Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: ''İNSAN MAYMUNDAN DEĞİLDİR'' 2 BİLİM NE DİYOR  (Okunma sayısı 6672 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ağustos 09, 2012, 06:01:13 öö
  • Ziyaretçi


             İNSANIN KÖKENİ, EVRİM VE BİLİM

           

           Evrim teorisine göre insanlar, yaklaşık 5 milyon yıl kadar önce; şempanzelerden, tesadüfi mutasyonlar geçirerek türeyip, ayrılmış bir türdür. Bu teoriye göre insanlar, diğer hayvanlarla(maymunlarla) paylaştıkları ortak bir atanın, evrim geçirmiş soylarıdır. Evrimcilere göre, insanların ayırt edici özellikleri, esasen küçük değişimleri hazırlayan doğal seçilimden kaynaklanıyordu.

Bir kısım evrimciler, birikimli seçilimle; küçük küçük birikimlerin, canlılara boyut atlattığını; ilk hücreden maymuna, oradanda insana, uzun bir sürede evrildiğini söylerken; bir kısım evrimciler, bu geçişin ani sıçramalarla olduğunu savunuyor. Yani teori, kendi içide tutarsız ve çelişkili. Dawkins'in birikimli seçilimine karşı, sıçramalı evrim tezi..

Bu konudaki Darwin'in tartışmalı görüşü; şöyle özetlenebilir: İnsanlar, salt hayvandır ve önceden tasarlanmış bir sürecin sonucu değillerdir. Darwin, insanlar ve hayvanlar arasında; zihinsel olarak da bir farklılık görmemektedir.


      "İNSANA EVRİM"İN KANITSIZ SAVUNMASI

Darwin ve yakın takipçileri, insanın evrimi tezlerini destekleyici hiçbir fosil kanıtına sahip olmadan savunmak zorundaydılar. Evrimci bilim adamı Huxley'in, pek de bilimsel olmayan tezi şuydu:

"Eğer insan, vahşi insanlardan ve hayvanlardan büyük yapısal farklılıklarla ayrılmıyorsa; o zaman onlar, birbirlerinin soyundan geliyordur. İnsanın, insan benzeri bir maymundan, yavaş yavaş evrim geçirerek; maymunlarla aynı ilkel soyun bir kolu olarak ortaya çıktığından şüphe etmenin, akılcı bir temeli yoktur. İnsan, maddesel ve yapısal açıdan vahşi hayvanlarla birdir."

İleri sürülen bu kolaycı tezin, gerçekle ilişkisi olabilir mi? İnsanoğlunun, canlılar alemi içindeki özel yeri ve boyutu; nasıl bir varlık olduğunu açıkça izah etmektedir. Burada izahı güç olanın, doğal seçilimin, insanın ortaya çıkışını açıklama çabasıdır.

Darwin, doğal seçilimi, ekonomik bir düzen olarak gördü. Bu düzen, doğanın, verimliliğini yükseltmek için tuttuğu bir yoldu. Bu amaca yönelik olarak, güçlülerin, rakiplerini alt edebilmeleri için doğal seçilimin, onlara gerekli özellikleri sağladığını düşündü. Diğer bir ifadeyle, bu yeni özellikler, bireyin veya türün, çevreye uyum sağlaması veya çevre şartlarının üstesinden gelebilmesi için kazanılmıştı.

İNSAN BEYNİ: DOĞAL SEÇİLİM SONUCU MU?

Darwin'e göre, bir türün, muhtaç olduğundan çok daha fazla yeni özellikler ortaya koyması, ekonomik veya doğal değildi. Çünkü Darwin, tutumluluğun, sadeliğin ve aşırıya kaçmamanın, tabiatın özelliği olduğunu düşünüyordu. Aksi halde, Darwin'in tüm doğal seçilim teorisi riske girerdi. Çünkü doğal seçilim, tam da gerekli şartlara uyuveren bir "şans fikri" üzerine kurulmuştu. Uzun vadeli bir planlamaya yer yoktu. Yarış, hep anlıktı ve yarışı, mevcut ortama en iyi uyan varlık kazanıyordu.

Peki, Darwin teorisi bulunduğu çevre şartlarına göre daha nitelikli bir organizma ile karşılaşırsa ne olur? En azından insan beyni; "canlının ihtiyacının ötesinde bir gelişim olduğunu" göstermiyor mu? Montreal Üniversitesi'nden, psikiyatrist Karl Stern, insanın ortaya çıkışı ve evrimci iddiaları değerlendirir. Stern'e göre bu teori, şöyle bir tasarım içermektedir:
"İNSANI, EVRİMLE AÇIKLAMAK: ÇILGINLIK!"

"Bir zamanlar Dünya'nın sıcaklık düzeyi, karbonla oksijenin; nitrojen ve hidrojen karışımıyla birleşmesi için uygun hale geldi. Gelişigüzel oluşumlardan da, hayatı oluşturan moleküller ortaya çıktı. Sonra, uzunca bir zaman geçti ve doğal seçilim dönemine gelindi. Nihayet, sevgiyle nefreti, doğruyla yanlışı ayırd edebilen, Dante gibi şiir yazabilen, Mozart gibi beste yapabilen, Leonardo gibi resim çizebilen bir varlık ortaya çıktı.
Stern, bu yaklaşımın, çılgınlık, hatta şizofrenik olduğunu söylüyor:

"Böyle bir evren oluşumuna inanmak çılgınlıktır. Burada çılgın kelimesini hakaret anlamında değil; kendi teknik anlamında, yani psikotik anlamda kullanıyorum. Gerçekten böyle bir görüş, birçok bakımdan şizofrenik düşünceyle paralellik arz etmektedir."

Darwincilerin, bu çılgın iddialarını desteklediğini iddia ettikleri bir takım fosiller bulundu. Ancak bu fosiller, herkese göre farklı anlamlara gelebiliyordu. Bulunan fosiller, kimine göre maymun, kimine göre insan, kimine göreyse, iki tür arasında bir geçiş formuydu. Yale Üniversitesi'nde doktorasını tamamlayan Biyolog Dr. Jonathan Wells, fosiller hakkında bizlere şu bilgiyi verir:

FOSİLLER, YORUMA AÇIKTIR: NÜFUS KAĞIDI DA YOKTUR
"Fosil ispatı, pek çok yoruma açıktır. Çünkü tekil örnekler, çeşitli yollarla yeniden tertip edilebilir. Ayrıca fosil kayıtları, ata-soy ilişkilerini tesis edemezler. Son zamanlarda, National Geographic Dergisi, bir kafa tası ile aynı türe ait olduğu düşünülen 7 kemik fosili kalıplarından dişi bir figürü, yeniden yapmaları için dört tane sanatçıya görev verdi. Sanatçıların dördü de, birbiriyle hiçbir alakası olmayan figürler ortaya koydular. Bu çarpıcı çizimler kümesi, tek bir fosil takımının, çeşitli yollarla nasıl yeniden yapılandırılabileceğini göstermektedir."

Nature Dergisi'nin baş bilim yazarı Henry Gee'de, bu konuda oldukça karamsardır. 1999'da şunları söylemiştir:

"Hiçbir fosil, nüfus kağıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları öylesine uzundur ki; ata-soy yoluyla, onların olası bağlantıları hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz."

Gee, daha keskin bir şekilde şunları söylüyor:

"Bir fosil dizisini alıp, onun bir nesli temsil ettiğini savunmak; test edilebilir bilimsel bir hipotez değildir. Çocuklara uyumak için anlatılan masallarla, aynı geçerliliğe sahip bir değerlendirmedir. Eğlendirici, hatta öğretici olabilir; ancak bilimsel değildir."

PİLTDOWN SAHTEKARLIĞI: " UYDURMA FOSİL!"

Ne yazık ki, bu konuda bilim tarihine kara bir leke olarak geçmiş bazı sahtekarlıklar da yapılmıştır. 1912 de amatör paleontolog Charles Dawson, herkesin aradığı maymun-insan arasındaki fosil formunu; İngiltere'de Piltdown'da, bir çakıl çukurunda bulduğunu iddia etti.

Dawson, insan kafatasına ait bazı parçalar ile iki dişli maymun alt çenesine benzeyen bir parça bulmuştu. Onları, Britanya müzesindeki Smith Woodward'a götürdü. Woodward, bu parçaları bir araya getirerek tam bir kafatası yaptı. Woodward'ın, parçaları yeniden tertib etmesi, ilk önce şüphe uyandırmıştı, ancak 1953 yılına kadar kabul gördü. Daha sonra Joseph Weiner, Kenneth Oakley ve Wilfrid Le Gros Clark, Piltdown kafatasının; binlerce yıllık modern insana, çene parçalarının ise, yakın zamanda yaşamış, modern bir orangutana ait olduğunu kanıtladı.

Çene, fosil olarak görünsün diye kimyasal bir işlemden geçirilmişti. Dişleri, insan dişlerine benzesin diye ustaca aşağıya doğru törpülenmişti. Weiner ve arkadaşları, Piltdown insanının sahte olduğu sonucuna vardılar. Böylece Piltdown'ın bir hile olduğu ortaya çıktı. Biyoloji tarihçisi Jane Maienschein diyorki; Piltdown olayı, "çevresinden kolaylıkla etkilenen araştırmacıların, aranan şeyi sahiden bulduklarına inanacak şekilde yönlendirileceklerini bize göstermiştir."

TEK HÜCREDEN-İNSANA EVRİM OLASILIĞI: SIFIRA YAKINDIR

Evrim teorisi, neredeyse tamamen olasılık fikrine bel bağlamıştır. Çünkü evrim sürecindeki tüm değişim ve dönüşümler, tamamen tesadüfen(şans eseri) meydana gelirler. Hiçbir amacı olmayan bu değişimlerin, canlılar aleminin son derece karmaşık, düzenli ve kusursuz işleyen organizmalarını oluşturması, akla uygun gözükmüyor.

İşi olasılığa havale ettiğimizde, gerçekleşemeyecek hiçbir ihtimal yoktur. Olasılık teorisinde, bir olayın olasılığı, sıfıra çok yakında olsa, o olayın olma olasılığı var sayılır. Deneyi, sonsuza yakın tekrarlarsanız, imkansıza yakın olaylarda, gerçekleşebilir. Tüm canlılarda, sayısız olayların, pozitif yönde; yani şans eseri ve hep yapıcı birikimler oluşturma olasılığı, sıfıra yakındır. Ancak, hayali sonsuza yakın bir zamanda bu mümkün olabilir.

Darwinciler, hala zamanın kendi lehlerinde olduğunu düşünmektedirler. Onlar, Dünya'nın yaklaşık 5 milyar yaşında olduğuna işaret ederek; bunun, önemli değişimlerin sebebi sayılan mutasyonunların gerçekleşmesi için yeterli bir zaman olduğunu söylüyorlar. Sayısız formlar içeren bu kadar karmaşık bir hayatın, şans eseri gerçekleşen bir evrimle oluşması, 5 milyar yılda mümkün müdür? Matematikçiler, bu soruya açık bir şekilde hayır demektedirler. Matematikçiler, zaman dilimleriyle, mutasyon aralıklarını ve düzenli hayat sistemlerini eşleştirmek için onlarca yıldır çalışmaktadırlar. Her hesaplama sonucunda, ellerini havaya kaldırarak; evrime inançsızlıklarını ifade etmektedirler. Onların hesaplarına göre, şans eseri oluşumlar ve tesadüfi mutasyonlarla, düzenli bir hayatın gerçekleşme olasılığı sıfıra yakındır.
     
