Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Bir Tapınak Yapıldı - 42  (Okunma sayısı 2290 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 20, 2011, 08:16:40 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Altı buçuk ay sonra dört usta Adoniram’ın çalışma odasında yine buluştu.

En uzağa gittiği için en sona kalacağını öngörmüş oldukları Gareb, aslında diğerlerinden önce dönmüştü. Günlerden beri Doğu’yu anlata anlata bitiremiyordu. Gittiği her yerde çok iyi karşılanmış, pek ilginç şeyler görüp öğrenmişti.

Stolkin bir kaza geçirmiş, sol kolu kırılmış, bundan ötürü biraz erken dönmek zorunda kalmış ama o da işini bitirmişti.

Yoapert’in şleri yolunda gitmişti. Basra’dan Anadolu’nun ortalarına kadar gezip görmediği yer kalmamıştı. Herhangi bir sorunla karşılaşmamıştı.

Selek önceleri ortalıkta yoktu; en son gün geldi. Nil nehri boyunca Nübye’ye kadar uzanmış ama yanında götürdüğü çırak hastalanmış, bu yüzden yolculuklarından birçoğunu yalnız başına yapmış, zamanında yetişebilmek için çırağını Mısır’da bırakarak dönmek zorunda kalmıştı.

Ustalar önce mesleki konularını bir yana bıkıp Selek’in çırağının durumuna ilişkin daha ayrıntılı bilgi istedi. Selek onun için elinden gelen her şeyi ayarlamıştı; yakında iyileşip dönebileceğini umuyordu.

Bundan sonra her biri teker teker gitmiş olduğu ülkelerde görüp öğrendiklerini anlatmaya başladı. Teknik ayrıntılara girdiler. Aralarında en ilginç anlatımları yapan Gareb oldu. Dediğine göre; Mısır, Fenike, Akdeniz doğusu ve Mezopotamya’da, hatta Pers ülkesinde bile mimarlık ve yapı tarzları ile uygulama yöntemleri buradakinin tıpatıp aynı olmasa da birçok benzer yanları vardı. Hint ülkesi ise bambaşkaydı.

Çalışmaları günlerce sürdü. Benzerlikler ve farklılıklar üzerinde tartıştılar. Karşılaştırma ve yorumlar yaptılar. Adoniram ile Akizar’ın da katkılarıyla tüm bilgilerini derleyip toparladılar. Hepsinden esinlenip yararlanarak daha iyi ve daha güzelinin nasıl olabileceğine ilişkin görüşler, öneriler oluşturdular. Daha da ileri gidip, bunlar üzerine tasarımlar da çizdiler.

Öyle ki, tapınağın yapımına bundan sonra başlasalardı, ortaya her bakımdan bambaşka niteliklerle donanmış bir yapı çıkardı.

Adoniram, biraz da şaka yollu, «Aman sakın bunu hiç kimseye söylemeyin.» demekten kendini alamadı.

Onlar gerek kendi aralarında gerek Akizar’ın da katılımıyla çalışmalarını sürdürürken, bir gün Adoniram ertesi sabah erkenden Kral Süleyman’ın sarayındaki kabul salonunda buluşulacağını söyledi. Hem de toplantı salonunda değil, kabul salonunda.

Demek ki zamanı gelmişti. Yoapert, «Sabah erkenden ama saat kaçta?» diye sorduğunda, Adoniram «Şöyle yapalım.» dedi, «Sabah Yıldızı doğuda göründüğünde.»

Ertesi sabah erkenden saraydaki kabul salonuna gittiklerinde, hiç de beklemedikleri bir durumla karşı karşıya geldiler. Seçilmiş on ikilerin yani yetkin emereklerin hepsi gelmiş, kılıçlarını kuşanmış olarak bekliyordu.

Yoapert telaşla ötekilere, «Eyvah, biz böyle paldır küldür geldik. Oysa galiba burada bir tören falan söz konusu olacak. Şimdi ne yapacağız?» diye fısıldadı.

Fısıldadı ama gözü ve kulağı hep açık olan Zerbal, onun bu sözünü ya duydu ya da telâşlandığını sezdi. “Dert etmeyin.” der gibi, yaklaşmaları için işaret etti. Anlaşılan içeriye böyle, oldukları gibi gireceklerdi.

