(Askerlerimizin teroristlere karşı zorlu koşullarda, bir yzb'şının, başına gelenleri anlatan gerçek bir hikaye...)
Yağmur
Bir haftadır kesintisiz yağıyor. Gündüzleri bazen çiseliyor, ama geceleri kesinlikle sağanağa dönüşüyor. Gök yarılıyor, şimşekler çakıyor, ortalık havanların aydınlatma mermilerinin aydınlattığı gibi birkaç saniye ışıl ışıl oluyor. Karakoldakiler biraz rahat. Nöbette ıslanan asker, sobanın başında hemen kuruma imkanına sahip. Sonra aramızda para toplayıp aldığımız kalın naylonlarımız, çadırlara su girmesini de önlüyor. Dolayısıyla yağmur pek fazla etkilemiyor.
Bazen kuvvetli rüzgarda bu naylonlar yırtılıyor, ama tekrar alıyoruz. Bu yüzden birliğin belki de her tarafı naylonlarla dolu. Çadırların, araçların, nöbet kulübelerinin üstleri hep naylonla kaplı. Bir de makineli tüfekçilerin naylonları var. Tüfeklerin üstüne örtüyorlar bu naylonları. Kolay yırtılmasın diye, terzi, askere, naylonların kenarlarına bez parçaları diktirttik. Nöbetteyken ve operasyonlara çıkarken bunları yanlarına alıyorlar. Ama arazide, intikalde, pusuda, çatışmada yağmura yakalanmak biraz can sıkıcı.
Hissetmiyorum artık. Yürüdüğümü de hissetmemeye başladım. Islanmadık tek yerim kalmadı. Telsizler, silahlar, mermiler hepsi sırılsıklam oldu. Önümü göremiyorum. Bu yüzden herkes bir önündekinin yağmurluğunu tutmuş, kaybolmamaya çalışıyor. Yağmur damlaları düştükçe, karayoluna paralel tepelerde ilerlerken, arada sırada karşımıza çıkan, küçük, tek göz evciklerin içindeki o mutlu hayatları delicesine kıskanıyor, onlara imreniyorum. Yağmur damlaları kulaklarımın içine kadar giriyor. Damlaların yere, yağmurluğa, ağaçlara her çarptığında çıkarttıkları farklı sesler bir senfoni yaratıyor. Saçlarım, diplerine kadar ıslak. Kendime hayret ediyorum. Bölük komutanıma hayret ediyorum. Askerlerime hayret ediyorum.
Kimse benden daha iyi ya da daha kötü durumda değil. Postallarım, çoraplarım, iç çamaşırlarım, her şey, ama her şey sünger gibi olmuş. Hareket ettikçe su alıp su veriyor. “çok kaliteli” malzemeden üretilen bu “son teknoloji” ürünü malzemeler üzerinde, kimin hatası varsa ona küfrediyorum. Islanmasın diye kendimizden çok, silahlarımızın üzerine örttüğümüz bu yağmurluklar kesinlikle işe yaramıyor. Hele sırt çantam. Kuru halde yirmi kiloyu bulan sırt çantam tam bir eşek ölüsüne dönmüş. Islandıkça ağırlaşıyor, içindekiler daha da ıslanıyor. O “ultra hafif” battaniyeyi atabilmek için nelerimi vermem. Açım, ama hissetmiyorum. Sadece kuru ve kuru uyumak istiyorum. Biliyorum, ıslak üniformam yine üzerimde kuruyacak. Ama razıyım. Yeter ki kurusun. Şu an kuruyabilmek için günlerce aç kalmaya razıyım.
Çatışma çıkma ihtimali yüksek olmasına rağmen önemsemiyorum. Umurumda bile değil. Ölmeye razıyım. “belki ölüm kurudur” diye düşünüyorum. Kupkuru bir ölüme çoktan razıyım. Kanımın bile sulandığına inanıp, akacak kanın kolayca pıhtılaşmayacağına, böylece hemen öleceğime inanıyorum.
Sigarayı ise hiç aklıma getirmemeliyim. Şimdi nereden çıktı bu sigara? İçemem ki. Ateşi görünür. Hayır görünmez. Görünmese de yakamam ki. Çakmak çalışmaz. Çakmak çalışsa da önce sigaraları kurutmak gerek. Çantadan çıkarıp bir tanesini çakmakla kurutup içsem mi? Yürürken imkansız. Belki molada. Molaya daha otuz beş dakika var. Fosforlu saatim öyle söylüyor. Ah şu an da fosforlu saatimi aldığım yerde olsam.
Nerede olduğunu bilmeden yürüyen, bu sudan adamların, çamur haline gelmiş yerlere basarken çıkardıkları tek ses:
-Şaaaap!..Şaap!
Arada sırada ayağı kayan biri, olduğu gibi tüm heybetiyle “paaa” diye yere düşüyor. Koskoca adam yere yapışıyor. Önündeki ve arkasındakiler bulabildikleri bir yerinden; kolundan, saçlarından, kulağından, tuttuğu gibi kaldırıyor ve yürümeye devam……….
Bu arada telsizin hışırtılı sesleri kulağıma geliyor. Telsizden “Şartların farkındayız. Size verilen hedefe doğru ilerlemeyi sürdürün sözcüklerini yakalayabiliyorum. Ve bir anda tamamıyla tükendiğimi hissediyorum. Bu tükenmişlikle, üç saat kırk beş dakika daha yürüyorum, aynı anda tanıdık yağmurun altında. Vücudumla, yağmurla, otlarla, böceklerle, konuşarak yürüyorum.
Zamanın deli hızı hiçbirimizi takmıyor, iplemiyor, etrafına bakmıyor. Beklemiyor. Yağmur, gök gürültüsü, şimşekler, rastgele hızlanan yağmur damlaları. Onlar benden daha duygu yüklü. Onlar benden daha fazla amaç yüklü: Gökten yere ulaşmak, ana varlığa dönüş, ya Ben?
Yazan:Hakan Evrensel(emekli yzb.). Güneydoğudan Öyküler.Alfa Yay.2004.