BASİT BİR "BAKTERİ" BİLE: DEV BİR ANSİKLOPEDİ!

İstatistik; olasılığı, 1/1030, 1/1050 arasında kalan olayları mümkün kabul etmektedir. Basit tek-hücreli bir organizmayı inceleyelim. Canlı bir hücre, insanın, başını döndürecek kadar karmaşık bir mekanizmadır ve binlerce organel ve birbirlerine zarar vermeyen sayısız türde kimyasal madde içermektedir.

Örnek olarak bahsetmek gerekirse, tek-hücreli Exscherichia Coli'nin (insan enfeksiyonlarına sebep olan bir tür bakteri), "100 milyon sayfa, Britannica Ansiklopedisi'ne denk" bir bilgi kapsadığı tahmin edilmektedir. George Gaylord Simpson, evrim yolculuğunun; başlangıçtan, en basit tek-hücreli organizmaya doğru giden bölümü, bu yolculuğun geriye kalan evrelerinin tamamından daha etkileyicidir" der.

Virüs düzeyinin üzerinde, en basit tam canlı birim, inanılmaz derecede karmaşıktır. Amipten, insana doğru evrimin olduğunu söylemek; sanki amip, sürecin en basit başlangıcıymış gibi, artık klişe bir ifade haline geldi. Halbuki, şayet hayat, basit bir moleküler sistem olarak ortaya çıktıysa; bu halden amip düzeyine yükselme; en azından amipten, insana yükselme kadar büyük bir şeydir.
EVRİM: "İHTİMAL  DIŞIDIR"

Görünen o ki, matematik olasılıklar, Simpson'un tahlillerine paralel sonuçlar ortaya koymaktadır. Olasılık hesaplarına göre, tek-hücreli organizma, o kadar karmaşıktır ki; bu karmaşık yapının, tamamen şans ve rastlantıyla bir araya gelme ihtimali, 1/1078 436 olarak hesaplanmıştır. Bu sıfıra yakın olasılığın, 1/1030 ile 1/1050 aralığının tamamen dışında olduğu açıktır. Daha sonraki evrelere; yani tek-hücreli organizmadan, daha karmaşık formlara doğru gidildiğinde ise, istatistiksel olasılık, tamamen anlamını yitirmektedir. Mesela Huxley, atın ortaya çıkış olasılığını, 1/103000 000 olarak hesaplamıştır.
Dünya'nın önemli biyologları, evrimin, rasgele oluşum ve şansa dayalı mutasyonla gerçekleştiğini söyleyen Darwinci görüşe karşı, giderek sabırsızlanmaktadırlar. Nobel Ödülü sahibi biyo-kimyacı Albert Szent-Gyorgyi; artık Darwinci evrim yorumuna inanmadığını söylemektedir. Szent-Gyorgyi, rasgele meydana gelen mutasyonların, zamanla tüm canlıları kazara oluşturduğu söylenirken; "bütün bunların olması, bütün ihtimallerin denenmesi için yeterli zaman vardı" ifadesi, kabul edilemezdir diyor ve şöyle devam ediyor:

"Bu cevabı hiçbir zaman kabul edemezdim. Süre ne kadar uzun olursa olsun, rasgele dizilen tuğlalar, hiçbir zaman bir 'şato' veya bir 'Yunan tapınağı' inşa edemez."

Birkaç yıl önce Philadelphia'daki Wister Anatomi ve Biyoloji Enstitüsü'nde, evrim teorisinin matematik olasılığını ele almak üzere, bir konferans düzenlendi. Katılımcılar arasında, meşhur matematikçiler ve biyologlardan bazıları da vardı. Biyologlar, matematikçilerin söylediklerinden pek hoşnut kalmadılar. Matematikçiler; "evrenin yaşı, göz önüne alındığında; şansa dayalı mutasyonla, hayatın kendiliğinden oluşması için yeterli zamanın olmadığı kesindir" dediler. Böylece bu süre içinde, "evrimi doğrulayacak bir mutasyon"un gerçekleşme ihtimalinin, "ihtimal dışı" olduğunu vurguladılar.

ŞANS ESERİ(TESADÜFİ) EVRİM: MANTIKSIZ

Şansa dayalı mutasyonların, yeterli zaman içinde, karmaşık canlı sistemler üretmesi iddiasına, Paris Üniversitesi'nden Dr. Marcel Schutzenberg, şu cevabı vermektedir:

"Biz, bunun makul olmadığına inanıyoruz. Bilgisayar programlarında rastgele değişimler yaparak, böyle bir ortamın benzerini oluşturmaya çalışsak bile; değiştirilen programın, ne hesaplayacağını görme şansımız, 1/101000 'den daha azdır. Sonuç olarak, yeni Darwinci evrim teorisinde, önemli bir boşluk olduğuna ve bu boşluğun da biyolojinin mevcut bilgileriyle doldurulamayacağına inanmaktayız."

En gelişmiş bilgisayarları ve en ileri matematik modelleri kullanan bu bilim adamları, aşağıdaki sonuca varmışlardır:

"Kanaatimiz o ki, 'rastgelelik kavramı', olasılıkçı bakış açısından ciddi bir yoruma tabi tutulursa; rastgelelik varsayımı, oldukça mantıksız görünecektir. Tabii bu durumda da; evrim teorisinin, yeni tabiat kanunlarının keşif ve yormunu beklemesi gerekmektedir."

LUDWİNG VON BERTALANFFY: "TANRI" YERİNE "EVRİM" KONDU

Yeni Darwinci senteze karşı matematik kanıtlar bu kadar kuvvetli olmasına rağmen; teoriyi hala ateşli savunan bazı çevrelerin, bu olağanüstü çabaları şaşırtcıdır. 20. yüzyılın seçkin bilim yazarlarından Arthur Koestler, teorinin, hala neden ortalıkta dolaşıp durduğunu şöyle açıklar:

"Kötü bir teori, teorisizlikten iyidir" düşüncesiyle, inanmaya devam etmektedirler. Halbuki "savundukları kale, harabeye dönmüş, fakat onlar göremiyorlar ya da görmek istemiyorlar."

Bilimsel anlamda iflas etmiş bir teorinin, hâlâ geçerli görülmesi konusunda; 20. yüzyılın önemli bilim adamı ve filozofu Ludwig von Bertalanffy ise, şunları söyler:

"Bu kadar belirsiz, kanıtları bu kadar yetersiz, bilimsel ölçülere, bu kadar uzak bir teorinin; dogma haline gelmesi, sanırım, ancak sosyolojik nedenlerle açıklanabilir. Toplum ve bilim, mekanikçi, faydacı ve serbest rekabetçi fikirlere o kadar dalmıştı ki; artık gerçek olarak gökyüzüne; 'Tanrı' yerine ' Doğal Seçilim'i çıkarmıştı."

"GERÇEK BİLİM" VE "EVRİM TEORİSİ"

Bilim dünyasında, herhangi bir teoriyi, dikkatli bir eleştirme ve deneme sürecinden geçirmeden kabul etmek mümkün değildir. Ancak tek bir teori, bütün eleştiri ve sorgulamalardan muaf tutulmuştur. Bu da Darwin'in, evrim teorisidir. Teori, yıllarca akademik çevrelerde, bu anlamda ayrıcalıklı bir yer edindi. Bilimselliği gözardı edilen bu teoriye, yanlı yaklaşımın gerçek sebebi, bilim dünyasında yazılı olmayan gizli bir kanundur. Bu gizli kanun, hiçbir şartla ve ne olursa olsun; "bir Yaratıcı'dan bahsetmemektir". Yahut "doğanın içinde kalarak açıklama yapmaktır."

İşte bilimsel çalışma alanında, bu önemli şartı karşılayabilecek tek teori, evrim teorisidir ve de alternatifsizdir. Tüm materyalist bilim adamları, bilimsel ya da entellektüel açıdan tatmin olmuş bir ateist olmak isteyebilirler. Ancak ateizm, bilim değildir. Gerçek bilim, yanlı ve önyargılı olmadan; gerçeklerle karşılaştığında, kabul etmeye hazır olmalıdır. Gerçek nerede olursa olsun, bilim adamının kaybettiği malıdır; onunla karşılaşınca, tereddüt etmeden onu almalıdır.

Grasse, yıllar süren dikkatli incelemeleri sonucunda evrim teorisinin bilimselliği hakkında şunları yazar:

"Biyologlar, sosyologlar ve filozoflar arasında tutunmasına rağmen, biyolojik evrim doktrini; objektif ve kapsamlı bir eleştiriye karşı koyamaz. Bu doktrin ya gerçekle çatışmakta ya da ilgilendiği temel problemleri çözememektedir"




SAHTE BİR BİLİM: BİYOLOJİ'NİN KALBİNDE KÖK SALDI

Grasse, meslektaşlarını hayrete düşürecek bir üslupla, evrim teorisi yoluyla, sahte bir bilim yaratıldığını, açıkça ilan etmektedir:

"Gizli, saklı varsayımların, ham, hatta yanlış dayanaklı sonuçların, bazen iyi, bazen kötü kullanımıyla; sahte bir bilim yaratıldı. Bu sahte bilim, biyolojinin tam kalbine kök salmıştır. Temel kavramların, kanıtlandığına, samimiyetle inanan ki kanıtlanmamıştır, birçok biyokimyacı ve biyoloğu yanlış yöne sürüklemektedir."

Nitekim biyolog Julian Huxley, evrim teorisini, "hiçbir bilim adamının reddedemeyeceğini" söyleyerek; bilimsel yaklaşımı değil, yanlış yönelimini ve kesin inancını dile getiriyor:

"Darwin'in teorisi artık bir teori değil, bir gerçektir; ciddi hiçbir bilim adamı, tıpkı Dünya'nın Güneş etrafında döndüğünü reddedemeyeceği gibi evrimin gerçekleştiğini reddedemez."

Bu kadar kesin inançlı olan Julian Huxley, kutsadığı evrim teorisine, hayali maymun-insan yönündeki evrimi gösteren kendi çizimlerini yakıştırarak; kullanıma sunmuştur. Bu sözde iskelet-evrim resimleri, evrim dininin ikonları olmuştur. Nitekim "Evrimin İkonları" adlı kitabın yazarı, Dr. Jonathan Wells, bu konuda şunları söyler:

"Kanıtın yokluğuna rağmen, Darwinci insanın kökeni görüşü; ellerini yere değdirerek, maymunun bir dizi ara formdan evrilerek, insan şeklini aldığını gösteren çizimlerle, çok geçmeden saygın bir konuma geldi. Bu çizimler, sonradan sayısız ders kitabında, müze sergilerinde, dergi yazılarında; hatta karikatürlerde yer aldı. Bunlar, evrimin son ikonunu(kutsalını) oluşturmaktadır.

"Bulunan tüm fosiller, Huxley'in çizdiği, bu asılsız çatıya oturtulmuştur. Huxley'in evrimi anlatımıyla, son ikon arasındaki çarpıcı benzerlik ortadadır. Huxley'in gösterdiği şey, baştan beri maymun-insan ikonunun, yani basitçe materyalist felsefenin yeniden dile getirilmesidir."



İŞTE EVRİMCİ HAECKEL KAFASI!

Evrimin bir diğer ikonu da, Haeckel'in "sahte embriyo çizimleri"dir. Bu çizimler, tüm ders kitaplarında, bilimsel bir gerçek gibi öğretilmektedir.

