Masonlar.org - Harici Forumu

Mason ve Masonluk Nedir? => Ezoterizm => Konuyu başlatan: ceycet - Mayıs 25, 2010, 03:12:47 ös

Başlık: GNOSTİZM'İN TEMEL DEĞERLERİ -5
Gönderen: ceycet - Mayıs 25, 2010, 03:12:47 ös
Tamamen Öze Geri Dönüş
Daha önceki bölümde insanın bugün göründüğünden çok daha fazla hazinelere sahip olduğunun anlaşılmasını sağlamaya çalıştık. İnsanın etten, kandan, organlardan ve iskeletinden çok daha öte bir şey olduğunu gördük. Küre şeklinde ve birkaç metreyi aşan yapısı ve merkezinde ruhsal titreşimi sağlayan çekirdeksel yapı ya da  ilksel ‚Ruh Atom’u ile varlığımızın asıl özünü irdeledik.

Her mikrokozmos, kendi konumuna göre, değişik düzeylerde açılım ve yaratma gücünü ortaya koyan bir alana sahiptir. Bugün başarabildiği şeyler, genellikle insan olarak tanımladığımız alışkanlıklarıyla kişinin dört boyutlu olarak bedenlenmesine bağlıdır; ışıksal güç ve Geçmiş Hal olan maddesel doğa bu bedenlenmenin parçasıdır.

Ego kişiliği geçmişe aittir ve ölümle dağılarak kendi doğasına geri dönmektedir. Bu nedenle, mikrokozmosun kendisine yeni bir alet yapma, yeni bir bedeni inşa etmeyi başarma zorunluluğu ortaya çıkar. Beden belirli bir zaman sonra ölüm yasasına boyun eğmek -doğmak, gelişmek ve dağılmak- zorundadır. Egosal kişilik enkarnasyonu bilmez, yapısı gereği enkarne olamaz. Başka bir deyişle enkarnasyonu yaşayan mikrokozmostur. Sadece O ölümden sonra yok olmadan varlığını sürdürür.

Doğası gereği ve oluşumunun ilk zamanlarında mikrokozmos tanrısal yaşam alanında varlığını sürdürmekteydi. Mıkrokozmos bu ortamda sonsuzluğun akımıyla dolu tanrısal atmosferde yaşıyor ve sürekli bu enerji ortamına açık bir şekilde doğasına uygun olarak varlığını sürdürebiliyordu. Mikrokozmosun kendi yaratıcılığı geçmişe dayanmıyordu, aksine aynı biçimde ölümsüzdü. Ruh onun içinde kendini ifade edebiliyordu. Bu ilksel dönemde mikrokozmos kendi içinde Bir’liğini ifade ediyordu. İşte biz bu durumdaki bir mikrokozmos yapısına sahip varlığa gerçek anlamıyla İNSAN diyebiliyoruz.

Bugünkü mikrokozmos ve onun geçmiş hal’lerden ortaya çıkardığı kişiliği nedeniyle mikrokozmosun başardığı kişilik de, geçmiş hal olmaktadır. Bu öznellik, ilksel insan gibi, Ruh-Can-Beden bütünlüğünü sağlayamadığı için reınkarnasyon süreci de yoğun bir tahribata uğramış, İlk Suç’un ağır tahribatıyla bozulma meydana gelmiştir. İlk zamanki mikrokozmostan günümüze geriye sadece Işık Prensibi olarak Ruh Atom’u kalmıştır.

İnsanda bedensel olan, sadece zamansal, geçmişseldir. Şimdiki düşmüş yapı mıkrokozmosun bugünkü durumunu ortaya koyar. Bu aşamanın doğal bir sonucu olarak iki düzenin, iki doğanın birbirleriyle mücadelesi ortaya çıkar. Bu iki sistemin çarpışmasından bizlerin yaşamı, gayretlerimiz, acılarımız ve tecrübelerimiz meydana gelir

