Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: EZOTERİZM, FARKINDALIK ve KENDİNİ BİLMEK  (Okunma sayısı 16947 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 08, 2009, 04:16:35 ös
Yanıtla #10
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Artık bitiriyorum...



Kendini bilmek yolunda doğruyu bulmak, bir akıl ve duygu sorunu olmanın yanı sıra, bir ahlâk sorunu olarak da algılanabilir. Ancak bu bağlamda “Neye ve kime göre doğru?” sorusuna da açıklık getirilmesi gerekir. Çünkü herhangi bir kişinin doğruları, onun doğrularıdır. Bunlar genelde geçerli kuralların sınırları içinde kalsa bile, başkalarını rahatsız edici olabilir. Toplum içinde bir düşünce ve eğilim çatışması ortamının yaratılmasının tetikleyicisi de olabilir.

Dolayısıyla kendini bilmenin zor bir uğraş olduğu konusunda uyuşulabilir ama önceden belirlenmiş farklı bakış açıları nedeniyle bunun yöntemi üzerinde ayrılıklar hatta karşıtlıklar da olabilir.

Toplumsal ortamda ahlâk konusu bireyin kendi kararına bırakılmış değildir; dinler bunun üzerinde olağanüstü düzeyde etkilidir. Dinin etkisinden sıyrılmak sağlansa, bu kez insanın karşısına gelenek, töre gibi olgular dikilir.

Dolayısıyla, kendini bilmenin insan için zor bir uğraş olduğu ortada ama kendi istemiyle bu çabaya girişmek elinde olmayabilir… İyi niyet zorunlu ama yeterli değil…

Tarihte kimi düşünürler bir ideal ülke tasarımı yapmış. Buna Platon, “Politeia” adlı yapıtıyla başlamış; yüzyıllar sonra Farabi “Medinet-ül Fâdıla” adlı yapıtıyla, Tommaso Campanella “La Citta del Sole” (Güneş Kenti) ile, Thoma More “Utopia”, Francis Bacon “Nova Atlantis” (Yeni Atlantis) adlı çalışmasıyla izlemiş. Bunlar en ünlü olanları; başkaları da var.

Bu tür yapıtların hepsinde “dışarıya kapalı” diyebileceğimiz bir toplumdan söz ediliyor. Önemli olan, gerek topulumu oluşturan halkın gerekse yöneticilerin hep en iyi ve en güzel olarak nitelenen, en yetkin karakterler sergilemekte oluşu.

Anlaşılan o ki, bu toplumların insanları kendini biliyor.

Acaba kendini bilmek, bir hayal ürünü olan böyle ülkelerin insanlarına mı özgü? Dolayısıyla bir hayal mi? Hiçbir zaman gerçekleştirilemeyecek olsa da bir insanlık ülküsü peşinde koşan kurumlarda hep düşlenecek bir şey mi?

Nitekim güncel dilimizdeki şu “ütopya” sözcüğü var ya!... Aslında Thomas More’un yapıtının adı olan ve bir ideal ülkeyi tanıtlayan bu sözcük, sözlük anlamı bakımından “hiçbir yer” demek.

Hiçbir yerdeki kendini bilmek de, böyle bir şey olamaz demektir.

Yine Sokrates’e dönmek gerek anlaşılan… İnsan kendisine ilgi gösterebilir, kendini anlamaya çalışabilir, fakat kendini bilemez. “Kendini bilmek” sadece bir terim; belki de simgesel...

Kendimizi bilmek için, önce kendimizi bulmamız gerek. Bulalım ki bilelim.

O nasıl olacak?

Bulmak için aramak gerek.

Bulursa?

İşte o zaman asal olan, insanın kendisiyle yüzleşebilmesi.

Bunu geçmiş yaşantımızda yapmamış, yapamamış, belki yapmayı düşünmemiş olabiliriz.

Şimdi yapamaz mıyız?

Yoksa korkuyor muyuz?

Kim bilir, belki de işin doğrusu bu; korkuyoruz.

William Shakespeare, korku konusunu çok iyi işlemiştir yapıtlarında. Bari ben de bu ortamdaki sözlerimi onun bir sonesiyle bitireyim.

“İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için,
Sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor,
Kendisini sevilmeye yaraşır görmediği için.
Düşünmekten korkuyor,
Sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor,
Eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını dile getirmekten korkuyor,
Reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor,
Gençliğinin değerini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor,
Dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor,
Aslında yaşamayı bilmediği için.”

