Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Vahdet-i Vücud Üzerine Özgün Bir Yorum -2-  (Okunma sayısı 4381 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 16, 2010, 08:39:18 öö
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Vahdet-i vücud felsefesine göre  varolan herşey, yani bilip bilmediklerimizin, görüp görmediklerimizin tamamı (zâhir ve bâtın) aynı kaynaktan gelir. O nedenle ayrım yapılmamalı, ikiliğin tuzağına düşülmemelidir. Böyle bir anlayış özünde tektanrılı dinlerin şeriatı ve statik yapısıyla kaçınılmaz olarak çelişki hâlindedir. Öyle ki, Vahdet-i Vücûd felsefesine ne kadar vâkıf olunursa, yani varlığın birliği düşüncesinde ne kadar yol alınabilirse, aslında dinin de tek olduğu ve görünürdeki farklılıkların sadece şekilselliğe dayalı veya ondan kaynaklanan yapay ayrımlar ve hatâlı saplantılar olduğu anlayışına varılır. Bunu önleyebilmenin yolu, nihayetinde dışsallıktan da içsellikten de kurtulup  ‘birlik bilinci’ne erişebilmektedir. Çünkü herşey zaten varlığın çeşitli görünümlerinden ibarettir; ve bütün varoluşu birbirine bağlayıp ilişkili kılan kuvvet de  ‘aşk’tır. O halde aşkın yolunda ne denli mesafe alınabilir ve o ne kadar kavranabilirse (farkındalığın gelişimi) varoluşun gizemleri de o denli çözülür ve insan o kadar şuurlu biçimde birliğe dahil olabilir. Aşk hem sonsuz varoluşun yansıması hem de varolan herşeyi birbiriyle ilişkili kılan  ‘bağ’dır. İşte bu bütünselliğe nasıl bakar, ne kadarını görür ve nasıl idrak edebilirsek o kadarını anlayabiliriz. Anlayışın sıhhatini erişimimizin mertebesi belirleyecektir. Çünkü gerçekliğin kavranmasındaki nitelik ve onun doğruya en yakın idrâki, erişebilmiş olan o mertebeye ve oradaki idrak düzeyimize bağlıdır.

 

Buradaki  ‘aşk’  kavramı da gündelik yaşamdaki bozulmuş, kişisel ve bencil aşk anlayışından hayli farklıdır. Bir defa varoluşun nedeni olan sufîlikteki aşk (ki doğrusu  ‘ışk’tır),  ‘aşk-ı cismânî’  değildir; yani maddeye bağlı olmayan aşktır. Ancak ilâhî aşka erişebilmek için, bir süre onun geçici yansımalarından birini sevip bağlanma  (aşk-ı mecâzî)  da tekâmülün ilk aşamalarında mümkün, hattâ yararlıdır. Sufîlikte bu tür fikir ve objeler, başlangıç aşamaları için  ‘aşk-perver’,  yani aşkı besleyen, bu nedenle de sevgiyi canlı tutup artırılmasına vesile olan nesneler olarak kabul edilirler. Herhangi bir aşk objesinin, eğer siz  ‘zihninizi dönüştürebilir’  iseniz, zamanla bütün varoluşu ilâhî bir aşkla sevmenize vesile olabileceği düşünülür. Sadece böyle bir anlayış dahi, sufîlik ile şeriatçı dinsellik arasındaki farkın ne denli büyük ve önemli olduğunu ortaya koymaya yeterlidir. Yani sufîlikteki aşk kavramı,  hem öznel anlamdaki doğal ve kendiliğinden gelişen aşk’ı; hem belli bir erişim’den sonra farkedilebilen ruhsal  ya da  manevî aşk’ı; hem de daha üst enerjiler kullanılmadıkça erişilemeyecek olan bütünsel ya da  tanrısal aşk’ı  (ilâhî aşk)  kapsar. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus  ‘tanrısal’  ya da  ‘ilâhî’   olarak adlandırılan kavram olup, böylesi bir nitelemeden aslâ kişileştirilmiş bir tanrı kavramına varılamayacak olmasıdır.; zira  sufilikte de tasavvufta da  gerçekte  onun zâtından sözedilemez!’.  Yani hiçbir sufî, hiçbir zaman ve hiçbir biçimde kişileştirilmiş ya da varoluşun kendisinden ayrı; apayrı bir boyutu, yeri, makamı olan kişiselleştirilmiş bir tanrıdan söz açamaz. Kastedilen boyutlar ve mertebelerden ise sadece idrâk, yani tekâmül ve farkındalıktaki gelişimi anlatabilmek için kullanılan gelişim aşamaları anlaşılmalıdır. Ama her sufî, ya da yerleşik biçimsel inançlara kendini kaptırmamış haldeki her mistik; varolmuş (ya da yaratılmış) varlıkların, bugün  ‘sonsuz enerji kaynağı’  dediğimiz  ‘mâfih’ten ya da algılayamadığımız  ‘büyük boşluk’tan geldiğini bilir. Günümüzün kuantum fizikçileri de buna ruhun fiziğini anlama ve önce dünyanın, sonra da evrenin ruhu ile bir olabilme diyorlar.

Özel ve soyur bir madde olan ruh tümüyle yokedilemez; o da kaba madde gibi durmaksızın  ‘dönüşüm hâlinde’  bir tür enerji yoğunlaşmasıdır. Adına, mahiyeti anlaşılıp yeterince kavranılamadığı için  ‘boşluk’  ya da  ‘yokluk’  denilen farklı bir enerji okyanusundan gelir. O nedenledir ki içinde bulunduğumuz fiziksel dünyanın doğrusal zamanına da, buranın maddî ortamına da bağlı ve bağımlı değildir. Ve daha da önemlisi, hepimiz bu daha kısıtlı ortamda oluşmuş, varoluşu da idrâki de sınırlı ama daha üstün genedoğumlara, yeniden varoluşlara hazırlanması gereken yansımalarız. Altıncı hissimiz ve sezgilerimiz, kaba maddenin ötesinde başka şeylerin, başka boyutlar ve evrenlerin de olabileceğine dair ilk basit ve pratik kanıtlardır.