Hepimiz bir yandan İlk atoma ait ışığın gücünü yeniden etkin kılmak isteriz, bu unutulamaz ve bastırılamaz güç kendini sürekli dışa vurur. Diğer yanda, içinde yaşadığımız dünyanın yasaları ve karanlığın gücü vardır. Içinde olduğumuz dialektik doganın ve Karanlığın Efendisinin yasalarına eğilimli oluşumuz, hayatın akışı içinde yaşamlarımızın bitişi ve yenilerinin başlamasına ilişkin arayışlarımız, yaratıcılığın tacını hissetmemiz ve bu ve yansıma dünyalardaki tanrısallığın yaratıcılığını aramamız şeklinde ortaya çıkar. İşte egonun iddiaları ve yurt özlemi ya da içimizdeki yokedilemez çatışma.

Ego ve Mikrokozmos

Daha önceki yazımızda sizlere dünyasal kişiliğin dört bedenden oluştuğunu açıklayarak, konuyu şu şekilde açıklamıştık:

Kaba maddeden meydana getirilen fizik beden.
Esir’den oluşan Yaşam Bedeni, çok daha az yogunluktaki maddeden meydana gelen ve bugün henüz gözlerimizle dahi göremediğimiz derecede ince bir yoğunluktadır. O kaba maddesel yapıda olan fiziksel bedenimize girmekte ve fiziksel bedeni birkaç santim taşacak şekilde fizik bedeni saracak şekilde ondan büyüktür. Esir bedeni Yaşam Gücü yada Vital Beden olarak da adlandırabilir. Çünkü, esir bedenle hareket ve fiziksel bedenin fonksiyonları mümkün olmaktadır. İşte bu esir beden sayesinde ölü olan mineral cevhere can verilir.
His yada Astral Beden, yapısı gereği diğer düşük iki bedeni saran ve her ikisine de işleyen bir bedensel yapıdır. Yumurta formunda halesel bir yapıya sahiptir. Onu hareket bedeni olarak da tanımlamak mümkün. Çünkü kendi fonksiyonlarını aynı şekilde yeniden tekrarlamaktadır. Ve
ilk başlangıç olarak mental yada Düşünce Bedeni, düşünce kalitesidir.
Bu dört yapılı düşük açılım kendisini hava ortamında, atmosferinde ifade etmektedir. Bu anlamıyla kişilik bu atmosferde nefes almakta ve yaşamaktadır. O ihtiyacı olan gücü ve cevheri içine çektiği nefesten almaktadır. Mikrokozmostaki açılım yedi aşamalı aurasal canlılık yansıtır. Aynı şekilde, Lipika Varlığı ya da kısaca Lipika (yazıcı) olarak bilinir.

Burada başarılarımız, tecrübelerimiz, arzularımız ve geçmiş hayatlarımızdan silinmeden kalan arzu ve dileklerimiz mikrokozmosta korunmaktadır. Bütün bunlar kişiliğimizi etkileyen nedenler olarak mental bedenimizde kalmaktadır. Lipika, duyular yoluyla algılarımızın toplandığı yer, güç prensibi ve güç radyasyonları, aynı zamanda, mikrokozmik Gök yada Gökyüzü ve düşük benlik ise mikrokozmik dünya olarak tanımlanmaktadır.

Mikrokozmik Gökyüzü
Mikrokozmosun yapısını kendisine bakarak keşfedebiliriz. Bu çok eski zamanlardan beri uygulanan temel bir yöntemdir. Yeryüzünde hayat nasılsa, fizik bedenimizde de aynı şeyleri keşfedebiliriz. Onun yansımalarını, kabalığını, etkilerini, makrokozmik yıldızların etkilerini bulabiliriz. Böylece mikrokozmik yeryüzüne mikrokozmik gökyüzünün etkilerini ortaya çıkarabiliriz.