Haeckel, "Wonders of Life" adlı kitabında; "sakat doğan bebeklerin hiç vakit kaybedilmeden öldürülmesini "savunmuştur. Sadece sakat doğan bebeklerin değil; toplumun sözde evrimine engel olan tüm hasta ve sakat insanların, "evrim yasaları" gereğince ayıklanmalarını istemiştir.

Hastaların tedavi edilmesine karşı çıkmış, bu tedavinin "doğal seleksiyon"u engellediğini ileri sürerek, şöyle yazmıştır: İyileşmesi mümkün olmayan yüz binlerce hasta; örneğin akıl hastaları, cüzzamlılar, kanser hastaları, yapay olarak hayatta tutulmakta; bu durum, kendilerine ya da toplumun geneline hiç bir yarar getirmemektedir... Bu kötülükten kurtulmak için, yetkili bir komisyonun kararı ve gözlemiyle "hızlı ve etkili bir zehir" verilmelidir.


EVRİM TEORİSİ: BİLİMSEL BİR TEORİ MİDİR?

Neredeyse tüm evrimci akademisyenler, Huxley'in bu görüşlerini paylaşmaktadır. Peki ama evrim teorisi, bu sözde kesinliği hak etmek için ne yaptı? Darwin teorisinin, bilimsel bir teori olabilmesi için, elbette bilimsel metodun ölçütlerine göre kanıtlanabilir olması gerekir. Bir diğer ifadeyle, deneysel olarak ölçülebilir olması şarttır. Bilimsel metot, üç aşamalı bir doğrulama sürecini gerektirir. Birincisi, verilerin veya olguların gözlenmesidir, ikincisi, gözlemlere dayalı bir varsayım oluşturulur. Ve bu varsayım, bilim adamlarının, veriler üzerinde belirli tahminlerde bulunmasını sağlar. Üçüncüsü, varsayımın doğruluğunu ve tahminlerin geçerliliğini saptamak için deneyler yapılır. Eğer deneylerin sonucu, tahmini doğrularsa, varsayım onaylanmış kabul edilir. b

Bilimsel metodun özü, deneysel tekrarlanabilirlik veya tekrar üretilebilirliktir. Ayrıca evrim teorisinin dayandığı herhangi bir matematik model yoktur. Mesela, doğrusal bir modeli, doğrusal artışla uyuşmayan fosiller, kolayca yanlışlayabilir. Bu yüzden evrimciler, adına "çalı modeli" denen bir model benimsemişlerdir. Bu modele göre geçmişte gördüğünüz  bir canlıyı, uzunca bir aradan sonra günümüzde de görseniz teoriyi yanlışlayamazsınız. Aslında çalı modeli, bulunan yeni fosiller karşısında, yorum esnekliğiyle teoriyi zorlamayan ve her duruma uyarlamayı kolaylaştıran, elastik bir modeldir. Bu durumu, Jeremy Rifkin, kitabında şu çarpıcı ifadelerle dile getirir.

"Asgariden söylemek gerekirse, önümüzde utanılacak, şaşılacak bir durum vardır. Bir düşünce ki, bilimsel olduğunu söylüyor, ancak bilimsel ölçüme elverişli olamıyor. Gözlemlenemiyor, yeniden türetilemiyor, ölçülemiyor. Ancak savunucuları, hayatın başlangıcı ve gelişimi konusunda, onun yüce ve çürütülemez bir gerçek olarak görülmesini istiyorlar!.. O halde, bilimsel gözleme dayanmayan bu evrim görüşü, kişisel bir inanç meselesi olmalıdır. Teori hakkında söylenebilecek en iyi şey; onun, hayatın nasıl geliştiğine dair birçok insanın paylaştığı, ne kanıtlanabilen ne de yanlışlanabilen bir inancı temsil ettiğidir."

TEORİ: BİLİMSEL KRİTERLERİ KARŞILAMIYOR

Evrim teorisinin, bilimsel kriterleri, karşılamadığını kabul etmek zorundayız. Birçok ünlü bilim felsefecisi, gözlemsel verilere dayanmayan evrim teorisinin, bu sorununa dikkat çekmişlerdir. Bunlardan biri olan Wittgenstein şöyle demektedir:

"Örnek olarak; Darwin teorisi hakkında yapılan yaygarayı ele alalım. Teoriyi destekleyen ve 'tabii ki' diyen çevreler vardır, bir de 'tabii ki hayır' diyen çevreler vardır. Hangi mantıkla tabii ki denilebilir? Tek hücreli organizmaların, zamanla daha karmaşık organizmalara dönüştükleri ve memeli hayvanlardan insanlara kadar geliştikleri düşüncesi savunuluyor. Peki, bu süreci gözlemleyen biri var mı? Hayır! Peki, bu süreci şu anda kimse gözlemliyor mu? Hayır! Yapılan gözlemler, bir damla suyun kızgın bir taşa damlatılması gibidir. Buna rağmen binlerce kitapta, bu teorinin akla en yatkın çözüm olduğu yazılmaktadır. İnsanlar, çok zayıf kanıtlara rağmen, bu teorinin doğruluğundan emin.

"'Bilmiyorum, bu ilginç bir hipotez, ancak daha fazla güçlendirilmesi gerekir' gibi bir tutum savunulamaz mıydı? Bu durum, nasıl herhangi bir şeye ikna olunabileceğini gösteriyor. Sonunda cevapsız kalan sorular unutuluyor ve kişiler bunun, mutlaka böyle olduğuna kanaat getiriyorlar."
EVRİM TAPINAĞI: RUHBANLAR VE ENGİZİSYON

Bugün ateizmin kalkanı haline gelmiş "evrimcilik", bilim adına, kiliseye karşı verilen tarihi ve kısmen de haklı mücadelenin meyvelerini devşiriyor. Sadece devşirmekle kalmıyor, yeni bir din olarak, onun yerine geçmiş bulunuyor. Neredeyse Hıristiyan doğmatizminin yerini, Evrimci doğmatizm alıyor. Evrim tapınağı ve onun ruhbanları, bu inançta olmayan bilim adamlarına, yeni engizisyonlar uyguluyor. Evrimi reddedenler, çağdışılık, gericilik ya da bilimdışılıkla suçlanıyor.

Bilim dünyasına girişin anahtarı haline getirilmiş olan evrim, bilimsel kurumları da, adeta engizisyon mahkemelerine çevirmiştir. Evrimi reddeden bilim adamları, ya kendilerini gizliyecekler, ya da yukarıdaki suçlamaları göze alacaklar. Bugün hala, biyolog Garrett Hardin'in dediği gibi; "evrim teorisini sorgulama cesareti gösteren bir bilim adamı, psikiyatrik vaka olarak görülebilmektedir."

Böyle bir yargılamayla yıldırılan bilim adamlarından birisi, Dr. Colin Patterson'dır. Dr. Patterson, Londra'da bulunan İngiliz Tabiat Tarihi Müzesi'nde, kıdemli taşılbilimci (paleontolog) olarak görev yapmaktadır. "Evolution" (Evrim) isimli eserin yazarıdır. Dünya'nın en başta gelen Yontma Taş Devri uzmanı olarak tanınmaktadır. Dr. Patterson, Amerikan Tabiat Tarihi Müzesi'nde, 5 Kasım 1981 günü, evrim teorisi uzmanlarından oluşan bir gruba konferans verdi. Bu konferansta, meslektaşlarına, hep beraber hayatlarını adadıkları bu bilimsel teorinin, tamamen bir spekülasyon olduğunu; teoriyi destekleyecek yeterli deliller bulunmadığını, kendisinin teori konusundaki fikirlerinin değiştiğini, ima etme cesaretini gösterir ve şunları söyler:

EVRİM: "BİLGİ TAŞIMAZ VE BİLGİ KARŞITIDIR"

"Geçen yıl aniden bir şeyi kavradım. 20 yıldan fazla bir sûredir, evrim üzerine çalıştığımı düşünmüştüm. Bir sabah uyandım ve sanki gece bir şey olmuştu. Birden düşünmeye başladım. Bu evrim zırvası üzerine, 20 yıldır çalışmaktaydım, ama bu konuda bildiğim tek bir şey bile yoktu. Bu kadar uzun bir süre, yanlış yolda gidebileceğimi fark etmek tam bir şoktu. Bu sebeple, son birkaç haftadır birçok kişiye ve farklı gruplardan insanlara basit bir soru sordum. 'Bana evrim hakkında bildiğiniz bir şeyi, tek bir şeyi, doğru olan tek bir şeyi söyleyebilir misiniz?' dedim. Aldığım tek cevap sessizlikti. Sorunun cevapsız bırakılması, evrimin hiçbir bilgi taşımadığı, taşıyorsa bile bunu benim henüz duymadığımı göstermektedir. Bu formda bulunan birçok insan, sanırım itiraf edecektir ki; eğer son birkaç yıl içinde bu konu hakkında düşünmüşseniz; evrimi bir bilgi olarak görme noktasından, bir inanç olarak kabul etme noktasına gelmişsinizdir. Biliyorum ki bu düşünce, benim için geçerli olduğu kadar, birçoğunuz için de geçerlidir. Evrim sadece hiçbir bilgi taşımamakla kalmaz, bir bakıma bilgi karşıtlığı da içerir."
 
YİRMİNCİ YÜZYILIN BAŞLARINDA: ENGİZİSYON

Geçmişte; yirminci yüzyılın başlarında ise, durum bundan çok daha vahimdi. O zaman evrimle ilgili sorgulamalar yapmak, çok daha ağır bir bedel ödemeyi gerektiriyordu. 1974 yılında hayata gözlerini kapayan ünlü yazar Arnold Lunn, 1920'li yıllarda, evrim konusunda bilim adamlarının nasıl hizaya getirildiğini şöyle anlatır:

"Geçen gün, Kraliyet Derneği'nin bir üyesine rastladım. 'Bu konuya el attığına sevindim' dedi. 'Çünkü biliyorsun, biz profesyonel ilim adamları, hiçbir şey yapamıyoruz. Ellerimiz kollarımız bağlı. Mesela benim durumuma bak. Prof. X, Darwin'e Mesih gözüyle bakıyor. Elinin altında çok uygun işler var ama, Darwin Tapınağı'nda, tapınmayanlara iş vermiyor."

Lunn, meşhur anatomi profesörü Thomas Dwight'ın, şu sözlerini de bizlere aktarır:

"Evrim konusunda kurulmuş olan diktatörlük, meselenin dışında olanların tahmin edemeyeceği kadar despot hale gelmiştir. Sadece düşünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda terör çağlarını çağrıştıran bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden, kaç tanesi, düşüncelerini aynen açıklayabilirler?"
     
DARWİNCİ BASKILARA TEPKİLER ARTIYOR

Ancak bütün bunlara rağmen, cılız da olsa bilim adamlarından bir grup, sesini ve rahatsızlığını duyurmaya çalışıyordu. Darwinizm'de, her şeyin yolunda olmadığına dair ilk işaret, ilginçtir ki, 1959'da Chicago Üniversitesi'nde düzenlenen; "Darwin teorisinin 100. yılını kutlama toplantısı" sırasında ortaya çıkıyordu. O toplantıda, bir konuşma yapan California Üniversitesi taşılbilimcilerinden (paleontolog) Everett Claire Olson, şunları söylüyordu:

"Biyoloji ile meşgul olan yeni nesil arasında, evrimle ilgili bugünkü düşüncelerimizin çoğuna katılmayan, ama bu konuyu da çok önemsemeyen; çekişme ortamı doğurmanın fazla bir şey getirmeyeceğini düşünen; dolayısıyla da bu konularda fazla yazıp çizmeyen sessiz bir grup var."

