Tarih boyunca genellikle eşitlik, “her bireyin kendi niteliklerine uygun varlık ve olanakları kendisine sağlamak ölçüsü” olarak tanımlanmıştır.
Bu tutum insanları çeşitli sınıf ve zümrelere bölmek, bu sınıf ve zümrelerin kendi içlerinde ayrı ayrı eşitlikler gözetmek ile özdeştir. Örneğin zenginlerin ancak zenginlerle eşit, soyluların ancak soylularla eşit sayılması gibi...
Dolayısıyla böyle bir tutum, sadece insanlar arasında önceden de var olan eşitsizliğin güçlenmesine yaramıştır.
Bunun nedeni de, eşitliğin nasıl olacağını belirleyenlerin aslında eşitlikten yana olmayışıdır. Eşitlik ilkeleri saptanırken, sosyal ve ekonomik görüşler öncelikli tutulmuştur.
Toplumda ayrıcalıklı kişiler ile sıradan halkın sosyal ve ekonomik düzeyleri zaten öteden beri birbirinden çok farklı olduğu için, aynı hak ve olanaklardan yararlanamayacakları ileri sürülmüştür.
Ekonomik güç ve düzeyleri bakımından farklı kişiler arasında uçurumlar yaratılmıştır.
Dili, inanç ve gelenekleri farklı olanlar, farklı ırk ya da soydan gelenler, “hiçbir zaman eşit sayılamayacak insanlar” olarak görülmüştür.
Masonluğun bu bağlamdaki genel görüşüne bakınca şöyle bir değerlendirme ile karşılaşıyoruz:
Her insan dünyaya insanlığın bir öğesi, bir diğer insandan farksız olarak gelir. Hiç kimsenin alnına doğuştan sosyal bir nitelik, bir unvan, bir üstünlük, özgürlük ya da kölelik, üstünlük ya da yoksunluk damgası vurulmamıştır. Dünyaya gelen iki insan yavrusu arasında görülebilecek tek fark, -cinsiyet bir yana bırakılacak olursa- ancak açıkça belli olabilen ten rengi ve biraz da soyudur. Bu belirgin fark, tarih boyunca ırkların ve soyların eşitsizliğinin benimsenmesi uğrunda kullanılmıştır. Her insan, kendi ırkını diğerlerinden üstün tutar edilmiştir. Her toplumda insanlara sadece dış görünüşünde benzerlerinden olanlarla toplum kurabileceği, onlarla birleşebilecekleri inancı işlenmiştir.
Böylece, eşitliğe karşı “eşitsizlik eğilimi” güçlendirilmiştir. Aile, okul ve diğer toplumsal çevrelerde özellikle çocuklara ve gençlere şöyle bir ilke işlenmiştir: «Senin dışındaki tüm diğer insanlar kendi aralarında eşit olabilir ama sen onlardan farklı ve daha üstünsün!»
Bunlar yanlıştır. İnsanları birbirlerinde düşürmekten, birbirlerine karşı çıkarmaktan, evrensel boyutta özlemi çekilen barış ve mutluluğu zedelemekten başka hiçbir işe yaramaz. Tüm insanlar doğuştan eşit olmasa bile gerek kendi toplumları içinde gerekse evrensel ölçekte eşit sayılmalıdır.
Bundan sonra eşitlik kavramının özgürlük kavramıyla bağlantısını özetle inceleyerek devam etmek istiyorum ama bu aşamada içimi burkan bir durum var.
Masonlukta eşitlik kavramı demek böyle görülüyor. Bu yüzden mason kuruluşları bu kavramı kendilerine bir temel ilke olarak almış. Bunun temel ilke olarak alınışı, aslında toplumlarda bulunmadığı ya da yeterli ölçüde gelişmediği, böylece insanların bu temel haklarından yoksun bırakılışından ileri geliyor.
Masonluk bunları düzeltebilecek bir kurum değil ama düzeltilmesi için savaşım verebilecek bir kurum.
Ne güzel… Biz de aynı görüşteysek masonları olanca gücümüzle destekleyelim.
Ancak masonlardan bir başka şey daha istemek hakkımız yok mu acaba?
Şöyle desek: Madem eşitlik Masonlukta bir temel ilkedir, herhalde Masonluk kendi kurumsal yapısı içinde bu konuyu çoktan çözümlemiştir.
Hani Konfüçyüs şöyle demiş ya: «Toplumlarına bir düzen vermek isteyen eski bilgeler, önce kendi aile yapıları içinde düzen sağlamayı öngörürlerdi.» (Bu söz tam olarak böyle değil ama bir özet çıkarırsak bu anlamı içerdiğini söylemek yanlış olmaz.)
Mason kuruluşlarında (genel olarak Masonlukta demek istemiyorum) bu konu çözümlenmiş midir?
Her mason kuruluşunda masonlar tüm yukarıda saydıklarım bakımından eşit sayılmakta mıdır?
Her mason kuruluşunda özellikle Masonluğa kabul edilecek kişiler bakımından her insan eşit sayılmakta olup, ayırım ve ayrıcalıklar ortadan kaldırılmış mıdır?
Masonluğa alınacak kişilerde birtakım bireysel nitelikler arandığını biliyoruz. :una pek bir itirazımız da olamaz. Masonluğun gereği budur. Örneğin Masonluğun öğretisini izleyebilecek ve kendini bu ortamda yetiştirebilme yeteneği bulunmayan kişilerin Masonluğa kabul edilmeyişi haklı görülebilir. Bu, kişiler arasında ayırım yapma, ayrıcalıklı bir topluluk oluşturma değildir. Masonluğa alınacak kişilerin her bakımdan özgür olmalarının aranışı da öyledir. (Eskiden İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın “özgür doğmuş olmak” diye bir koşulu vardı. Bu bir Landmark olarak nitelendiriliyordu. Bereket bunun eşitliğe ne denli aykırı düştüğünü kavradı da bu koşulu “özgür olmak” biçiminde değiştirdi. Böylece Landmark denilen şeylerin çağın gereği uyarınca değiştirilebileceğini de ortaya koydu.)
Ancak dinler ve inançlar arasında da hiçbir ayırım gözetilmiyor mu acaba? (Bir zamanlar İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın bu bağlamdaki koşulu teist nitelikli bir dine inanmış olmak idi. Sonradan bu da sakıncalı görüldü ve teist dinlere Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm ile Şintoizm gibi Doğu inançları da eklendi. Bu yetti mi? Yeter mi?)
Acaba ırk, soy ve cinsiyet ayırımı diye bir şey yok mu hiçbir mason kuruluşunun ilke ve tutumunda?
Bu kinik sorular konuyu ne tatsız bir boyuta taşıyor değil mi?
Korkarım mason kuruluşlarının Konfüçyüs’e biraz kulak vermelerinde yarar var.
Bu kadar eleştiri yeter. İşi ölçüsünde tutalım. Şu ortaya attığım soruları yanıtsız olarak bir yana bırakıp, izleyecek bölümde konumuza devam edelim.