Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Antlaşmalar  (Okunma sayısı 11262 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Nisan 26, 2007, 08:01:07 öö
Yanıtla #20

Edirne Antlaşması  

1828 Osmanlı-Rus savaşı sonunda, Edirne'de imzalanan antlaşma (14 Eylül 1829).
Navarin faciasından (1827) sonra başlayan (Eylül 1828) Osmanlı-Rus savaşı aleyhimizde gelişince, barış isteği belirdi. İngiliz ve Fransız elçilerinin teşebbüsleri ve Çarın kayınpederi Prusya kralının gönderdiği aracının çabalarıyla, bir antlaşma hazırlığına girişildi. 1829 yılı yazında, Çarlık orduları, Balkanları aşarak, İslimiye ve Yanbolu taraflarını zorlamaya başladı, doğuda Erzurum'u aldı. Bu sırada Edirne de düşünce, savaşa son vermek için, İstanbul'daki Prusya elçisi, denizden Tekirdağ'a gitti, Rus generali Dielitsch'e haber göndererek, ateşkes ilanını sağladı, iki tarafın Edirne'de barış esaslarını görüşmelerine karar verildi. Bu arada Edirne'nin doğusunda kalan Rus askerleri çekildiler. Daha önce, İstanbul'daki İngiliz ve Fransız elçileri, hükümetlerinden aldıkları talimata dayanarak, Mora'nın (Yunanistan) istiklalini (bağımsızlığını) tanıması hususunda Babıâli'ye verdikleri resmî takrire cevap istediler ve Bebek Köşkü'nde yapılan müzakereler sonucunda, ilgili devletlerin evvelce Londra'da (22 Mart) aldıkları kararları kabul etmek gereği ortaya çıktı (6 Temmuz). Bu kararlar, Yunan hükümetinin tam bağımsız bir devlet olması, sınırlarının daha önce verilen mazbatada istenilen şekilde çizilmesi; Yunan hükümdarlığının, müttefik devletlerde hükümran olan hanedanlardan birine mensup olmayan bir prense asaleten verilmesi, Devlet-i Aliyye ile Yunan devleti arasında barışın korunması, iki tarafça genel af ilanı, Yunanistan'a göç etmek isteyen Rumlara bir yıl süre tanınması vs. gibi hükümleri, dokuz maddede kapsamakta idi.

Askerî harekâta son verilerek, barış müzakerelerine Edirne'de başlanması kararlaştırılınca, Babıâli tarafından, Sâdık Efendi birinci Eminbeyzâde Abdülkadir Bey ikinci murahhas tayin edildiler (15 Ağustos 1829). Bir ay kadar süren müzakerelerden sonra Edirne'de 16 maddelik bir antlaşma imzalandı. Başlıca hükümleri şunlardı:

1. Karada ve denizde çarpışmalara son verilerek, iki devlet arasında, sınırsız bir dostluk kurulacak; bu antlaşmanın     şartlarına aykırı hareket edilmeyecektir.

2. Rusya, Boğdan ülkesini eski sınırlarıyla, Osmanlı Devleti'ne bırakacak, Eflak bölgesinden Dobruca, Silistre,     İshakçı, Pazarcık, Varna, Yanbolu, Aydost, Kırkkilise ve Edirne ile Rumeli'de işgal ettiği bütün yerlerden geri     çekilecektir.

3. Prut nehri, eskiden olduğu gibi, Boğdan arazisine bitiştiği yerden, Tuna'ya karıştığı yere kadar, iki devlet arasında     sınır olacak, Tuna kollarındaki bütün adalar Rusya'nın tasarrufunda kalacak, bu nehrin sağ kıyısı Osmanlıların     olacak, 10 km.'lik mesafe boşaltılacak, hiçbir tesis yapılmayacak, adalarda Rusya hiçbir bina ve istihkâm     yapmayacak, Tuna nehrinde seyrü sefer, her iki devlet için serbest olacaktır.

4. Gürcistan ve Kafkas tarafındaki birçok eyalet, uzun zamandan beri Rusya hudutları içine girmiş; 1828'de İran-    Rusya arasındaki Türkânçay Antlaşması gereğince Revan, Nahçıvan hanlıkları da Rusya'ya geçmişti. Bu     bakımdan iki devlet arasındaki yeni sınır, Ahıska, Poti, Anapa kaleleri Rusya tarafında; Kars, Bayazıt, Erzurum     bölgeleri Osmanlılarda kalmak üzere düzenlenecektir.

5. Eflak ve Boğdan'a yeni haklar tanınacak, Eflak-Boğdan beyleri, yaşadıkları sürece görevde kalacak, Eflak ve     Boğdan'daki kaleler yıktırılacak, bu iki eyalette Osmanlı askeri bulunmayacaktır.

6. Akkerman Antlaşması gereğince Sırbistan'a tanınmış olan imtiyazlar, yani Sırbistan muhtariyeti, bu antlaşma ile     tekid edilecektir (sağlamlaştırılacaktır).

7. Rus ticaret gemilerine Boğazlardan geçiş hakkı tanınacak, Rus halkından olanlar, Osmanlı ülkelerinde serbestçe     ticaret yapabileceklerdir.

8. Osmanlı Devleti, Rusya'ya, on taksitte ödenmek üzere, on bir buçuk milyon duka altını tazminat ödeyecektir.

9. Osmanlı Devleti, 6 Temmuz 1827'de Londra'da, Rusya, İngiltere ve Fransa arasında ve Yunanistan'ın     bağımsızlığıyla ilgili antlaşmaya tam muvafakat bildirecek; 22 Mart 1829'da bu esasa göre düzenlenen protokolü     de kabul edecek; antlaşmanın tasdikinden sonra Rusya, İngiltere ve Fransa murahhaslarıyla birlikte ve antlaşma     esaslarının uygulanmasını kararlaştırmak üzere, Osmanlı Devleti tarafından murahhaslar tayin edilecektir.

10. Her iki devlet, savaş sırasında işgal ettikleri topraklarda genel af ilan edecek, harp esirleri de bu antlaşmanın      onaylanmasından sonra, derhal serbest bırakılacaktır.

