Mısır İnisiyasyonu-1 İlk Adım
Mısır, kadim çağlarda "Kutsal Bilim"in en önemli merkezlerinden biri ve insanlığı aydmlatan büyük inisiyeleri yetiştiren bir okuldu... Bu merkezde yetişenler arasında bazı filozoflar da bulunmaktadır Ancak şurası bir gerçek ki, bu merkezlerde yetişenlerin sadece çok küçük bir kısmı hakkında bir bilgiye sahip bulunmaktayız.
Bir zamanlar Mısır'da yaşananlar dünya tarihinin en gizli kalmış konularından biridir Ve bir zamanlar burada yaşananların büyük bir bölümü günümüzde hâlâ gizliliğini korumaya devam etmektedir O dönemlerde mabetlerden dışarıya sızdırılmamaya özen gösterilen sırlar o denli iyi muhafaza edilmiştir ki, bazı filozof ve peygamberlerin bu merkezlerde yetiştirildikleri bile açıkça insanlık tarihinde yer bulamamıştır.
înisiyeler için bir zamanlar yeryüzünü aydınlatmış olan "Osirisin Işığı" bugün terkedilmiş mabetlerde artık sönmüş durumdadır Thot'un binlerce yıl öncesinden söylemiş olduğu kehanet niteliğindeki şu sözleri, bugün tam anlamıyla gerçek
leşmiş bulunmaktadır:
EY MISIR?GELECEK KUŞAKLARA SENDEN HATIRA OLARAK SADECE İNANILMAZ MASALLAR KALACAKTIR VE SENİNLE İLGİLİ OLARAK GERİYE, TAŞLARA OYULMUŞ KELİMELERDEN BASKA BİR SEY KALMAYACAKTIR.
Evet... Taşlara oyulmuş bir tarih... Bu taş sayfaların üzerine işlenmiş hiyeroglifler arkeologlar ve tarihçilerce bugün çözümlenebilmiştir. Ama bütün bunlara rağmen ortada yine de önemli bir sorun kalmıştır:
Bu gizemli tarihin ve kültürün sırlarına nüfuz etmek...
Bu sır, rahiplerin ezoterik öğretilerine ilişkin bir sırdır ve bu sırları gün ışığına çıkartabilmek için Mısır İnisiyasyonu'nun gizli yolunu aydınlığa çıkartmak gerekir.
İşte bunu yapabilmek için şimdi tarihin geçmiş dönemlerine geri dönüyor ve bir zamanlar Mısır'daki mabetlerin içinde yaşananları gözümüzün önünde canlandırmaya başlıyoruz:
SIRLAR ÖĞRETİSİ'NE GİRİŞ
Tarih: M.Ö. 1300'ler... Ramses dönemi... Musa Peygamber'in de Mısır'da yaşadığı dönem, işte bu dönemdi...
Yunan kentlerinden, Trakya'dan, Anadolu'dan ve Mezopotamya'dan kopup gelen çok sayıda insan, mabetlerinin ününü duyduğu Mısır'a gelmekten kendilerini alamıyordu...
Menfis'e vardıklarında gördükleri karşısında büyülü bir dünyanın içinde kendilerini buluyorlardı. O kendine has kıyafetli insanlar, haşmetli yapılar ve halk şenlikleri onlara Mısır'ın zenginliğini ve bolluğunu göstermeye yetiyordu.
Mabedin en iç bölümünde büyük bir gizlilik içinde yapılan kutsama ayininden çıkıp, on iki Mısırlı'nın taşıdığı tahtırevanına binen Firavun'u ilgiyle seyrediyorlardı... Tahtın önünde yüıüyen bir grup rahip, altın nakışlı bir yastığın üzerine konmuş kraliyet nişanı "Koç Başlı Asa "yi taşıyorlardı. Tahtın arkasında ise, genç rahip adayları geliyordu... Önde giden rahiplerin başlarındaki beyaz taç ve göğüslerinden sarkan mükemmel bir işçilik ürünü olan koç ve aslan nişanları, onları seyredenleri adeta büyülüyordu.
Gece olunca bayraklarla donanmış sandallarda Nil'in kıyılarında yanan meşalelerin altında konser veren çalgıcı grupların eşliğinde dansözler raks etmekteydiler. Olup bitenleri hayranlıkla izleyenler bu dansın ve müziğin gizemli dünyasında farklı bir şeyler olduğunu hemen sezinliyorlardı. Dansta kesinlikle cinsellik teması değil, insanın ruhuna hitabeden öğeler olduğu derhal farkediliyordu. Mabede girmeye hak kazananlar müziğin ve dansın nasıl insanın arınmasında bir yöntem olarak kullanıldığını daha sonra anlayacaklardı. Şu anda sadece bu gizemli müziği ve gizemli dansı uzaktan seyretmekle yetinen adaylar, serin çöl akşamının sihirli dünyasına kendilerini bırakıyorlardı.
Görünüm ve atmosfer muhteşemdi... Gelenler sihirli ve büyülü bir dünyanın kendilerini içinde buluveriyorlardı. Burası gerçekten de masallar dünyasındaki büyülü bir yaşamın hüküm sürdüğü bir ülke izlenimi uyandırıyordu. Ama bütün bunlar, Mısır'ı görmeye gelmiş olan kişinin aradığı şeyler değildi... Onlar görünen büyülü atmosferin değil, mabetlerin derinliklerinde yaşanan görünmeyen büyülü dünyanın peşindeydiler.
