Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: HRİSTİYANLIĞIN BAŞLANGIÇLARINDA BALIK SEMBOLÜ  (Okunma sayısı 2254 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 04, 2017, 02:29:30 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 117
  • Cinsiyet: Bay


Milattan sonra birinci yüzyılda o zamanki dünyanın merkezinde bulunan putperest Roma İmparatorluğu  yöneticileri, kendi inanışlarına ters düşen ve oldukça garip saydıkları bazı yeni dinlerin yayılması sorunu ile karşı karşıya kalmışlardı.
Doğu lejyonları İran’dan yayılan Mithra dininin etkisi altında idi. Bazı tanınmış dinler tarihçileri, eğer Sen Pol (Aziz Paulus) büyük bir gayretle Hristiyanlığı yaymasaydı Mithra’nın daha büyük ölçüde taraftar bulacağı fikrindedirler.
İmparatorlar olsun, Roma Senatosu ve askerî ve mülkî liderler olsun başvermeye başlayan Hıristiyanlığı ezmek için ellerinden gelen her türlü gayreti ve hattâ zulmü esirgemiyorlardı. Bu zulüm sadece aşağı tabaka sayılan esirlere ve alelâde halka değil, sonradan aziz ve azîze mertebesine yükseltilmiş dinî liderlere de uygulanıyordu. Kılıçla veya boğularak bir anda yaşamı sona erdirilenler talihli sayılabilirdi. Çünkü çarmıha gerilmek gibi bir işkenceye mahkûm olanlar öyle birdenbire ölmüyorlardı. Tabii binlerce kişinin zevk alarak seyrettiği,arenalarda toplu halde vahşî hayvanların önlerine atılmak da günlük hayatın vazgeçilmez gösterilerindendi.
Çarmıha gerilmenin rekoru ise M.Ö. 71 yılında yaklaşık 6000 kişiyi Via Appia Antica boyunca idam eden praetor Marcus Licinius Crassus’ a aittir. Bu mahkûmlar Trakyalı Gladyatör Spartacus’un bağlıları olup, çevre çürüyen et kokusundan dayanılmaz bir havaya bürünmüştü. Değerli dostum Roberto Kolenc ile birlikte adı geçen eski cadde üzerinde ve kenarlarındaki eski katakomplarda (ilk Hristiyanların toplanarak gizli-gizli âyin yaptıkları dehlizli mezarlarda) incelemeler yaparken, aklımıza Polonyalı ünlü yazar Henryk Sienkiewicz’in 1899’da İngilizce’ye çevrilen (Londra, Dr.S.A.Binion ve S. Malevsky tarafından )  “ Quo  Vadis “ başlıklı eseri geldi. Orada anlatılan bir eski öyküye göre, Aziz Sen Piyer (St. Petrus) Porta Capena civârında Roma’dan kaçarken Hz. İsa’nın hayaleti karşısına çıkmış. Ve ona (Nereye gidiyorsunuz Efendimiz ? – Quo Vadis Domine ?) diye sormuş. Hz. İsa cevâben ( Ben Roma’ya tekrar çarmıha gerilmeye gidiyorum – çünkü sen benim cemaatimi terk ettin !) demiş. Bunun üzerine atının başını Roma’ya çeviren Baş Havâri ‘ye, Hz. İsa’nın hayaletini ve sözlerini  ne görüp ve ne de işitemiyen küçük bir çocuk (adı Nazarius) aynı soruyu sormuş. St. Petrus kararlı bir biçimde ( Ad Roma ! – Roma’ya ! ) demiş. Dönmüş ve yakalanarak çarmıha gerilmiş.
Aynı eserde, eski Porta  Capena yakınındaki  küçük bir şapelin üzerinde, son derecede aşınmış olarak aynı cümlenin (Quo Vadis Domine ? ) kazınmış olduğunun söylenmesine karşın,  olayın üzerinden geçen uzun yüzyılların ve doğanın etkisiyle  çok karışmış bulunan çevrede maalesef fazla bir şeyler bulamadık.
Zâten yukarıda adı geçen kapı (Capena), sonradan kent genişletilirken yeniden yapılan başka bir kapı (Porta Appia veya St. Sebastian) tarafından yenilenmiş bulunuyordu. Bu yeni kapı adını eski Via Appia Antica ‘ dan alıyordu. Öbür adı olan St.Sebastian ise iki mil ötedeki St. Sebastian Bazilikası’ndan dolayı verilmişti. Appia adı  bu büyük caddeyi gayet iri taş blokları ile kaplatan “ Censor “ Appius Claudius’ a bağlanır. Censorluk, antik Roma’da vatandaşların nüfus kayıtları ile mülklerinin hesabını tutan yüksek bir görevdir.