 
 


Nisan 26, 2007, 08:01:50 öö
Yanıtla #21

Bükreş Antlaşması
 
1806-1812 Osmanlı-Rus Harbinin sonunda, 28 Mayıs 1812’de imzâlanan antlaşma. 16 madde üzerine akdedilen muâhedenin önemli hükümleri şöyledir.

Mühim bir Türk azınlığının yaşadığı Besarabya’nın tamâmı Rusya’ya bırakılıyordu. Akkerman, Kili, İsmail gibi kaleler Ruslara geçiyor; Kalas, İbrail, İsakçı, Tulça, Türklerde kalıyordu. Ruslar işgâl ettikleri Romanya’yı (Memleketeyn, yâni Eflak ve Boğdan prenslikleri) ve Kafkas topraklarını Türkiye’ye geri veriyorlardı.

Bu muâhedenin en mühim maddesi, Belgrad ile güney arâzisinden ibâret, küçük bir Sırbistan Prensliğinin teşekkülüdür. İç işlerinde bağımsız olan bu devlette, Türk askeri bulunacak ve Sırbistan Prensini Bâbıâlî tâyin edecekti. Buna rağmen, bağımsız bir Sırbistan’ın temelleri atılmış oluyordu. Bu prenslik, 1878’e kadar adım adım imparatorluktan ayrıldı ve bu târihte, Sırbistan adı altında tamâmen bağımsız oldu.

 
 


Nisan 26, 2007, 08:02:23 öö
Yanıtla #22

Bucaş Antlaşması
 
18 Ekim 1672’de Osmanlı Devleti ile Lehistan (Polonya) arasında imzalanan antlaşma.

Ukrayna’da yaşayan Sarıkamış Kazakları, Lehlilere karşı Osmanlı himayesini kabul etmişlerdi. Osmanlı Devleti de Kazakların Hatmanı Doreşenko’ya, sancak beyliği pâyesi vermişti. Kazakların, Osmanlı hakimiyeti altına girmesini istemeyen Lehistan kralı, Doreşenko üzerine yürüyüp birkaç palangasını aldı. Osmanlı Devleti, himayesine geçmiş bulunan Kazak hatmanına taarruzdan el çekmesini ve dinlemezse sulha aykırı hareket etmiş olacağını, Lehistan kralına bildirdi. Ancak, Lehistan kralı, pâdişâhın nâmesine muvâfık (uygun) cevap vermediğinden, 1672’de Lehlilere karşı harp ilan edildi. Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, süratle Lehistan’a girdi ve Podolya’nın merkezi Kamaniçe’yi aldı (27 Ağustos 1672). Sultan Dördüncü Mehmed’in de katıldığı Osmanlı ordusu, Galiçya’da Lemberg ve Lublin kalelerini zaptetti. Osmanlı ordularının bu ilerlemeleri karşısında Lehistan, barış istemek zorunda kaldı. Galiçya Ukraynası'nda yer alan Bucaş’ta başlayan görüşmeler, dört gün sürdü.

17 Ekim 1672’de imzalanan antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:

1. Leh kralı her sene, Kasımdan Kasıma Osmanlı hazinesine 22.000 altın verecek.

2. Podolya ülkesi, eski hududuyla ve kalelerindeki cephane ve mühimmatıyla Osmanlılara teslim edilerek, Leh kuvvetleri tarafından tahliye olunacak.

3. Ukrayna memleketi, eski hududuyla, Kazak Hatmanı Doreşenko’ya verilecek ve bu mıntıkadaki Leh kuvvetleri, tamamıyla Ukrayna’yı terk edecek.

4. Podolya eyaletinde zaptedilen ve edilmeyen kırk sekiz palanga, Osmanlılara teslim edilecek.

5. Osmanlı Devleti, Avrupa kıtasında herhangi bir devletle savaştığı sırada Leh Devleti, Osmanlılarla savaşan devlete     herhangi bir vesileyle yardımda bulunmayacak.

 
 


Nisan 26, 2007, 08:03:04 öö
Yanıtla #23

Brest-Litovsk Antlaşması
 
Birinci Dünya Savaşı sonunda Brest şehrinde İttifak Devletleri (Almanya, Türkiye, Avusturya, Macaristan, Bulgaristan) ile Sovyet Rusya arasında imzalanan barış antlaşması (3 Mart 1918).

1917’de Birinci Dünya Savaşından çekildiğini ilan eden Rusya ile İttifak Devletleri arasındaki barış görüşmeleri, 22 Aralık 1917’de başladı. Ancak, görüşmelerin uzaması ve bir neticeye varılamaması üzerine, Almanlar, 18 Şubat'ta tekrar saldırıya geçti. Almanların ileri sürdüğü şartların kabulüne taraftar olan Lenin, partisine de görüşünü kabul ettirmeyi başardı. 3 Martta imzalanan antlaşmaya göre Sovyetler, Polonya, Ukrayna ve Finlandiya ile Baltık topraklarından çıkmayı kabul etti. Ardahan, Kars ve Batum’u (Elviye-i Selâse) Türkiye’ye bıraktı. Antlaşma, 15 Martta Sovyetler Kongresinde de tasdik edildi. Brest-Litovsk Antlaşması, 11 Kasım 1918’de Almanya’nın müttefiklerle imzaladığı ateşkes antlaşmasıyla birlikte yürürlükten kalktı
 
 


Nisan 26, 2007, 08:03:51 öö
Yanıtla #24

Berlin Konferansı ve Antlaşması
 
Osmanlı Devleti ile Almanya, Avusturya, Macaristan, Fransa ve Rusya arasında Berlin’de yapılan antlaşma. Halkımızın 93 Harbi dediği 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından, Osmanlı İmparatorluğu'nun yenik çıkması neticesinde, Ruslarla 3 Mart 1878’de, şartları çok ağır Ayastefanos Antlaşması imzalanmıştı.

