Sayın ADAM'ın son katkısında bana yaptığı eleştiri yerindedir ve kendisi eleştirisinde haklıdır. Konuları biraz daha bağlantılı ve anlatarak aktarmaya çalışabilirdim. Yer yer aktarımlarımda hatalar da olmuş olabilir. Hata olduğu varsayılan kısımlara dönüp bakma şansım olmadı henüz.
Bugün bir başka konuyu araştırırken, Sayın ADAM'ın son katılımında yer alan kısım aklıma takıldı. Farklı başlıklar altında gördüğüm konulardan oluşturmaya çalıştığım bazı aktarımlar ile konuyu mevcut ve farklı kaynaklardan da araştırmak isteyenlerin sayısını arttırabilirsem güzel olur diye düşündüm.
"Masonluk İle İlgili Sorular ve Cevaplar" konu başlığının "Kabul Edilmiş Masonlar" bölümünde, Spekülatif Masonluğun kuruluşuyla ilgili politik nedenli kişilerin farklı örgütlerde yer alması hakkında bir görüşten bahsediliyor:
"Spekülâtif Masonluğun kurulmasını bunlardan asıl hangisi sağlamıştır?
Bunların hepsinin de Spekülâtif Masonluğun gerek kuruluşu gerekse sonraki gelişimi üzerinde bir etkisi vardır ama Spekülâtif Masonluğun kurulması, tek başına bunlardan hiçbirine mal edilemez.
17. yüzyıl sonları ve 18. yüzyıl başlarında Avrupa, sosyal özellikleri bakımından zaten “Spekülâtif Masonluk” ya da yalnızca “Masonluk” olarak andığımız bir kurumun doğmasına gebedir. Fakat o tarihlerde bunu örgütlemek zor hatta olanaksızdır. Krallıklar böyle bir olguya göz açtırmaz. Özgürlükler sınırlıdır.
Genel benimseyişe göre; o sıralarda Operatif Masonluk zayıflamaya yüz tutmuştur. İngiltere’de bu zayıflama bir çöküntü boyutuna varmıştır. Bu durumdan yararlanan kabul edilmiş masonlar, "Royal Society" olarak anılan ünlü bilim araştırma kurumuyla da iş birliği ederek, öteden beri saygınlığı, hatta ayrıcalıkları olan bu hazır kurumu ele geçirmiş, adına bile sahip çıkmışlardır.
Yaptığım ayrıntılı araştırmaların bir sonucu olarak benim bireysel ileri sürüşüme göre ise Spekülatif Masonluğu asıl oluşturanlar, gerek Royal Society gerek Rozkruacıların arkasına saklanmış olan politik eğilimli kişilerdir. Operatif Masonluğu bir kalıp olarak kullanıp ona sahip çıkmışlardır. Ancak gelin görün ki Türkiye’deki bir kişinin bu bağlamdaki savını dünya çapında büyük bir mason topluluğuna kabul ettirebilmek neredeyse olanaksızdır. Bu nedenle ben de masonların çoğunluğuna uyarak aslında gönlüm pek elvermese de Operatif Masonluktan söz etmeyi sürdürmekteyim."
Aynı konu başlığının "Masonluğun Yahudilik İle İlişkisi Nedir?" Bölümünde ise Prieuré de Sion gizli örgütünün Masonluk ile ilişkilendiği durum hakkında şöyle bahsediliyor:
"Gerçek Siyonizm, kökeni 12. yüzyıla kadar uzanan Prieuré de Sion adlı bir gizli örgütün ülküsüdür. Bu ülkü, Kudüs'ün M.Ö. 5. yüzyılda Yahudi kabilelerinden kovulmuş olan Benjamin soyunun kalıtımını taşıyan birtakım Avrupalı kişilerin malları olduğu varsayımı üzerine kuruludur.
Bu örgüt, yüzyıllar boyunca Avrupa'da birçok entrikaya karışmış, amaçlarına ulaşabilmek için çeşitli kurumları kullanmış, Masonluktan da yararlanmaya çalışmıştır. Eğer tarihte Masonluğun Siyonizm ile bir ilişkisi olmuşsa, bu ancak yer yer ve zaman zaman bu gizli örgütün âleti durumuna düşürülmesinden ileri gelir. [Nitekim bu konuya ayrıntılı olarak gerek Masonluğun Tarihinde Anlatılmayanlar gerekse Masonluktaki Ritler başlıkları altındaki yazılarımda uzun uzun değinmiştim.]"