Hepsinden çok önce seçilmiş on ikiler topluca salona girdi. Kapı kapatıldı. Kral Süleyman toplantıyı açtı. Sonra şöyle bir konuşma yaptı:

«Dinleri ve inançları her ne olursa olsun tüm insanlara açık olan tapınağımızın yapımı sona ermiş, hizmete açılmıştır. Buradaki herkesin bu ulu yapıta katkısı olmuştur. Ne yazık ki mimarımız Hiram Usta, çok emek verdiği bu yapıtın bitirilişini göremeden aramızdan ayrılmıştır. Hepiniz bunu biliyorsunuz, yaşadınız ama ben bir kez daha belirteyim dedim çünkü bir nedeni var. Hiram Usta’nın yerine getirdiğimiz Büyük Mimar Adoniram ise görevini sona erdirmiş olmanın mutluluğuyla artık ülkesine dönmek istemektedir. Dileği koşullu olarak uygun bulunmuştur. Bu koşul da, yerine geçmek üzere en az bir kişiyi önermesidir. Adoniram bizi kırmamış ve dileğimizi yerine getirmek için gerekli çalışmaları yapmak üzere bir süre daha bizimle kalmıştır. Yıllarca her işimize koşmuş olan Akizar da ona yardımcı ve destek olmuştur ama bizim açımızdan ne yazık ki o da artık bizden ayrılmaktadır. Tapınağımız bitmiş ama işlerimiz bitmemiştir. Ülkemizin tümünü imar etmemiz gerekmektedir. Kararımız böyledir. Bunun için öncelikle bir Büyük Mimar Usta’ya gereksinmemiz vardır. İşte bunun için şimdi Adoniram’ın önerisini öğreneceğiz.»

Adoniram, bu görev için belli bir kişiyi önermekte çok zorlandığını, Akizar ile bir araya gelip dört aday saptadıklarını belirtti. Ardından, geçen altı ayı aşkın süre boyunca bu bağlamda neler yapılmış olduğunu anlattı. Bu çalışmanın sonunda da kendisinin herhangi bir karara varamadığını, dört deneyimli ustanın arasında birini daha üstün görerek belirleyemediğini, bu görevi içlerinden herhangi birinin alabileceğini, hepsinin de gerektiğince eğitim görüp yeterince deneyim edinerek yetişmiş olduğunu söyledi.

Sonra da Süleyman’a döndü. «Karar yüce kralımızındır.» dedi.

Süleyman buna karşı çıktı. «Olmaz!... Onların yapmış olduğu çalışmaları ben izlemedim ki!... Hem kral bile olsam bu işlerden anlamam ki!... Bu bir meslek, bir zanaat sorunudur. Kararı da ancak meslekten ve zanaattan anlayan verebilir. Bu kararın gerekçesi ne olacak?... Ortaya belirli bir kıstas konulsa, belki o zaman ona göre davranabilirim. O kıstas ya da kıstaslar nelerdir? Bunu söyleyebilir misin?»

Adoniram, tek bir kıstas bile veremeyeceğini, bilgi, beceri ve erdem bakımından onun gözünde dördünün de eşit, ancak bireysel olarak karakterlerinin farklı olduğunu, kimisinin belli bir bakımdan, kimisinin bir başka açıdan ağırlık gösterdiğini, iş bunun değerlendirilmesine geldiğinde ise öznel yargılardan kaçınılamayacağını, belki her birinin meslek ve zanaat dışında önem verilen bir yeteneğinin sınamadan geçirilmesiyle bir karara varılabileceğini belirtti. Son sözü yine aynı oldu: «O karar da yüce kralımızındır.»

Süleyman bu kez Zadok’a dönüp, böyle bir durumda ne önereceğini sordu. Sıkıştığında hep ona danışırdı.
Zadok «Yüçe kralımız uygun görürlerse, Adoniram bu görev için önermiş olduğu dört adayı herkesin önünde daha önce hazırlanmamış oldukları bir açık sınavdan geçirsin. Böylece hangi adayın bu üstün göreve en çok yaraşır olduğu belli olur.« dedi ama o da ekledi: «Ancak karar kuşkusuz yüce kralımızındır.»

Bunun üzerine Adoniram bir süre dışarıya çıkmak için Süleyman’dan izin istedi. İzin verilince, kralı selâmlayıp dışarıya çıktı. Orada merakla beklemekte olan Yoapert, Gareb, Stolkin ve Selek, onlara bir şey söyleyeceğini sanarak ona doğru yaklaştılar. Ancak Adoniram onlara hiçbir şey söylemeden, sadece eliyle “Bekleyin bakalım.” gibisinden bir işaret yapıp, gülümseyerek yanlarından geçip gitti.

Dört usta birbirlerine baktı. Hepsinin yüzünde aynı soru işareti okunuyordu. Ne oluyordu acaba?

Konuşmalarına gerek yoktu. Dördü de aynı şeyi düşünüyordu. Endişeliydiler.