Türkiye’nin Balkanlardaki rolünü pek zayıf bir vaziyete düşüren ve Rusları Balkanların efendisi durumuna yükselten bu antlaşma, büyük devletlerin gözünü korkuttu. Ayastefanos Muahedesinin, Rusya, İngiltere ve Avusturya arasında tadil edilmesi (değiştirilmesi) hususunda, o sırada İngiltere, sonra dünyanın ikinci devleti durumuna yükselen Almanya’nın yardımı ile bir konferansın toplanması mümkün olmuştu.

Sultan İkinci Abdülhamid Han, İngiltere’yi Rusya’nın aleyhine mahirane bir şekilde kışkırtmıştı. İngiltere, zayıf bir Türkiye’nin karşısında, Rusya’nın, Orta Doğudaki İngiliz menfaatlerini tehdit edeceğine, ılık sulara inip kendisiyle rekabete başlayacağına inanmıştı. Daha önce, geçici ve şartlı olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye bırakan Babıali, Rusya’yı yola getirmek için, birinci derecede bu devlete güveniyordu. Tabii, Türkiye, savaştan mağlup çıkmıştı. Bahis konusu olan şey, mümkün olduğunca az zararla işin içinden sıyrılmaktı.

Kongrenin Berlin’de toplanması hususunda, Almanya İmparatorluk Şansölyesi Prens Bismark’ın teklifi kongreye katılan devletlerce kabul edildi. Türkiye ve Rusya’dan başka İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan ve İtalya'nın katıldığı Berlin Konferansı, Almanya İmparatorluk Şansölyesi (federal başbakan) Prens Bismark’ın başkanlığında 13 Haziran 1878’de açıldı. Diğer devletleri, başbakanlar ve dışişleri bakanları temsil ediyordu. Türk murahhasları, Hariciye Nazırı Kara Todori Paşa, Müşir Mehmed Ali Paşa ve Berlin büyük elçisi Sadullah Bey (Paşa) idi.

Berlin Antlaşması, Türkiye için bir yıkım olmakla beraber, Türkleri Avrupa’dan tasfiye etmiyordu. Bilakis, Türkiye’nin Balkanlardaki hayatını, 1913’e kadar 35 yıl uzatıyordu. Üstelik antlaşmanın Rusya’ya sağladığı faydalar azdı ve asla Rusya’nın savaşta göze aldığı fedakârlıkları karşılamıyordu. Asıl faydalananlar, Balkan devletçikleri ve İngiltere idi.

64 maddelik antlaşmada, toprak değişiklikleri dışında en mühim maddeler, Türkiye’nin, Doğu Anadolu’da Ermenilerin az çok önemli bir azınlık teşkil ettikleri vilayetlerde (Vilâyât-ı Sitte), bu kavim lehine ıslahat yapmayı, aynı ıslahatı Makedonya vilayetlerinde de uygulamayı kabul etmesiydi. Her iki madde de, Sultan İkinci Abdülhamid tarafından Büyük Devletler arasındaki rekabetten faydalanılarak, yıllar boyunca uyutuldu ve asla tatbik edilmedi.

Diğer pek mühim bir madde, Türkiye’yi, Rusya’ya 802.500.000 frank savaş tazminatı ödemeye mecbur ediyordu. Tazminatın ödenmesi, Sultan İkinci Abdülhamid’in uzun saltanatı boyunca devam etti.

Berlin Antlaşması, Türkiye’nin 1699 Karlofça Antlaşması'ndan sonra, Avrupa’dan tasfiyesini hazırlayan ikinci büyük dönüm noktası oldu. Bu tasfiye, 1913 Bükreş Antlaşması ile tamamlandı ve Avrupa Türkiyesi, Doğu Trakya’ya münhasır kaldı.

Osmanlı Devletinin bu antlaşma ile doğrudan doğruya veya dolayısıyla olan toprak kayıpları şu şekilde özetlenebilir: Devlet, doğrudan doğruya idaresinde bulunan Niş sancağını Sırbistan’a, Teselya sancağını Yunanistan’a, birkaç kazayı Karadağ'a, Kars, Artvin ve Ardahan sancaklarını Rusya’ya, Dobruca sancağını Romanya’ya bırakıyor, bu suretle birkaç kaza ile birlikte 6 sancak, İmparatorluktan ayrılıyordu. Kendisine tabi olan Romanya, Sırbistan, Karadağ prensliklerinin, imparatorluktan ayrılmasına razı oluyordu. Bunların arasında Tunus Prensliğini de saymak mümkündür. Zira üç yıl sonra Tunus’u işgal eden Fransa, bu işgalin ortamını Berlin Konferansının kulisinde sağlamıştı. Osmanlı Devleti, çok imtiyazlı bir Bulgaristan Prensliği ile az imtiyazlı bir Doğu Rumeli vilayetinin kurulmasına rıza gösterdiği gibi, Bosna-Hersek vilayeti (eyalet, umumi valilik) ile, kısmen Yenipazar sancağının idaresini Avusturya-Macaristan’a, Kıbrıs sancağının idaresini de İngiltere’ye bırakıyordu. Birkaç şaşkın ve gafil devlet adamının, Karadağ’a bir kaza bırakmamak için göze aldıkları savaşın sonunda yapılan bu büyük Türk yağmasından İran bile nasibini alıyor, bu devlete de o zamandan beri İran’da kalan Kotur kazası veriliyordu.

Mithat, Mahmud Celaleddin, Redif paşalar gibi gafillerin, kazanacakları zannıyla, Osmanlı Cihan Devletini, ortasına attıkları meşhur “93 Harbi”nin neticesi budur. Eğer Sultan İkinci Abdülhamid’in şahsi diplomasisi olmasaydı, bu kayıplar çok daha büyüyecek ve Ayastefanos’un ağır şartları aynen uygulanacaktı.