Evrim teorisini terk edenlerin sayısına gelince, Olson, "bu sessiz kesimin nicelik ve niteliğini kestirmenin pek mümkün olmadığını, ama sayılarının da küçümsenemeyeceğini" belirtir. 1959'dan bu yana, sessizlik epeyce bozuldu. Karşıt görüştekiler, kendilerini ifade etmeye başladılar. Örneğin, İngiltere Southampton Üniversitesi, fizyoloji ve biyokimya profesörü G. A. Kerkut, teoriyi eleştiren "Implications of Evolution" (Evrimin  Çağrıştırdıkları) adlı kitabında vardığı sonucu şöyle açıklıyor:

"Tüm canlı türlerini tek bir kaynaktan gelen evrime dayandırmak, her ne kadar cesur ve mantıklı bir girişim olarak görülse de, bugünün delilleriyle desteklenmeyen ve de erken gerçekleştirilmiş bir teşebbüstür."

Kerkut'un kitabı üzerine, Sigma Xİ isimli saygın bir bilimsel derneğin, resmi yayını olan American Scientist Dergisi'nde tarafsız bir tanıtım yazısı yayınlandı. Bu yayında, evrim teorisi hakkında şüphesi olan insanların, bunu dile getirmekten; özellikle de yazmaktan çekindikleri ifade edildi. Tanıtım yazısı, şu cümlelere yer vermekteydi:

"Bu kitap, rahatsız edici bir mesaj içeriyor; derinlerdeki gizli çatlaklara işaret ediyor. Rahatsız ediyor, çünkü söylenen şeyler; uzun zamandır bilinçaltımızda var olan, ama kendimize bile itiraf etmekten korktuğumuz endişeyi bize hatırlatıyor. Gerçek şu ki, evrim silsilesi konusunda güvenilir hiçbir delilimiz yok. Yıllardır biz, öğrencilerimize, herhangi bir açıklama şeklini yüzeysel olarak kabul etmemelerini; delili sorgulamalarını söyleyip durduk. Şimdi, kendi tavsiyelerimize aykırı hareket ettiğimizi fark etmemiz, bizim için büyük bir şok."

British Natural History Museum'un, yayınladığı bir broşürde; "eğer evrim teorisi doğruysa.." şeklinde bir cümleye yer vermesi, büyük tartışmalara yol açtı. Evrimci görüşün gayri resmî sesi olan Nature Dergisi, başyazısında, müze yetkililerini sert cümlelerle payladı. Başyazı, "çoğu bilim adamının 'eğer evrim teorisi doğruysa' gibi bir cümle kurmaktansa, sağ ellerini kaybetmeyi tercih edeceklerini" vurgulayan ifadelere yer verdi.


       "EVRİM TEORİSİ"Nİ: BASIN POMPALIYOR

"İnsan: Özel Yaratık" adlı kitabında, biyolog Douglas Dewar, evrim teorisini pompalıyan basının rolü hakkında şunları yazar:

"Evrimcilerin, basını ele geçirmelerinin önemini, pek az insan idrak etmiştir. Bugün pek az dergide, evrim teorisini reddeden makaleler çıkar. Hatta dini dergilerin birçoğu bile, insanın, hayvan soyundan geldiğini kabul eden modernistlerin elindedir. Genel konuşursak, bütün gazetelerin yazı işleri müdürleri, evrimi, ispat edilmiş bir vakıa olarak bilmekte ve teoriye karşı çıkan herkesi, cehaletle ya da delilikle suçlamaktadırlar. Hemen hepsi, evrimciler tarafından çıkarılan bilimsel dergiler ise, evrime en ufak bir gölge düşürecek bir yazıyı bile yayınlamak istemezler. Böylece halk, meseleyi ancak tek yönlü olarak bilmektedir. Ortalama bir insan, evrim teorisini, 'yer çekimi kanunu' gibi ispat edilmiş bir gerçek olarak bilmektedir."

Basının evrim propagandasını ve evrimcilerin mantalitesini anlamak için; "Time Magasine"nin, 1 Ocak 2006 tarihli, Michael D. Lemonick, Andrea Dorfman imzalı ve "What Makes Us Different"(Bizi Farklı Kılan Nedir?) başlıklı; evrim yazısından yaptığımız alıntıyı aşağıya alıyoruz:



"AY BU MAYMUN, NE KADAR DA İNSAN!"

"Büyük maymunların; goriller, şempanzeler, bonobolar, orangutanların, bize ne kadar benzediklerini görmek için, bir biyolog ya da antropolog olmanıza gerek yoktur. Bir çocuk bile, fazladan vücut kılları gibi, bazı abartılı farklılıkların dışında, vücutlarının bizimkilere oldukça benzediğini görebilir. Bu yüzden, şempanzeleri, smokin ceketler içinde, davul çalarken veya bisiklet sürerken görmek bizi hoşnut eder. Göbekli bir gorilin kendini kaşıması bu yüzden bize Ralph Amca'yı, ya da Kuzen Vinnie'yi hatırlatır. Hatta Kraliçe Victoria, Londra Hayvanat Bahçesi'nde, Jenny isimli bir maymunu görünce,tedirgin olarak; 'korkunç! Acı verici ve kesinlikle insan!' demiştir.

"Bu sadece yüzeysel bir benzerlik değildir. Özellikle şempanzeler, sadece bizim gibi görünmekle kalmazlar, aynı zamanda bizlerle, insancıl bazı davranışları da paylaşırlar. Bazı aletler yapar, kullanır ve bu yeteneklerini yeni nesillere aktarırlar. Başka hayvanları avlar ve bazen birbirlerini öldürürler. Bilim adamları, onlarca yıl önce, şempanzelerin bizim en yakın evrimsel kuzenlerimiz olduklarını buldu.
"Bilim adamları, tabii ki, insanlarla maymunlar arasındaki zorunlu farklılıkların ne olduklarını tartışmak için, elbette şempanze genomunun çözülmesini beklemediler. DNA hakkında, bilgilerinin olmasına bile ihtiyaçları yoktu. Bilim adamlarının bir kısmı, Charles Darwin'in, insan ve maymunların, ortak bir ataya sahip oldukları yönündeki mantığından yola çıktılar. Darwin, neredeyse hiçbir gerçek veriye sahip olmamasına rağmen; maymun ve insanın, ortak bir atadan evrildiği düşüncesini, ortaya koymuştu."

Evrimci yazarlar, demek istiyor ki; bilime; DNA bilimine ne gerek var. Bu mesele; insanın, maymundan evrilmesi, bir çocuğun anlayacağı kadar apaçıktır. Bir ilme gerek duymadan Darwin, bu gerçeği(!) görmüştü. Bir kısım bilim adamları da, Darwin'in mantığıyla yola çıkmışlardır.

İşte evrim propagandası.. Ve işte evrimci mantalitesi.. Bu kafalara, bilim adına ne söylenebilir ki?..

SONUÇ


Ortak atadan gelen bir türün; içinde çeşitlenmesi, zamana-çevreye bağlı olarak; tür içi değişim süreçleri ve nesilden nesile devam eden kalıtsal değişimler, elbette bir evrimdir. Tüm canlılar aleminde, bu anlamda "sınırlı ve kontrollü bir evrim" vardır. Her türün kendi içinde çeşitlendiği, değişime uğradığı; aynı türde(boyutta) kalmak kaydıyla; zaman ve mücadeleyle, özellikleri farklı topluluklar-populasyonlar oluştuğu bir gerçektir.

Tek hücreden, maymuna, oradan da insana uzanan bir evrimleşmeyi savunan; tüm canlıları, tek bir ortak ataya götüren evrim teorisi; kanıtsız, dayanaksız ve matematiksel bir modelden mahrumdur. Bilimsel bir teorinin sağlaması gereken kriterleri, hiçbir zaman sağlamamıştır. Bu teorinin, temel özelliklerinden birisi de, Yaratıcı'yı tamamen reddetmesidir.

Sınırlı ve kontrollü evrimde, canlıları yaratan sonsuz Yüce Allah, onların yaşayacakları doğal çevreyi; bu çevredeki potansiyel yiyecekleri(besini) planlamış-yaratmış; arkasından canlıları, uyacakları yasalarla birlikte planlayıp-yaratmış ve zaman boyutuna bağlı olarak türetmiştir. Her şey, yüksek boyutlu bir "Ana Bilgisayar"ın içinde ve kontrolündedir. Canlıların gelişimi, değişimi, çeşitlenmesi, beslenmesi yahut besleyici bir çevrenin sağlanması, neslin devamı, yaşam ve ölüm, iklim şartlarıyla mücadele, kendi aralarındaki mücadele; bu mücadelenin sınırları ve yasaları vb; bütün bunları içeren "yüksek bir matematik programlama ve yönetim" olmadan; canlı hayatın bugünkü hale gelmesi mümkün değildir. Bu görüşün aksi olan; tesadüfilik-şans-amaçsızlık-belirsizlik-körlük, ancak felaketler, yok oluşlar ve kaos doğurur. Aklın ve ilmin de bize söylediği, bundan ibarettir...

Burada üzerinde durmamız gereken en önemli husus; tüm evreni ve canlıları yaratan ve belli özgürlük alanı(cüzi irade) içinde yöneten, sonsuz boyutlu Allah, mikrodan-makroya, yarattığı her şeyi; sonlu bir boyut içinde yaratmıştır. Başka bir deyişle tüm varlıkları, boyut, boyut yaratmış; hatta boyutlara hapsetmiştir. Hiçbir varlık kendi boyutunu aşamaz, değiştiremez. Bu demektir ki; atomaltı parçacıklar; madde, canlı-bitki olamaz. Bitki, hayvan olamaz. Hayvanlar, hapsedildiği "tür boyutu"nu aşamaz. Hayvan-maymun, insan olamaz. İnsan, cin olamaz. Cin, melek olamaz. Melekler hiyerarşisinde, her melek, kendi boyutunun mahkumudur. Melek, Tanrı olamaz. Aksi halde, sonlu boyutlu varlıklar, boyut atlayarak ki(bu, şeytanların dostlarına fısıltılarıdır) evrimleşip, Tanrı olurdu. İşte evrimin, yahut "evrimci felsefeler"in beklentilerinden biriside budur.

Evrim yoluyla ya da evrimi hızlandırarak, Tanrılaşmak hayali! Bütün bunlar, insan nefsinin, "ilahlaşma arzuları"na, şeytani fısıltıların karışmasından kaynaklanan "hayaller"den başkası değildir. Bugün, bozulmuş dinler, bunların insanı ilahlaştırmaya yönelik felsefelerinin bir toplamı olan New Age dini ve maddeci-evrimci felsefeler, bu hayaller peşinde koşmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki her şey; Nur'undan yaratmayı başlatan ve sonlu boyutlara mahküm eden sonsuz boyutlu Yüce Allah'a tabidir. Evrende, O'nun takdirini bozacak, onun vaadini ve yasalarını değiştirecek hiçbir güç yoktur ve olamaz!

Tarihin şahitliğinde söylüyoruz ki; bilimsel çalışmalar ilerledikçe; bu örümcek evi kadar dayanaksız teori, buharlaşmaya mahkumdur.