Az sonra Adoniram, kucağında neredeyse “sandık” denilebilecek boyda büyücek bir kutu ile geldi. Dört ustaya «Biraz daha bekleyeceksiniz. Merak etmeyin. Bir sorun yok.» dedikten sonra kapıya önce bir sonra iki kez vurdu. Zerbal’a dönüp gülümsedi. Beriki put gibiydi.

İç koruyucu Ben Dekar kapıyı aralayıp Adoniram’ı gördükten sonra, kapıyı aralık bırakarak, «Büyük Mimar Adoniram geldi ve içeriye girme dileğinde bulunuyor.» diye seslendi.

İzin verilince, Adoniram kucağındaki kutuyla içeri girdi ve kapı yine kapandı. Dört usta bir kez daha birbirlerine baktılar, dudak bükerek…

Çok geçmedi. Ben Dekar kapıyı açıp Stolkin’i çağırdı.

Stolkin içerde uzunca bir süre kaldı. Dışarıdakilerin orada ne olup bittiğini anlamalarına olanak yoktu. Nitekim dışarıya çıktığında da hiçbir şey söylemedi. Sadece “İçeride sizi sürprizler bekliyor.” dercesine birtakım mimikler yaptı.

Daha sonra Selek, ondan sonra da Yoapert içeri girip çıktı. Gareb en sona kaldı. Hepsi de aynı biçimde davrandı. Bir tek Gareb çıktığında kendini tutamayarak gülmeye boğuldu.

Öyle bir durumdaydılar ki, hiçbiri içeride ötekinin başına neler geldiğini, neler sorulduğunu, neler yapıldığını bilmiyor hatta aynı sınavdan mı geçtiklerini yoksa farklı farklı sınavlar mı uygulandığını da bilmediği için hiçbir şey söylememeyi yeğliyordu.

Aslında birbirlerine söyleyemeyecekleri hiçbir şey yoktu çünkü hepsi de baştan sona ve tamamı tamamına ayın sınavdan geçirilmişti. Şöyle ki;

Her biri içeride belki de hiç beklemediği, dışarıdan belli olmayan pırıl pırıl bir ortam ile karşılaşmıştı. Öyle ki, dışarısı içeriye göre pek loş kalıyordu ve dışarından içeri giren herkesin gözleri kamaşıyordu. Büyük olasılıkla Kral Süleyman kapının tam karşısındaki tahtında oturuyordu ama dışarıdan içeriye giren gözleri bu aydınlık ortama alışıncaya dek onu pek seçemiyordu.

Bu aydınlık, salona çepeçevre yerleştirilmiş, her birinin üzerinde beş kandil bulunan dev gibi koskocaman şamdanların verdiği olağanüstü parlak ışıktan ileri geliyordu.

Kral Süleyman’ın tahtının arkasına yan yana beş bembeyaz sütun dikilmişti; bu salonda daha önce olmayan sütunlar… Her biri farklı stildeydi. Ustalar, çalışmaları sırasında bu stilleri de incelemişti. Onları gayet iyi tanıyor, hangisinin hangi ortamda kullanılmasının daha uygun olacağını biliyorlardı. Sütunların arkasında ufukta doğan güneş resmi gibi bir şey vardı ama ona güneş denilmesi de pek doğru olmayabilirdi. Daha çok Sabah Yıldızı’nı andırıyordu. Zaten Adoniram da buruda buluşma saati olarak “Sabah Yıldızı ufukta göründüğü zaman” dememiş miydi?

Her biri içeri alındığında Süleyman Zadok’tan bir açıklama yapmasını istemişti. Zadok, sütunları göstererek şöyle demişti: «Sen bu sütunları gayet iyi biliyor ve tanıyorsun. İşte senin burada geçireceğin sınav, o sütunlara sahip olup olamayacağına ilişkindir. Sahip olana mimarların ustası diyeceğiz. İşte sen şimdi burada o unvanı alabilmek yani Büyük Mimar Usta olabilmek için buradasın. Sana şans dilemiyoruz çünkü bu işte başarı elde etmenin şans ile ilgisi yoktur. Bilgini, zekânı ve yeteneğini gösterip kanıtlamalısın.»

Kral Süleyman ise bunun için bir sınavdan geçmesi gerektiğini bildirmiş, bunun başarılı bir sonuç verebileceği gibi başarısız da olabileceğini anımsatmış, herkesin önünde buna razı olup olmadığını sormuştu.

Hepsi de gönülden «Evet!» diye yanıtlamıştı bu soruyu.