 
 


Nisan 26, 2007, 08:04:34 öö
Yanıtla #25

Belgrad Antlaşması
 
1739’da Osmanlı Devleti'nin Avusturya ve Rusya ile yaptığı iki ayrı barış antlaşması. Rusların, 1736’da Orkapı’yı teslim alarak Kırım’ı talan etmeleri ve Bahçesaray’ı yakmaları üzerine Osmanlı Devleti harekete geçti. Ancak, Osmanlı Devletinin, Rusya cephesinde kazandığı başarılar üzerine, Avusturya da üç koldan Osmanlı topraklarına girdi. Böylece iki cephede çarpışmak zorunda kalan Osmanlı kuvvetleri, bir müddet bocaladılar ise de kısa sürede toparlandılar. Bilhassa, Yeğen Mehmed Paşa, Abdipaşazade Ali Paşa, İvaz Mehmed Paşa ve Hafız Ahmed Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetleri, Avusturya ve Rus kuvvetlerini arka arkaya bozguna uğrattılar. Niş, Özi ve Kılburun kaleleri ele geçirildi. Belgrad kuşatıldı. Bunun üzerine, Fransa’nın arabuluculuğuyla, Osmanlı Devleti ile Belgrad Barış Antlaşmasını imzalayan Avusturya ittifaktan çekildi.

23 maddeden oluşan Belgrad Antlaşmasına göre; 1718’de Avusturya eline geçen Belgrad, Bosna, Sırbistan ve Eflak’ın bir bölümü Osmanlı Devletine geri verildi. Tuna ve Sava ırmakları iki devlet arasında hudut sayıldı. Antlaşmanın diğer maddeleri, Avusturyalıların inşa ettiği bazı askeri tesislerin yıkılması ile, esirler ve elçi teatilerini ihtiva etmekteydi. Antlaşma 27 senelik olmak kaydı ile imza edildi (18 Eylül 1739).

Avusturya ile barış yaptıktan sonra, Osmanlı kuvvetlerinin bütün güçleriyle üzerine geleceğini düşünen Rusya da uyuşmayı uygun gördü. Yine Fransa elçisi, Ruslara vekâleten sulh talep etti. Yapılan görüşmeler sonunda, Rusya ile de 15 maddelik bir ahidname imza edildi (18 Eylül 1739). Antlaşmaya göre Ruslar, Azak dışında işgal ettiği toprakların tamamını Osmanlı Devletine terk ediyordu. Azak Kalesi ise yıkılarak arazisi tarafsız bir hale getiriliyordu.

Osmanlı Devleti, Karlofça ve Pasarofça’da imzalamış olduğu muahedelerin zararlarını, bu antlaşma ile telafi etti. Ayrıca devrin iki büyük devletine karşı koyabileceğini de göstermiş oldu.
 
 


Nisan 26, 2007, 08:05:35 öö
Yanıtla #26

Baltalimanı Antlaşması
 
Osmanlı Devleti'nin, 1838’de, İngiltere ile Baltalimanı’nda imzaladığı ticaret antlaşması.

Avrupa’da sanayi inkılabının neticesi olarak daha fazla ham maddeye ihtiyaç duyulmaya başlandı. Bunun üzerine Osmanlı hükümeti de 1826’dan itibaren, ham maddesini dışarıya çıkararak, esnafın işsiz kalmasını önlemek maksadıyla bir nevi himaye sistemi olan yed-i vahid (tekel) usulünü uygulamaya koymuştu. Sistemin, ayrıca, yeni kurulmuş olan Asakir-i Mansure-i Muhammediyye ordusuna kaynak bulmak ve üreticinin mahsulünü ucuza satarak aldanmasını önlemek gibi gayeleri de bulunuyordu. Yed-i vahid uygulaması özellikle İngiliz tüccarlarını son derece rahatsız ediyordu. Nitekim, İngiliz sefiri Ponsenby, yed-i vahid usulü ile ticaret serbestisine konmuş engellere şiddetle çatmakta; Türkiye’de mahsul yetiştirenler, bunların fiyatlarını tespit etmekte yegâne hakim olan imtiyazlı kimselere satmak mecburiyetinde kaldıkça, Türk sanayiinin geriliğe mahkûm kalacağını iddia etmekteydi. Kısaca yed-i vahid usulü, İngiltere’nin Osmanlı Devletini gönlünce sömürmesini engellemekteydi.

Bu sebeple İngilizler, Osmanlı ticaretinde kendilerine ters düşen hükümlerin kaldırılması için 1833’ten itibaren ünlü hariciye nazırları Palmerston aracılığıyla uğraşmaya başladılar. 1836’daki müzakerelerde Osmanlı heyetine başkanlık eden gümrük emini Tahir Efendi, eski düzenden mümkün olduğunca az taviz vermeye çalışmış ve İngiliz isteklerine boyun eğmemişti. Bu durumda İngiliz diplomasisi, Osmanlı bürokrasisinin zayıf ve bunalımlı bir devresini kollamaya başladı. Nitekim bu fırsat, iki yönlü bir şekilde, İngilizlerin karşısına çıktı. 1837’de Londra büyük elçiliğinden hariciye nazırlığına getirilen Mustafa Reşid Paşa, İngilizlere yakın bir müzakereciydi. Londra büyükelçiliğindeyken mason locasına kayıtlı olan Reşid Paşa, Osmanlı Devletini, iktisadi bakımdan çökertecek bir antlaşmaya yanaşmakta hiç tereddüt göstermedi. Bu sırada Mehmed Ali Paşa, Mısır'da Osmanlı Devleti için büyük bir tehlike arz ediyordu. Reşid Paşa, Mısır meselesinde İngilizlerin yardımlarını temin bahanesiyle, Baltalimanı’ndaki yalısında dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838’de Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmasını imzaladı. Antlaşma, 8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria, bir ay sonra da Sultan Mahmud tarafından tasdik olundu. Esas ve zeyl olmak üzere iki kısım halinde tanzim edilen antlaşmanın birinci kısmı, iç ticarete ait maddeleri; zeyli meydana getiren ikinci kısım ise İngiltere’den ithal edilecek mallarla, transit eşyaların gümrüklendirilme şekillerini ihtiva ediyordu.

Antlaşmanın zeyl kısmının ikinci maddesine göre, zirai mahsullerle sair eşya üzerine konan yed-i vahid yani tekel usulü, tamamen kaldırılıyordu. Bu maddeyle emperyalizmin önündeki engeller kaldırılarak, iktisadi sistemimiz felce uğramış oluyordu. Ayrıca, iç ticaretin, Osmanlı vatandaşlarına münhasır kalması da kaldırılıp, istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına veriliyordu.