Aurasal varlığın bütünsel yapısının yaratıcı ateşi çok belirgin bir kaliteyi ortaya koyar. Bizler bu ateşten meydana geldik ve her saniye bundan besleniyoruz. O kendini içimizde her an yansıtmaktadır. Ama aurasal ateş değiştirilemez değildir. O kendisini her an yaşam düzeyine bağlı olarak yaratıcılığını düşük benliğe yansıtır. Bu nedenle, şunu sezebiliriz ki, yüksek yada aurasal şahsımız, eğer kendimizi kötü hissediyorsak, kötüdür. Eger kendimizi iyi hissediyorsak O iyidir. Ve o kendisini dayattığında bizler de kendimizi dayatmaktayız. İşte böyle her an değişir mikrokozmosumuzun gökyüzü; yıldızlar söner ve yerlerine yenisi yanar. Ne ekersek onu biçmekteyiz. Aurasal doğamız ve kişiliğimiz, birbirleriyle karşılıklı etkileşimlerine bağlı olarak bağımlılık ilişkisini sürdürürler.

Yüksek Benliğin Yapma Gücü

İnsanların çoğunda auraları onların hükümdarı haline gelmiştir. Bu kişinin doğa tanrısıdır, onun bugünkü yüksek benliği budur. Güç potansiyeli açısından aura korkutucu bir güçtür. Bilinçaltı gücüdür, aynı zamanda çok büyük etkinlikleri bu dünyada ortaya koymakta ama sonuç olarak geçmişin bütünsel yükünü mikrokozmosa yüklemektedir. Daha da korkuncu, yüksek benlik, karmamızın taşıyıcısı ve karmamızın ışığının yayıcısıdır. Bu nedenle, yüksek benlik ile düşük benlik arasındaki dengeyi yeniden sağlamak için çok çeşitli yöntemler ve terapi biçimleri geliştirilmiştir. Örneğin psikoterapi böylesi bir gelişmeyi sağlamaya çalışmaktadır, aynı şekilde okültizm, hatta bütün hayırsever çalışmalar ve günümüzün birçok dini görüşü de bu konuyla ilgili çözüm üretmeye yoğunlaşmıştır

Aurasal yapı sadece kişiliğin bağlanmış etkilerini kullanmakla kalmaz. Aynı zamanda, mikrokozmosun dialektik doğasının manyetik zenginliklerini de kendisine bağlar. Böylece dialektik mikrokozmos ne açılım yaparsa yüksek benlik de ona göre kendi kişiliğinin kararlarını ve emirlerini düzene koyar. Bu açıdan bakıldığında günümüzde yüksek benlik çaresizlik ve bir şey yapamamanın etkilerini mikrokozmos ve kişilik üzerinden dışa vurmaktadır.

Dünyasal kişilik çok katlı bir zindandır. O aurasal varlığın tutsağıdır. İçinde yaşadığı mikrokozmosta ve sonuç olarak onu bu dogaya bağlayan ilişkilerinde tutsaktır. Atalarının değerleri, aile, toplum ve ırkının kana işlenmiş etkileri,  kişiyi baskılayan alışkanlıklar, hep işin içindedir. Böyle bir yapılanma sonucu kişilik, et ve kan yoluyla dünyadaki kendine özgülüğünü kazanmakadır.

İnsanlığın bütün tutsaklıklarının trajik özü… Kişilik de, tanrısal işleyişin kurallarına bağlı değildir, aksine her sey sadece yüksek benliğin nedenlerine bağlı, insan bunları ne tanıyabilir ne de kontrol edebilir. İnsan yaşamaz; O yaşanılır. O tamamen olmasa da, gönüllü olarak, ya kendi aurasal canının ya da yüksek benliğinin hizmetkarı olur.

Yüksek benlik doga üstü değildir. O kesinlikle insanın ilk zamanlardaki hali olan tanrısal-insan türü bir canlı değildir. O sadece toplama ve dönüştürme yeridir. Dialektik yaşamın özü, dünyadaki dialektik karakter için bir transformasyon alanıdır. Bizim ile dialektik evrenin ilişki ve buluşma bölgesidir. Bu nedenle, ögrenci olarak ruh okulumuzun üyesi, bu yüksek benliği büyük baştan çıkarıcı, şeytan ve düşman olarak tanımlar. İsa’nın bir keresinde söylediği gibi; ”Defol Benden” söylemine uygun davranmaktadır.