Onca yolu aşıp buralara gelmelerinin asıl nedeni, mabetlerin derinliklerinde saklanan sırlara sahip olmaktı. Bunun hiç de kolay bir iş olmadığını ve belki de bu sırlara hiçbir zaman dokunamadan buradan gitmek zorunda kalacaklarını da biliyorlardı. Çünkü bu sırlara sahip olabilmek için çok çetin sınavlardan geçirilecekleri, kendilerine önceden söylenmişti. Niceleri gelmiş ve elleri boş dönmüştü... Mabedin kapısmdan bile içeri girememişlerdi...
- "Acaba ben mabedin kapısından içeri girebilecek miyim.'
'Peki ya mabede girdikten sonra nelerle karşı laşacağım.'
- "Ya vaz geçer de çıkmak istersem?"
İşte Nil kıyısında meşalelerin altında, müziğin eşliğinde dans edenleri seyrederken tüm bu sorular, buraya ilk kez gelenlerin zihninden garip bir kuşkuyla peş peşe akıp gidiyordu!...
Nice aday "Yoksa buraya hiç gelmemeli miydim?" diye kendi kendisine sormaktan kendisini alamıyordu... Yoksa vakit henüz erkenken buralardan çekip gitmeli miydi? Bu kadar endişeye ve kendilerini bekleyen bilinmezliğin stresine katlanmaya değer miydi? Yıllarını acaba ne uğruna harcayacaktı?...
Yıllarca kalacakları ve asla bu süre içinde mabetten dışarı çıkamayacakları, bilinmeyen bir serüvene doğru yaklaştıklarını artık daha kuvvetli hissetmeye başlamışlardı. Artık Mısır'daydılar ve sabah olunca bu yolda ilk adımı atacaklardı!...
Yaşamlarının büyük bir dönüm noktasıydı bu. Ve birçokları için artık geri dönüş yoktu...
Son Akşâm
İnisiyasyona kabul her yılın belirli dönemlerinde toplu olarak törenler eşliğinde yapıldığından, gelen adaylar önce belli bir yerde misafir ediliyor ve burada bekletiliyordu. Bu süre içinde kenti dolaşabiliyorlar ve akşam olunca da misafir edildikleri yere geri dönüyorlardı. Böylelikle Mısır'ın atmosferine yavaş yavaş ısınmaya başlıyorlardı.
İşte yine o günlerden birinin akşamıydı...
Yarın sabah inisiyasyona kabul işlemleri başlayacaktı. Bu düşünceler içinde yattıklarında "Sırlar Dünyası"na atacakları ilk adımın heyecanı herkesi kaplamıştı... Biraz da korkmadıklarını söylemek mümkün değildi... Çünkü buraya gelmeden önce sırlarla karşılaşmaya hazır olmayanların mabetlerin derinliklerinde akıllarını yitirdikleri, delirdikleri ile ilgili o kadar çok şey anlatılmıştı ki!...
Peki ya kendisi sırlarla karşılaşmaya hazır mıydı?...
Umut, merak, endişe ve korku ile karışık duygular içinde yataklarına yattılar. Gözlerini kapattıklarında Mısır'ın o sihirli dünyası belirdi... Değişik kıyafetli insanları ve hiçbir yerde görmedikleri yapılarıyla; çok farklı bir yerde olduklarını artık gayet iyi biliyorlardı... İşte bu düşüncelerle herkes o geceyi yarı uyuyarak, yarı uyanık geçirmişti...
Mabede İlk Adım
"Sırlar Öğretisi"ne inisiye olmak için gelen adaylar mabedin kapısını çaldığında, her biri ayrı ayrı mülakata alınmak için, hizmetkârların eşliğinde iç avlunun dev sütunlu giriş bölümüne götürülmekteydi.
Burada gelenleri karşılayan mabedin rahipleri adayları teker teker alarak Başrahibin yanına götürmekteydiler. Her gelen adayla Başrahip bizzat ilgilenmekteydi. Adaylar teker teker ön görüşmeye alındığında, Başrahip tarafındart kendisine görünüşte sıradan sayılabilecek bir takım sorular yöneltilmekteydi. Osiris rahibi ona doğum yeri, ailesi ve daha önce eğitim gördüğü mabetlerle ilgili çeşitli sorular yöneltmekteydi...
Evet... Görünüşte son derece sıradan gelebilecek bu ön mülakat, aslında adayın geçtiği ilk sınavdı... Çünkü Başrahip bu görüşme sırasında adayın astral yapısına varıncaya kadar onu kısa ancak net bir psişik sentezden geçirmekteydi.
Bu kısa sınav sonucunda baş rahip mabedin kapısını çalmış olan adayın "Sırlar Öğretisi"ne katılmasına uygun olmadığı sonucuna vardıysa, sessiz fakat kararlı bir hareketle adaya hiçbir şey söylemeden, kibarca kapıyı işaret etmekteydi. Bu aday için her şeyin sonu demekti. Derhal diğer rahipler tarafından mabetten dışarı çıkartılır ve ''Sırlar Öğretisi"nt inisiye olma şansı ebediyen sona ererdi.
Adaylarda aranan niteliklerin en Önemlisi, sırlarla karşılaşabilecek kapasiteye sahip olup olmadıklarıydı. Adayın iyi niyetli ve "Sırlar Öğretisi" ile karşılaşmaya çok hevesli olması yeterli değildi. Aranan en {nıenıli özellik, astral yapısının bu çalışmaya uygun olup olmamasıydı.