Antlaşmanın diğer önemli hükümlerine gelince, dördüncü madde ile, Britanya tebaası, Osmanlı memleketleri mahsulü olan bütün maddeleri, istisnasız olarak ihraç etme iznine sahip olacaklardı. Altıncı madde ile transit resmi kaldırılmaktaydı. Yedinci madde ile, İngiliz gemileriyle gelen İngiliz emtiası için, bir defa gümrüğü ödendikten sonra, ithalatçı veya alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti. Antlaşmanın bu hükümleri ile, Osmanlı hazinesi, önemli bir gelir kaynağından mahrum kaldı. Önceden yabancı bir emtia bir eyaletten diğer bir eyalete geçerken, ilave gümrük ödemek zorunda bulunduğundan, fiyatı artarak rekabet gücünü kaybediyordu. Şimdi ise, Osmanlı tüccarı, bir yerden bir yere bir malı götürüp satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları, ortakları ve adamları, yüzde beş vergi ödeyecekti. Böylece, İngiliz tüccarları, Osmanlı tüccarına karşı korunmuş oluyordu. Bilahare transit resminin devam etmesine karar verilmiş ise de, buna karşılık ithalat resimlerinde, yüzde ikiye varan bir indirime daha gidildi.

Bu arada antlaşma hükümlerinin Mısır, Afrika eyaletleri dahil bütün Osmanlı ülkelerinde ve her sınıf halk tarafından tatbik ve riayet olunacağına dikkat çekildikten sonra, isteyen bütün dost devletlere de istisnasız olarak antlaşmanın teşmil edileceği taahhüt olunuyordu. Nitekim, 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar, Osmanlı dış ticaretinde birinci sırayı alan Fransa, menfaatlerine halel geleceğini bilerek bu antlaşma hükümlerine şiddetle karşı çıktığı halde, çok geçmeden 25 Kasım 1838’de yukarıdaki maddeye istinaden aynı hükümleri ihtiva eden bir antlaşma imzaladı. Bunu, Avrupa’nın diğer devletleri takip etmekte gecikmediler. 31 Ocak 1840’ta İsveç ve Norveç, 2 Mart 1840’ta İspanya, 14 Mart 1840’ta Hollanda, 30 Nisan 1840’ta Belçika, 1 Mayıs 1841’de Danimarka ve 20 Mart 1843’te Portekiz ile antlaşmalar imzalandı.

Mustafa Reşid Paşanın faaliyetleri sonucu, 1838’de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticari antlaşmalar, esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa, devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir işe yaramamıştır. Nitekim, antlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya başbakanı; “İşte Osmanlı şimdi bitti!” derken, Osmanlı’ya büyük bir darbenin vurulduğunu daha işin başında söylemekten kendini alamamıştır. Aradan yirmi yıl geçtikten sonra, 1858’de antlaşmanın tesirlerini anlatan İngiliz Edward Michelson ise; “Yabancı ülkelerde büyük ünü olan Türk sanayiinin birçok kolları, şimdi tamamen yok olmuştur. Bunlar arasında pamuk sanayii başta gelir ki, bunlar tamamıyla İngiliz sanayii tarafından sağlanmaktadır. Şam’ın çelik bıçakları, Kıbrıs’ın şekeri, İznik’in çinisi, Teselya’nın iplik boya sanayii hep yok olmuştur. Bütün bu sanayi kollarının, bugün, Türk topraklarında artık izi bile kalmamıştır” derken, Türk sanayiinin düştüğü acı durumu dile getirmiştir. Bu ticaret antlaşmaları, devlet hazinesini, önemli masrafları karşılayamaz hale getirdi ve Avrupa’dan borç alma yolu açıldı. Böylece, dışa bağımlılık devri başlamış oldu.

Gerçekten de Sultan Abdülaziz, 1861’de tahta çıkarken, 1838 ticari antlaşmalarının bir neticesi olarak, dış ticaretin yanında iç ticaret de yabancıların eline geçmiş, büyük çapta mali ve iktisadi çöküntü içerisinde bulunan bir devletle karşılaşmış idi.

 


Nisan 26, 2007, 08:06:24 öö
Yanıtla #27

Aynalıkavak Antlaşması (Tenkihnamesi)
 
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 21 Mart 1779'da imzalanan antlaşma.

21 Temmuz 1774'de imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya, Kırım'ın bağımsızlığını kabul etmişti.

Avrupa ülkelerinin Kuzey Amerika'daki savaşlarla ilgilenmesi, Çariçe II. Katerina'ya Kırım'ı işgal etme fırsatı vermiş, bunun üzerine Kırım Han'ı IV. Devlet Giray, Osmanlılara sığınmıştı. Yerine Rus yanlısı Şahin Giray'ın geçmesiyle Tatarlar ayaklandı. Ayaklanmayı destekleyen Osmanlılar, Selim Giray ve taraftarlarını Kırım'a gönderdiler. Rusların ayaklanmayı bastırması üzerine Osmanlılar, Rusya'nın, Kırım'dan çekilmesini istedi. Böylece, İngiltere ve Fransa'nın arabuluculuğu ile Osmanlı ve Rus delegelerinin bir araya gelmesiyle, İstanbul'daki Aynalıkavak Kasrı'nda yeni bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti, Şahin Giray'ın hanlığını tanıyacak, fakat, sonraki hanların seçimi için, padişahın halife olarak onayı alınacaktı. Akdeniz ve Karadeniz'de, Fransızlarla İngilizlere tanınan ticari haklar Rusya'ya da tanınacak, Kırım'daki Rus kuvvetleri geri çekilecekti.

Bu antlaşma ile Kırım'ın bağımsızlığı yeniden onaylanmış oldu.
 
