Neyse kardeşlerim, biz dönelim 1453’e... O dönemde Osmanlı İmparatorluğu güçlü ve zengin... Padişah, kentin Türk nüfusunu artırmak için İmparatorluğun çeşitli yörelerinden on binleri getirip, İstanbul’a yerleştiriyor.
Evler yapıyoruz tahtadan... Tahta yeterli bir malzeme sayılıyor... “Ben oturayım, benden sonraki kuşaklar da otursun”, gibi bir düşüncemiz yok çünkü... Tahta yetiyor da artıyor bile.. Zamanın tahribatı da önemli değil.. Yıkılır, gene yaparız diye düşünüyoruz... Tahta kolay alev alan bir malzama. Yangınlar çıkıyor, binlerce ev yanıyor her defasında; “Yansın, gene yaparız”, diyoruz... İstanbul yana yıkıla geçiyor yıllar...
Bu arada Rönesans’ın sanatta, kültürde olduğu gibi şehircilikte de yenilikçi etkileri görülüyor. Avrupa kentlerinde... Uygarlık yolunda dev adımlar atan Avrupalı’nın yaşama standardı her geçen gün yükseliyor. Büyük merkezler adeta yeniden şekilleniyor, pislikler yıkılıp temizleniyor... Yeni ve geniş caddeler açılıyor... Parklar için geniş alanlar ayrılıyor. Batılılar, alt yapı denen olayın farkına bu dönemde varıyorlar. Uzun vadeli planlar uygulamaya konu luyor... Londra, Paris, Roma, Madrid, Moskova, Berlin... Saymaya gerek yok, hemen hepsi yeniden doğuyor sanki...
Biz bu arada durmadan savaşıyoruz. Ha, tabi bu arada ahşap ev yapımına devam ediyoruz... Yanıyor yapıyoruz, yıkılıyor yapıyoruz.. Ve dostlar, şaşırıyorum, biri de kalkıp, “Bu ahşap ev olayı pek akılcı değil, taş evler yapalım da, yanmasın, yıkılmasın,” demiyor...
Bu konuda bazılarının, “İstanbul deprem kuşağında, tarihi boyunca birkaç kez fena sallanmış, taş taş üstünde kalmamış, bu yüzden tahta evler yapmışlar, çünkü tahta evler depreme dayanıklı”, iddiaları da pek inandırıcı, ya da akılcı gelmiyor bana.. Esas neden tahtanın ucuz bir malzeme olması ve kenti çevreleyen ormanlarda bol ve kolay bulunması. Yüzlerinizde bir şaşkınlık görür gibiyim... “Şehri çevreleyen hangi ormanlar?” dediğinizi duyar gibiyim.
Değerli Kardeşlerim;
Zeki Alasya'nın Konstantin hakkındaki endişelerini paylaşıyorum. Ancak alıntıladığım kısmın ihtiva ettiği derin bilgisizliği ve şifasız cehaleti aklın baş edilemez kayıtlarla sınırlanması ve bunun sonucunda kozmozu ve varlığı derinden kuşatmaya kadir olan nüfuz edici özden noksanlığına bağlıyorum.
İnsan bilmediğinin düşmanıdır. Ne yazık ki bu duyar kaygılı metni Zeki Alaysa'nın beş asırdır İstanbul'a misafir olmuş Osmanlı Toplumunu ve Kültünü nesnel olmayan kaygılarla telaffuz ettiğini görüyorum. İstanbul'u anlamak ve onu incitmemek için yeterli bir araştırma ve gözlem yapılmadığı kanaatindeyim.
Zeki Alasya'nın İstanbul hassasiyeti takdire şayandır. Kendisi Türk tiyatro ve sinemasında önemli bir köşe taşıdır ve gönül tahtımızda elbet bir paye de onundur ancak objektif ve daha değerli nesnelerle telaffuz edilmiş bir metni bir Mason biradere daha layık görüyorum.
Buradaki eleştirim bütünün bir parçası olanı kötülemek için değil Nietzsche'nin "En iyi yericiler en iyi yücelticilerdir." sözündeki prensiple aklın öze nüfuz eden kavrama yetisiyle var olanı doğru okumak ve eksiğiyle artısıyla ortaya koymak maksadıyladır.