 

Ruhsal ya da menevî aşk, sufîlerin düşünsel dünyalarını dolduran aşktır. O nedenledir ki bir boyutuyla da (özellikle başlangıç düzeylerinde) kaçınılmaz olarak  ‘kişisel’dir. Ruhsal ya da manevî aşkta kendilerini arındırarak yol alabilenler, ilâhî aşka erişebileceklerdir. Hakikate ulaşanın  ‘yok olacağı’  fikrinin (skolastik dinsellikte ve klasik Ortadoğu dinlerinin hiç birisinde mevcut olmamakla birlikte); dikkatle incelendiğinde  Tao, Budha ve Zen düşüncelerinde olduğu gibi, hemen tüm doğa inançlarında, örneğin şamanlıkta da mevcut olduğu görülecektir.

O nedenledir ki tanrısını kişiselleştirmiş, inananlarını da âciz ve zelil duruma düşürmüş olan klasik Ortadoğu dinlerinin tamamı ve onların ortodoks şeriatları böylesine sofist, sufî felsefî yorumlara sıcak bakmayarak dışlamış; hattâ böylesi düşünceleri açıklayanları suçlamış, yargılamış ve kimi zaman da en ağır cezalara çarptırmıştır. Öyle ki İslam toplumları içinde yetişmiş kimi düşünürler, varlık âleminin  ‘fânî dünya/ebedî âlem’  ayrımıyla bölünmesinin yanlış olduğunu; bu ayrımsal yanılgının, sadece insanın o farklı boyutları kavrayıp kavrayamamasından kaynaklandığını söyleyecek kadar ileri gidebilmişlerdir. Sonlarının ne olduğunu herhalde tahmin edersiniz...


Kimi mistik öğretiler ve söylemlerde  ‘fizik ile metafiziğin buluştuğu yerde konumlanmak’tan  sözedildiğini sık sık duyarsınız.  ‘Yeni gerçekliği’  araştırabilmek için bunun gerekli olduğu da söylenebilir; ama ikisini de bilmek koşuluyla... Yani her ikisini birden bilmedikçe  ‘ufkun neresi olduğu’nu hiçbir zaman kestiremezsiniz. Orası mutlaka, bir taraftan bilimsel bilginin edinilip işlendiği, diğer yandan zihnin ve sınırlı aklın bağlarından özgür olunabilmekle erişilmiş daha üst farkındalığın  ‘yaşandığı’  bir yer olmalıdır. Bu durumda, eğer insanın zorunlu tekâmülü söz konusu olacaksa, oradan hareketle  ‘varoluşun da hiçbir zaman sona ermeyeceği’,  yani ‘sürekli olarak devam edeceği’  sonucuna varırız. Nitekim sufîler de, tıpkı çağdaşımız olan kimi felsefeciler gibi, insanın hâlen oluşumunu sürdüren bir varlık olduğunda hemfikirdirler ve bu anlayışlarıyla da fiziksel ve ruhsal evrimi yadsımazlar. Aynı şekilde varoluşun  ‘sürekli hareket ve gelişim’  hâlinde olduğunu öne sürmeleri bakımından da genelde kuantumcularla düşünsel bir paralellik içindedirler. Keza zihin, benlik, arınma, irade, kader, tekâmül ve aydınlanma... gibi temel konular ve kavramlarda, dinsellerle ve şeriatla sıkça çelişkiye düşmelerine rağmen,  Uzakdoğu mistikleriyle de, çağdaşımız sayılan felsefecilerle de çelişmezler.

 

Sonuç olarak;  Vahdet-i Vücûd, hiçbir inancın tekelinde olmayan evrensel bir anlayış ve varoluşun bütünsel olarak anlaşılmasına yönelik özgür bir kavrayıştır. Bilimsel ve felsefî anlamdaki  ‘şüphe’  ile birlikte, doğal olarak  ‘akıl yürütme’yi de yasaklayan klasik İslam düşüncesini bir dönem geliştirerek zenginleştirmeyi başarmışsa da, resmî görevli ulemâ tarafından sürekli baskı altında tutularak ve dinin esaslarına aykırı olduğu öne sürülerek, önce remî İslamın dışına itilmiş zamanla da tamamen din-dışı kabul edilmiştir.
« Son Düzenleme: Aralık 17, 2010, 12:53:37 öö Gönderen: dogudan »
Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
83 Yanıt
27076 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 24, 2007, 10:58:11 ös
Gönderen: paragon
0 Yanıt
2894 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 07, 2007, 09:11:22 öö
Gönderen: gunesozaydin
0 Yanıt
1967 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 18, 2008, 08:20:48 ös
Gönderen: ahu
17 Yanıt
14926 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 07, 2012, 08:36:29 ös
Gönderen: ceycet
14 Yanıt
11163 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 20, 2009, 09:20:46 öö
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3001 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 02, 2010, 04:10:27 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
4664 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 28, 2016, 11:05:05 ös
Gönderen: ruzber
0 Yanıt
3608 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 15, 2010, 06:44:27 ös
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
3026 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 14, 2014, 05:14:13 ös
Gönderen: davut
0 Yanıt
1647 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 22, 2015, 12:49:12 ös
Gönderen: ARARAT