Şimdi burada bir duralım.
Söz konusu bölümde, Masonluğun hatalı olarak Siyonizm ile bağlantısının kurulduğundan, aslında konunun Prieuré de Sion gizli örgütünün bir işi olduğu vurgulanmış. Bu konuyu biraz aralamak istersek, "Dünya Masonluk Tarihi" konu başlığının, "Siyon Protokollerinin Kapsamı (EKEİR-41)"de:
" ...Yahudilerin “yeni bir dünya düzeni kurmak” gibi bir düşünceleri yoktur; hiçbir zaman da böyle bir emelleri olmamıştır. 19. yüzyılın sonlarına doğru Yahudiler, yalnızca “Vaadedilmiş topraklar” olarak niteledikleri yerde kendi bağımsız devletlerini yine kurmak peşindeydi. Bu amaç doğrultusunda, ekonomik, politik ve sosyal kurumları ele geçirmeye çalışmış oldukları doğrudur ama tarihin hiçbir döneminde “politik rejimleri yıkmak” tarzında bir eylem ya da eğilimleri görülmemiştir.
Prieuré de Sion ise, 20. yüzyıl öncesinde de, sonra da tüm bunları yapmıştır.
“Bazı politik rejimleri yıkmak” sözü özellikle Fransa’yı hedef almaktadır. Çünkü Prieuré de Sion’un ülküsü ancak “monarşi” ve “otokrasi” ile bağdaşır. İsrail’de bir demokratik devlet kurulması da Prieuré de Sion’un ülküsüne yani asıl Siyonizme aykırıdır.
Siyon Protokolleri’nden anlaşıldığına göre, Prieuré de Sion’un tutumu 19. yüzyıl ortalarında yine değişmiştir. Bu kurum, yüz yıl kadar önce terk etmiş olduğu Masonluğu bir kez daha kullanmaya başlamıştır. Bunun gerekçesi de açıktır: 18. yüzyıl ortalarında gerek Kıta Avrupası’nda, gerekse Britanya’da büyük bir karmaşa ve kendi içinde çekişme dönemine giren Masonlukta, 19. yüzyıl ortalarında “tutarlılık” görülmektedir...
... Bu belgelere niçin “protokol” denilmiş?
İşte bu yüzden... Bu belgeler bir “bildirge” değildir. En az iki ayrı kurumun temsilcilerince kabul edilerek imzalanmış bir anlaşmadır.
Siyonun 33. derece temsilcileri...
... Acaba 1875 tarihli Lozan Konvanı’nda yapılan anayasa değişikliğiyle, Yüksek Konsey üyelerinin ritin 1786 tarihli olduğu benimsenen özgün anayasasında belirtilmiş olan yetkilerinden bazılarının kaldırılması, kimi 33. derecedeki masonların bu yetkileri böylesine yanlış ve sakıncalı bir biçimde kullanmış olmalarından mı kaynaklanmıştır?
... Başta Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti olmak üzere, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Masonluk, Prieuré de Sion adlı gizli kurumun emellerine âlet edilmiştir.
Kimileri bu olguyu “Yahudilere âlet olmak” diye nitelendirmişse de, aslında böyle bir şey yoktur."
Bu bölüm bana göre oldukça önemli bir bölüm, ancak yapılan aktarım olması gerekenden çok daha fazla kesintilerle aktarıldığı için, bölüm kendi başlığı altında tamamıyla okunarak bir sonraki başlığa geçilmelidir. Bir sonraki başlık ise bu bölüm ile birlikte değerlendirildikten sonra aşağıdaki alıntıya devam etmek daha sağlıklı olabilir. Bu yazı dizisinin devamına bakarsak, "Siyon Protokollerinin Kapsamı (EKEİR-42)"de :
"Siyon Protokolleri’nin kaynağı üzerinde bilimsel yöntemler uygulanarak incelemeler yapılmıştır.
Ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır:
"Bu protokoller bir özgün yazılım değildir. Birtakım başka yazılımlardan yararlanılarak düzenlenmiştir. Bu kaynaklar da Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin kimi yüksek derecelerinin ritüelleridir."
