Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Doğan Cüceloğlu - Gerçek Özgürlük  (Okunma sayısı 5662 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 06, 2015, 03:35:49 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay

Özellikle bireysel gelişim konusuyla ilgilenenler için okunası bir kitap...

Elimde bu kitabın bir özeti var. Ancak bu özeti hazırlayan dostum, aslında hazırladığı özetin değil, kitabın okunmasını öneriyor. Şöyle birkaç alıntı vermiş tanıtımı bakımından:


*İnsan sürekli hayatını daha anlamlı kılmaya çalışır. Bir insan kendi isteyerek bir fedakârlık yapmışsa, hayatını daha anlamlı kılmak için yapmıştır. İnsanın gerçek kimliğini, hayatını nasıl anlamlı kıldığına bakarak, keşfedebilirsiniz. Bazı insanlar dünya beni görsün diye, bazı insanlar ise dünyayı görmek için dağlara çıkar.
* Korku Kültürü: Erkek olarak tüm ilişki kuruş tarzında, o evde onun en güçlü olduğunu kimsenin yani karısının, çocuklarının, varsa evde hizmet edenlerin unutmaması gerekir. O nedenle asık suratlı, her an biraz öfkeli ya da öfkelenecekmiş gibi bıkkın, gergin ve soğuk görünmelidir. ‘Karı’ onun yanında sürekli dır dır edememeli, istediği zaman konuşamamalıdır. Çocuklar yanına desturla yaklaşmalı ve o da sevgisini onları uyurken öperek göstermelidir. Dışarıda güler yüzlü olabilir ama evde asık suratlı, bıkkın, küskün ve öfkeli görünmelidir. Güler yüzlülük zayıflığın alametidir ve ona yakışmaz. Kadınlar güler yüzlü ve acıma duygusuna sahip olabilir ama onun erkek olarak asık suratlı ve insafsız, gaddar olması gerekir. Korku kü1türünde, ‘saygı duyulacak’ kişi olmak demek, ‘korkulacak kişi olmak’ demektir; aksi takdirde ‘çoluk çocuğun oyuncağı’ olur. Korku kültürü içinde yetişmiş bir erkek için bu ayıplanacak, utanılacak bir durumdur
* Amerikalı da Türk de ‘anne’sinden söz ederken aynı imgesel anlamdan söz ediyor, ama aynı değer ve duygulardan söz etmiyor. Bizim geleneklerimiz içinde büyümüş biri bilinçli olarak farkında olmasa da ‘anne’ deyince derinden, gönülden sevilecek, saygı duyulacak, uğrunda fedakârlık yapılacak kutsal, yüce bir ‘varoluş ’tan söz ediyor.
Türk kültüründeki kadar emin konuşamasam da, yetişkin bir Amerikalı ‘anne’ deyince, görevini tamamlamış, artık çocukların hayatından çıkması gereken ve evlatlarıyla ilişkisine sınırlı bir biçimde devam edecek olan bir kişiden söz ediyor olduğunu söyleyebilirim. Amerikalı ve Türk için ‘anne’ imgesel olarak aynı, ama duygusal değerler, sınırlar ve sorumluluk bilinci bakımından aynı değildir.
 Geleneksel Türk kültüründe evlat, anneye ve babaya ‘ait’ bir varlık olarak anlaşılırken, modern Amerikan kültüründe kendi yaşamı olan, anne ve babadan bağımsız bir ‘birey’ olarak tanımlanır.
* Aslında körlük mavi ya da siyah gözlü, uzun veya kısa boylu olmak gibi bir karakteristik fark olarak değerlendirilmelidir. Toplum ve görmeyenin kendisi körlüğü abarttıkça ve üzerine olumsuz anlamlar yükledikçe, ister istemez iki yönlü olarak yanlış yaklaşımlar gelişecektir.
Kişinin mutluluğu fiziki durumundan çok beynindekilere bağlıdır. Görme duyusu ve bütün organları sağlam olduğu halde psikolojik sorunlar içinde umutsuz yaşayan insanlar bulunduğu gibi, tamamen kör olup da hayatı son derece üretken ve mutlu geçen insanlar vardır. Belirleyici olan engelli ya da engelsiz olsun, insanın yaşam karşısında duruşunun sağlamlığıdır.
* Yirmi altı yaşındayım. Amerika’ya yeni gitmişim. Osgood’un araştırma asistanlığını yapıyorum. Aynı odada, John ve Gary adında iki asistan daha var. Bir cumartesi günü ofise gittiğimde, halının üstünde emekleyen bir oğlan çocuğu gördüm. Gary oğlunu getirmişti. Herkes kendi işini yapıyordu, ben de masama oturdum, çalışmaya başladım. Odada oldukça alçak meşin bir koltuk vardı. Fark ettiğimde, çocuk ona çıkmaya çalışıyordu. Bir bacağını atıyor, tutunuyor ama bir türlü koltuğa çıkamıyordu.
Çocuk bunu 4-5 kez denedi. Baba bir yandan çalışırken bir yandan göz ucayla oğlunu takip ediyordu. John ise hiç ilgilenmiyordu; tamamıyla kendi işiyle meşguldü.
Çocuk yine deneyip çıkamayınca yerimden kalktım, çocuğun koltuk altlarından tuttum, ‘Hoppa!’ dedim ve onu meşin koltuğun üstüne bıraktım. Çocuk hiç beklemiyordu, önce şaşaladı, sonra koltuğun üstünde öyle kalakaldı.
Vazifesini yapmış bir amcanın mutluluğu içinde gülümseyerek Gary’e baktım. ‘Nedeni yaptın?’ diye sordu. Vazifesini yapmış bir amcanın rahatlığı içinde, ‘Çıkmaya çalışıyordu,’ dedim. Gary, ‘Ben de biliyordum çıkmaya çalıştığını, sen niye yaptın?’ diye üsteledi. Şaşırdım ve sinirlendim. İçimden, bu Amerikalılara iyilik yaramıyor, diye düşündüm. Ama merak etmekten de kendimi alamıyordum.
Sonra sordu, ‘Sen ne yaptığının farkında mısın?’ İçimden yine sinirlendim. İstanbul psikolojiyi bitirmiş, iki yıl asistanlık yapmış, aydın bir insandım. Ne yaptığının farkında olmayacak biri değildim. ‘Bak,’ dedi, ‘çocuk koltuğa çıkacağına inanıyordu. Belki yarım saat, belki bir saat uğraşacaktı ama eninde sonunda çıkacaktı. Öyle uzundan tutmuyordu, çıkacağına inanmış biri olarak, kedi yavrusu gibi tutunmuştu. Bırakmayacaktı, deneyecek, deneyecek, en sonunda çıkacaktı. Çıkınca dönüp bana bakacaktı. Ben de ona, çıktın diyecektim. Sonra inecekti, yine uğraşacaktı, bir saatte çıktığını belki yirmi dakikada çıkacaktı. Bugün bütün gün onunla uğraşacaktı ve belki de beş dakikada çıkar hale gelecekti. Bu onun bugünkü zaferi olacaktı. Sen onun zaferini çaldın’
 Öylece bakakaldım. Bu hayatımda hiç unutamayacağım bir ders olmuştu bana!
* Diğerlerini ötekileştirerek kim olduğumu tanımladığımda, ‘Ben erkeğim. Sen kadınsın,’ derim, ‘Ben öğretmenim, sen öğrencisin,’ derim. Bu yetmez, ‘Benim param var, sen fakirsin,’ derim ve en büyük ayırımcılığı da, ‘Ben Müslümanın, sen gâvursun,’ diyerek yaparım. Bu da yetmezse, ‘Ben Türküm, sen Kürt’sün,’ derim. Biri bana, ‘Neden böyle yapıyorsun?’ diye sorma cüretinde bulunursa, önce öfkelenir, sonra derim ki, ‘Ne cahilsin sen!’ Unutma, bizler kime karşı olduğumuzu, kime düşman olduğumuzu anlayınca kim olduğumuzu keşfederiz.
*Yakup Bey çantasından bir kitap çıkardı. Kitabın ismi Incognito’ydu[1]. Kitap Türkçeye çevrilmiş ama İngilizce başlığı olduğu gibi bırakılmıştı. İşaretlemiş olduğu kısımları Timur’un okumasını istedi. Timur kitabı okumaya başladı