Kaynaklar:
1) Mahlon B.Hoagland, Hayatın Kökleri, çev. Şen Güven, Tübitak Yy, Ankara, 1993.
2) Gerald L.Schroeder, Tanrı'nın Saklı Yüzü, çev. Ahmet Ergenç, Gelenek Yy, İstanbul, 2003.
3) Francis S. Collins, The Language of God: A Scientist Presents Evidence For Belief, Free Press, Newyork, 2006.
4) Michael J. Behe, William A. Dembski, Stephen C. Meyer, Tasarım, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2004.
5) Phillip E. Johnson, Evrim Duruşması, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2003.
6) C. G. Hunter, Darwin'in Tanrısı, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2003.
7) Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaşamın Temel Kuralları, Meteksan Yy, C1/1, Ankara, 1991.
8) Abdüllatif Metin, A.N Field, John N. Moore, Darwinizm, çev. Haluk Avanoğlu, Otağ Yy, İstanbul, 1976.
9) Michael J. Behe, Darwin'in Kara Kutusu, çev. Burcu Çekmece, Aksoy Yy, İstanbul,1998.
10) Richard Dawkins, Kör Saatçi, çev. Feryal Halatçı, Tübitak Yy, Ankara, 2002.
11) Villareal L. P, "Are Viruses Alive?", Scientific American Magasine, Aralık, 2004.
12) Caner Taslaman, Evrim Teorisi Felsefe ve Tanrı, Kitap, 'aynı isimli web site'de yayınlanmaktadır.
13) Jeremy Rifkin, Darwin’in Çöküşü, çev. Ali Köse, Ufuk Yy, İstanbul, 2001.
14) Charles Darwin, Darwin  Kuramı, çev. Cem Taylan, Pan Yy, İstanbul, Mayıs 2000.
15) Charles Darwin, İnsanın Türeyişi, çev. Sevim Belli, Onur Yy, Ankara, Nisan 1995.
16) Stephen Jay Gould, Darwin ve Sonrası, çev. Ceyhan Temürcü,Tübitak Yy, Ankara, Mayıs 2005.
17) Hoimar V. Ditfurth, Başlangıçta Hidrojen Vardı, çev. Veysel Atayman, Cumhuriyet Yy, İstanbul, Mayıs 2007.
18) Michael Shermer, Bilimin Sınır Bölgeleri, çev. Zeynep Reyhan Koç, Altınbilek Yy, İstanbul, Ağustos 2006.
19) Cyril Aydon, Charles Darwin, çev. Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitap Yy, İstanbul, Ocak 2006.
20) Rebecca Stefoff, Evrim Devrimi, çev. İnci Kalınyazgan, Tübitak Yy, Ankara, Aralık 2004.
21) Roger Lewin, Modern İnsanın Kökeni, çev. Nazım Özüaydın, Tübitak Yy, Ankara, Haziran 2004
22) Linda Gamlin, Evrim, çev. Aksu Bora, Tübitak Yy, Ankara, 2005.
23) Jonathan Wells, Evrimin İkonları, çev. Orhan Düz, Gelenek Yy, İstanbul, 2004.
24) Michael D. Lemonick, Andrea Dorfman, What Makes Us Different, Time Magasine, 1 Ocak 2006.
25) Nick Wadhams, New Fossil Ape May Shake Human Family Tree, National Geographic News, Nairobi, Kenya
Ağustos, 2007.
26) Ernst Haeckel,The Wonders of Life, New York, Harper,1904
27) Abdüllatif Metin, "Hayat Probleminin Ortaya Konuşu ve Hayatı İzah Denemelerinin Kritiği", Gerçek Dergisi, Ocak, Nisan, İstanbul 1973.


  Saygılar...











 



Ağustos 09, 2012, 08:56:18 öö
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Uzun bir yazı...

Sayın Nemeçek... kendisi mi yazmış?

Sanmıyorum. Yanılıyorsam özür dilerim.

Kendisi yazmamışsa kendinden ne katmış acaba?

27 kaynak... Çoğu ciddi, değerli kaynaklar ama aralarında çöplük olanları da yok değil.

Yazı da güzel bir özet ama objektif değil.

Kaynaklar öyle olunca başka türlüsü beklenemez zaten.

 Amaç başından Evrim Kuramı'nın geçersizliini, yürürsüzlüğünü göstermek, bunun yerine ille de dinin dogmalarını yerleştirmeye yönelmek. Varolma yerine yaradılmayı ileri sürmek, kanıtlanamasa da.

Tüm bu kaynaklar arasında bence pek önemli bir eksik var. Bu konuyla ilgilenenlere hararetle öneriyorum. Daha önce yazmıştım; bir kez daha yazıyorum:

Dr. Vural Yiğit "Evrimin Öyküsü"... (Evrim Yayınları, 2008)

Bu başlık altında bilimin ne dedğini bilmek, anlamak istiyorsanız, bu sözön için çok önemliyse, bu kitabı okumalısınız.

Okumadıysanız, ille de insanın evrimi diye bir şey olmadığını iddia etmeyi ve bilimsel bulgulara at gözlüğü takmışçasına karşı çıkmaya öngörüyorsanız, ne yapabilirim, ön yargılı olarak eksikli ve yönlendirici bilgi ediniyor, etki altında kalıyor, aklınızı kullanmaktan kaçınıyor, başkalarının bilim dışı görüşlerini savunuyor, böylece kendinizi tutsaklığa sürüklüyorsunuz demektir.

Bu yolu ve yöntemi seçenlerin tercihi öyle olabilir. Fakat aydınların (bu arada elbette masonların) görevi, onların başka insanları da etkileyerek kendi tutsaklıklarının yanına çekmelerini önlemeye çalışmaktır.



ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ağustos 09, 2012, 10:04:00 öö
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

Merhaba,

Evrim üzerine yazılanları büyük bir dikkatle takip ediyorum. Kuşkusuz bu forumun anlayışına ve seviyesine uygun yazılar olduğu gibi dogmalarla bezenmiş süslü yazılar da mevcut. Yazarlar herzaman yapılageldiği gibi kendi ideoloji çerçevesinde bilimsel bir teoriyi yorumluyorlar. Bu sonuç olarak bakış açılarına göre doğruların farklı yorumlanmasına neden oluyor.

Bilimsel bir teori ancak bilimsel yöntem ve bulgularla tartışılabilir. Ortaya çıkardığı sonuçlar ve felsefi, sosyolojik sonuçlar bilimin konusu değildir. Bu konuda herkes görüş bildirebilir. Nitekim bu teori ortaya çıktığında da teori ve delillerden çok bu forumda bazı üyelerin yaptığı gibi felsefi sonuçları üzerinde Darwin ve evrim teorisine saldırılmıştır.

Bir teorinin sonuçlarını herkesin anlaması imkansızdır. Günümüzde kuantım teorisinin sık sık duymakla birlikte herhangi bir sonucunu açıklayabilecek(bakın yorum demiyorum. Bunun felsefi sonuçlarını herkes yorumluyor) TEK BİR FİZİKÇİ YOKTUR. Bunu ben değil nobel ödüllü Richard P. Feynman söylüyor:"Dünya'ya görecelik teorini anlayan 2-3 fizikçi bulabilirsiniz. Ancak ben dahil kuantım  fiziğini anlayan tek bir kişi yoktur. Bu adam kuantım denklemlerini bulan bir fizkçi. Yani teoriyi anlamak başka, yorumlamak başka. Günümüzde fizikteki standart model nedir? diye sorsak. 7 milyar insandan kaç kişisi bunu duymuştur. Kaç kişi teoriyi anlamıştır.

Buradan evrim teorisine gelecek olursak. Teori yaratılış ve teoloji ile ilişkilendirildiği için Dünya'da en çok tanınan ve belkide en az anlaşılmış ve en çok reddedilen ( dinsel sebepler) teoridir. Darwin bunu anladığı için 19 yıl kitabını bekletmiştir. Hatta yayınlamak istememiştir. Taki aynı sonuçlara daha az bilimsel kanıtlarla ulaşan Alfred Russel Wallce'nın mektubunu alana kadar. 

Kuşkusuz bu teori ortaya atıldığı yıllar itibari ile 19.yy Büyük Britanya imparatorluğunun Dünya'ya egemen olduğu ve onu tanıma ve anlama çabasının ürünüdür. Bu dönemde bu imparatorluk dünyaya iki bilimde ( konumuz üzere) olağanüstü katkı sağlamıştır. Biyoloji ve jeoloji.

Daha önce   Darwin ve evrim teorisinin tarihi üzerine bir iki kısa yazmıştım yanılmıyorsam oraya bakılabilir.

Ben bu konuda kısa bir özet geçmek istiyorum.

1- Evrim teorisi modern jeoloji bilimine paralel süreçte gelişmiştir. Eğer Darwin yanında Charles Lyell'in "jeolojinin prensipleri"ni almamış olsaydı katmanları ve fosilleri doğru yorumlayamazdı. Çünkü tabakalar ve fosiller üzerine asgari bilgiliydi. Bulduğu fosilleri soyu tükenen canlıları, değişimin  bir sonucu olarak yorumladı.1830'yazılan kitap yolcuğun 1-2 sene öncesine denk gelir. James Huttun'un ortaya koyduğu modern jeolojinin temel prensipleri o dönem için bu kitapla zirveye çıkmiştir. Nedir diye soracak olursanız tabaka biliminin doğuşu(stratigrafi), bağil yaşlarının ortaya konulması. (jeolojik zaman bilgisi). Kıtaların konumu ve hareketleri ile ilgili ilk önermeler. Lyell deniz seviyesinin değişimi (kıyı çizgisi) üzerine de düşünmüştür. Bunun anlamı Darwin'inde gözlem yaptığı üzere (Şili depremi: deniz seviyesinde ani bir metrelik değişim. Karanın atımla 1 metre yükselmesi) kıtaların hareketi kutsal kitaplardan yorumlandığı üzere yeryüzünün ve canlı türlerinin sabit olmadığı fikridir.

Modern jeoloji ve evrim fikrinin gelişimi üzerine şu eserlere bakılabilir.


 Özkan Pişkin,  (2000), Jeolojinin Tarihçe ve Evrime Bakış Dokuz Eylül Yayınları; İzmir
 Peter J. Bowler, (2002), Doğanın Öyküsü, İzdüşüm yay.
 David R. Oldroyd, (1996), İnsan Düşüncesinde Yerküre (Yerbilim’e Bir Tarihsel Bakış),Tübitak yay.
 Pascal Richet, (2002), Dünya'nın Yaşı (Bir Bilimsel Sorunun Serüveni), Güncel yay.

( Sizleri teknik bilgilerle boğmak istemedim. Aslında bu giriş kısmında bile o kadar çok okunacak ve yorumlanacak şey varki. Numara vererek devam edeceğim. İtirazlar ve yorumlar daha kolay yapılabilir. Yaklaşık 20 yıldır yerbilimleri, evrim ve astromi tarihi üzerine çalışıyorum. Yani benden evrimsel ispat istemeyin çünkü biyolog değilim. Ben sadece genel bir panorama çizeceğim.)

devam edecek...
« Son Düzenleme: Ağustos 09, 2012, 10:34:08 öö Gönderen: asimov »
Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


Ağustos 09, 2012, 12:16:15 ös
Yanıtla #3
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

Kısa bir eleştiri

BİLİM İNTERNETTEN ÖĞRENİLMEZ. ÇABA GEREKTİRİR.

Sn Nemeçek bir önceki yazısının tamamını  sanırım aşağıdaki siteden kopyalayarak almış. Dolayısıyla kendi yorumlarını içermediğinden kaynak göstermeliydi. Site incelenirse pek ciddiye alınacak bir yanının olmadığı görülür.


http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/canlilar/evrim1.asp


Ayrıca yazının sonunda verien  kaynakçada belirtilen ve günümüz akıllı tasarımcılarından ve" Darwin'in kara kutusu" kitabının yazarı Behe  hakkında da birşey söylemek isterim:

ALINTIDIR:

Michael J. Behe (d. 18 Ocak 1952, Pennsylvania) ABD'li biyokimyacı.