Peki bu nasıl oluyor?
Nasıl olduğunu, sonradan ortaya çıktığına göre bu protokolleri ortaklaşa düzenleyip imzalamış olanların adlarını da belirtince anlarız.
Bir yanda Prieuré de Sion’un o tarihlerdeki büyük Üstadı Victor Hugo… O zaten sürpriz değil.
Diğer yanda da 19. yüzyılın üçüncü çeyreğinde Fransa’nın çok ünlü çehrelerinden, 1860’lı yıllarda Alliance Israélite Universelle (Evrensel İsrail Birliği) adlı kuruluşun bir süre için başkanlığını yapmış, sıkı bir Karl Marx yandaşı olduğu bilinen, sonra da Fransa Yüksek Konseyi’nin Büyük Komandörü olan Adolphe Cremieux.
Nitekim her ikisinin kişiliklerine, dünya görüşlerine de çok uygun bu protokollerde anlatılanlar.
...Bu yazımın sonuna ise şunu eklemeliyim:
Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin tarihçesini okuyup inceleyenlerin aklına şöyle bir soru takılabilir: «Bu ritin 1875 tarihli Lozan Konvanı (yüksek konseyler uluslar arası toplantısı) niçin düzenlendi?»
...bu konvanda, ritin o 1786 tarihli olduğu söylenen ama aslında sonradan düzenlenmiş olduğu apaçık belli olan anayasası üzerinde birtakım değişiklikler yapıldı. Bu konvanın başlarında yapılan bazı konuşmalarda, Fransa Yüksek Konseyi Büyük Komandörü Adolphe Cremieux’den övgülerle söz edilmişti; elbette onun da koltukları kabarmış, çok gururlanmıştı.
Fakat iş değiştirilmesi gereken anayasa maddelerine gelip de bunlardan özellikle 33. dereceli yüksek konsey üyelerinin hak ve yetkilerinin kısıtlanmasına yapılmasına, hele bir de bu kısıtlamanın gerekçesinin açıklanmasına gelince, Adolphe Cremieux allak bullak olmuştu.
Çünkü bu kısıtlama ve değişiklikler, doğrudan onun yapmış oldukları, Victor Hugo ile imzalamış olduğu o protokollerden, dolayısıyla Fransa Yüksek Konseyi’ni resmen bir uluslar arası politikaya sokarak entrika paylaşımına yöneltmiş bulunmasından ileri geliyordu. 1786 tarihli olduğu söylenen önceki anayasaya göre bunu başka 33. derecedeki masonlar hatta örgütlü olarak başka yüksek konseyler de yapabilirdi ve bu özelde gerek rite gerekse genelde evrensel Masonluğa çok büyük zararlar verebilirdi. Bunun önlenmesi gerekliydi. Önlendi de… Daha doğrusu işte o ilk keresinde önlenemedi ama bundan sonra yinelenebilme olanağı giderilmiş oldu.
Böylece Prieuré de Sion, dolayısıyla ögün anlmdaki Siyonizm, Masonluktan elini çekti ve o tarihten sonra bir daha da ne Masonluğa burnunu soktu ne de Masonluğu kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya kalkıştı. Gerçi 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında kimi Yahudi masonlar bu kez Masonluğu olarak 1897 yılında resmen ortaya çıkmış olan Yeni Siyonizm doğrultusunda kullanmaya kalkıştılar, yazılar yazdılar, demeçler verdiler ama bunun Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti ile bir ilgisi, bağlantısı yok."
Son aktarımda, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti’nin 1875 tarihli Konvanında (yüksek konseyler uluslar arası toplantısı) yapılan bazı değişikliklerin yapıldığından bahsediliyor. Siyon Protokolleri benzeri başka bildirgelerle gerek rite, gerekse evrensel Masonluğa verilebilecek büyük zararların önlemi olarak bu değişliklerin yapıldığına değiniliyor. O tarihten sonra da Prieuré de Sion'un Masonluk'tan elini çekmesi vurgulanıyor.
Yapılan aktarımlardaki konular arası bağlantı aksaklıkları ve aktarımlardaki eksikliklerin hoş görülmesini dilerim.
Bu son aktarımlar üzerinde katkıda bulunmak isteyenler olabilir, bekleyelim.