“Bayram değil seyran değil, eniştem beni niçin öptü?” gibisinden, «Ağustos sıcağında bu konu da nereden çıktı?» diye sorabilirsiniz.
“Piyangodan” diyeceğim ama değil… “Ağustos sıcağı başıma vurdu” desem o da değil. “Araya giren bir garip konu” desem belki en doğrusu.
Bu konu beni öteden beri ilgilendirir. Sanırım Masonları da ilgilendirir. Foruma böyle bir derleme yazmaya girişmemin nedeni de zaten o: Ya Masonlar ilgilenecek ya da Masonluk ile ilgilenenler…
Yok, hayır!... Benim konumun Masonluk ile doğrudan bir bağlantısı yok. Tarihin bir dönemi dediğim de daha çok Orta Çağ…
Şöyle gireyim söze…
Tarih boyunca insan, hep bir tanrıya inanma, bağlanma gereğini duymuştur; o tanrı ister monoteist dinlerdeki gibi Tek Tanrı olsun, ister politeist dinlerdeki gibi birçok tanrı bulunsun…
Şimdi belki biri çıkar ve o politeist hatta totemist dinlerdeki çok tanrının aslında Tek Tanrı’nın niteliklerinden başka bir şey olmadığını, inancın dönüp dolaşıp Tek Tanrıcılığa vardığını söyleyebilir. Peki! Öylesine inanana bir itirazım yok.
Burada bir inanma ve bağlanma gereğini duymaktan söz ettim ya… Benim gibi özür düşünceyi savunanlar sakın bunun karşısına dikilmesin boşuna… Çünkü bu inanma ve bağlanma gereği ya da gereksinmesi, hiç de yanlış ya da yanılgılı bir tutum olmayabilir. Konuya bilimsel açıdan bakalım: Dinler tarihini inceleyen birçok bilimsel nitelikli kitapta bunun insanın doğasından ileri geldiği belirtiliyor.
İnsan doğayı değiştirmekte yer yer sınırlı bir düzeyde olsa bile başarılı… Fakat kendi doğasını değiştirmeyi henüz başaramadı. Gerçi okült alanında bunun karşıtı ileri sürüşler de yok değil ama o işler hâlâ emekleme çağında…
Günümüzdeki Tek Tanrıcılar her ne derse desin, tarihte insanların çoğu, tek bir tanrıyla yetinememiş. Nedeni açıklanabilir. Bilgi yetersizliğinden belki… Öyle ya, İslâm’da Kuranıkerim öncesine “Cahiliyye dönemi” denmez mi?... Ancak şurası da bir gerçek ki Tek Tanrı inancı üzerine kurulu dinler, insanlık tarihinin bütününe oranla pek yeni sayılır.
Bir de Tanrı ya da tanrıların varlığına inanmayan kişiler var. Onlar, tarihin her döneminde azınlıkta kalmıştır.
Üstelik bu bağlamda sadece akıl yoluyla düşünen, bir sonuca varamayan kararsız kalanlar bile hoşnutlukta karşılanmamış, kendilerine tolerans gösterilmemiştir.
Tarihte bunun acıklı ama en yerli yerine oturan örneklerinden birini, M.Ö. 5. yüzyıl sonlarına doğru Antik Yunan Uygarlığı’nın ünlü düşünürlerinden Abderalı Protagoras’ın vermiş olduğu söylenebilir. Bunun öyküsü özetle şöyle:
Protagoras, düşüncelerini daha açıklıkla anlatabilmek için tanrılara ilişkin bir yapıt kaleme alır. Zamanın yerel geleneği uyarınca, çalışmasını dostu ünlü tragedya yazarı Euripides'in evinde düzenlenen bir toplantıda okur.
Ertesi gün, bu toplantıya katılmış bir politikacı, Protagoras’a karşı dinsizlik davası açar.
Sokrates o sıralarda çocuk yaşındadır. Bu olayın benzeri onun da başına gelecektir.
Davanın amacı, toplum düzenini bozmaya kalkışan bu yapıtın ve yazarının suçlu bulunmasıdır. Nitekim beklenen sonuç alınır; Protagoras suçlu bulunur ve kitabın yakılmasına karar verilir. (Protagoras ölüm cezasından kurtulmak için Anadolu’ya kaçar. Çünkü Anadolu Atina’dan çok daha toleranslıdır. Ancak yolda geçirdiği bir kazada yaşamını yitirir.)
Kitap yakılmıştır ama önsözünün yarısını içeren bir sayfa kalmıştır. Günümüze kadar da gelir. İşte orada Protagoras’ın bu kitaptaki ana fikrini görebiliyoruz:
“Tanrılar hakkında onların ne var olduklarını, ne var olmadıklarını ne de şekillerini bilmeye gücüm yeter. Çünkü bunu bilmeye birçok şey engel oluyor; özellikle karşımızdaki bu sorunun karanlığı ve insan ömrünün kısalığı.”
Protagoras'ın öyküsü tarihte bu ve benzeri olayların ne ilkidir ne de sonuncusu. Antik Yunan Uygarlığı gibi dinsel bakımdan henüz kurumlaşmanın olmadığı, din adamları sınıfının bulunmadığı bir ülkede bile din ve onunla el ele vermiş politika, oluşturduğu ve benimsediği dogmalara akıl yoluyla karşı çıkan ve sorgulamaya kalkışan bir evrimsel düşünceye karşı kesinlikle acımasız davranmış, onu yaşatmamıştır.
Bu yazı burada bitmedi elbette. Henüz Hıristiyanlığa gelemedik bile. Fakat ben bir ara vermek istedim, belki katkıda bulunmak isteyen çıkar diye…