Kendini bilmek, yaşamayı bilmek olmasın sakın!

BİTTİ.

Sevgilerle,
ADAM


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 09, 2009, 07:17:22 ös
Yanıtla #11



Bakınız… Bu konu burada bitmez. Bu forumda kendim için belirlediğim bir ilke uyarınca sorayım:

Devam etmemi isteyen var mı?


Kesinlikle ben derim:) Haddimi aşmak istemem ama vermiş olduğunuz Bilgilerin derecesi ve taşıdığı önem itibariyle bizlere ( kendi adıma söyliyeyim ) kazandırdığınız o kadar önemli şeyler vardır ki bunu anlatmak ya da ifade etmek ne demek istediğimin yanında bir hiç kalır. Lütfen Bilgilerinizin ve Düşüncelerin hiçbir zaman kesilmemesi ve devam etmesini diliyorum. Tabi ölmez sağ kalırsak Sizin bu güzelim Görüşlerinizden kendimize bir pay çıkarma şerefine layık görürseniz en başta kendim buna çok sevinecem.

Saygılar.
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 09, 2009, 07:26:03 ös
Yanıtla #12

Of!... Yoruldum.

:D Lütfen, böyle düşünmeyiniz. Hala bu Forumda yeralmam benim için gerçekten büyük bir şans.


Sayın Ceycet, bu anlatılar acaba bu forumu izleyenler için anlamlı mı? Ters gelse bile işe yarar m? Başıma dert aldım galiba! Daha da mı yazmalıyım?


Ama olayın mahiyeti gereği Sizin Düşünceleriniz yine kendi adıma söyliyeyim herhangi bir durumda kesilmesiyle birlikte eminim ki bizim de büyük kaybımız olacaktır. Çünkü öğrenme dediğimiz bu güzel kavramın anlamı burada da maalesef gerçekleşemeceği için her ne kadar kendimizi belirli bir alanda tam bir donanımlı olarak görsek de ( kendim için söyleyemiyorum, malum:) ) sonuçta Sizin öğrendikleriniz ve bildikleriniz gıyabında daha çok şey öğreneceğimiz yargısını aklımıza getirdiği için aynı zamanda bir teşvik unsuru da ortaya çıkmaktadır. Aslında amacım elbetteki Saygıdeğer Hocam'ızı yormak ya da müşkil durumda bırakmak değil, ama rahat ve kendilerini iyi hissettiği durumlarda bizleri de Bilgilerinden mahrum bırakmasa bence çok daha iyi olur düşüncesindeyim hemen antiparantez; biz derken çoğulculuk kullanmamın amacı benlik bilinciyle hemfikir olmadığım içindir, mazur görmenizi rica edecem.

En derin Saygılarımla,       
« Son Düzenleme: Eylül 09, 2009, 07:28:09 ös Gönderen: Isabell »
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 09, 2009, 07:39:17 ös
Yanıtla #13


Sayın Adam;

Sözleriniz,bu forumda bulunan arkadaşların mutlaka yakinen ilgisini çekecektir.Şahsen ben,sınırlarımın dışında,algılamakta zorlandığım ama arzuladığım ve kavuşmayı umduğum "ben"i çağıran "ben"i ararken rastladığım masonluğun izlerinden bu forum sitesine ulaştım.Aynı arayışın müptelası birçok arkadaşın da bu ortamda hazır bulunduğunu,bu arzunun bizleri ihtiras düzeyinde kendisine çektiğini,vazgeçilmez bir saplantı haline dönüştüğünün de idrakindeyim.Bu bağlamda birbirimizin görüşlerinden ve deneyimlerinden faydalanmaya çalışıyoruz.Sizin birkimlerinizden faydalanabilmemiz için de vesile olacağını düşündüğüm forumdaki arkadaşların birçoğu sizi mutlaka ilgiyle takip ediyorlardır ve edeceklerdir.Takdir edersiniz ki,hepimiz şimdilik sizi anlamaya ve tanımaya,muhtemel yargılarınızı kavramaya çalışıyoruz.Yargılarınızın istikameti ne olursa olsun,deneyimlerinizin,yolumuza ışık tutacağına yürekten inanıyorum.Dolayısıyla,ortamdan sıkılmamanızı ve "biz"i "siz"den mahrum bırakmamanızı umuyorum.

