Ramsay’ın söylevi, masonlara yönelik bir övgüyle başlıyor. Sonra, yüzyıllar önce -Antik Çağda- yapılmış yasalar, yeterince “insancı” ve “evrensel” olamadıkları belirtilerek eleştiriliyor.
Bununla bağlantılı olmak üzere Ramsay şunları söylüyor:
«İnsanlık ille de konuştukları dillerle, üstlerine giydikleriyle, ele geçirilmiş topraklarla ya da donatılmış olduğu payelerle ayırt edilmez. Dünya, her ulusun bir ailesi, her bireyin bir çocuğu olduğu kocaman bir cumhuriyettir.»
Böyle bir sözün o dönemde söylenebilmiş olması çok ilginç sayılır. Burada, sanki bir demokratik “dünya devleti” tasarımı dile getiriliyor.
Ramsay, Masonluğun erdem, bilim ve din üzerine kurulu olduğunu belirttikten sonra şunları ekliyor:
«Atalarımız olan Haçlılar, Hıristiyan dünyasının her bir yanından Kutsal Ülke’de bir araya gelerek, tüm ulusların bireylerini tek bir Kardeşlik altında yeniden birleştirmek istemişlerdi.»
Haçlı ordularının böyle bir amacı benimsemiş oldukları kabul edilemez. Haçlı Seferleri’nin -bazıları yozlaşmış olsa da- hangi amaçla düzenlenmiş olduğu bilinmektedir.
Burada Ramsay’ın “Tapınakçılar” terimini kullanmaktan özenle sakındığı görülür. Fakat “Haçlılar” derken, aslında Tapınak Şövalyelerinden söz ettiği de belli olmaktadır.
Nitekim birkaç tümce sonra şunların söylendiğini görüyoruz:
«Dinsel tarikatlar yetkin Hıristiyanlar yetiştirmek için, askerî tarikatlar gerçek zafer sevgisini esinlendirmek için, Özgür Masonların Tarikatı da insanları sevebilir insanlar, iyi yurttaşlar, iyi uyruklar, sözlerinden dönmez, Sevgi Tanrısı’nın ödülden çok erdem sever inançlı tapınırları olarak yetiştirmek için kurulmuşlardır.»
İşte bu noktada, Roma Katolik Kilisesi’nin dogmalarıyla çelişkili, François Fénelon’un görüşlerine yatkın, daha doğrusu Saint Lazarus Tarikatı’nın ilkeleriyle bağdaşan, yarı gizemci (mistik) hatta yarı sezgisel bilinirci (gnostik) bir inanç yaklaşımı beliriyor.
Bir de “iyi uyruklar” sözünün yanı sıra “iyi yurttaşlar” sözünün de kullanıldığına dikkat etmek gerekir. Oysa Fransa’da “yurttaş” sözcüğü, bundan ancak elli yıl sonra kullanıma girecektir. Buradan da Ramsay’ın konuşmasının politik bir içerik edinmeye başladığını çıkarabiliriz.
Bundan sonra Ramsay, Masonluktaki Çırak, Kalfa ve Üstat derecelerine değinerek bunların kendince karşılıklarını sırasıyla “Acemi”, “Uzman Kardeş” ve “Yetkinleşmiş Kardeş” olarak verip, her birinde masonlara ayrı bir tür erdem öğretildiğini söylüyor. Sonra da Masonluktaki geleneksel şölenlere değinip, bunların düzenlenmesine ilişkin bir gerekçe belirtiyor. Konuşmasını şöyle sürdürüyor:
«Sırlarımız var; bunlar en büyük uzaklıkta bile birbirinizle iletişim kurabilmenize, dili her ne olursa olsun Kardeşlerimizi tanıyabilmenize yarayan, kimi zaman sessiz, kimi zaman dokunaklı mecazî işaretler ve kutsal sözcüklerdir. Bunlar Haçlıların sık sık onları öldürmek için aralarına sızan Müslüman Arapların sürprizlerinden korunmak için birbirlerine verdikleri savaş parolalarıdır.» [Burada “Müslüman Araplar” olarak çevirdiğim sözcük Fransızcada “Sarrazins” olarak geçer. Bu sözcük, öncelikle Orta Çağdaki Suriyelileri nitelemek üzere kullanılır ama yalnızca Suriyeliler ile kalmayıp Orta Doğu’da yaşayan diğer Müslüman Arapları da kapsar. Selçukluların bile aynı kapsamda düşünülmesi söz konusudur.]