 


Nisan 26, 2007, 08:14:12 öö
Yanıtla #28

AYASTEFANOS (YEŞİLKÖY) ANTLAŞMASI


Antlaşmanın Esasları

- Sırbistan ve Karadağ ve Romanya'ya bağımsızlık verildi. Görünüşte Osmanlılara bağlı, Büyük Bulgar Krallığı kuruldu.

- Osmanlı İmparatorluğu savaş tazminatı olarak Kars, Ardahan, Batum, Doğu Beyazıt ve Eleşkir'i Rusya'ya verecekti.

- Rus siniri içinde kalan Müslüman halk isterse göç edebilecekti.

Osmanlı Devletinden hem çok büyük topraklar koparmışlar, hem de Osmanlı Devleti, ülkede kalacak Hıristiyanlar lehinde ıslahat yapmayı Rusya'ya karşı taahhüt etmişti. Bir başka ifadeyle Osmanlı Devleti, antlaşmanın 14,15 ve 36.maddeleri ile bir bakıma Rusya'nın kendi iç işlerine karışmasına rıza gösteriyordu. Ayrıca bu antlaşma. Osmanlı-Rus ilişkilerinde de bir dönüm noktasıdır. Kars, Ardahan, Batum ve Bayezid'in terk edilmesi ile Rusya, doğudan. Anadolu içinde büyük tehlike arz eden bir kuvvet haline gelmiş bulunmakta idi. Başka bir ifade ile Rusya; bir taraftan Doğu Anadolu 'da, Ortadoğu 'ya hâkimiyet yolunda bir köprübaşı ele geçirirken, diğer taraftan da Ermeniler üzerinde nüfuzunu kuvvetlendirmiş oluyordu. Netice olarak,1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşının Rusya'nın başarısı ile sonuçlanması,"Ermeni Meselesi"nin şekillenmesine yarayan üç yeni faktör meydana getirmiştir:

Ermeni Meselesi 'nin Şekillenmesine Yarayan Faktörler

1. Rus ordularının işgal ettikleri bölgelerde, Rusyalı Ermeni subay ve komutanların Osmanlı Ermenileri ile temasa gelmeleri ve onları, milliyet davasında destekleyecekleri kanaatini yaratmaları,

2. Balkanlar'daki Müslüman olmayan Osmanlı toplumlarının bağımsızlıklarına kavuşturulması,

3. Rusya'nın Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'na sıkıştırdığı 16.Madde ile bir dereceye kadar Ermenilerin hami-si durumuna yükseltilmesidir.

İngiltere 'nin Korkusu

Rusya bu 16.Maddede geçen "Ermenistan" tabiri ile böyle bir memleketin varlığını da Osmanlı Devleti'ne kabul ettirmiş oluyordu. Ancak bu antlaşma yürürlüğe girmeyecekti. Çünkü Rusya, Ortadoğu'daki devletlerarası dengeyi bozmuş idi. İngiltere 'nin İstanbul'daki elçisi Layard da, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması ile ortaya çıkan durumu ve endişelerini hükümetine bildiriyor, Batum, Kars ve Ardahan sancaklarının Rusya'ya verildiğini, böylece İngiltere'nin yüzyıllarca Karadeniz'den Kuzey İran'a gitmekte olan ticaret yolunun tehlikeli bir rakibin eline geçmiş olduğunu, aynı zamanda Rusya'nın Dicle ve Fırat deltalarına sarkmak çabası içinde olduğuna işaret ediyordu. Ayrıca bu antlaşma. Osmanlı - Rus ilişkilerinde de bir dönüm noktasıdır. Kars, Ardahan, Batum ve Bayezid'in terk edilmesi ile Rusya, doğudan. Anadolu içinde büyük tehlike arz eden bir kuvvet haline gelmiş bulunmakta idi. Başka bir ifade ile Rusya; bir taraftan Doğu Anadolu 'da, Ortadoğu 'ya hâkimiyet yolunda bir köprübaşı ele geçirirken, diğer taraftan da Ermeniler üzerinde nüfuzunu kuvvetlendirmiş oluyordu. Rusya ve İngiltere anlaşmanın hükümleri üzerine Avusturya'nın da muvafakatim alarak, ileride toplanacak kongrede görüşülecek konular hakkında bir görüş birliğine varmışlar idi.

Elviye-i Selase 'yi Ruslaştırma Çabaları

"Elviye-i Selase" (Üç Liva) olarak adlandırılan Kars, Ardahan, Batum Bölgesi 1877 -1878 Rus Savaşı (93 Harbi) yenilgisinden beri, işgal altındaydı. Kars Ruslarca başkenti Tiflis olan Kafkas ötesi Genel Valiliğine bağlı bir vilayet olarak yönetiliyordu. Kars Bölgesi, Kars, Ardahan ve Oltu kazalarından oluşuyordu. İşgalden sonra başlayan ağır Ruslaştırma çabalarına rağmen yine Türk hüviyetini bir ölçüde koruyordu. Mesela, alışverişte Rus parasının yanı sıra Türk ve İran paralan da kullanılıyor, toprak işletme ve mülkiyet sisteminde eski kanunlar varlığını sürdürüyordu. İşgal döneminin Bölgeye getirdiği önemli bir değişiklik, yörenin demiryolu bağlantısı ile Kafkas ulaştırma sistemine girmesiydi. İşgalden sonra angarya ile askeri amaçlara yönelik bazı şoseler de yaptırılmıştı. Bir başka değişiklik de, halkın hukuki olarak çeşitli sınıflara bölünmek istenmesiydi. Rusya 'nın öbür bölgelerinde olduğu gibi, bu bölge halkı da asilzadeler, ruhban, şehirliler ve köylüler adları altında dört sınıfa ayrılmak İstenmişti. Ayrıca, sistemli olarak uygulanan baskılar sebebiyle, Müslüman nüfus yarı yarıya azalmış,100.000'i aşkın insan Anadolu topraklarına göç ettirilmek zorunda bırakılmıştı.