Saygılarımla.

Aynı beklentilerimle:) Sevgili Ceycet; benim aslında tam da düşündüklerimi ama ne olursan bir türlü kendimi ifade etmekte zorlandığım için aktaramadıklarımı çok güzel bir şekilde açıklamışlar. Aynen düşünüyorum.
הדבר היחיד לשמור על אנשים בחיים הוא אהבה וכבוד

Aimer et être aimé c’est sentir le soleil des deux cotés.

«Ոսկե Տարիքը - Փոթորիկները, չի կարող կանխել մարդիկ սիրում են ծովը.


Eylül 10, 2009, 11:10:57 öö
Yanıtla #14
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Kendini bilmek mi,kendini tanımak mı....?

Burada bir nüans farkı olduğunu,söylemdeki asıl gayenin" kendini tanımak"ile ilintili olması gerektiğini düşünüyorum.

Bizler yani beşerler,yaradılış,varoluş gayemizi sorgularken,saplandığımız kapandan çıkmanın yolunun "kendimizi tanımak"olgusunun deşifresi ile mümkün olabileceği konusunda ikna olduk.Tanrı,kendisini anlamak adına yarattıysa,bizler de varoluşu kavramak için,yaratabileceklerimizin yolgöstericiliğinde "kendimizi tanımak"zorundayız.Ancak bu yolla da "O"nu tanıma fısatını elde edebiliriz sanırım.Halifetullah vasfına haiz beşer,Tanrı'yı taklid edebilme yeteneğine sahipse,yaratabileceklerinin tahlili ile de kendini tanıyabilme şansına sahip olmalıdır.

Sadece günlük ihtiyaçlarımızı karşılayabilmek kasdıyla yaşıyorsak,diğer yaradılanlardan veya varolmuş canlılardan ne farkımız kalır?Kasdımız buysa,kainattaki oksijeni beyhude tüketmenin ne gereği var?İnsanın kendisini yok etmesini engelleyen "ne"dir?Bence;bizler,herdaim oluşan varoluş döngüsünün hem aktörleri hem de mimarlarıyız.Böyle olmalı...Sadece,henüz idrak edemiyoruz.Beşerden-İnsana yapılan yolculuğun da asıl sebebi bu olmalı.Bizi insan olmaya çeken kaynağın amacı,algı sınırlarımızı zorlayarak,bu yolculuğun farkındalığına sahip olmamızı sağlamak olmalı,diye düşünüyorum.


Saygılarımla.
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Şubat 07, 2010, 03:07:37 ös
Yanıtla #15

Burada yazılanları okudum, özellikle Sayın Adam'ın yazdıklarına değinmek istiyorum.

Anladığım kadarıyla, insan "kendini bilmeyince" mutsuzluk onun yakasını bırakmıyor. Ne kadar aydın olursa olsun.

Yüzümüzdeki maske. Freud Buna "Süper ego" diyordu. Yani, insanın, içinden gelen dürtü ve ihtiyaçlarını istediği gibi yapamayacağı, topluma uymakla yükümlü olduğu ortama girdiğinde yüzüne takması gereken o maske.

Süper ego, insanın "id"inin ilkel isteklerini bastırıyor. Bu ilkel istekler arasında iktidar isteği (Sokrates buna değinmiş mesela), ilgi çekmek isteği, önemsenmek isteği, cinsellik isteği, sahip olmak isteği, suçluluk duyduğu şeylerin suç olmadığını onaylandığını görmek isteği vb. gibi istekler yer alıyor.

Kimi bilimadamları veya ana akım, bu "id"e "hayvani" bir yön buluyor ve bunu iki şeye indirgiyor; yemek yemek ve cinsel dürtü. Fakat bence insan id'i bunları da aşar. Ve hayvani değildir. Mesela insanın ilgi görme isteği, hayvanlarda yoktur.

Syn. Adam'ın yazdıklarında, maske olarak süper egoyu anlıyorum ben.

Olduğumuz gibi görünmediğimiz alan süperego alanı olduğuna göre.

Freud da böyle düşünüyordu. Freud'a göre, insanın baskıladığı duygular arttıkça, onun hastalığı (nevrozu) da artar. Çok ünlü bir deyişidir;

"Uygarlık geliştikçe, insan bunu nevroz çekmekle öder".