Kötü niyetli ya da elde edeceği sırları negatif alanlarda kullanabilecek eğilimdeki adayların ise zaten hiç bir şansları yoktu. Bu durumları Başrahip tarafından anında algılandığı için, bu tür kişiler de mabetten derhal uzaklaştınhrdı. Bu ön elemeden geçebilenler, kısa bir aranın ardından rahipler tarafından yine teker teker çağrılmakta ve adaydan Başrahibi izlemesi istenmekteydi. Her ikisi birlikte ilerleyerek, sütunlu giriş bölümlerinden ve iç avlulardan geçip, her iki yanı dikili taşlar ve sfenkslerle donatılmış bulunan üstü açık bir yolu izleyerek küçük başka bir mabede varmaktaydılar. Bu, yeraltı dehlizlerine giriş kapısı olma özelliğine sahip bir mabetti.
Mabedin kapısının hemen yanında normal bir insan boyutunda olan bir Isis heykeli gelenleri karşılıyordu. Kucağında kapalı bir kitap tutan İsis heykeli yere oturmuş meditasyonyapar durumdaydı. Yüzünü ise bir peçe örtüyordu. Heykelin alt bölümünde ise şu satırlar yazılıydı:
"Benim peçemi hiçbir ölümlü kaldıramamıştır."
Adayla birlikte kapının önüne kadar gelen Başrahip, adaya dönerek onun korkusuzluğunu ve kararlılığını sınamak için insanın tüylerini ürperten bir konuşma yapardı:
GİZLİ MABEDİN KAPISI İŞTE BURASIDIR...ŞU IKI SUTUNA İYİ BAK.KIRMIZI OLAN OSİRİS'İN IŞIGINA DOGRU TIRMANIŞI,SİYAHI İSE MADDENİN İÇİNE HAPSOLUŞU İFADE EDER.BU DÜŞÜŞ MAHVOLUŞA KADAR VARABİLİR.BİZİM SIRLARIMIZA ULAŞMAYI BAŞARMIŞ KİŞİ YAŞAMINI ORTAYA KOYMUŞ OLUR.ZAAF SAHİBİNİN VEYA ARTNİYETLE SIRLARIMIZA ULAŞMAYA ÇALISANLARIN ELDE EDECEGÜ TEK BİR SEY VARDIR:
ÇILDIRMAK VEYA ÖLÜM !...
GÜÇLÜLERİ VEYE İYİ NİYETLİLERİ BEKLEYEN NİMET İSE ÖLÜMSÜZÜKTÜR.BU KAPIDAN NİCE İHTİYATSIZ KİŞİ İÇERİYE GİRMİŞTİR AMA DIŞARIYA HÜÇ BİR CANLI ÇIKAMAMIŞTIR.
BU KAPI BİR EŞİKTİR.GİZLİ YERALTI TÜNELLERİNE VE "SIRLAR ÖĞRETİMİZ" İN GİZLİ MABETLERİNE AÇILIR.ORASI GÖZÜPEKLERİ ORTAYA CIKARIR.BU YOL SABIR VE CESARET GEREKTİRİR.
ŞİMDİ SENİ CİDDİ BİR SEKILDE UYARIYORUM:
-İYİCE DÜSÜN TASIN VE KARSILASACAGIN TEHLIKELERI GÖZÜNÜN ÖNÜNE GETİR.CESARET EDEMIYORSAN DENEMEKTEN VAZGEÇ.ÇÜNKÜ BU KAPI ÜZERİNE BİR KEZ KAPANDIMI, BIR DAHA AÇILMAZ.GERİ DÖNÜŞÜ YOKTUR.İSTERSEN ŞİMDİ BURAYI TERKEDEBİLİR VE ESKİ YAŞAMINA DÖNEBİLİRSİN .İYİ DÜŞÜN VE KARARINI VER.
Bir haftalık bekleme süresi
Bu sözleri heyecanla dinleyen aday, gerçekten de ciddi bir durumla karşı karşıya bulunduğunu artık çok daha derinden hissetmeye başlardı. Aday tüm bu uyarılara rağmen kararlılığını sürdürür ve mabede girmek istediğini söylerse, Başrahip bir hafta sonra yeniden bu kapının önüne getirileceğini ve ancak o zaman bu kapıdan içeri girmesine izin verileceğini söyleyerek, onu dış avluya geri götürüp, oradaki hizmetkârlara teslim ederdi. Bu noktada vaz geçenler ise, hiçbir zorlukla karşılaşmadan derhal mabedin dışına çıkartılırdı.
Bu noktada mabetten çıkmaya karar verenlerin sayısı bir hayli fazla olmuştur. Mabette kalmaya karar verenler bir hafta boyunca hemen hemen hiçbir şey yapmadan, sadece mümkün olduğunca zihnini temizlemeye ve negatif duygu ve düşüncelere kesinlikle zihninde yer vermemeye özen göstererek hizmetkârların gözetiminde bulunurlardı. Bu süre içinde adaylar belirli zamanlarda bir araya getirilirlerdi. Ancak onlardan istenen tek şey, kesinlikle hiç konuşmamak ve mutlak bir sessizlik içinde bulunmaktı.
Her bir adayın kendisine ait bir odası bulunur ve zamanlarının çoğunu ya bu odada, ya da mabedin avlusunda diğer adaylarla birlikte geçirirlerdi.
Bir haftalık bekleme süresi ilk başta hiç bir şey yapılmadan geçen bir süre gibi görünse de bu süre içinde hiç konuşmadan sadece kendi iç dünyasıyla adayın baş başa kalması sağlanmış olunuyordu. Böylelikle bu süre içinde aday kendi içindeki her türlü endişeyi yeterince tahlil etme imkânına ulaşabiliyordu. Aceleye getirilmiş ve bir anlık kararla adayın mabede girmesinin önü alınmaya çalışılıyordu.
