Farklı bir bakış açısına dikkatimizi çeken aşağıdaki yazıda,bazılarımızın kendisiyle ilgili sorulara yanıtlar bulabileceğini düşünerek ekledim.Dilerim,faydalı olur.
Hamlet ’i Ofelya ’ya, Romeo ’yu Jülyet ’e baglayan
neydi?
Güzellikleri mi?
Yoksa onlarin delilige ve ölüme digerlerinden daha
yakin durmasinin,
ilk
bakista anlasilmayan, gizli ve hastalikli çekiciligi
mi?
Otello’yu Desdemona’ya baglayan neydi peki?
Ihanetine o kadar çabuk inanabilecegi bir kadina niye
tutkundu?
Bir insani bir baska insana kuvvetle baglayan bag
nedir?
Ibrisim görünümlü çelik bir yumak gibi insani
sarmalayan o bagin
nedenini
ilk bakista görüp anlayabilir miyiz?
Kadinlar ve yazarlar, görünenin altindakileri
kurcalayarak bu sorulara
cevap
ararlar, içgüdüleriyle de olsa, gerçegin daha altlarda
bir yerlerde
sakli
oldugunu sezerler.
Anna Karenina niye Vronski ‘ye tutuldu?
Yakisikli oldugu için mi, yoksa daha sonra ortaya
çikacak bencilliginin
kokusunu aldigi için mi?
Neden edebiyat dünyasinin büyük asklarina
baktigimizda, baglanilanlarin
delilige, ölüme, ihanete, bencillige yakin duranlar
oldugunu görüyoruz?
En degerli pullarin yanlis basilmis hatali pullar
olmasi gibi en
sevilen
insanlar da aslinda hatali olanlar mi?
Genç bir psikiyatri doçenti bir keresinde bana yazdigi
bir mektupta, “
ne
zaman kalabalik bir yerde erkeklerin baslari ayni anda
kapiya dönse,
içeri
bir bor derline tipi kadin girdigini anlarim…” diye
yazmisti.
‘ bor derline’ dedigi, degisken ve huzursuz bir
kisiligi tanimlayan bir
ruhsal rahatsizligin adiydi.
Meyvelerin bozulmasindan lezzetli ve yakici içkiler
elde edilmesi gibi
insanlarin bozulmasindan da bas döndürücü bir
çekicilik mi doguyordu?
Niye Hamlet delirecek olani, Romeo ölecek olani,
Otello kuskulanilacak
olani, Anna Karenina bencil olani seçiyordu?
Ve , hangisi bagliliginin nedeni olarak ‘deliligi ,
ölümü, kuskuyu,
bencilligi’ isaret ederdi?
Kuvvetli baglarin iplikleri böyle zayifliklarla
dokunuyorsa, bu
baglananlarin da zayifliklarini, bozukluklarini
göstermez miydi?
Neye baglandigimizi biliyor muyduk?
Bize birisine niye baglandigimizi sorduklarinda,
‘çünkü güzel’
diyorduk,
‘yakisikli, zeki, güçlü, yetenekli’ ; bir insanin
sevilmesi için
geçerli
oldugunu kabul ettigimiz nedenleri siraliyorduk.
Ama belki de güçsüzlüklere, zayifliklara,
çarpikliklara baglaniyorduk.
Biz, ‘baglanmayi’ hep zirvelere dogru bir uçus olarak
anlatmaya
çalisirken
belki de baglilik, ölümün, deliligin, kuskunun,
bencilligin, bozulmanin
karanlik uçurumlarina dogru bir kendini birakisti.
Baglandiklarimizda, her zaman baskalarinin görmedigi
bir ‘acinacak’ yan
bulmuyor muyduk, bize en çok aci çektirenlerde bile
daima bizde sefkat
uyandiracak bir kirilganligi görmüyor muyduk?
Baglandigimiz insanlar, baskalarina ne kadar güçlü,
akilli, güzel ,
yetenekli görünürlerse görünsünler, biz onlarin
baslarina
safliklarindan,
çocuk suluklarindan, güçsüzlüklerinden dolayi kötü bir
seyler
geleceginden
tedirgin olup onlari korumaya çalismiyor muyduk?
