Bu başlık altındaki paylaşımların sona ermediği kuşkusuz... Daha söylenecek, tartışılıp değerlendirilecek çok şey olacak.
Şu aşamada burada iki sorun var.
Bunlardan birincisi bu iki özgürlük konusunun aynı başlık altında irdelenmesi…
Eğer “özgürlük” genel olarak alınsaydı durum farklı olurdu; aynı başlık altında sınıflandırma yapardık. Zaten öyle bir başlık Forumda açılmış ve uzun boylu tartışılmıştı. Oysa iki özgürlük türü seçilip alınınca, bu kez birbirlerinden ayrı olarak incelenmeleri gerekiyor. Gerçi ortak noktaları yok değil ama farklılıklarının da her keresinde belirtilmesi gerekebilir.
İkinci sorun başlıktaki "Fikir Hürriyeti"…
Ben Türkçede hürriyet yerine "özgür" sözcüğünü yeğlerim o ayrı. Fakat Fikir Hürriyeti nedir, onun tanımı gerekir.
Sayın mbulut, "ifade hürriyeti" gibi bir terim kullanıp işi karıştırmış oluyor. Çünkü o dediği, Fikir Hürriyeti'nin bir parçasıdır. Sayın mbulut sanırım Fikir Hürriyeti terimini Düşünme Özgürlüğü ile eş anlamlı alıyor.
Yanlış.
Düşünme Özgürlüğü ile eş anlamlı olanına Tefekkür Hürriyeti denir. Bu, düşünebilme ve özgür düşünce oluşturma özgürlüğüdür.
Fikir Hürriyeti ise kavramsal olarak Düşünce Özgürlüğü anlamındadır yani düşünme özgürlüğü ile oluşturulan özgür düşüncenin herhangi bir yöntemle (söz, yazı, çizim vb) aktarılmasıdır.
Düşünme Özgürlüğü (Tefekkür Hürriyeti) bireyseldir. Bunun sınırını birey kendisi belirler, Aynı durum vicdan (bulunç) özgürlüğü için söz konusudur.
Ancak işte Sayın İNSAN bu noktada yanılıyor.
Kişinin bu özgürlüğü oluşturma yeteneği vardır ama doğuşundan başlayarak çevre onu bu özgürlüğünden yoksun eder. Kişi düşünemez; düşündürülür; nasıl düşüneceği, neyi ve ne kadar düşüneceği çevresi tarafından belirlenip, beynine sokulur.
Sonraki bir aşamada kişinin bundan sıyrılabilmesi, düşünme özgürlüğünü yeniden elde edebilmesi için fırsat vardır. Nasıl düşünme özgürlüğü elinden alındıysa, bunu yeniden elde etmesi, yeni baştan özgür düşüncelerini oluşturmaya girişmesi olanağı vardır.
İşte bu noktada öğretmen devreye girmelidir. Öğretmen, bunu okulda genç beyinlere kazandırabilecek olan bir güç odağıdır. Tek odak değildir. Fakat çok etkili bir odaktır çünkü önceki
aile ve yakın çevre (akrabalar, komşular vb) odaklarının dışında bir odaktır ve o beyin ile birlikte geçireceği süre diğerlerinin her birinden çok daha fazladır.
Üstelik orada bir de aynı işlemden geçecek olan başka beyinler de vardır. Bu çokluk, her biri için bir güç edinme olanağıdır.
Sanmayın ki çok taze fakat yanlış yana yönlendirilmiş beyin bir arada olduğunda öğretmenin işi zorlaşır! Aksine. O çokluk öğretmenin lehinedir. Öğretmen onların bir arada oluşunu etkin ve yararlı bir şekilde değerlendirebilir.
İsterse!
İstemelidir. Bu öğretmenin sorumluluğudur. Bu, sadece öğretmenin sorumluluğu değildir. Öğretmenden önce ailenin sorumluluğudur. Fakat öğretmen, ailenin yerine getirmediği bu sorumluluğu yerine getirmekle yükümlüdür. Bu, onun vicdani yükümlülüğüdür.
Vicdani yükümlülükten söz edince, bu kez vicdan özgürlüğüne gelmiş oluyoruz.
Vicdan özürlüğü sadece bir “dinsel nitelikli inanç özgürlüğü” müdür? Öyle olsaydı, buna inanç özgürlüğü derdik; bu, düşünme özgürlüğünün bir benzeri olurdu. Düşünce Özgürlüğünün bir benzerine de “din özgürlüğü” denilebilirdi.
İşin içinde yükümlülük olunca, özgürlüğe üst sınır gibi bir de alt sınır konmuş olur.
Görüyor musunuz, kavramları nasıl ve niçin birbirinden ayırmak gerekiyor!
Sayın İNSAN bir deyişinde haklı: Derine inelim.
Ancak derine nekren de katmanların neler olduğuna dikkat edelim. İnsanın herhangi bir cisim gibi tek ve bağımsız olduğunu sanmayalım. İnsanın çevresiyle birlikte bir toplumsal varlık olduğunu, her şeyini kendi başına çözümleyip sonuçlandıramayacağını bilelim.
Kaldı ki doğadaki cansız cisimler bile birbirini etkiler ve birbirinden etkilenir. Canlı cisimlere geçildiğinde bu etkileşim artar; bitkilerden plazmalara, oradan böcekler gibi sinirsiz canlılara, sonra sinirli basit ve giderek daha karışık hayvanlara kadar…
Hiç evsiz kedilerin yaşamını gözlediniz mi? Bir deneyin. Her birinin her istediğini her istediği gibi yapamadığını, o vahşi ortamda bile belirli kuralların bulunduğunu, her birine içgüdülerin dışında neyin nasıl yapılacağının gösterildiğini, buna uymayanın canının acıdığını görürsünüz. Aynı şey diğer hayvanların, hele sürü halinde yaşayanların hepsi için geçerli. Bir sürüdeki koyunlar istedikleri zaman istedikleri otu yiyebilir, istedikleri yöne gidebilir mi?
İnsanın düşünme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, vicdan özgürlüğü ve diğer gerek bedensel gerek nesnel özgürlükleri, belirli doğa yasalarına göre yürür. İsterseniz bunlara diyalektik yasalar da diyebilirsiniz. Dolayısıyla bunların incelenip değerlendirilmesi de bilimsel yöntemle yapılır. O bilimsel yöntemin bu alandaki uygulama çerçevesinde özellikle psikoloji ve sosyoloji ağırlık taşır. Bu konu üzerinde tartışma yapılıp bilgiler paylaşılır ve bunların üzerine görüş üretilirken, bunun gelişigüzel yapılmaması, biraz bilimsel yaklaşıma özen gösterilmesi gerekir.
Bu alandaki tek rahatlık, yeterli güvenilirlik düzeyinin fiziksel yasalardaki gibi %90-95 değil %70-75 dolayında oluşudur. (En azından şimdilik.) Bu da görüş üretme olanağını biraz artırır.
İşte bunlardan sonra belki sıra Sayın mbulut’un ilk yazısının ortalarındaki «Tam anlamıyla fikri hür, vicdanı hür bir neslin oluşması nasıl sağlanabilir?» sorusuna yanıt aramaya gelecek.