Kurtuluş Olanağı

Daha önce söylemiş olduğumuz gibi, düşük benlik ile yüksek benlik değişen ilişkilerine bağlı olarak değişebilmektedir. İnsanın sürekli kendisini korumaya yönelik yoğun egosal çabası, aurasal yapı tarafından o kadar sabit kılınır ki, ego-insan bu süreci işler, bu şeyler aurasal-ego tarafından çok daha güçlü olarak tutulmakta, olduğu gibi kabul edilmekte ve pekiştirilmektedir.

Burada, aynı zamanda kurtuluş olanağının da aydınlandığını görebiliyor musunuz? Bu değişken güç oyunu içinde bilinç düzeyine yükselen ve kendini bilen bir birey oluşturulabilir. Dolayısıyla azaltmak ya da silmek mümkün müdür?

Hayır. Aurasal güçle olan karşılıklı bağımlılık ilişkisi yüzünden egonun kendini azaltmasıyla sorun çözülemez. Kişinin kendisiyle dolu olması sonucu, aurasal yapısı daha da güçlenmiş olarak karşısına çıkacaktır. Hayır, küçülme yada azaltma yöntemleriyle insan oranları değiştirme oyunuyla sadece kişiliğin gelişimi pekiştirilmiş olacaktır. Bu şekilde yüksek benlik düşük benliğe bağımlı hale gelecektir.

Tanrısalı arayan bir kişinin kendisiyle, yüksek benliğiyle uğraşması, onu kültürel gelişime tabii kılması ve ”yüksek” gelişime tabii kılmasının hiç bir anlamı olamaz. Yüksek benlik tamamiyle ‘suçtur‘  Onun tanrısal olana başlangıç yapması söz konusu olamaz.  Aksine, tamamen tersine yolaçar. Kişinin kültürel gelişime bağlanmasının doğal bir sonucu olarak sadece yüksek ve düşük benlikler   güçlendirilmiş olunur. Sonuç olarak, ”kişinin kendisini merkez nokta alması” ve kendisine yoğunlaşmasının gelişmesi kaçınılmazlaşır. Bu çabalarla dialektik evrenle bağlarından kurtulunamaz aksine o sadece güçlendirmiş olur.

Radikal Geri Dönüş
Kişilerin benliklerini geliştirme ve güçlendirme eğilimine karşı Altın Gülhaç Ruh Okulu, Transfugirasyon sürecinin zorunlu olduğunu ileri sürer. Bu yöntem köklü geri dönüşü sağlamayı amaçlar. Sürekli değişen dialektik işlevlerin aldatıcılığı oyununa karşı tutumuyla işe başlar. Birey, doğal kişiliğinin esas  işlevsel yöntemi olarak tarafsız olmanın yaşamdaki önemini kavrar ve bunu gerçekleştirmeye yönelir. Mikrokozmosun dialektik küçük evren kısmını ve makrokozmos ile bağlı zincirlerini koparmayı amaçlar.

İnsan, mikrokozmos ile olan birlikteliğini, beraberliğini tanıdıkça, kendi yaşamının anlamını da kavrayacaktır. O artık kendisindeki gerçek insanı yeniden varetmek için birlikte ve uyumlu çalışmaya başlayacaktır. O artık kendisinden, gerçek insana ulaşılması için birlikte çalışmaya başlayacaktır. Beraberinde artık uzun süre aurasal varlığına veya yüksek benliğine tepki göstermemeyi öğrenecektir, artık bu aurasal ışınımı saçmayacaktır. Buradan kendisini beslemeyecek ve onu beslemeyecektir. Aksine arzu ve benliği nötralleştirecektir.  Birey bütün bu çabalar ve kavrayış içinde egosentrik varlığın mikrokozmosu ile evrene bağlanmakta olduğunu çok net anlayacaktır.

Egosentrik bir yapı ama onunla mücadele edilmesi, ona karşı savaşılması anlamına gelmiyor. Egozentrik yapıya karşı onu yerinden çıkarma yada gücünü değiştirme çabaları zıddını doğurur ya da belirli bir noktadan sonra sürecin ego tarafından püskürtülmesine tanık olunur. Egozentrik bir ben merkezci mücadeleyi esas almak da bencilce bir aktivitedir ve hiç bir özgürleşmeye yol açmaz,  kurtuluşa ulaştıramaz.