Kıbrıs Meselesi

Diğer taraftan İngiltere, Osmanlı Devleti'ne başvurarak. Doğu Anadolu'dan gelecek bir Rus tehlikesine karşı imparatorluğu korumak ve yardım edebilmek için Kıbrıs adasının işgal ve idâresinin kendisine bırakılmasını ve yine Rus tehlikesine karşı bir tedbîr olmak üzere, Doğu Anadolu'daki Ermeniler için ıslâhat yapılmasını istiyor, bir taraftan da, eğer Osmanlı Devleti, Kıbrıs 'ı vermeye yanaşmadığı takdirde, imparatorluğu Rusya ile aralarında taksim edeceğini belirterek Bâb-ı Âlî'yi tehdit ediyordu. İngiliz Hükümeti'nin Doğu Akdeniz'de üs olarak Kıbrıs'ı seçmesinde, Millî Savunma Bakanlığı'nın istihbarat başkanlığını yapan Albay Home'un verdiği raporun önemli rol oynadığı söylenmektedir. Bu rapora göre:

1.İngiltere öyle bir bölgeye yerleşmeli idi ki. Burada idarenin Bâb-ı Âlinin elinden Londra'ya geçmesi sonucunda, Britanya 'yı rahatsız edecek karışıklıkların ortaya çıkmaması ve aynı zamanda o bölgedeki servetlerin İngiltere ekonomisi için yararlı olması gerekiyordu,

2.Askerî yönden, bu bölgedeki İngiliz kuvvetlerinin gerek Kafkaslar, gerek yukarı Fırat ve Dicle nehirlerinden yapılacak hücumlara karşı, derhal mukabele edebilecek durumda olmaları gerekti,

3.Ekonomik bakımdan İngiliz imalâtçılarına Ortadoğu'da yaptıkları ticarette bir depo vazifesi görmeli idi.

İşte bu ekonomik, politik ve askerî yönlerden İngiltere için en elverişli yer Kıbrıs idi. İngiltere 'nin tehditleri karşısında, Osmanlı Devleti için Kıbrıs'ı vermekten başka çıkar yol görünmüyordu. Böylece iki devlet arasında İstanbul'da 4 Haziran 1878 tarihinde gizli bir anlaşma yapıldı, Anlaşmaya göre; Rusya, Batum, Ardahan, Kars veya zikredilen yerlerden birini elinde tutup da, ileride, her ne vakit olursa olsun, katî bir sulh muahedesi (yânî Berlin Muahedesi) ile tâyin olunan Osmanlı Devletî'nin Asya topraklarından bir kısmını daha zapt ve istilâya girişecek olursa, o takdirde İngiltere Devleti, zikredilen topraklan silâh ile muhafaza ve müdafaa etmek ü/ere Osmanlı Devleti ile birleşmeyi taahhüt eder. Buna karşılık Padişah Hazretleri de, Anadolu 'da bulunan Hıristiyan ve şâir tebaanın iyi idare ve korunmaları hakkında ileride devletler arasında sonradan kararlaştırılacak olan lüzumlu ıslâhatı yapacağını, İngiltere Devleti'ne vaat eder ve İngiltere'nin kendi taahhütlerini yerine getirebilmesinde lüzumlu vâsıtaları temîn edebilecek bir hale koymak için Kıbrıs Adası'nı tahsis ve asker ikamesi ile idare etmesine muvafakat ediyordu. Bu gizli anlaşma ile İngiltere bir taraftan Kıbrıs'a fiilen yerleşiyor, diğer taraftan Doğu Anadolu'da bir nevi koruyuculuk ve müdahale hakkına sahip oluyor, Ermeni davası da, bir İngiliz davası haline geliyordu. Böylece, Osmanlı-Rus çatışması çok yönlü bir Avrupa meselesi haline dönüşmeye başlamıştı. Bunun sonucu olarak, İngiltere ve Avusturya'nın öncülüğü ile Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'nın "Şark Meselesi" ile ilgili kısımlarını yeniden gözden geçirmek ve düzeltmeler yapmak için, Berlin 'de devletlerarası bir kongrenin toplanmasına karar verildi. Rusya, yeni bir savaşı göze alamadığı için bu toplantının yapılmasını şartsız olarak kabul etmek zorunda kaldı. Böylece İngiltere, Berlin Kongresi 'ne, Osmanlı Devleti'nin Rusya karşısındaki yenilgisinden doğan iki tehlikeyi de bertaraf etmiş olarak giriyordu.

Ermeni Faaliyetleri

Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'nın imzalandığı 3 Mart 1878 tarihi ile Berlin Kongresi'nin toplandığı 13 Haziran 1878 tarihleri arasında, yani 3 ay süre ile Ermeniler de boş durmamışlardı. Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan ve önde gelen Ermeniler Balkanlar'daki gayr-ı Müslim tebaanın bağımsızlık yolundaki faaliyetlerinin Doğu Anadolu'da da tekrarlanmasını istiyorlardı.

17 Mart 1878 günü Patrik Nerses, İstanbul 'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı ziyaret ederek, "Bir yıl önce Osmanlı idaresinden şikâyetimiz yoktu, ancak Rus zaferi şimdi durumu değiştirdi, Doğuda bağımsız bir Ermenistan istiyoruz. Eğer siz yardım edemezseniz bunu gerçekleştirmek için Rusya'ya müracaat ederiz." demiş, elçi Ermenistan'dan nereyi kastettiğini sorunca,"Van, Sivas, Diyarbakır ve Kilikya" diye cevap vermişti. Elçinin,"Evet ama bu yerlerin hiçbirinde çoğunlukta değilsiniz." demesi üzerine de,"Bunu biliyoruz, ama şimdi Rusya Doğuda topraklar kazanıyor, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki güç dengesi değişti. Biz de geleceğimizi düşünmeliyiz." diye Ermenilerin amacını açıklamıştı.