Masonluktaki çeşitli sözcük ve işaretlerin haçlıların savaş parolalarından alınma olduğuna ilişkin bu iddiayı başka hiçbir kaynakçada bulabilme olanağı yoktur. Burada Ramsay, “Haçlılar” derken gene Tapınakçılardan söz etmektedir. Dolayısıyla, Masonluktaki sözcük ve işaretlerin kaynağını da Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’na bağlamış olmaktadır.
Bu sırların tüm masonlarca çok sıkı bir şekilde korunduğunu belirten Ramsay, bunun “kardeşlik bağı”ndan kaynaklandığını söylüyor. Masonlukta andından dönmenin cezasının yazıklanma ve dışlanma olduğunu belirtiyor.
Ramsay daha sonra Antik Misterlerin şölenlerine değiniyor. Buradan yola çıkarak bir örneklemeyle kadınların Masonluğa niçin alınmadıklarına ilişkin gerekçeyi “yozlaşmanın önlenmesi” olarak gösteriyor. Bunun ardından Masonluğun teoloji ve politikanın dışında kalması gerektiğini özenle vurguluyor.
Kimi masonik araştırmacılar, Ramsay’ın bu sözlerinin, politik bir nitelik taşıyan asıl niyetini gizleyebilmek için bir önlem olduğu görüşündedir.
Bundan sonra Ramsay, çağdaş nitelikli (spekülâtif Masonluğun Londra’da nasıl başlamış olduğuna “üstünkörü” denilebilecek bir yaklaşımla değinip şunları ekliyor:
«Özgür Mason sözcüğü, sanki kurucularımız sıradan taş işçileriymiş ya da sanatları yetkinleştirmek isteyen meraklı dehalarmış gibi, genel ve özdeksel bir biçimde sözlük anlamında alınmamalıdır. Onlar yalnızca yeteneklerini ve malzemelerini özdeksel mabetlerin yapımına adamak dileğinde olan becerikli mimarlar değillerdi; fakat aynı zamanda En Yüce’nin yaşayan Mabetlerini aydınlatmayı tasarımlayıp, eğiterek koruyan dinsel ve savaşçı prenslerdi.»
İşte bu paragraf açıkça Spekülâtif Masonluğun kökenine bir “askerî ve dinsel tarikat” yerleştiriyor. Gerçi tarihte birçok askerî ve dinsel tarikat vardır. Fakat özellikle “tapınak” (temple) sözcüğünün kullanılmasıyla, bu köken doğrudan “Tapınak Şövalyeleri Tarikatı”na bağlanıyor.
Ancak Ramsay, neden söz etmekte olduğunun iyice anlaşılabilmesini sağlamak için fakat gene açık vermeden konuşmasını şöyle sürdürüyor:
«Kökeni karmaşık bir eski zamanda olan her aile, her cumhuriyet ve her imparatorluğun kendine özgü bir fablı ve hakikati, kendine özgü bir efsanesi ve tarihi vardır. Kimileri kurumumuzu Süleyman’a, kimileri Musa’ya, kimileri İbrahim’e, kimileri Nuh’a, kimileri ilk kenti kurmuş olan Hanok’a hatta Âdem’e bağlar. Bu kökenleri yadsımak gibi bir tavır takınmaksızın, daha yakın tarihli konulara geçeceğim. Bu, benim on birinci yüzyıldan beri derneğimizin merkezi olan Büyük Britanya’da, sık sık ayrıcalıklarımızdan söz eden tarihsel belgelerden, Parlamentonun yasalarından ve İngiliz halkının yaşayan geleneklerinden toplamış olduklarımın bir bölümüdür.»
Ramsay, açıkça belirtmemekle birlikte burada Masonluğun 1723 tarihli anayasasının tarihsel bölümüne söz atıyor. Üstü kapalı olarak, Masonluğun tarihçesi üzerinde kendisinin daha geniş bilgileri olduğunu belirtmek istiyor.
Daha sonra Ramsay’ın Masonluğun tarihsel kökenini, gene adını söylemeksizin, iyiden iyiye Tapınak Şövalyeleri’ne bağladığı, böylece Masonluğun o benimsendiği üzere kökenindeki Operatif Masonluğu göz ardı etmese bile, bunun pek de önemli olmadığını belirttiği görülüyor. 1738 yılında “Yeni Anayasa Kitabı” adı altında yayımlamış olduğu kitabının başında James Anderson’un Fransa’daki masonları “nankörler” olarak nitelendirişi bundan ileri gelmektedir.
Ramsay’ın söylevi şöyle sürüyor:
«Haçlılar zamanında Filistin’de birçok prens, derebeyi ve yurttaş aralarında birleşmiş, Kutsal Topraklar’da Hıristiyanların Mabedi’ni yenilemeye, mimarîsini ilk kurulduğu zamanki haline getirmeye kendilerini adayarak ant içmişlerdi. Putataparlar ve Müslüman Araplar arasında birbirlerini tanıyabilmek için, din kaynağından alınma birçok eski işaret ve sözcük üzerinde anlaşmışlardı.»