Adoniram, dışarıdan getirmiş olduğu o sandık büyüklüğünde kutuyu salonun tam ortasına koymuştu.  Yerinden kalkıp salonun ortasına doğru gelmiş, adayı yanına çağırmıştı. Her biriyle teker teker şöyle bir söyleşi yürütmüştü:

«Bu sandık bana Hiram Usta’dan kaldı. Ben de ona kendimce “Matematik Kutusu” adını taktım.» Kutunun kapağını kaldırıp içindekileri göstermişti. Orada çeşitli âletler vardı. Çizim pergeli, ölçü pergeli, cetveller, gönyeler, birkaç pistole, açıölçer ve daha birçokları.

Adaydan bunların her birinin ne işe yaradığını anlatmasını istemişti.

Stolkin, Selek, Yoapert ve Gareb… Her biri anlatmıştı bu âletlerden her birinin ne işe yaradığını ve nerede nasıl kullanıldığını. Aşağı yukarı aynı şeyleri söylemişlerdi.

Sonra Adoniram adaya Mimarlığın temel ilkelerini sormuş ve bunları karşılaştırmasını istemişti.

Her biri onu da hiç duraksamadan anlatmıştı.

Bitirince, Süleyman «Mimarlığın tüm sanatların ilki olduğunu söylüyorlar. Sence bu doğru mu?» diye sorunca, her biri kısaca «Evet!» diye yanıtlamıştı bu soruyu.

«Nasıl bu kadar emin olabilirsin?» diye üzerine varmıştı Süleyman.

Buna her biri farklı tarzda bir yanıt vermişti ama dördü de Mimarlığın öncelikle geometriye dayandığını özenle vurgulamıştı. Sonuçta hepsinin verdiği yanıt aynı olmuştu bir bakıma.

Bunun üzerine Süleyman ona sınavının bittiğini ve çıkabileceğini söylemişti.

Büyük Mimar Usta adayı bunun üzerine kralı saygıyla selamlayıp, dönerek çıkarken arkasından seslenmişti Süleyman: «Orada öylece dur. Dönmeden, öylece dur. Ne görüyorsun? Bize anlat.»

Dışarıya çıkmak üzere olan adayın karşısında, salonun giriş kapısının üzerinde kocaman bir tablo vardı. Bunu daha önce görmemişti, arkasında kaldığı ve o yana hiç bakmadığı için göremezdi. Karna bir tabloydu bu; üzerine Büyük Ayı Takımyıldızı ile Kutup Yıldızı işlenmişti.

Tablonun üzerinde gördüğünün ne olduğunu dördü de hemen hemen aynı sözcüklerle anlatmıştı.

«Peki o zaman söyle bize bakalım, kaç yaşındasın.» diye sormuştu Süleyman.

İşte dört adayın birbirlerinden farklı yanıt verdiği soru bu sonuncusu olmuştu. Stolkin kısaca «Yedi.» demişti, Selek «Yediden çok ama aslında bir.», Yoapert «Üçün karesinin beş ile çarpımı kadar.», Gareb ise «Sonsuz.»

Hepsi çıktıktan sonra Süleyman Adoniram’a sordu: «Şimdi bunlardan hangisi Büyük Mimar Usta?»

Adoniram diplomatik bir yanıt verdi: «Hepsi de Matematik Kutusu’nda bulunanları tümüyle inceleyip öğrenmiş.»

«Doğru, haklısın… Bilgileri aynı düzeyde. Ancak içlerinden biri diğerlerinden farklı bakıyor. Ötekilerin o anda etkilendiği bir olgunun dışında bambaşka bir değerlendirme yapabiliyor. Madem kararı biz vereceğiz, kararı verilmiştir. İçeriye alınsınlar.

Ben Dekar hepsini birden içeriye aldı. Önceki sıraya göre teker teker girerek Kral Süleyman’ı bir kez daha selâmladıktan sonra yan yana dizildiler.


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
3 Yanıt
5903 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 22, 2017, 11:53:28 ös
Gönderen: Tık-Tik-Tak
0 Yanıt
2844 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2010, 10:31:32 öö
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
3286 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 02, 2010, 05:25:21 ös
Gönderen: ceycet
0 Yanıt
2651 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 03, 2010, 12:40:35 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2386 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 04, 2010, 06:31:13 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2458 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 06, 2010, 12:03:30 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2327 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2010, 03:31:59 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2463 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 08, 2010, 06:09:00 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2442 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 09, 2010, 06:33:54 ös
Gönderen: ADAM
2 Yanıt
3557 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 21, 2012, 03:17:13 ös
Gönderen: ADAM