Burası ilk İmparator Augustus tarafından Pontine bataklıkları kurutulurken onarılmış, daha sonra imparatorlar Vespasianus, Domitianus, Nerva ve Traianus tarafından da onarımına devam edilmiştir.
Vahşî ve iri köpeklerle arslanlar tarafından parçalanırken canhıraş feryatlarla “Christus Regnat ! “ diye bağıran ilk dönem hristiyanlarının bu çığlıklarını imparator Nero’ nun aklı almıyor ve hattâ çok sinirleniyordu. Yanında ayakta duran muhafız alaylarının komutanı Tigellinus ‘a “bunlara önce işkence edelim ki böyle bağıramasınlar ! “diyebilecek kadar çılgınlaşmıştı.
“Christus Regnat = İsa hükmedendir “ demektir. Bu ifâdenin ekleri de vardır : “Christus Vincit” ve “Christus Imperat” . Yâni, İsa muzafferdir ve İsa  emredendir.
Bu kadar korkunç cezaların yağdığı bir ortamda ilk Hristiyanlar birbirleriyle nasıl anlaşıyor ve temasa geçiyorlardı ?
 Gizlice toplandıkları yerlerin dehlizli eski mezar kovukları olduğunu biliyoruz. Anlaşma tarzlarına gelince, oldukça ilginç bir yöntem bulmuşlardı : Balık.
Hristiyan olduğunu  hissettikleri  bir kişiyle karşılaşınca, yerdeki kum veya toprağın üzerine bir sopa veya kamışla bir bâdemin tek oval çizgisini çiziyor, öbürü de bâdemi tamamlıyarak basit bir balık resmi  elde ediyordu. Sağ uç taraftaki oval çizgilerin kesişmesi basit bir balık kuyruğu teşkil ederdi.Hemen arkasından bu resim derhal siliniyordu.
Olay kısaca şu idi: Balık kelimesinin Yunanca’daki karşılığı “ICHTHYS”  ‘dir. Buradan bir açılıma gidersek şu sonucu elde ederiz:
“ Iesous Christos Theos Uios Soter” . Yâni, “İsa Mesih, Tanrı’nın Oğlu, Kurtarıcı” . İngilizcesi şöyledir:
“ Jesus Christ, Son of God, Saviour “ .
Quo Vadis adlı büyük eserin bir bölümünde de, Roma’da rehine olarak bulunan Lycia ülkesinin prensesi Lygia , imparator Nero tarafından saraya getirildiğinde, sarayın kadınlar bölümünün kalfası olan gizli  Hristiyan Acte isimli kadın , kızın dinini tahmin ettiğinden  pudra üzerine bir balık resmi çizerek onun güvenini kazanmıştı.
Balık ilk çağlarda Hristiyanlığın sembollerinden biri olmuş , ardından da derin hayatın, başka bir deyişle görünenin ardındaki görünmeyenin, ruhsal dünyanın sembolü konumuna erişmiştir.
Kuzey Afrika kilisesinin önde gelenlerinden Tertullian (yaklaşık olarak MS 160 Kartaca- 220)  şöyle derdi:
“Biz küçük balıklar, İsa Mesih ‘in imgesi yolu ile su içinde doğmuşuzdur .” Bu deyim ilk kiliselerdeki vaftizin kişiyi bütünü ile suya daldırarak sağlandığına işaret etmektedir. Böylece putperestlikten dönenlerle balıklar arasında bir benzerlik sağlanıyordu.
İncillere göre Hz. İsa 5000 kişiyi iki balık ve beş somunla beslemiş ve peşini bırakmayan 12 havârisine “Sizleri insanları yakalıyan balıkçılar yapacağım !” demiştir. Zâten Hz. İsa ve havârilerinin Taberiye Gölü ile ve balıklarla ilgili birçok öyküleri anlatılagelir. İsa’nın anılan göl üzerindeki yürümesi Matta

İncilinde nakledilmiştir (Matta, 14/25). Onun baş havârisi olan Simun Petrus ve kardeşi Andreas , gölün kuzey ucundaki Beytsayda’da balıkçı Jonas’ın oğulları olup sonradan biraz batıda ve yakındaki Kefernahum’a gelmişlerdi. İsa Taberiye (Celîle) Gölü’nün kıyısında gezerken bu iki kardeşi göle ağ atarken görür ve onlara “ Ardımdan gelin, sizleri insan tutan balıkçılar yapacağım “ der. (Matta,4/18-19 ) .

A. B. T.

Eylül 2016

Alıntıdır.
Nil Nisi Clavis Dest ( Aranan Yalnızca Anahtardır )

Entia non sunt multiplicanda praeter necessitatem