.
Bu anlatım, Masonluk ile doğrudan bağlantılı gibi görünmeyen, konuya âdeta bir genel giriş oldu. Bunu da Masonluktaki anlayışa bağlamak gerek. Ancak onun için önce “bağnazlık” (taassup) kavramını kısaca da olsa gözden geçirmekte yarar var.