Bu bir haftalık bekleme süresinin bir başka yararı daha vardı. Bu süre içinde aday, mabedin sahip olduğu enerji alanının içinde yaşama imkanına ulaşabiliyordu. Böylelikle mabedin aurasıyla ilk teması gerçekleştirilmiş olmaktaydı. Bu, aday için mabedin enerjileri altında yıkanma anlamına geliyordu.
Hiç konuşmadan geçen bir haftanın sonunda, asıl sınava tutulacakları gün gelip çatmaktaydı. Sınav akşamı adaylar her zaman olduğu gibi yine teker teker ahnarak gizli mabedin kapısının önüne getirilirlerdi. Ancak bu kez Başrahip değil, henüz eğitimleri devam eden "Neokor" ismi verilen genç rahip adayları kendilerine eşlik ederdi.
Kendisine eşlik eden iki rahiple birlikte daha önce Baş-rahiple kapısında konuştuğu küçük mabede geldiklerinde, mabedin kapısını diğer rahipler açarak, adayı içeriye alırlardı. Mabedin kapısı çok karanlık bir hole açılmaktaydı... Duvarlarda aralıklı olarak yanmakta olan meşalelerin zayıf ışığı, holün her iki yanındaki heykelleri zar zor görülebilecek kadar aydınlatabiliyordu... Son derece kasvetli ve iç karartıcı bu holün duvarlarının dibine sıralanmış insan vücutlu aslan, boğa, kartal, yılan başlı heykeller ortamı daha da esrarengiz bir hâle sokuyordu.
Aday çevresini saran bu büyülü atmosfer karşısında içinin ürpermesine engel olmakta zorluk çekse de, çok özel bir yerde olduğunu artık tüm benliğinin derinliklerinde hissetmeye başhyordu.
Hiçbir şey konuşmadan yürümeye başladıklarında sanki holün sonu hiç gelmeyecekmiş gibi görünüyordu... Uzun bir yürüyüşün sonunda; yüzleri birbirine dönük ayakta duran bir mumyayla, bir iskeletin bulunduğu bir alan yer almaktaydı. Burası holün sonuydu... Ancak ilk bakışta her tarafı duvarlarla kapalı çıkmaz bir sokağa gelindiği düşünülebilirdi. Tam bu sırada o ana kadar hiç konuşmayan rahipler yine hiç konuşmadan sadece elleriyle; karşıdaki duvarda dikkatlice bakılırsa meşalelerin ışığında zar zor görülebilen bir deliği işaret etmekteydiler. Duvardaki bu delik ancak sürünülerek derlenebilecek kadar alçak ve küçüktü. Adaya buradan içeri girmesi işaret edilmekteydi. Bu sırada rahiplerden birinin sesi duyulmaktaydı:
Hala daha geri dönebilirsin... Mabedin kapısı henüz kapanmış değil. Ama sen hala devam etmekte kararlıysan, bu delikten geçip geri dönmemecesine yola devam etmek zorundasın...
Seni daha öncede uyarmıştık. Bu son uyarımız. Şu anda geri dönmek istersen seni geri götürebiliriz...
Kapı kapanıyor...
Aday tüm cesaretini toplayıp: "Devam ediyorum" derse, bunun üzerine rahipler ona yanmakta olan bir kandil verip geldikleri holden geri dönerek, mabedin kapısın büyük bir gürültüyle kapatarak, adayı orada yalnız başına bnakıyorlardı. O kasvetli holün sonundaki duvarın dibindeki nereye açıldığı belli olmayan deliğin önünde aday bir anda tek başına kahveriyordu... Yapabileceği tek bir şey vardı. Elindeki kandilin yağı bitmeden bir an önce o delikten içeri girip yeraltındaki delhizlerde ilerlemek... Artık tereddüte yer yoktu. Elindeki kandille birlikte zorlukla sürünerek dehlizde ilerlemeye başlıyordu. Zorlukla ilerlemeye çalışırken dehlizin derinliklerinden gelen bir sesle bir an duraksıyordu.
"Sırlar Bilimine ve kudrete göz diken akılsızlar burada telef olup giderler"
Gerçekten de moral bozucu ve tedirgin edici bir sözdü bu... Üstelik belirli aralıklarla tam yedi kez mükemmel bir akustik etki ile tekrarlanmaktaydı.
Ancak yapılabilecek bir şey yoktu. Mabedin kapısı bir kez kapanmıştı artık. İlerlemekten başka çaresinin olmadığı ortadaydı. Bu tehdide rağmen ilerlemek gerekiyordu. Sürünerek ilerlediği dehliz gittikçe genişlemekte ve daha kolay ilerlemesine olanak sağlıyordu. Ama bu sefer de gittikçe aşağıya doğru dikleşerek inen bir eğim hâlini almaktaydı. Gözüpek yolcu sonunda kendisini dibinde kuyu olan bir çukurun içinde buluyordu.
Çukurun içindeki bu kuyudan aşağıya doğru demir bir merdiven sarkıtılmıştı. Merdivenin sonu da, kuyunun dibi de görünmüyordu!... Elindeki ışık ancak birkaç basamak aşağısını aydınlatabiliyordu. Dikkatle merdivenden aşağıya doğru inen aday, bir süre sonra basamakların bittiğini ancak kuyunun derinliklere doğru devam ettiğini görmekteydi. Titreyen eliyle sımsıkı tutmaya çalıştığı ikandilinin ölgün ışığı sonsuz karanlığın içinde aciz kalmaktaydı!...