Masonlar.org harici formundaki ilk yorumumu hayatımın ilklerinden olan İstanbul'a atfetmek benim için çok manidardır. Çünkü doğru "Oku"masına bilen için İnsan nasıl ki evrenin bir fıhristi ve özetiyse, İstanbul'da İnsanın ve Tarihin bir fıhristi ve özetidir.
İstanbul'u korumak ve ve yozlaşmanın önünü almaktan bahsediyoruz ama evrensel bilgiden ve özfarkındalıktan uzak bir kavrayışla hayata devam ediyoruz. İstanbul'u bir nesil, bağrında onlarca etnisite barındıran bir millet, global etki ağı olan bir sistem, bir ihtiras ve belki hepimizin ortak olduğu Evrensel İrade bu yıkılışa mahkum bırakmıştır.
Evet yıkmak kolaydır fakat yaratmak zor ve masraflıdır. Kentler insanların bir yaratımıdır. Gizlerini derinlerinde barındıran kadim imparatorlukların, hanedanlıkların bize emanet ettiği antik yapılar insan dediğimiz cevherin bir üretimidir. Bugün İstanbul doğu ve batıyı, İman ve Bilgiyi aynı anda aynı yerde en iyi gözlemleyebildiğimiz bir kent olarak kimilerimizin Altın çağının, 21.yüzyılımızın, artık soluk alı vermesi bir ihtiyarınkinden farksız yerküremizin derin bir dışa vurumu ve kendini teşhirinden başka nedir?
İstanbul'u parçası olduğu evrensel kıtalar ağından ayrı olarak düşünebileceğimizi zannetmiyorum. Ve eğer ölçeği genişletip farkındalığımızı artırırsak İstanbul'daki yıkımın İnsan'ın yıkımı olduğunun, Afrika'daki açlığın, Amerika'daki ben merkezciliğin bundan farklı bir yanının olmadığını görürüz.
Sistemin çarklarında en az yarayla kurtulmak için çabaladığımız bu çağda, cehaletin içinde bilgisizliğin açtığı dertlerle konuşmalarını zehirli bir sirke çeviren avamdan kaçıp anlamın derin okyanusuna kendimi attığım bu platformda, bilincini beşeri duygulardan arındıramamış bir yığınla karşılaşmış olmak benim için şaşırtıcı olmamakla birlikte üzücü.
Sevgili üyeler, Kentler İnsanın ilhamının ve tekamülünün bir yaratım tablosudur. Ve bu tablonun öznesi kendisinden bağımsız düşünemeyeceğimiz sanatçı yani insanlardır. İnsanı yani onun en temel anlamalandırıcısı olan beyni çağımızın nasıl bir yıkıma sürüklediği açık ve parlak zihinlere aşikardır.
Babil'i ilham edinenlerin Sultan Ahmet'de dikilitaşın önünde bomba patlatmayı da ilham etmesi üzücü ve bu tanrıların savaşı arasında hakikati arayanların en büyük nefretidir.
"İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” demiş Şeyh Edebali, ki Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'ye öğütüdür!
İstanbul'u nezaket ve zarafetle inşa etmiş Osmanlı toplumunu daha iyi bir idrak ve daha ilahi ışıktan ilham almış kalplerin vicdanına sunuyorum.
"Nullius in Verba" yani otoriteyi, kabul edilmiş görüşü, kalıpları sorgula ve kendin gör, kendin deneyimle. Bu deyim "İngiltere Kraliyet Bilimler Akademi'sinin mottosudur ve bence hepimiz için ideal bir prensiptir.
Tarihi kayıtlayıp, sınırlar içerisinde belli bir düşüncenin ürününe çevirmek ve bu ürünle gururlanıp kendi bilincine hakaret evrensel özden haberdar olan kimsenin anlayışı olamaz.
İstanbul'u inşa etmek, İnsan'ı ve onun ihtiraslarını, imanını, bilgisini ve yaratımını inşa etmektir. Bu inşa Babil'den, Süleyman'ın Mabedi'nden noksan bir inşa değildir. İnsan'ı yani bilincimizi yontarak her birimiz kendi İstanbul'umuzu inşa ederiz.
Sevgiyle ve ihtirasla inşa edelim.
Saygılarımla a.ytmist(anbul)