Gene adı konmaksızın Tapınak Şövalyelerinden söz edilmekte olduğu görülüyor. “Kutsal Topraklar” olarak nitelenen Kudüs’te Hıristiyanların eskiden kalma önemli bir tapınakları yoktu. Burada, Birinci Haçlı Seferi sonunda Hıristiyanlar Kudüs’ü ele geçirdikleri zaman Siyon Tepesi üzerinde bulunan eski bir Bizans bazilikasının yıkıntılarından söz edilmekte olması düşünülebilirse de, bu zayıf bir olasılıktır. Asıl sözü edilmek istenen Süleyman Tapınağı’dır. Burada yapılmakta olan, Yahudilik ile Hıristiyanlığın bağdaştırılmasına çalışmak da değildir; Süleyman Tapınağı’na belki de -söylendiğine göre- bu tapınağın “evrensel” bir nitelik taşımak üzere yapımı öngörülmüş olduğu göz önünde tutularak, Hıristiyanlık adına sahip çıkmaktır. Ancak bu tutum salt Ramsay’a özgü değildir. Tarih boyunca Hıristiyanlar, Süleyman Tapınağı’na Yahudilere oranla çok daha fazla sahip çıkmıştır. İki tümce sonra, bu konunun daha da belirginleştiğini görüyoruz:
«Bir süre sonra Tarikatımız Kudüs Aziz Yahya Şövalyeleri ile sıkı bir birlik oluşturdu. O zamandan beri localarımız Aziz Yahya Locaları adını aldı. Bu birlik, İsrailoğullarının ikinci tapınağı yaparken, bir ellerindeki mala ile harç işlerken diğer elleriyle de bir kılıç ve kalkan taşımaları örneği üzerine kurulmuştu.»
“Kudüs Aziz Yahya Şövalyeleri” (Chevaliers de Saint-Jean de Jérusalem) Hastanecilerin bir diğer adıdır. 12. yüzyıl başlarında Tapınakçılar ile Hastaneciler, Kudüs’te yer yer iş birliği de ederek çalışmışlardı.
Öte yandan “Aziz Yahya Locaları” (Loges de Saint-Jean) 18. yüzyılda Fransa’da herhangi bir büyük locaya bağlı olmaksızın kurulmuş olan mason localarının taşımış oldukları bir genel addır. Bunların çoğu İskoç localarıdır. Dolayısıyla, konuşmasının bu aşamasında Ramsay, artık genel olarak Masonluktan değil, Fransa’daki İskoç Masonluğu’ndan söz etmektedir.
Şu “İkinci Tapınak” üzerinde de biraz durmak isterim.
M.Ö. 586 yılında Babil Kralı Nebukadnezar’ın Kudüs’ü ele geçirip Süleyman Tapınağı’nı yıktırması ve İsrailoğullarının büyük bir bölümünü tutsaklayıp Babil’e götürmesinden kırk yıl kadar sonra, Pers Kralı Kurus (Keyhüsrev) topraklarına kattığı Babil’de sürgün olarak yaşayan İsrailoğullarına özgürlüklerini bağışlar. İsrailoğullarından bir bölümü Babil’de kalır; diğerleriyse Prens Zorobabel’in önderliğinde Kudüs’e döner. Aynı yerde yeni bir tapınak yaparlar.
Bunlar Tevrat’ta yazılıdır ve diğer tarihsel bilgilerle de doğrulanmaktadır. (Oysa Süleyman tapınağı tarihsel bilgilerle doğrulanamıyor.)
Bu tapınağın yapımcılarının bir ellerinde mala ve diğer ellerinde kılıç ile çalıştıklarını belirten anlatım ise Masonluğa özgü olup, İskoç Riti’nin en önemli alegorilerinden birini oluşturur.
Burada Operatif Masonluk ile Şövalyelik, bireyin kişiliğinde birleştirilmektedir. Ramsay’ın söylevindeki bu söz, daha sonra tüm İskoç ritlerindeki önemli öğelerden biri olmuştur.
Ramsay, Masonluğun tarihsel kökenine ilişkin anlatımını şöyle sürdürüyor:
«Krallar, prensler ve derebeyleri Filistin’den kendi ülkelerine döndüklerinde, oralarda çeşitli Localar kurdular. Son Haçlılar zamanında Almanya, İtalya, İspanya Fransa, ondan sonra da Fransız ve İskoç Ulusları arasındaki sıkı birlik nedeniyle İskoçya’da birçok loca kurulmuştu.»