Merdivenin basamakları bitmiş ancak kuyunun sonuna varamamıştı. Yukarıya tırmanıp geldiği yerden geri dönebilirdi. Ama kendisine kapının bir daha asla açılmayacağı söylenmişti!... Daha fazla da aşağıya inemiyordu. Öylece orada onu altında bekleyen korkunç karanlıkla baş başa kalıvermişti...
Böyle bir çaresizlik içinde kalacağını hiç aklına getirmemişti. Her şeyin bittiğini zannettiği bir anda, tam karşısında zayıf ışıkta zorlukla farkedilebilen bir oyuğun ve bu oyuğun içinde de basamaklar olduğunu farketmekteydi.
Bir merdiven!... Buradan kurtuluş yolu!... Derin bir nefes alıp, derhal o tarafa doğru yönelmekte, böylece uçurumdan kurtulmaktaydı.
Tüm bu yaşadıklarının girmiş olduğu mabette yıllar sürecek inisiyasyonunun saflıalarını sembolize ettiğini henüz anlayacak durumda değildi.
Çoğu zaman gerçekler hep insanın gözü önündedir ama insanlar bunu göremedikleri için anlayamamaktadır. Aynen demin yolunu son anda farketmesi gibi... Ancak bütün bunları şu anda düşünecek durumda olmayan aday, tedirginlik içinde yoluna devam etmek zorundaydı.
Mabetteki İlk sınav sona eriyor...
Şu anda içinde bulunduğu basamaklar rahatça ayakta durup tırmanmaya müsait bir yapıdaydı. Spiral çizerek yukarılara doğru tırmanan bir dehlizde ilerleyen adayın önü, bronz parmaklıklarla kesilirdi. Parmaklıkların hemen ardında ise meşalelerle gayet iyi aydınlatılmış, üstü Mısır İnisiyasyonu'na ait sembollerle süslenmiş oldukça yüksek ve heybetli sütunlarla desteklenmiş geniş bir alan bulunmaktaydı. Parmaklıklara kadar gelen adayı orada "Pastafor" ismi verilen ve Mısır İnisiyasyonu'nda "Kutsal Sembol Muhafızı" olarak tanımlanmakta olan bir rahip karşılamakta; sevecen ve insana güven veren bir yüz ifadesiyle parmaklıkları açıp onu içeriye alırdı.
Mabetteki ilk sınavını başarıyla bitirip, buraya kadar gelme cesareti gösterdiği için onu kutlayıp, galerideki kutsal resimlerin anlamlarını anlatmaktaydı. Böylelikle aday, ilk inisiyatik bilgilerini almaya başlamış oluyordu... Bu, adayın mabette aldığı ilk dersti.
Mabedin " Kutsal Sembol Muhafızı" tarafından adaya aktarılan ilk bilgilerin çok az bir kısmı açık, büyük bir bölümü ise kapalı bir şekilde adaya açıklanırdı.
İlk başta oldukça karmaşık bir görünüme sahip olan bu bilgileri, adayın o an anlayabilmesi kesinlikle mümkün değildi. Anlatılanları sadece dinliyor ve ne anlama geldiğini zihninde bir yerlere oturtmaya çalışıyordu ama bu anlatılanlar öylesine sembolik bir dile sahipti ki, bu sembolleri içselleştirebilmek için adayın yıllar sürecek bir eğitimden geçmesi gerekiyordu.
Zaten o an için adaydan da bu anlatılanları tam olarak idrak etmesi beklenmiyordu.
Tüm sembolik bilglerde olduğu gibi bu bilgiler de, kat kat bohçalanmış bir özelliğe sahipti. Her bir adayın bu bohçalardan kaç katını açabileceği tamamen kendi kapasitesine bağlıydı .
Sırlarla İlk Karşılaşma
Meşalelerin aydınlattığı holün çevresinde sıralanan devasa taş sütunların üzerine işlenmiş tam yirmi iki kabartma heykel bulunmaktaydı. Hepsinin de altında bir harf ve bir sayı bulunmaktaydı. Mevcut yirmi iki heykel yirmi iki (emel sun sembolize etmekte ve "Ezoterik Bilimin Alfahesi'ni" oluşturmaktaydı. Bunlar evrensel prensiplerin anlaşılmasında anahtar olabilecek sırlara karşılık geliyordu.
Bu lisanda her hart ve her sayı, ilâhi alemde, ruhsal alemde ve fizik alemde yansıınaları olan üç ögeli bir yasayı ifade etmekteydi.
"Kutsal Sembol Muhafızı" bunu adaya şu şekilde anlatmaktaydı:
"Kutsal Sembol Muhafızı"nın bu sözleri aslında tüm evrende varolan ve yeryüzünde de geçerli olan çok önemli majik bir yasayı anlatmaktaydı.
Bu yasa "aşağısı yukarıya, yukarısı aşağıya benzer" sözleriyle Ezoterizm'de ifade edilen kozmik bir prensiptir. Bu aynı zamanda evrenin her köşesinde hep aynı tarzda işleyen yasaların varlığına işaret eder. Bu sırrı bilen bir Osiris rahibi, yeryüzünde belli bir konsantrasyonla ve belli bir bilinç düzeyi içinde kutsal alfabeye uygun belli bir sözcüğü telaffuz ettiğinde; kozmik bir etkiyi, ya da ruhsal bir gücü harekete geçirebilmekteydi. Bu yolla mucizevi diye nitelendirilen pek çok fenomen gerçekleştirilebilmekteydi. Bu tam anlamıyla majik bir uygulamaydı. İşte "Kutsal Sembol Muhafızı"nın adaya anlatmaya çalıştığı sır buydu...