Uygarlık geliştikçe, insan, uyum göstermekte zorlanıyor ve her istediğini yapamıyor. (Taş devri zamanında vandallıkla elde ettiğini elde edemez duruma geliyor). İlkel isteklerinin ihtiyacını tatmin için artık önünde başarması gereken bir yol duruyor; kariyer, karakter, başarı, liyakat ve meritokratik ilkeleri kabul ederek yaşamak.

Bu çağda geçmişe oranla "hız" arttı. Hızlı yaşıyoruz. İnsan, kendi ihtiyaçlarını bile tanımlayamadan çağın başarı zorunluluğuna atılıyor. Çalışmanın ve başarmanın önemini bilmeden, o yola ittiriliyor.

Okullarda öğrenci oluyor.

Talebe olmuyor. Talebe "talep" kökünden gelir; isteyen istekli olan demektir. Ortaçağda ancak isteyen kişiler, metodun farkına varan kişiler eğitim almayı istermiş. Onlar bu nedenle talebe olabilirler fakat, çağ, öğrenciyi "kendi içinden gelen bir istekle öğrenmek isteyen" kişi olarak değil; sistemin ihtiyaçlarını karşılamak için eğitime yönlendiriyor.

Tek standart para.

***

Şuna gelmek istiyorum; insanın kendini bilmesi, aslında "id"inin irrasyonel isteklerinin farkına varması demek olabilir.

7 yaşına kadar şekillenmiş olan ve genetik yatkınlıkla belirlenen insan dürtülerinin farkına varılması bence insanın kendinin farkına varmasıdır. Ve bu dahi, insanın bu yolda çok büyük bir adım atmış olması anlamına gelir. Sayın ADAM ise "insan da her şey gibi her an değişiyor, o halde insanın kendini bilmesi imkansıza yakın veya çok zor bir şeydir" demiş. Ben buna pek olanak vermiyorum.

Oraya tekrar değineceğim, fakat "kendini bilme" konusunu biraz daha açmam gerek.

İnsan, "id"inin ilkel isteklerinin irrasyonelliğini kavradı diyelim. Ee?

Bunu değiştirecek mi artık? Hayır. Bu çok zor. Sayın Adam'ın da zorlu bir yol diye tanımladığı yol bence burası. Yani kişinin eksikliklerinin ve hatalarının, mantıksızlığının farkına varmasından sonraki üstüne düşen "değişme" zorunluluğu (sorumluluğu).

İnsanın çetin yolu işte burasıdır. Emek, Enerji,İş isteyen Çaba, Gayret isteyen yer burasıdır; Alışkanlıkların değiştirilmesi. Zor olan yol da, insanın kendini bildikten sonra bu sorunla yüzleşmesi ve sorumluluğu üzerine almasıdır.

İşte bunu herkes yapamaz. Ben dahil.

Ben ancak bazı eylemlerimin mantıksız olduğunu ikrar ederim. "Evet kötüyüm, şu sebeple" derim. İtiraf etmek kolaydır. Ve ben kolayı yaparım. Fakat o hatayı düzeltmek için eyleme girişmek zahmetlidir, orasına bir türlü giremem.

İslam tasavvufunda sanırım benim bu yaptığım "nefsi emmare" den "nefsi levvame" mertebesine çıkmak imiş.

Yani günahlarının farkında olmak. Günahlarını savunmamak mertebesi.

Nefsi emmarede olan insan ise, hatalarını rasyonalize eden insandır. Onları savunur.

***

Şimdi bu çağda neden herkesin mutsuzluğa itildiğini göstereyim nacizane.

Çağ, artık başarı isteyen bir çağ. Ekonomi insanı etkiliyor artık.

"PARA, PARA, PARA"

İnsanın "öğrenci" olarak okuduğu ve hazırlandığı hayatı motive eden şey "PARA".

Para, ayrıca bir başarıyı temsil ediyor. Bakmayın sosyalist kitlelerin İş adamlarına sömürücü demelerine. İş adamları, çağın en başarılı insanlarından biridirler. Tembel olmamayı, yerinde saymamayı öğrenmişlerdir.

Çağ, herkesi bir iş adamı etme umuduyla eğitim ve değer aşılar. Çünkü "üreten" ve ürettikten sonra devlete para getiren kişi iş adamıdır.