Bir insana baglanmak bizi ne kadar zayif ve çaresiz
kilarsa kilsin,
bizim
canimizi ne kadar yakarsa yaksin, biz gene de
baglandigimiz insanda
kendimizinkinden daha zayif ve çaresiz bir yan
sezmiyor muyduk?
Genellikle de bu sezdiklerimiz dogru degil miydi?
Sanirim kuvvetli baglari, baglandiklarimizdaki büyük
zayifliklar
güçlendiriyor.
Büyük asklarin, büyük bagliliklarin içinde daima biraz
acima da
bulunuyor;
bizi üzdüklerinde, bize ihanet ettiklerinde bile bu
yaptiklarinin
onlarin
zayifligindan kaynaklandigini düsünüp içinde
çirpindigimiz derin kedere
ragmen onlar için endise ediyoruz.
Kendimize dahi açiklamadan, onlarin öleceginden,
delireceginden, yalniz
kalacagindan, hastalanacagindan, bizi çeken o karanlik
zayifliklarinin
içinde bizsiz yok olacaklarindan korkuyoruz.
Baskalari, onlarin en parlak yanlarini görürken, biz
en karanlik
yanlarini
görüyoruz.
O pariltiyla, o zifiri karanligin birlikte olusturdugu
tuhaf girdap
çekiyor
bizi içine; pariltilarina geliyor, karanliklarinda
kayboluyoruz.
Hamlet Ofelya ‘ya, Romeo Jülyet ‘e niye baglandi?
Ikisi de çok güzeldi.
Biri delilige, biri ölüme yakindi.
Ölüme, delilige, ihanete degen bir güzellige, bir güce
bir basariya kim
ilgisiz kalabilir ki?
Kalamaz ve baglaniriz.
Birine baglanmadan önce ‘baglandigimda aci çeker
miyim’ diye korkarken,
baglandiktan sonra ‘acaba o aci çekecek mi’ diye
korkmaya baslariz;
kendi
acilarimiz bize tahammül edilebilir gözükürken,
kendimizi her aciya
dayanabilecek gibi hissederken, onlarin hiçbir aciyi
tasiyamayacaklarindan,
kendi acilarinin altinda ezileceginden çekiniriz.
Terk edildigimizde bile, bütün kizginligimizin
arasinda’ simdi bensiz
ne
yapacak’ diye sorariz kendimize.
Bir insan bir insana niye baglanir?
Niye baglandigimizi kendimiz bilir miyiz?
Akilli nedenler buluruz duygularimiza, ama asil neden
aklin sizmadigi
kuytuluklarda gizlidir.
O gizli kuytulardaki zayifliklar niye çeker ki bizi?
Kendi zayifligimizdan mi?
Yoksa, baglanan, kendini baglandigindan daha saglam mi
görür, kendi
çektiklerine baglandigi insanin dayanamayacagina mi
inanir; baglanmak
bir
güçsüzlük gibi görünürken acaba baglanan kendi gücünü
mü hisseder bu
baglilikta?
Güzel ve güçlü bir zayiflik, karanlik isikli bir
siyahliktan olusan bir
uçurum gibi çeker bizi, bir kere egilip baktiktan
sonra gözlerini almak
kolay degildir.
Karanliklara baglaniriz, ama parlak ve alevli
olanlarina.
Böylesine parlak karanliklar ise ancak ölümde,
derinlikte, ihanette,
yalnizlikta bulunur.
Ve baskalari onlarin parlakligina hayran olurken biz
karanligina acir
ve
esir düseriz.
Onun için baglanmak ayirir bizi diger insanlardan.
Digerlerinin meyveleri toplayip yedigi bir bahçede, o
meyvelerin
bozulmasindan elde edilmis lezzetli ve yakici içkileri
içmenin
sarhosluguna,
o içkiyi kesfetmis olmanin ve kalabaliklardan
ayrilmanin hazziyla
birakiriz
kendimizi.
“niye baglaniriz bir insana? Diye soruldugunda, “
içkileri meyvelerden
çok
sevdigimiz için,” deriz.
Ahmet ALTAN