Günümüzde sihirli olduğu dilden dile dolaşarak gelen "Abrakadabra", "Okııs Pokus" gibi bazı sözcükleri hepimiz duymuşuzdur. Aslında bu inanışın altında yatan gerçek yukarıda aktarmaya çalıştığımız ve majinin önenıli bir bölümünü oluşturan bu evrensel prensibe dayanmaktadır. Kuşkusuz ki, halk arasında dilden dile dolaşarak gelen bu kalıplaşmış sözcüklerin bugün için hiçbir majik etkisi yoktur Ancak bir zamanlar bu tür kelimelerin mabetlerde kullanıldığını biliyoruz. Günümüze kadar gelen bu inanışın kökeni işte bu eski kültürlerin ezoterik bilgilerine dayanır, Ezoterizm'de bu konu "Ses'in Gücü" ya da "Ses Majisi" başlıkları altında ele alınmıştır.
Dini Öğretiler'de karşımıza çıkan "Dua mekanizması "nın kökeni de, yine bu prensiple bağlantılıdır Bu prensip tüm dinlerin ezoterik içeriklerinde gizlenmiş ancak halka bu prensip hiç bir zaman açık olarak anlatılmamıştır. Sadece ibadetlerin bir parçası olarak bu teknik halka aktarılmıştır..
Her dinsel öğretide kullanılan duaların sahip oldukları bir enerji kapasiteleri vardır. Ancak bu enerjileri onların orjinal dillerinde okunduklarında ortaya çıktığı unutulmamalıdır.
Majik yönü bir hayli gelişmiş olan Mısır İnisiyasyonu'nun önemli yazılı belgelerinden biri olan Mısır'ın Ölüler Kitabı'nda da bu tür dua ve ilâhiler vardır. Ancak bunların tercümeleri, yukarıda açıkladığımız nedenden dolayı aynı etkiye
sahip değillerdir.
Bu konuya tekrar döneceğiz...
Sayılar Bilimi
"Kutsal Sembol Muhafızı" adaya "Gizli Sayılar Bilimi" ile ilgili bilgileri aktarmaya başlamadan önce şunları söylemekteydi:
Kutsal yolun yolcusu şunu hiç bir zaman unutmaz İnsanlar ölümlü Tanrılar, Tanrılar ise ölümsüz İlahlardır.
Bu sözlerin ardından, "Kutsal Alfabe" ve "Sayılar Bilimi" ile ilgili ilk bilgileri adaya aktarmaya başlardı:
Gizli mahzendeki 1 No'lu sır buydu işte... 1 No'lu sırrın üzerinde yazıldığı heykel ise, elinde asa ve başında altın taç bulunan beyaz giysili bir Maj ile temsil edilmekteydi.
Böylelikle adaya ilk sır aktarılmış olmaktaydı: ''İnsan Tanrısı'na benzemektedir. Bir başka deyişle insanda Tanrısal bir güç gizlidir."
Bu sırnn daha sonra gelen çeşitli toplumların dinsel öğretilerinde de farklı sembollerle dile getirilmiş olduğunu görmekteyiz.
Örneğin:
Eski Yunan'da: Tanrı insanın içinde uyumaktadır... Ve inisiyasyonla bu gizli güç uyandınlabilir.
Müslümanlık'ta: Hiçbir yere sığmayan Tanrı, mümin kulunun kalbine sığmaktadır. "Biz size şah damarınızdan da yakınız" sözüyle bu durum Kur'an-ı Kerim'de de dile getirilmiştir.
Örnekleri çoğaltmak mümkün ama konumuzu fazla uzatmak istemiyorum... Biz Mısır'daki mabedimize tekrar geri dönelim...
Ateş ve Su Sınavları'ndan Geçiş
Teker teker tüm sütunları ve bunlara karşılık gelen "Kutsal Alfabe" ile "Sayılar Bilimi"nin sırlarını adaya aktaran "Kutsal Sembol Muhafızı" sözlerini bitirdikten sonra, holde bulunan bir kapıyı açarak adayı oraya davet ederdi. Ancak adayı davet ettiği yer, dibinde harlı bir ateşin alev alev yandığı; merdivenlerle inilen genişçene bir çukurluğa açılan bir odaydı. Oraya indiğinde ne olacağı belliydi... Ve bu ölüm demekti!...
Mabede girdiği andan itibaren, kayıtsız şartsız her istenileni yapması gerektiğinin bilincindeydi. Göstereceği en ufak bir tereddütün, inisiyasyonunun da sonunu getireceğinin farkındaydı. Bu kuralı gayet iyi biliyordu ama bu sefer işin ucunda ölüm vardı... Aday ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette hocasına bakarken, "Kutsal Sembol Muhafızı" devreye girmekte ve şunları söylemekteydi:
OGLUM, ÖLÜM ANCAK GELİŞMEMİŞ VARLIKLARI DEHSETE DÜŞÜRÜR.BIR ZAMANLAR BEN DE BU ATEŞİN ÜSTÜNDEN GEÇTİM.HEM DE GÜL BAHÇESİNDEN GEÇER GİBİ
Bu sözün hemen ardından "Kutsal Sembol Muhafızı" "Sırlar Galerisi"nin bronz parmaklıgınuı arkasına geçip ağır ağır kapıyı kapatarak oradan uzaklaşırdı. Artık aday "Sırlar Galerisi"nde yine tek basınadır. Bronz parmaklıklı kapının kapanmasıyla adayın geri dönüş şansı da engellenmekteydi. Artık önünde sadece tek bir çıkış yolu kalmıştı. O da dibinde alevlerin bulunduğu ateş çukuruydu!...