Patrikhane, bu teşebbüslerini sadece İstanbul'da yürütmüyordu. Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'nın Berlin'de tadil edileceği haberini alan Patrik, kongreye katılacak bütün devletler nezdinde de yoğun faaliyette bulunuyordu. Bu amaç doğrultusunda Başpiskopos Horen Narbey, Rusya'ya giderek, Çar II. Aleksandr tarafından kabul edildi. Narbey, Çar 'dan Osmanlı Ermelileri'ni himaye etmeye devam etmesini ve Berlin Kongresi'nde davalarım savunmasını rica etmişti. Eski Patrik Hrimyan başkanlığında bir heyet de Avrupa başkentlerini dolaşarak siyaset adamlarını Ermeni davasına kazanmak için propagandaya çıkmıştı. Bu heyetin elinde, Ermeni isteklerini belirten ve Türkiye'de Ermenistan kurulması için hazırladıkları bir proje vardı. Bu proje 7 maddeden müteşekkil idi ve özet olarak şu hususlara yer veriliyordu.

Ermenistan Devleti Projesi

Projeye ekli haritada, Erzurum ve Van vilâyetleri ile Harput (Elâzığ) sancağının Fırat nehrine kadar yerleri Büyük Ermenistan olarak gösteriliyordu. Trabzon-Batum arasında bulunan Rize'nin de Ermenistan'ın ihracat limanı olarak lüzumlu görüldüğü ileri sürülüyordu. Bu sınırlar içindeki yerlerin, Bâb-ı Ali tarafından tayin ve büyük devletler tarafından tasdik edilmiş bir Ermeni umumî valinin idaresine verilmesi, valinin Erzurum'da oturması ve bütün icra kuvvetlerinin başı olması, beş yıldan önce Bâb-ı Ali tarafından değiştirilmemesi belirtiliyordu.
Umumî valinin, gelirlerinin %20'sini devlet hazinesine verdikten sonra geri kalanını yollar, okullar gibi umumî işlere harcaması,
Şer 'i mahkemelerin ancak İslâmlar arasındaki davalara bakabilmesi ve buna valinin müfettiş tayin etmesi, diğer davaların davacı veya davalılar ister İslâm, ister Hıristiyan olsun diğer mahkemelerde görülmesi ve bu mahkemelere tayinlerin umumî vali tarafından yapılması,
Din ve mezheplere geniş hürriyet verilmesi,
Asayişin jandarma ve milis kuvvetine dayanması, bunların umumî valinin emrinde olması ve Osmanlı Hükümeti'nin bunları istediği gibi kullanamaması,
Vilâyette bir umumî meclisin bulunması, bu mecliste iki Ermeni ve iki de İslâm üye bulunması, meclisin her yıl toplanması, bütçeyi tasdik ile vergilerin alınma şeklinin kararlaştırılma yetkisinin bu mecliste bulunması, her beş yılda bir defa devlet hazinesine verilecek paranın bu meclis tarafından kararlaştırılması,
Protokol'un imzasından üç ay sonra uygulanmaya konulacak nizamnamenin milletlerarası bir komisyon tarafından kontrol edilmesi şartları vardı. Patrik Nerses, bir taraftan Mençester Ermeni Komitesi Başkanı Karekin Papazyan'a gönderdiği bir mektupta, siyâsetlerinin Rusya'ya minnettar kalarak, İngiltere 'den ümit ve onun sayesinde hedefleri olan maddî ve manevî refaha ulaşmak olduğunu belirtiyor, diğer taraftan 30 Haziran'da İstanbul'da İngiliz Büyükelçisi Layard'ı tekrar ziyaret ederek, projelerini Kongreye vermiş olduklarını ifâde ederek İngiltere'nin bu projeyi desteklemesini istiyordu".

Aynen Kabul Edilen Madde

Berlin Konferansı'nın ilk günlerinde Bismark Ermenileri iyi karşılamış, Avrupa devletleri de onlara sahip çıkmışlardı. Ancak İngiltere'nin kongrede ağır basması yüzünden Ermenilerin isteklerine sahip çıkan pek olmadı. Berlin Kongresi'nde Ermeniler'in müracaatı ilk defa kongrenin 4 Temmuz 1878 tarihli oturumunda, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Salisbury tarafından ortaya atılarak ele alınmıştı. Fakat müzakere, Ermeni teklifi yerine, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'nın 16.maddesinin tadili ve Rusya'nın işgal altında tuttuğu yerleri tahliyesinin ıslahata bağlanması şartının kaldırılması şeklindeki öneri ile başladı. Neticede sunî Mesele, Ayastefanos Antlaşması'nın 16.maddesi fazla değişikliğe uğramadan Berlin Muahedesi'-nin 61.Maddesi olarak kabul edildi. Bu maddeye göre : "Bâb-ı Âlî, Ermeniler 'in oturdukları vilâyetlerin mahallî şartları dolayısı ile muhtaç oldukları ıslâhat ve düzenlemeleri gecikmeden yapmayı ve Kürtler ile Çerkezlerce karşı emniyet ve huzurlarını korumayı taahhüd eder ve bu konuda alacağı tedbirleri sırası geldikçe devletlere tebliğ edeceğinden, adı geçen devletler de bu tedbirlerin tatbikine nezâret edeceklerdir. Böylece "Ermeni Meselesi",büyük devletlerin nezaretinde olmak üzere Osmanlı Devleti'nde yapılacak bir "Islahat Meselesi" halinde tespit edilmiş olunuyordu. Artık, Avrupa diplomasisinin en büyükleri 13 Temmuz 1878 tarihinde imzalanan Berlin Muahedesi ile"Hasta Adam" dedikleri Osmanlı İmparatorluğu'nun geri kalan uzuvlarını Avrupa'nın anatomi müzelerine dağıtıp fizyolojik denemeler yapmaya başlayacaklardı.

Daha sonra Rusya'nın sıcak denizlere inme konusunda çok önemli gelişme kaydettiğini gören İngiltere'nin zorlamasıyla 13 Temmuz'da Berlin Kongresi yapıldı. Bu kongreye büyük ümitlerle katılan Osmanlı Heyeti'ne itibar eden olmaz ve kongre, Ayastefanos Antlaşması ile Rusya'ya tanınan bazı imtiyazların İngiltere'ye de verilmesiyle sonuçlanır. Osmanlı topraklarındaki Hıristiyan tebaanın iyi idare edilmesi ve korunması için padişah, İngiltere ile anlaşarak ıslahat yapacaktır.