Devletten farklı olarak, aile de evladından bunu ister. Hangi anne baba çocuğunun ancak kendi ana babası seviyesinde ilerlediğini görmek ister ki? "Vali olmuşsun fakat adam olamamışsın?" bence hikaye. Çoğu ana baba, çocuğuğunun vali olmasını fakat adam olamamasını örtük olarak ister.

O ana babanın önüne iki seçenek koyun; deyin ki "Alın işte size iki seçenek; birinci seçenek şu: Çocuğunuz 26 yaşında çok büyük bir iş başarısı yakalayacak, ve o dönemden sonra zengin olacak. Sizi rahat ettirecek, ancak ahlaki ilkelere fazla önem vermeyecek. Örneğin yoksullara gerektiği kadar yardım etmeyecek, devletten vergi kaçıracak, birtakım ihalelerde usulsuzluk yapacak. Para kazanacak, fakat o parayı ne için kazandığını özümseyemeyecek. Ve size ikinci bir seçenek; İşte bir ev, ve orta halli oğlunuz. Ne çok az ne çok fazla kazanıyor. Ahlaklı mı ahlaklı, sosyal duygusu var. İnsanlara yardıma koşuyor. Hatta bu özellkleri nedeniyle ortamında istenmeyen adam ilan edilmiş. Farkındaysanız evi de sizin şu anda yaşadığınız ev kadar lüks değil. Borçları var, fakat ödeyeceğini biliyor. 9 köyden kovulmuş biri olmuş. Ama yine de çok mutlu. Hayatının başka türlü olmasını istemiyor. Neyi isterdiniz?"

Büyük çoğunluk birinci şıkkı işaretleyecektir. Aile olarak bakmayın, bireysel bir dilek olarak da büyük çoğunluk birinci şıkkı işaretleyecektir. Ve yorum yapacaktır; "Ben zengin olayım. O sorunları kendim hallederim" Fakat seçenekler arasında böyle bir şık yok. İkinci olan huzurlu ve mutlu, birinci olan ise kötülük yapıyor.

***

Çağ, insan id'inin irrasyonel isteklerini "rasyonel" gösteren, ve bunları başarı olarak gösteren bir çağ.

Burada çileciliğin, manastır hayatının reklamını yapmıyorum. Para kazanmak, iyi yaşamak, saygı gösterilen biri olmak, iyi bir cinsel hayatı olmak tabii ki olumlu şeyler. Söylemek istediğim şu; bu değerler mutlak değer olarak empoze ediliyor. Böyle olunca, yeterli derecede kazansanız bile, daha fazlasına göz dikebiliyorsunuz.

Sayın ADAM'ın listelediği ütopya kitaplarını okumadım. Platon'un Devletinin yarısına kadar gelip bırakmıştım.

Orada devletin "sınırlı" olmasının bir anlamı tabii ki var.

Sınırlılık, kaosu önler çünkü.

Sınırlı bir alanda, düzeni daha iyi kurabilirsiniz.

Şimdi insan "id"inin irrasyonelliğinin farkına varmış bir çağın insanını düşünün. Çağımızın en büyük "iyilik" ideali nedir? Çok klasik bir şey; Afrika'daki açlığa sefalete çözüm bulmak diyelim.

Bu iş adamı kârının %20'sini bundan böyle Afrika devletlerinin yardımlaşma fonuna gönderse, veya doğrudan kendi bir vakıf kursa, ve oradan yardım yapsa. Nasıl olsa kazandığı para ile işini sürdürebiliyor, ve çalışanlarına doygun maaş verebiliyor. Kar da elde ediyor.

Fakat şu olacak bir süre sonra bu %20'yi yardım olarak vermeyen İş adamlarının holdingleri, bu iş adamının holdingini geride bırakacak. Onlar fiyatlarda daha çok indirim yapıp, bu holdingi zorda bırakacak. İşler kötüleşecek.

Tuhaf olan nokta da şurası olacak; Ekonomistler, birinci kişiyi irrasyonel bulacak! Ve ekonomi kitaplarında bu konu sıklıkla işlenecek.

Bunu sadece ekonomi anlamında düşünmeyin, insan idinin iktidar, ilgi, saygı, cinsellik, refah, konfor, sevgi, koleksiyon vb. isteklerindeki aşırılığı da "başarı" gören bir düzen var. (Bu konudaki istekler için "Maslow'un ihtiyaçlar listesine" bakabilirsiniz).