İster istemez o anda tüm adayların aklına, az önce mabedin derinliklerinden yansıyan şu söz geliyordu: "Sırlar Bilimi'ne ve kudrete göz. diken akılsızlar burada telef olup giderler!..."
- "Yoksa sırlarla karşılaşmaya layik olmadığımı anladılar ve beni bu yüzden ateşe atmak mı istiyorlar!..."
Zihninden böyle düşünceler geçen birçokları paniğe kapılmakta, korku içinde bağırıp çağırmaya ve kendisini buradan çıkartmaları için yalvarmaya başlamaktaydı. Böylelikle işte tam bu noktada, sınavı kaybetmekte ve derhal mabedin hizmetkârlarınca bulunduğu yerden çıkartılmaktaydı. Eğer cesaretini toplayıp ateş odasına doğru yürüyebilirse, aslında bütün bu olup bitenlerin bir illüzyondan ibaret olduğunu anlamakta gecikmemekteydi. Çünkü uzaktan gördüğü alevlerin büyük bir bölümünün ışık gölge oyunlarıyla yapılmış görüntüler olduğunu farketmekteydi. Orada bulunan gerçek alevlerin ise, rahatlıkla arasından geçebileceği kadar bir mesafede olduğunu anlamaktaydı.
Adayı böylesine zor bir durumla karşı karşıya bırakmalarının iki amacı vardı:
Birincisi, yaşamın birçok alanının aynen burada olduğu gibi büyük bir illüzyondan ibaret okluğunu, bu sembolik oyunla adaya aktarmaktı. Evet buradan adayın çıkartması gereken birinci ders yaşamın sadece görünenden ve zannedilenden ibaret olmadığıydı...
Bu sınavdan beklenen ikinci amaç ise; sonu ölüm bile olsa, "Sırlar Bilgisi"ne doğru yürüyüşüne devam etme kararlılığını gösterip gösteremeyeceğinin anlaşılmasıydı. Bu aynı zamanda eğitmenlerine kayıtsız şartsız kendisini teslim edip etmediğinin de bir göstergesini oluşturmaktaydı. Eğitmenlerine duyduğu güven bu şekilde test edilmekteydi.
İşte bu kararlılıkla ateş odasına doğru yürüyebilen aday, sonunda alevlerin arasından rahatlıkla geçip, kendisini bir başka galeride buluyordu. Bu galeride ise kendisini simsiyah bir su beklemekteydi. Ne kadar derin olduğu ve içinde ne olduğu dışarıdan anlaşılamayan bu sudan da geçip yoluna devam etmesi gerekmekteydi.
İçinde ne olduğu belli bile olmayan kapkaranlık bu sudan geçme cesareti gösterebilen adaylar için önemli bir merhale atlatılmış olmaktaydı. Ama bu henüz mabede kabul edildikleri anlamına gelmiyordu. Daha önlerinde geçmeleri gereken başka engeller kendilerini beklemekteydi. Ne var ki, onlar henüz bunu bilmiyorlardı...
Özellikle de tüm bu zorlukların bittiği zannedildiği bir anda kendilerini bekleyen bir başka zorulu sınav belki de her şeyin sonunu getirecekti...
Zorlukların bittiği zannedildiği anda...
Önce ateş sonra da su sınavından başarıyla geçebilen adaylar, iki rahip tarafından karşılanmaktaydı. Rahipler adayı alıp, kubbeli geniş bir odaya götürmekteydi. Burada hizmetkârlarca banyo yapmasına olanak sağlanır, üstü başı iyice temizlendikten sonra, güzel kokular sürülen adaya, Mısır'a özgü bir modelde hazırlanmış ince keten bir cüppe giydirilmekteydi. Odada bulunan son derece rahat bir yatakta uzanıp dinlenebileceğini, daha sonra Başrahip'in gelip kendisiyle görüşeceğini söyledikten sonra hizmetkârlar odayı terkederlerdi.
Artık derin bir nefes alma zamanıdır...
Yorgunluk ve stresten o ana kadar bitkin düşen aday bu sükûnet ortamında rahat bir nefes alıp, yatağına serilmekteydi. Geçtiği dehlizlerde gördükleri ve yaşadıkları teker teker gözlerinin önünden geçmekte ve acaba bundan sonra ne olacak diye düşünmekten de kendisini alamamaktaydı...
Bu düşünceler içinde tam içi geçip uykuya dalmak üzereyken, mabedin derinliklerinden gelen, insanda cinsellik temasını uyandıran müzik nameleriyle tekrar kendisine gelmekte ve neler olup bittiğini anlamaya çalışmaktaydı. Tam bu sırada yavaş yavaş odanın karanlık bir bölümünden kendisine doğru yaklaşmakta olan bir bayanın silueti, tüm zihnini allak bullak ediyordu!?... Pembe bir tüle bürünmüş, boynunda muskası olan Sudanlı bir kadındı bu... Sol elinde bir kupa tutmakta ve adaya şehvetli gözlerle bakmaktaydı. Çıkık elmacık kemekleri, kırmızı etli dudakları, loş ışıkta parlayan gözleri adayın aklını başından almak üzereydi ki, aday ne yapacağını şaşmnış bir vaziyette yerinden kalkıp ellerini yüzüne kapatıp, öylece donup kalmaktaydı. Bir mabette, hele ki bir Mısır mabedinde bir kadına yaklaşmak... Olacak şey değildi... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi kadın, adayın işini iyice zorlaştırmaya çaba sarfedermişcesine yanına iyice yaklaşarak, "Yabancı benden korkuyor musun? Sana galiplerin ödülünii, mutluluk kupasını getirdim. Yorgunluğunu giderir." diyerek elindeki içki ile dolu kupayı uzatmaktaydı. Aday kupayı alıp almamakta tereddüt ederken, kadın yavaşça yatağa oturup adayı süzmeye devanı ediyordu.