Lehigh Üniversitesi'nde biyokimya profesörü olarak çalışan Michael Behe 1996 yılında yayımladığı Darwin'in Kara Kutusu: Evrime Biyokimyasal Başkaldırı adlı kitabıyla evrim teorisine karşı geliştirilen Akıllı tasarım hareketini başlattı. Yazdığı Darwin'in Kara Kutusu kitabı National Review dergisi tarafından hazırlanan 20. yüzyılın en iyi 100 kitabı listesinde yer aldı

Uzun yıllardır Doğal Seçilim’e ve Evrim Kuramı’na karşıtlığıyla bilinen ve “İndirgenemez Karmaşıklık” safsatasını ileri süren Lehigh Üniversitesi’nden Biyokimyager Prof. Dr. Michael Behe, Aralık 2010′da The Quaterly Review of Biology dergisinde yayınladığı “Deneysel Evrim, Fonksiyon Kaybettirici Mutasyonlar ve Adaptif Evrim’in İlk Kuralı” başlıklı makalesiyle Evrim’in gerçekliğini kabul ettiğini ilan etmiş oldu ve 1996 yılında “Darwin’in Kara Kutusu” isimli kitabıyla Evrimsel Biyoloji’ye karşı açtığı savaşı, 2000′li yıllarda Evrimsel Biyoloji’nin yaptığı atılımlar nedeniyle üst üste aldığı bilimsel darbelerle kaybetmesi üzerine 2006′dan beri sürdürdüğü suskunluğunu sonunda bilimsellikle bozdu.

Makale şu bağlantıdan okunabilir:
http://www.lehigh.edu/bio/pdf/Behe/QRB_paper.pdf
Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


Ağustos 09, 2012, 03:39:26 ös
Yanıtla #4
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

Merhaba,

Konu maymun insan ekseninde dönüyor olsada bu konunun ikinci safhası. Zaten evrim fikrine en fazla itiraz edildiği nokta maymundan gelme hadisesidir. Bunu yazan arkadaşlar Daewin'in hangi makale ve kitabında maymundan evrimleşmeyi açıkladığını da yazarlarsa iyi olur. Zaten dinci kesimin bu teori hakkında bildikleri maymundan öte değildir. İnsanın kökeni Darwin'in ikinci kitabının konusudur.

Kuşkusuz evrim fikrinin Darwin'den önceside vardır. Zaten evrim fikriyle büyümüştür. Dedesi Eramus Darwin'de evrimle ilgilenmiştir.
Darwin için iki zorluk vardı.
Birincisi zamanında yeterli fosil bulunmuyordu ve bulunan fosiller yeterli ölçüde bilimsel yöntemlerle incelenmiyordu. Ayrıca yaş sorunu vardı. Fosillerin yaşı tespit edilemiyordu. Fosiller ve tabakalar göreceli (bağıl) yaşlar ile birbirlerine göre yaşlandırılıyordu.  Dünya yaratılışçilara göre 6 bin yıl olarak kabul edilsede o yıllarda hatta 1900 yılların başına kadar 100- 300 milyon yaşları ortaya atılmıştı. Radyoaktivitenin yaş tayininde kullanılmasıyla birlikte 1920'li yıllardan sonra gerçek (mutlak) yaşlar ortaya konulabildi.

Dünyanın yaşı niye bu kadar önemliydi. Çünkü kutsal kitaplara dayanılarak genç bir dünya ve herşeyin Tufan olayıyla şekillendirildiği düşünülüyordu. Dünya MÖ 4004 yılında yaratılmıştı. Yaklaşık 2000 sene sonra tufan olmuştu. Dağlar ve benzeri yerşekilleri, çökeller ve tabakalar suların çekilmesi sonucunda arta kalan şeylerdi. Tufan olayınıngeçersizliği ve dünyanın yaşlı olması yaradılışçılar için büyük yenilgilerdi. Günümüzde hala dindaar insanlar için Tufan olayı tartışmasız gerçek bir olay olarak görülür. Ancak jeolojik kayıtlarda Dünyanın hiçbir yerinde Tufana ait bir iz bulunmamaktadır.(Bu ayrı bir tartışma konusudur. Dindar arkadaşların buna şiddetle karşı çıkacağını sanıyorum)

Darwin'in önündeki ikinci engel kazanılan özelliklerin gelecek kuşaklara nasıl aktarıldığı sorunudur.(Kalıtım=genetik)
Darwin ile Mendel aynı dönemde yaşamışlardır. Mendel kalıtımla elde ettiği bilgileri ne yazıkki önemsiz bir alman dergisinde yayımlamıştır. ve dönemdaşları tarafından farkedilememiştir. Darwin Mendel'den haberdardır. Hatta makalesinin adını kendi orjinal el yazmalarının kenarına not etmiştir. Ancak okuduğuna dair bir işarat yoktur. Çünkü ondan hiç bahsetmez.

Aynı şey Kepler ve Galileo arasında da yaşanmıştır. Galileo Kapler'i bilmesine rağmen hiç onun çalışmalarına atıfta bulunmaz. Kopernikçi felsefeyi kabul eder.

Dolayısıyla Darwin teorisindeki eksiklikleri farkedecek ve bunları söyleyecek düzeyde erdemli bir kişiydi. Daha sonrasında zaten teori defalarca sınanacak, geliştirilecek, doğrulanacaktı.

Günümüzdeki bilim ve teknikle  Türlerin kökeni yazılsa acaba nasıl olurdu. Bunun için şu kitabı okuyabilirsiniiz.

Steve Jones,1999, Neredeyse bir balina, Türlerin kökenine güncel bir bakış, Evrensel Basım yay.

İlgilenenlere bir kaç kaynak tavsiyesi:

Celal Şengör,"Yaşamın Evrimi" (İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları, 2004)
CEMAL YILDIRIM,"EVRİM KURAMI VE BAĞNAZLIK,BİLGİ YAY,1989
Stephen J. Gould,2005, "Darwin ve Sonrası" Tübitak yay.
Haluk Ertan,2010, Biyolojik evrim kuramının arkasındaki yaşam Charles Robert Darwin" İş Bankası Yay.
Haz.Alper Dizdar,2010,Darwin'i Selamlarken,Yazılama yay.
Richard Dawkins,2010,Yeryüzündeki En Büyük Gösteri, evrimin kantları.Kuzey yay.
Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi,2009,Evrensel Bsım Yay.




Evrim Kuramı'nın Evrimi - 1: Darwin'den Öncesi

İlk olarak Evrimsel Biyoloji'ye giriş yapacak biri, okumak istediği alanın çok eski kökenlere sahip olduğunu bilmelidir. Bilinen ilk değişimci ya da Evrimci düşünce Milattan Önce 610 ile 546 yılları arasında yaşamış Anaximander'e aittir. Anaximander, var olmuş ilk canlıların suda yaşadığını, karadakilerin ise onların değişimi ile oluştuğunu ileri sürerek, Evrimsel düşünüşü bu kadar erken zamanlarda, bu kadar isabetle sunan kişi olarak bizleri şaşırtmaktadır. Bu, Antik Yunan'ın bilimsel düşüncede, daha doğrusu genel anlamıyla özgür düşüncede ne kadar ileri olduğunu bizlere bir kere daha göstermektedir. Ne var ki Anaximander, düşüncelerini bilimsel ve sistematik bir temele dayandıramadığı için yetersiz kalmış ve her ne kadar çıkış noktası doğru olsa da, sistematik bir şekilde düşüncelerini ortaya koyamadığı için ileri sürdüğü bilgiler "felsefe"den öteye geçememiştir.

 

Daha ilginç bir şekilde, MÖ 490-430 yılları arasında yaşamış Empedokles, canlılığın varlığı için doğaüstü bir gücün olmasıan gerek olmadığını, adaptasyonun herhangi bir "ilk sebebe" gerek duymadan canlıların var olmasının açıklaması olabileceğine dair düşüncelerini yazmıştır.

 

Bunlardan sonra gelen Aristotales ise kendinden önce gelen bu iki önemli filozofun düşüncelerini şöyle özetlemiştir: "Zaten var olmaları gerektiği yerlere uymak için var olan parçalar spontane olarak birleşmiş, böyle şeyler hayatta kalabilmiş ve yayılmış ve yayılmaya devam etmektedir."  Kendisi, durumu bu şekilde yanlış bir şekilde özetlemekle kalmamış, tarihin "Evrim tesadüflerden ibarettir." şeklindeki basit düşünüşünü ileri süren ilk insan olmuştur. Aristotales'in düşüncesine göre her şey Dünya'ya bir sebep için gelmektedir ve bu düşünce sistemi günümüzde teleoloji olarak bilinmektedir. Aristotales'in diğer konular hakkındaki haklı görüşlerinden etkilenen insanlar, son derece bilimsel olan değişim kavramı hakkındaki düşüncelerinin de doğru olduğunu varsayarak oku takip etmişler ve bu sebeple doğal değişim gerçeğinin uzun yıllar karanlıkta kalmasına sebep olmuşlardır.

 

Aristotales'in düşüncelerinde en büyük etki, tartışmasız bir şekilde akıl hocası Platon tarafından bırakılmıştır. Platon, Ernst Mayer'in tanımıyla "...gelmiş geçmiş en büyük Evrim karşıtı"dır. Platon, Dünya üzerindeki her şeyin, daha yüce bir varlıklar dünyasının kötü birer yansıması olarak değerlendirmiştir ve tüm varlıkların bu sebeple ilahi bir varlık sebebi olduğunu düşünmüştür.

 

Yine de, her şeye rağmen Platon'un öğrencisi Aristotales, canlılar arasındaki ilişkileri merak ederek pek çok inceleme yapmış ve kitap yazmıştır. Ve bilime tamamen aykırı bir şekilde, tamamen şahsi ve güvenilmez düşüncelerine dayanan Büyük Varlık Zinciri'ni (Scala Naturae) icat etmiştir:

 

Büyük Varlık Zinciri (Aristotales)

 

Fotoğraftan da görülebileceği gibi, Aristotales'in incelemelerine göre canlıların varlık sıralaması, "üstün" olan daha yukarıda olacak şekilde dizildiğinde, şöyleydi:

 

    Tanrı
    Melek
    Cennet
    İnsan
    Yaratık (Hayvanlardan bahsetmektedir)
    Bitki
    Ateş
    Taş
    Bilgi Merdiveni

Daha sonradan, günümüz dinlerinin de katkılarıyla bu varlık zinciri daha da gelişmiş ve özelleşmiştir:

 

Büyük Varlık Zinciri (Günümüz)

 

Bu yeni versiyona göre, günümüzde pek çok dinin ve insanın kabul ettiği sıralama ise şöyledir:

 

    Tanrı
    Melekler
    Şeytanlar
    Erkek
    Kadın
    Hayvanlar
    Bitkiler
    Mineraller

Ayrıca bu "gelişmiş" (!) versiyonda, Tanrı "varlık" olarak görülmüş; Melekler, Şeytanlar, Erkek, Kadın ve Hayvanlar "varlık alemi" olarak görülmüş; bitkiler ve mineraller "var olmaya çalışanlar alemi" olarak görülmüş ve minerallerin altı da "yokluk" olarak nitelendirilmiştir. Sanıyoruz ki bu sıralamadan günümüzün ilkel "Erkek kadından üstündür." düşünüşünün geçmişini görmek mümkündür. Ve açıktır ki bu sıralama, günümüz için kabul edilemeyecek kadar zavallı bir durumdadır. Tabii Tanrı, melekler, vs. kısmına biz karışamayız; ancak erkek, kadın, hayvan, bitki ve mineraller arasında yapılan ilkel sıralama acınacak halde bilimden, çağdaşlıktan, aydınlıktan ve daha fenası "bilgi"den uzaktır.