Durum şu; pedalı çevirmezseniz düşüyorsunuz. Hıza uymaz da inzivaya çekilirseniz kaybeden olarak görülüyorsunuz.

Her zaman kendini bilmeyen birileri (veya bilip de değişmek işine gelmeyen birileri), kendini bilenin sorumluluğundan faydalanacak.

Kötülük sürekli iş başında olması da bundan kaynaklanıyor. İnsanın değişmesi zordur, fakat değişince de toplumda kaybeden olarak damgalanıyor. Bu hazmedilmesi zor bir şeydir. Bu yüzden kimsenin işine gelmez. Ve bu yüzden hayat çetin bir yoldur.

Ya peygamberler gibi kendi kitleninizi yaratacaksınız, ya da münzevi hayat süreceksiniz Sinoplu Diyojen gibi. Diyojen buna ne kadar dayanmış bilmiyorum ama Yunus peygamber dayanamamış mesela. Bana öyle geliyor ki, Diyojen, iskender tarfından bile tanınacak ünü olmasaydı, ona da bu çok zor gelirdi. Kendini bilmenin bedelini bir de "aldırışsızlık" ile öderdi. Fakat tarihe baktığımızda, kendisinin saygı gördüğünü biliyoruz. Bu hayatını epey kolaylaştırmıştır tabii.

Ütopyada sınırlı bir alanda, mutlak bir monarşi kurarsın ve sisteme karşı geleni alıp yargılarsın. (Komunizmin idealdeki amacı da budur aslında. Marks, hüsnüniyetlidir ideolojisini kurarken.) Mutlak monarşi kurmana da gerek yok. Demokrasi olsa dahi, kısıtlı bir alanda kötülük eden kişi, o kısıtlılığın eleştirilerinden kaçacak, veya onayını alacak bir başka yer, ortam, bilim adamı onayı vb. bulamaz. İyilik "belirsizliğin" olmadığı o alanda galip gelebilir. Ancak globalleşen ve hızlanan bu dünyada artık bir an durup da aşırılıklarınızı BİLGElik yolunda yavaşlatır, ve ödün verirseniz. Ölmeye mahkum oluyorsunuz.

Süperego, bunu istiyor insandan. Rahat yaşamak isteyen herkes de süperegoya, olmak isteyeceği "ego" sundan daha fazla önem vermesi gerekiyor. Bu yüzden de kendini bilip değiştirmek, zorlaşıyor.

Saygılar









Karanlıklar prensi bir beyefendidir. W.Shakespeare


Şubat 07, 2010, 03:53:12 ös
Yanıtla #16
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



BEN DERİM Kİ:

SAYIN POPPERİST'İN BU BENİM NOTUMUN HEMEN ÖNCESİNDEKİ ÇOK GÜZEL DEĞERLENDİRMESİ MUTLAKA OKUNMALI.



Sayın Popperist ile küçücük, belki pek önemsiz bir noktada ayrılığımız var. Konunun bütünlüğüyle bağlantısız. O da şu: Bazı hayvanlar duyguludur ve ilgi görmeyi bekler, ister, kendilerine ilgi gösterildiğinde sevinir.

ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2565 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 26, 2007, 01:07:35 öö
Gönderen: HUTGIN
7 Yanıt
12759 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 26, 2007, 06:57:09 ös
Gönderen: paragon
0 Yanıt
2916 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 05, 2009, 12:54:15 öö
Gönderen: arte
3 Yanıt
4535 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 10, 2009, 05:44:27 ös
Gönderen: Prenses Isabella
0 Yanıt
4256 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 18, 2009, 12:28:07 ös
Gönderen: ADAM
1 Yanıt
4296 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 20, 2009, 05:21:53 ös
Gönderen: Prenses Isabella
1 Yanıt
4542 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 21, 2009, 11:03:42 öö
Gönderen: Prenses Isabella
3 Yanıt
4944 Gösterim
Son Gönderilen: Mart 23, 2013, 04:49:05 ös
Gönderen: ruzber
1 Yanıt
2917 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 17, 2010, 03:08:58 öö
Gönderen: R.e.S
0 Yanıt
6020 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 27, 2010, 11:47:31 öö
Gönderen: ceycet