Bu nedenle, her şeyden önce böylesi bir uyarıya dikkatinizi çekiyor ve doğru tutumu tekrar tekrar vurgulama gereği duyuyoruz; kişinin nötralizasyonu sağlaması, dünya zevklerinden kaçma, takva ya da herhangi bir şekilde egosunu baskı altına almasıyla mümkün olamaz. Bütün bu aktiviteler, egoya yatırım ve onu güçlendiren uygulamalardır. Sonuçta hepsi egonun aktiviteleridir. Nötral olmak, aynı şekilde her şeye kayıtsız kalmak da değildir. Örneğin kişinin kendi giyimine, beslenmesine ya da temizliğine karşı kayıtsız kalması anlamına gelmemektedir. Kayıtsızlık da egonun aktivitelerindendir.

Nötralizasyon, bütün her şeyi geride bırakarak, yepyeni bir başlangıç yapma değildir. Kim bu yolla egoya karşı etkili olacağını düşünürse düşünsün sürekli hezimete uğrayacaktır. Nötral kalma, insanın kendi kişiliğini gizlemesi veya farklı göstermesi de değildir. Egosal yapıyı cilalama yada farklı renklerle çekici kılma, duygu ve düşünsel davranışları değiştirme ihtiyacı da nötralizasyon değildir. Nötralizasyon, egodan daha çok, kişinin içselleştirme olasılıklarını ifade edebilmesidir. Kişi, kendi içsel bütünlüğünün o andaki açılımını ortaya koyabilmeli yada kendi içselliğini ifade edebilmelidir. Bu, gnostik okulun gücünün korunması ve yokedilemez olan’a ulaşılarak, içimizdeki vicdana ulaşılarak elde edilebilinir. Bu şekilde, dialektik doğa gücünü tanrısal yaşam alanının gücü haline dönüştürme olanaklarını elde edebiliriz.

Nötralizasyon, süreci geri döndürmek değil, aksine dialektiği salıvermektir. Ruh okulu öğrencisinin yaşam biçimi, temel olarak sempati ve antipati güçlerine bağlanmamak, etkisiz-tarafsız kalabilmektir. Her türlü olay ve olay karşısında objektif olmayı sevmeli ve objektif kalmasını öğrenmiş olmalıdır. Böylece, öğrenci belirli bir ilgiden boşalıp başka bir ilgiyle bu evrene bağlanmamış halde kalabilecektir. O olay ve olguları ne kendisine yakın ne de kendisine karşı bir konuma getirmeyecektir. Öğrencinin varlığı hareketsiz (düşünsel, duygusal ve bedensel olarak kendisinden bir şey katmadan) sessiz kalacaktır. Böylece, her durumda bilinçli, her yerde ve her zaman nötral olmayı başaracaktır. Sukunet onu koruyan bir manto gibi bir hediye olacaktır.

”Gloria İntacta” kitabından şu paragrafı aktaralım; ”Eğer öğrenci uzun bir dönem kazanmış olduğu nötralizasyonu korumayı başarır ve böylece bütün felsefi ve metafizik spekülasyonları aşabilir, kendisinde yeniden kazandığı düşünme gücünün kendine özgünlüğünü kullanabilir. Normal insanın kullandığı düşünce gücü bizim geçmişsel ilgilerimizdir. Kanımızın ya da kültüre dayanan yetiştirilme değerleridirler. Bu nedenle öğrenci tamamen kendi ilgilerini ve kanındaki instiktif değerleri bırakabilmelidir ki, geçmiş olan yaşamı, bir daha geri gelmeyecek şekilde ”geçmişte” kalabilsin.

Ruh Yolu, egonun kendisini kusursuzlaştırması, belirleyici, önemli kılınması ya da kutsallaştırılması değildir. Ancak, kişinin kendi egosunu reddetmeye karşı çok büyük bir korku vardır. Kişinin, içinde yaşadığımız şu çetin dünyasal yaşamda kendisiyle yoğunlaşması onun kanındandır. Ruhsal yola gitmeye hazır olabilmek için geçmiş haldeki dünyasal doğamızın ne olduğunu egonun açıkça kavraması gerekmektedir.