O etli dudakların üzerine eğilenin, o bronzlaşmış omuzlardan etrafa yayılan mis gibi kokulara kendisini kaptıranın vay haline! Elini kadının eline sürdüğü ve dudaklarını o kupada ıslattığı anda, iş çığırından çıkıvermekle ve aday kendisini sarmaş dolaş halde yatakta bulmaktaydı. Ama olan olup, arzusunu tatmin ettikten sonra, daha önce kupadan içtiği sıvı, adayı derin bir uykuya sevketmekte, uyanmca da darmadağınık yatağının içinde, yanlış bir şeyler yapmış olmanın huzursuzluğu içinde kendisini yapayalnız bulmaktaydı. Tam o sırada, kapı açılmakta, odaya ağır adımlarla Başrahip girmekte ve adaya hitaben şunları söylemekteydi:
ILK SINAVLARI BAŞARIYLA ATLATTIN.ÖLÜME,ATEŞE VE SU YA KARŞI GELDİN.AMA KENDİNE GALİP GELMEYİ BAŞARAMADIN!...
SIRLAR EHLİ OLMAK İÇİN CAN ATAN SEN, DUYGULARA İLİŞKİN İLK SINAVDA BİLE BAŞARISIZLIĞA UĞRADIN VE MADDE UÇURUMUNA YUVARLANDIN.
DUYGULARININ ESİRİ OLAN KİŞİ KARANLIKTA YAŞAR.SEN KARANLIKLARI IŞIĞA TERCİH ETTİN.ÖYLEYSE KARANLIKLARDA KAL DA GÖR HALİNİ.
KARŞI KARŞIYA BULUNDUGUN TEHLIKEDEN DAHA ÖNCE SANA SÖZ ETMİŞ VE SENİ BİR KAÇ KEZ UYARMIŞTIM.SEN HAYATINI KURTARDIN AMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ YİTİRDİN.MABEDİN TUTSAGİ OLARAK ÖLENE KADAR BURDA KALACAKSIN..
Bu her şeyin sonu demekti... Ne mabetten dışarı çıkıp geldiği ülkesine geri dönebilmekte, ne de inisiyasyona devam edebilmekteydi. Bu artık mabedin bir hizmetkârı olarak ölünceye kadar burada kalması anlamına geliyordu. Kendisine o ana kadar sıradan bir insanın bilmemesi gereken bazı sırlar aktarılmış olduğu ve mabedin sınavlarına şahit olduğu için dışarıya çıkmasına kesinlikle müsade edilemezdi. Çünkü bunları dışarıda başkalarına anlatma ihtimali vardı. Ketumiyet yasası gereği artık o ömrünün sonuna kadar burada tutulacaktı. Böyle bir sonuçla karşılaşabileceği kendisine daha önce defaatlarca hatırlatılmış ve o da bunu kabul etmişti. Yapılacak bir şey yoktu!... Ve ne yazık ki, affedilme ihtimali de... Çünkü Mısır mabetlerinde işler affedilme, affedilmeme, ceza ya da mükâfat sistemlerine göre yürümüyordu. Burada her şeyin bir karşılığı vardı ve bu harfiyen uygulanıyordu.
Kayırma diye bir şey zaten söz konusu bile olamazdı...
Kurallar vardı ve bu kurallara herkes uymak zorundaydı. Eğer aday, tüm bunların bir sınavın parçası olduğunu unutmayıp, duygularına bir an için yenilmeyerek kupayı eliyle itip, kadını reddetseydi, o anda ellerinde meşalelerle 12 rahip gelip onu alacaklar ve yarım daire oluşturacak şekilde dizilmiş ve beyaz giyisiler giyinmiş olan Majlar'ın tam mevcutla bekledikleri İsis Mabedi'ne görkemli bir şekilde götüreceklerdi. Fakat bu sınavı atlatamayanlar, ömürlerinin sonuna kadar mabedin hizmetkârlığını yapmak kaderiyle baş başa kalmaktaydılar.
Tüm bu yaşananlar aslında adayın mabede kabul töreninden başka bir şey değildi. Bu törenin en önemli özelliği, adayın burada yaşadığı her sınav ve her aşama, bundan sonra geçeceği inisiyasyonun safhalarını sembolize etmesiydi. Yani kısaca özetlemek gerekirse, mabette kalacağı uzun yıllar boyunca yaşayacaklarının tamamı, kısa bir özet tarzında adaya önceden sembolik bir şekilde gösterilmiş olmaktaydı. Ve bütün bu tören boyunca inisiyasyonunda karşılaşacağı tüm zorluklar adaya bir sınav tarzında gösterilmekte ve ne kadar zor bir işe giriştiği kendisine aktarılmaktaydı. İşte tüm bu zorlukları yenmeye göğüs germe cesaretini gösterenlerin dahil edildiği "Sırlar Öğretisi"ne, aday bu şekilde kabul edilmiş oluyordu. Bu nedenle de, tüm bu yaşananlara Ezoterizm'de "İnisiyasyona Kabul Ritüeli" adı verilmektedir.
Kaynak: Mısır Gizemleri Blog- Ergun Candan ve google .