Burada Tapınak Şövalyelerinin 12. ve 13. yüzyıllarda çeşitli ülkelerde kurmuş olduğu karargâhları birer “loca” olarak nitelenmekte fakat gene de adları geçmemektedir. İskoçya’nın sona bırakılışı, 14. yüzyıl başlarında Tapınak Şövalyeleri Tarikatı ortadan kaldırıldıktan sonra, birçok şövalyenin İskoçya’ya göçerek orada yerleşmiş olmasıdır.
Bu sözlerden hemen sonra Ramsay’ın, spekülâtif nitelikli Masonluğun sanki dünyanın başka hiçbir yerinde hiçbir gelişimi söz konusu değilmişçesine, İskoç Masonluğu’nun benimsenen kökenine girdiği görülüyor:
«İskoçya’nın Stuart Lordu James, İskoçya Kralı Alexander III öldükten kısa bir süre sonra, ve John Baliol tahta çıkmadan bir yıl önce, 1286’da İskoçya’nın batısında Kilwinning’de kurulmuş olan locanın büyük üstadı idi.»
“Stuart Lordu” denilen kişi, o tarihlerde İskoçya Sarayı’nın başkâhyasıdır. Dolayısıyla burada Ramsay, Tapınak Şövalyelerinden İskoçya’ya getirdiği Masonluğun başına Stuartları yerleştirmektedir. Fakat onlardan söz ederken konuyu 13. yüzyılda bırakmakta, güncelleştirmemeye çok dikkat etmektedir.
Bundan sonra Ramsay’ın, Fransa tarihindeki bir olguya değindiğini görüyoruz:
«Çoğu yerlerde Localarımız ve Ritüellerimiz dereceler içinde ihmale uğramıştır. Birçok tarihçiden yalnızca Büyük Britanyalı olanların Tarikatımızdan söz edişleri bundan ileri gelir. Bununla birlikte, Fransa krallarının yüzyıllar boyunca şahanelerinin korunması için güvendiği İskoçyalılar arasında görkemini korumuştur.»
Burada Ramsay, adını belirtmemekle birlikte, 15.-18. yüzyıllarda Fransa’da bulunan İskoç askerlerinden oluşmak üzere kurulmuş “İskoç Muhafızlar” (Gardes Ecossais) adlı bir askerî birlikten söz ediyor.
Bundan sonra Ramsay’ın “Özgür Mason” sözcüğünün kökenine ilişkin olmak üzere, tarihsel gerçeklerle çelişkili, kendi iddialarına uygun ilginç bir açıklaması geliyor. Ramsay, Kudüs’ün Müslümanların eline geçişinden sonra İngiltere Kralı 3. Henry’nin oğlu Edward’ın İngiltere’de bu tarikatın koruyuculuğunu üstlendiğini, bu kardeşlik kurumunun üyelerinin bundan böyle “Özgür Mason” adını aldıklarını söylüyor. 16. yüzyıldaki din çatışmalarının, tarikatın soyluluğunu yitirip yozlaşmasına neden olduğunu ileri sürüyor. Sonra da şunu ekliyor:
«Bunun çaresinin başlangıcı zaten yapılmıştır. Yalnızca sürdürmek ve en azından her şeyi ilk kuruluşundaki duruma getirmek gereklidir. Bu iş din ile Hükümetin yasalarımız bakımından elverişli olduğu bir Devlette zor olmaz.»
Tüm konuşmanın, politik bakımdan en önemli paragrafı belki de budur. Burada kullanılan dil çok diplomatiktir. Kapalı bir biçimde söylenen şey, Fransa’nın iş birliği ve desteği sayesinde Stuartların İngiltere’deki egemenliklerinin yeniden sağlanabileceğidir.
Son olarak Ramsay, artık Şahane Sanat’ın (Masonluğun) yeniden Britanya Adaları’ndan Fransa’ya geçmekte olduğunu belirterek, Fransa Krallığı’na ve Fransa’nın o sıralardaki en güçlü adamı olan Kardinal Fleury’ye -onun da adını söylemeksizin- övgüler yöneltiyor. Fransa’nın tarikatın merkezi olacağını belirtiyor. Gelecekte Fransa’nın “tüm halkların evi” niteliğini taşıyacağını söyleyecek kadar ileri gidiyor ve konuşmasını bitiriyor.
Söylevinin sonunda, toplantıya özellikle çağrılmış olan seçkin Fransız ileri gelenlerini, hayli abartılı bir tarzda övgüye boğuyor.
İşte Ramsay’ın o ünlü söylevi özetle ve yorumlarıyla birlikte böyle… Bundan sonra bu söylevin nasıl bir etki yaratmış olduğundan söz edeceğim.