Bu düzeye ulaşmak için doğal korkularımızı yok etmeyi bilmek ve onun küçük egosuna güneş ışığı tutmak ve onu korumak gerekmektedir. Giderek bilinçli bir konuma yükselmesini sağlayarak, gerçek insanı yaratmak için gönüllü hareket etmesini sağlayabiliriz. Gerçek insanı, gerçek kişiyi ve onu ayakları üzerine dikebiliriz. Bütün çaba, kişinin kendi özünü bulma ilişkisini sağlamaya dayanmaktadır. Bu açıdan ego, doğal yapısı gereği, ilk elden köklü bir değişimi reddetme eğilimi gösterir. Eğer, öğrenci gerçek özgürlüğe ulaşmak isterse, mikrokozmosunu aydınlatması gerekmektedir. Mikrokozmik sistemin aydınlatılmasının ardından öğrencinin köklü değişim için gerekli ana kapıdan içeri girebilmesi mümkün olabilecektir.”

Günlük Ölmek

ve devamla ”Glorıa Intacta” dan okuyalım; ”Günlük ölüm kişinin biyolojik bilincini parçalaması, kırıp aşmasıdır. Bireyin kendisiyle yoğunlaşmasından kurtarmak, düşük benliğinden arındırmak ve spekülatif arzularından ve her türlü hayvani güdülerden kurtulmasını sağlamaktır. Bu süreci bilimsel yaşam kanunları dikkate alınarak, fonksiyonel, sağlıklı bir yaşamla garanti altına alınabilinir. Bu ‘günlük ölüm’e ilişkin Pavlus’un 1. kor. 15, 31′de belirttiği şey, öğrenci tarafından uygulanabilinir.

Yaşadığımız bedenimiz dönüştürülemez derecede kristalleşmesine rağmen her zaman insan doğal yapısından diriliş yoluyla kurtulma olanağına sahip bulunmaktadır. Dünyasal beden ölümle birlikte çözülmekte ve hiçbir biçimde yeniden aynı şekilde var olamamaktadır. Ondan başka bir ölümlü uyanacaktır. Eonların varoluşundan beri hazır bir ölümlü, göksel ölümsüz insanın bedenidir. Bu ölümlü sadece,  dünyadaki ölümlü kişiliği yok ettiğinde ölümsüzlüğe dirilebilir.”

Bu yaşamda ölümlü ile ölümsüz insan, özünde birlikte çalışmaya hazırdırlar. İnsan, dünyasal yaşamını feda ettiğinde mikrokozmosundaki gizli İlk Atom çalışmaya başlamaktadır. Her şey kişinin nötralizasyon sağlayıp sağlayamamasına, sessizlikte güçlenmesine bağlı görünüyor. Bu sükunet de, Patmos’daki Yohannes gibi yaşaması gerekiyor. Kişinin güç konsantrasyonu yoluyla aurasal temel yapısını değiştirmesi ve kendi mikrokozmosuna yeni bir gökyüzü ve yeryüzü doğması söz konusu olabilecektir. Yepyeni aurasal özüyle doğmuş ve ilk öz göksel insan yeniden dirilmiş olmaktadır.

”Ve ben yepyeni bir yeryüzü ve gökyüzü görüyorum…”  Belki bu cümlenin özündeki derinliği anlayabiliyorsunuz. Bu aşamadan sonra zaman ve saatler bilinmiyor artık. Çünkü, bu noktadan sonra kişinin mikrokozmosu Efendisinin saatine uygun işliyor.

Diriliş, yaşamın ölümle noktalandığı aşamada devasız mikrokozmosun kendi devasız yaratıcılığını aşarak, yeniden doğan küçük evren aynı zamanda makrokozmostur.

Böylelikle tutulmaya layık balık olarak yakalanacaksınız. Tanrının çocukları olmakla hakiki özgürlüğü gerçekleştirmiş olacaksınız.