Ben?

Henüz okumadım. Zamanım yok.

Dostum böyle diyenlere kızıyor. Elbete bana da...

Fakat sizin zamanınız vardır. Okuyun!

Okuyanlar buraya döndüğünde, mutlaka okunması gerektiğini söyleyecek, biliyorum.

 


« Son Düzenleme: Ocak 06, 2015, 05:13:52 ös Gönderen: Arais »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Ocak 08, 2015, 03:15:37 ös
Yanıtla #1
  • Yeni Katilimci
  • *
  • İleti: 29
  • Cinsiyet: Bay

Kitabı aldım en kısa zamanda okuyup, yorumlarımı burada paylaşacağım Sayın Adam.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
5 Yanıt
4130 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 06, 2007, 02:12:31 öö
Gönderen: Itzhak
1 Yanıt
4955 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2010, 02:01:20 ös
Gönderen: Mozart
0 Yanıt
7344 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2010, 06:51:52 ös
Gönderen: ZAMAN
1 Yanıt
3594 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 15, 2011, 02:29:14 ös
Gönderen: Pagan
Kant ve Özgürlük

Başlatan ZAMAN Felsefe

0 Yanıt
10216 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 25, 2011, 12:14:08 öö
Gönderen: ZAMAN
36 Yanıt
20967 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 14, 2011, 02:16:57 ös
Gönderen: ceycet
3 Yanıt
4891 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 06, 2012, 12:20:20 ös
Gönderen: Masor1976
2 Yanıt
3510 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 10, 2018, 11:57:34 ös
Gönderen: Manyetizma
10 Yanıt
6539 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 23, 2012, 03:03:40 ös
Gönderen: karahan
13 Yanıt
7323 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 01, 2012, 07:59:39 öö
Gönderen: ADAM