 

Benzer şekilde, Çin ve Roma'da da benzer düşünceler ileri sürülmüştür. Çin'de Zhuangzi türlerin değişebileceğini MÖ 400 yılında ileri sürmüştür. Benzer şekilde Çinli Joseph Needam (gerçek adı: Li Yuese) Taoizm'in sabit canlılar düşüncesini tamamen reddettiğini ve farklı canlıların farklı çevrelerde farklılaşabileceklerini söylediğini açıklamaktadır. Zaten Taoizm, düşünce yapısı olarak her şeyin "sürekli bir dönüşüm" içerisinde olduğunu ileri sürmektedir. Roma'da da Titus Lucretius Carus, MÖ. 50 yılında tüm teoloji görüşüne ters düşecek şekilde canlıların değişebileceğini ve doğal süreçlerle ortaya çıktıklarını ileri sürmüştür.

 

8. Yüzyıl ile 13. Yüzyıl arasında "altın çağ"ını yaşayan İslam Dünyası'nda ise benzer bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Bilinen ilk İslami Biyolog olan el-Cahız (tam adı: Ebu Osman Amr bin Bahr Kinani el-Fukaimi el-Basri), canlıların var oldukları ortamda bir mücadele içerisinde olduklarını ve yaşam için savaşmak zorunda olduklarını yazmıştır. El-Cahız, aynı zamanda ayrıntılı besin zincirlerini inceleyen ilk bilim insanlarındandır. Hayvanlar Kitabı isimli kitabında hayvanların yaşadıkları ortamın, yaşam mücadeleleri üzerinde birebir etkisi olduğunu yazmıştır.

 

Benzer şekilde, 1377 yılında İbn-i Haldun Mukaddime isimli kitabında insanların "maymunlar dünyası"ndan gelişerek ortaya çıktıklarını yazmıştır. Üstelik aynı kitabında "türlerin sayısının artabileceğini" ifade etmiştir. Bu, günümüzdeki modern Evrim Kuramı'na en yakın bilgilerin kırıntılarının ileri sürüldüğü yapıttır.

 

İslam'da genel olarak Büyük Yaşam Zinciri düşüncesi hakim olsa ve etkisini çoğu zaman şiddetli bir şekilde hissettirse de, 13. Yüzyıl'da Akinolu Thomas (Thomas Aquinas) ile başlayan Hristiyan yaratılışçılığı, değişim fikrinin karşısındaki en büyük kaleleri inşa etmeye başlamıştır. Thomas, Aristotales'in Büyük Yaşam Zinciri ve teleoloji düşüncelerini dönemin Hristiyanlığı ile birleştirerek günümüz bilim düşmanlığının temellerini atmaya başlamıştır. Akinoslu Thomas, var olan her şeyin iyi bir amaç ile var olduğunu ileri sürmüş ve hiçbir canlının asla yaratılış sınırlarının dışına çıkarak farklılaşamayacağını ileri sürmüştür. Büyük Yaşam Zinciri'ni bir adım daha öteye götürerek oldukça ayrıntılı bir ağaç hazırlamıştır; ancak bu o kadar uzundur ki buraya taşımamız mümkün değildir. Temel yapısı yukarıda verilenlerle aynı olmakla birlikte, insanın alanı genişletilerek en üste "Kral" konmuş, erkek ve kadın ise yaratılışları farklı olsa bile (inancına göre kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır) bu cinsiyetler daha eşit olarak görülmeye başlanmıştır.

 

Neyse ki günümüzde "Karanlık Çağlar" olarak anılan 6-13. Yüzyıllar arası, bilimin gelişmeye başlaması ve insanların meraklarına ve gerçeğe olan ilgilerine yenik düşmeleri sayesinde sonsuza kadar uzamadan durdurulmuştur. Rönesans ve Aydınlanma Çağı sayesinde bilim bir anda patlama yaparak gelişmeye başlamış, dinin insanlar üzerindeki baskısı kırılmış ve insanlar, kendilerine satılandan çok kendilerinin ulaşabildiklerini öğrenmeye başlamışlardır. Bu sayede bilim insanı kavramı gelişmeye ve halk arasında yerleşmeye başlamıştır. Bu kavram, din dünyasına karşı diyalektik bir zıtlık yaratmış, böylece paranın iki yüzü gibi ters olan bu kavramlar, birbirlerini törpüleyerek denge durumuna doğru gelişmişlerdir. Tabii bilim, "aydınlanma" anlamıyla ilk olarak ortaya çıktığında yaşanan karanlık dönemlerin etkilerinin silinmesi çok kısa zaman almamıştır.

 

17. yüzyılın ilk çağlarında René Descartes evreni bir makinaya benzetmiş ve "var olma" kavramını dinin elinden alarak somut bir tabana çekerek bilimsel devrimin ilk adımlarını atmıştır. Daha sonra 1650 ile 1800 yılları arasında hızla değişimci fikirler geri dönmeye başlamıştır. Benoît de Maillet, Evren'in, Dünya'nın ve yaşamın mekanistik temellerle var olabileceğini ileri sürmüş ve doğal yasaların "canlılık" kavramını başlatabilmesi için yeterli olduğunu söylemiştir.

 

Dediğimiz gibi dinin etkisinin bilim üzerinden kalkması hemen olmamış, bu dönüşüm de Evrimsel bir süreç gibi yavaş ve kademeli olarak işlemiştir. Gottfried Leibniz ve J. G. Herder, değişimin bedende değil, "ruh"ta olduğunu ileri sürerek din ile bilimin arasını yapmaya çalışmışlardır. Ancak bu düşünceler de bir süre tutmuş olsa da (ve halen bazı destekçileri olsa da), 1751 yılında Pierre Louis Maupertuis'in "doğal modifikasyonların üreme sonucu oluştuğu ve nesiller geçtikçe birikebildiği, dolayısıyla yeni ırklara ve türlere sebep olabildiği"ni yazmasıyla, bilimsel düşünce bir kere daha silkinerek somut, gerçekçi ve ayakları yere basan temellere indirilmiştir.

 

Evrim kelimesi ilk olarak embriyolojik gelişimi anlatmak için ileri sürülmüş bir kelimedir. Latincede, fermanların yazıldığı parşömenlerin dönerek açılmasını anlatmak için kullanılan bir sözcüktür. Bilimsel bir anlamda ilk defa 1762 yılında Charles Bonnet tarafından kullanılmıştır. Bonnet, preformasyon iddiasını ortaya atan kişidir. Bu iddiaya göre çiftleşmeden sonra gelecekte oluşacak canlının minyatürü ana karnında yaratılır ve bu minyatür büyüyerek gelecekteki halini alır. Ancak bu, embriyolojinin gelişmesi ile yanlışlanmış bir iddiadır (tahmin edilebileceği üzere).

 

18. yüzyılda ünlü doğa bilgini G.L.L. Buffon, gördüğümüz bütün türlerin, belli bir türün farklılaşmış versiyonları olduğunu ileri sürmüştür. Buffon, iddiası için aslanların, kaplanların,  leoparların ve ev kedilerinin ortak bir ata türden farklılaşarak günümüzdeki halleri aldığını ileri sürmüştür. Hatta benzerlikler üzerine yaptığı hesaplamalarla, o zamanlarda bilinen 200 memeli türünün, (Discovery Channel'ın verilerine göre günümüzde 4.646 memeli türü bilinmektedir) 38 ata türden o günkü hallerine gelebileceğini ileri sürmüştür. Buffon, canlıların var oluşunu spontane jenerasyon fikrine bağlamıştır. Ancak bu görüş de günümüzde Pasteur'ün deneyleri ile çürütülmüştür.

 

Bunlar haricinde Diderot, James Burnett, Lord Monboddo gibi isimler, bu düşünceleri bir adım daha ileri taşımışlardır ve hatta Lord Monboddo insanların primat olduğunu ve diğer primatlardan farklılaşarak bugünkü haline geldiğini ileri sürmüştür. Son olarak Charles Darwin'in dedesi Erasmus Darwin 1796 tarihli kitabı Zoonomia'da "tüm sıcak kanlı türlerin tek bir türden farklılaşarak günümüze geldiği"ni yazmıştır.

 

Tarihe bakıldığında, Evrim düşüncesi ile Jeoloji bilgilerinin hep paralel bir gelişim izlediği gözlenmektedir. İnsanlar, nedense bunu inkar etseler bile cansız varlıkların davranışlarıyla, canlıların davranışları arasında bir paralellik kurmaya çalışmaktadırlar. Yani canlıların değişmediğini desteklemek için, Dünya'nın da hep var olduğu gibi kaldığı iddiasını ileri sürmektedirler. Aslında bu temelde doğru bir yaklaşımdır, çünkü pek çok yazımızda açıkladığımız gibi, "canlı" ve "cansız" diye bir kavram yoktur, her şey tek bir yapıdadır ("varlık" diyebilirsiniz). Bunu "canlı" ve "cansız" diye ayıramazsınız, çünkü iki grubun da yapıtaşları aynı ya da benzer elementler ve bu elementlerin yığınlarıdır. Bu konuya tekrar girmeyeceğiz. Ancak 19. yüzyıl insanlarının yanıldığı nokta, Dünya'nın var olduğundan beri sabit kaldığı düşüncesiydi. Neyse ki saygın bilim insanlarının araştırmaları sayesinde bu yanlış düşünce de yıkılabildi.

 

1788 yılında James Hutton, jeolojinin çok yavaş bir şekilde ama sürekli olarak değiştiğini iddia ederek gezegenimizin değişmezlik iddiasına ilk darbeyi vurmuştur. Bu, canlıların değişim düşüncesini benimseyenleri heyecanlandırmıştır. Daha sonra 1796 yılında Georges Cuvier mamut ve mastodon fosillerini bulmuş ve günümüz filleri ile arasındaki onlarca farklılığı ortaya koymuştur. Böylece uzun yıllardır süren "canlıların soyu tükenemez, yoksa varlık amaçları boşa çıkar" düşüncesi yıkılmış, canlıların herhangi bir amaçla var olmadıkları ve soylarının tükenebileceği ispatlanmıştır (bazı kitleler "amaçlarını yerine getirdikleri zaman soylarının tükenebileceğini" ileri sürmeye çalışmış; ama bu zoraki düşünce hiçbir zaman insanlar arasında tutmamıştır).

 

Bu bulgulardan sonra fosil araştırmaları da hızlanmış ve paleontoloji bilimi bir anda tırmanışa geçmiştir. 1840'lara doğru, jeolojik zamanların büyük bir kısmı aydınlatılmıştır bile! 1841'de John Phillips dönemleri, o dönemde yaşamış baskın hayvan türlerine göre sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırmaya göre:

 

    Paleozoik: Denizel omurgasızlar ve balıklar tarafından domine edilen dönem
    Mezozoik: Sürüngenlerin dönemi
    Senozoik: Memelilerin dönemi

Bu gelişimsel tablo, dönemin en sert ve tutucu jeologlarından ve Charles Darwin'in öğretmenlerinden olan Adam Sedgwick tarafından bile kabul edilmiştir.

 

1830 ile 1833 yılları arasında Charles Lyell, Jeolojinin Prensipleri isimli kitabını yayınlamış (kitap pek çok ciltten oluşmaktadır) ve üniformataryan görüşü ileri sürmüştür. Bu görüşe göre, Dünya üzerindeki jeolojik yapılar doğaüstü, veya onun tanımıyla "kataklazmik", açıklamalar yerinde, doğal ve yavaş işleyen süreçlerin etkisi altındaki değişim düşüncesiyle çok daha kolay ve ayrıntılı açıklanabilmektedir. Bu görüşler, ünlü doğa bilgini ve Evrimsel Biyoloji'nin babası sayılan Charles Robert Darwin'in fikirlerine yön veren görüşler olacaktır.

 

Görülebileceği gibi her ne kadar Darwin, Kuram'ın "babası" olarak kabul edilse de, aslında kendisinden önce çok engin bir bilgi birikimi zaten mevcuttu. Tek sorun, bu birikimin sistematik olarak sunulup doğal yasalarla desteklenmemesiydi. Darwin, yüzlerce bulguyla destekleyerek olabilecek en sistematik şekilde konuyu bir araya getirerek alanında bir atılım yaptı ve bu yüzden tüm kredileri kendi üzerine alabildi.

https://www.facebook.com/note.php?note_id=194380857286664

 

Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


Ağustos 09, 2012, 05:13:02 ös
Yanıtla #5
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811

İnsan evriminde yeni yüz


40 yıl süren çalışmaların ardından, 40 yıl önce Kenya'da bulunan hominin kafatası insan evrimine yeni bir yüz olarak eklendi.

Paleoantropolog Meave Leakey 1972'de, Turkana Gölü'nün doğusunda bulunan Koobi Fora kazı alanında yeni bir insansı türüne ait olduğunu düşündüğü bir kafatası bulmuştu. Koobi Fora 1960'lardan beri kazılan ve bugüne kadar birçok farklı insansı türünün bulunduğu ünlü bir kazı alanı. 1972'den beri bu fosilin farklı bir takson mu yoksa bilinen taksalardan birindeki çeşitlilik mi olduğu sorusunu cevaplamak için yeni fosiller bulmaya çalışan ekip, Nature'da yayınlanan bir makaleyle çalışmalarının işaret ettiği sonuçları duyurdu.

Homo rudolfensis’in ismi, ilk fosilin bulunduğu Turkana Gölünün eski ismi olan Rudolf Gölü’nden geliyor. Bölgeye ilk gelen Avrupalıların Avusturya-Macaristan Prensi Rudolf anısına verdikleri bu isim, Kenya bağımsızlığını kazandıktan sonra değiştiriliyor ve bölgedeki en büyük aşiret olan Turkana ismini alıyor. Fosilin ismiyse sabit kalıyor.
2 milyon yıllık bu kafatasının büyük bir beyne sahip olduğu anlaşılıyordu, bu da onu bizim de dahil olduğumuz Homo cinsinin bir üyesi yapıyordu. Ancak uzun, düz suratı ve bazı başka detaylar onu, Homo'nun o dönem bilinen iki diğer üyesinden farklı kılmaktaydı. Bu sebeple bu kafatasının sahibine Homo rudolfensis denildiyse de Doğu Afrika'da 2.3 ila 1.4 milyon yıl önce yaşamış olan Homo habilis'in sıradışı bir bireyi olabileceği ihtimali hep vardı.

Önce 2008'de iyi korunmuş bir halde, bir çocuğa ait orta yüz kemikleri ve dişler bulundu. Bu ufak kafatası tıpkı 1972'de bulunan H. rudolfensis'inkine benziyordu. H. habilis'te bulunan çıkık üst çenenin aksine düz bir yüze sahipti. 2009'da bulunan iyi durumdaki bütün bir alt çene ise araştırmacılara çok daha kapsamlı bir bakış kazandırdı çünkü 1972'de bulunan ilk örneğin alt çenesi bulunamamıştı. Bu çene kemiği ile H. rudolfensis'in u-şeklinde bir damağa sahip olduğu, köpek dişlerinin H. habilis'inkinden farklı konumlandığı ve kesici dişlerin büyüklüklerinin farklı olduğu görüldü. Bu da H. habilis ve H. rudolfensis'in kayda değer miktarda gelişimsel farklılık gösterdiği anlamına geliyordu.

Bu bulgular H. rudolfensis'in, H. habilis ve H. erectus ile birlikte Koobi Fora bölgesinde yaşayan üçüncü hominin türü olmaya hak kazandığı anlamına gelebilir. Kaliforniya Üniversitesi'nden paleoantropolog Tim White, H. habilis'e ait çok az fosil bulunduğuna dikkat çekse de, bulgular bölgede H. erectus haricinde iki ya da üç taksa daha olduğuna işaret ediyor. Ancak bu durum yeni soruları da beraberinde getiriyor. Bu üç tür aynı yerde aynı zamanda beraber yaşadıysa birbirleriyle yaşam alanları ve yiyecekleri için nasıl bir rekabet içerisindeydiler? Farklı diyetlere mi sahiplerdi, farklı hayat tarzları mı vardı, taş aletleri farklı şekillerde mi kullanıyorlardı? Şimdi bu soruları cevaplamak üzere yeni hipotezlerin ortaya atılması gerekiyor.

Sonuç olarak kimi palaeontologlar mevcut verilere göre insan evrimini şöyle özetliyor: Taş alet yapan ilk türler olan Homo habilis ve Homo rudolfensis 2-2,5 milyon yıl önce Afrika'da evrildiler. 1,8 milyon yıl önce bu iki türün birinden, daha büyük beyinli, hem de daha gelişkin taş aletler yapan Homo ergaster / erectus türü evrildi.

Homo habilis, Homo rudolfensis ve torunları Homo erectus, bir süre Doğu Afrika'da yan yana yaşıdılar. Daha sonra ilk iki türün soyu tükenirken, Homo erectus'un bir kolu da Asya'ya yayıldı.

Günümüz insanı ise 200 bin yıl önce, Afrika'da yine bir Homo erectus popülasyonundan evrildi ve dünyaya yayıldı. Bu arada Neandertal ve Homo floresiensis gibi başka insansı türleri, bilinmeyen sebeplerden yok oldular.

Bu tablo, insan evriminin doğrusal değil, çok daha karmaşık bir süreç olduğunu, Homo cinsine ait çok sayıda türün zaman içinde evrildiğini ve yokolduğunu doğruluyor. Uzmanlar ayrıca, insan evrimini Avrupalı bir erkeğin bir şempanzeden evrimi olarak yansıtan ünlü resmin de, yalnızca toplumsal mesaji itibariyle değil, bilimsel olarak da sakat olduğunu vurguluyorlar.

Kaynak:

New Fossils Put Face on Mysterious Human Ancestor, ScienceNOW.

İlgili makale:

Meave G. Leakey, Fred Spoor,   M. Christopher Dean,   Craig S. Feibel, Susan C. Antón, Christopher Kiarie & Louise N. Leakey, New fossils from Koobi Fora in northern Kenya confirm taxonomic diversity in early Homo, Nature, 2012

Alinti: Sol Portal


Ağustos 09, 2012, 05:35:38 ös
Yanıtla #6

Sayın ADAM'a önerdiği kaynak için teşekkürlerimi sunarım. Sonra konuyla ilgili güzel bir paylaşımda bulunan Sayın asimov'a ve son olarakta sabah okumuş olduğum haberi burada paylaşan Sayın Tij'e. Sayın Nemeçek evrim teorisini doğru kabul etmeyebilir. Hatta bu konuyla ilgili kanıtlar da sunabilir. Bu kendisine has görüşleridir. Fakat unutulmaması gereken bir şey var. Sayın Nemeçek, konuyla ilgili faydalanmış olduğu sayfanın ve kaynakların güvenilirliğini sorgulamalı; bu tezlere karşı yazılmış anti-tezleri bulup okumalıdır. En başta da bu konuyla ilgili olan dini düşüncelerinden sıyrılmalıdır. Ancak bu sayede doğruya yani gerçeğe varabilir.

Sayın Nemeçek'in alıntı yaptığı sayfanın bir kaynakçası var. Pek uzun bir şey. Ama içeriği daha çok evrim teorisini savunanlarla dolu. Liste ise, evrim teorisini reddedenler diye yutturulmaya çalışılmış. Bu yönüyle ilginç bir paylaşım.

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Ağustos 09, 2012, 05:39:15 ös Gönderen: peacewings »
• Laborare est Orare XXII.
• ... Bense daha önce duyulmamış, yeni şeyler söylediğim için onların ilenç ve lanetlemelerine maruz kalmaya devam edeceğim.... Simon Magus


Ağustos 09, 2012, 07:03:45 ös
Yanıtla #7
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

İçimde bir kuşku vardı... Daha önce de belirtmiştim, bu yazı sanki Sayın Nemeçek...'in değil diye... Üslup farkı var çünkü.

Buyrun size iki kaynak vereyim:

http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/canlilar/evrim1.asp

veya

http://www.dunyaliyiz.biz/haber-79-Evrim_Teorisi_Nedir__.html

Hem bu kaynaklarda resimler de var. Sayın Nemeçek... onlarla uğraşamamış.

Sonra da Sayın Nemeçek...'e sorayım:

Ayıp olmuyor mu bir başka internet sitesinin malını sanki siz, kendiniz yazmışsınız gibi buraya aktarmak?...

Hani bir kitaptan, bir dergiden tarama yöntemiyle alınma olsa neyse. O zaman işin içine biraz uğraşı, kopyalama emeği falan girer. Bu ise doğrudan bir internet sitesinden olduğu gibi aktarma.

Bana göre bunun adı HIRSIZLIK'tır. Çok ayıp!...



« Son Düzenleme: Ağustos 09, 2012, 07:12:05 ös Gönderen: ADAM »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ağustos 09, 2012, 07:25:19 ös
Yanıtla #8
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

4 yazı öncesinde zaten ben yazının sayın nemeçek'e ait olmadığını yazmıştım. Ayrıca sitenin adını da vermiştim. Yazının başına ve sonuna alıntı diye mutlaka ekleme yapılmalı. Başkalarının fikirleri, kendi fikirleri gibi sunulmamalı.
Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3456 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2007, 11:55:17 ös
Gönderen: Supeluta
14 Yanıt
7285 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 01, 2010, 06:28:35 ös
Gönderen: ceycet
4 Yanıt
3460 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 02, 2010, 03:49:44 ös
Gönderen: Prenses Isabella
6 Yanıt
4412 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 14, 2010, 07:23:47 ös
Gönderen: murat tanhu
12 Yanıt
7092 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 02, 2010, 10:50:33 ös
Gönderen: Asi
5 Yanıt
4441 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 14, 2010, 07:13:59 ös
Gönderen: murat tanhu
5 Yanıt
5562 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 19, 2011, 01:36:57 ös
Gönderen: smyrnali
0 Yanıt
2915 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 09:06:08 öö
Gönderen: lucifer
2 Yanıt
8193 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 20, 2010, 02:44:50 ös
Gönderen: Mozart
İNSAN MAYMUNDAN DEĞİLDİR

Başlatan Nemeçek... « 1 2 ... 10 11 » Dini Felsefe

102 Yanıt
89270 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 19, 2020, 10:53:21 ös
Gönderen: Mithranın Oğlu