Masonlar.org - Harici Forumu

Inanc => 3 Buyuk Din => Islam => Konuyu başlatan: ADAM - Ağustos 31, 2010, 12:05:46 ös

Başlık: İslâm’da Hoşgörü ve Tolerans- 5
Gönderen: ADAM - Ağustos 31, 2010, 12:05:46 ös


Bu bölümdeki konumuz zımmîlik kurumu, dolayısıyla bir İslâm ülkesinde yaşayan gayri müslimlere tanınan haklar olacak.


İslâm’ın ilk yıllarında Arap Yarımadası’ndaki putperestlerin ya İslâm’ı ya da ölümü seçmek dışında çareleri yoktu. Çüakü İslâm’da putperestlerle anlaşma yapmak söz konusu bile değildi. Oysa Hıristiyan ve Yahudiler ile ilk anlaşmalar, Hz. Muhammed henüz sağ iken, 629 yılında yapılmıştı.

Hayber Yahudileri ile yapılan anlaşmaya göre; Hayberliler ürünlerin yarısını Müslümanlara vermek zorundaydı. Necranlı Hıristiyanlarla yapılan anlaşmada da benzer maddeler vardı.

Halifeler zamanında gayri müslimle ile bağlantılı uygulamalar hadislere dayandırılmıştı. Örneğin Hz. Muhammed’in ölüm döşeğinde iken söylediği ileri sürülen «Arap Yarımadası’nda iki din bir arada bulunamaz; bir ülkede iki ibadet yönü olmasına izin verilemez; Arabistan’dan Yahudi ve Hıristiyanları sürün.» tarzındaki deyişler, yapılan anlaşmaların kökenini oluşturur.

Müslümanlar kabul etmese de, bunun İncil’de geçen bir sözden esinlenmeyle oluşturulduğu da düşünülebilir. İncil’de İsa’nın mesellerinden birinde şöyle bir söz geçer: “Onları içeriye girmeye zorla.” İşte bu sözden güç alan Hıristiyan dünyası, kendileri gibi olmayanların üzerinde her türlü baskıyı uygulamayı haklı bulmuştur.

Araya kattığımız bu küçük yorumdan sonra İslam’a dönelim.

Genellikle tüm bu gibi anlaşmaların kapsamında şöyle koşullar görülür:

   Kiliselerde çan çalınması yasaktır.

   Müslümanlara hakaret etmenin cezası çok ağırdır.

   Gayri müslimler Müslümanlar gibi giyinemez.

   Bir gayri müslim, bir Müslüman’ı görünce ayağa kalkmak zorundadır.

   Gayri Müslimler silah taşıyamaz.

   Yeni bir kilise ya da sinagog yapılamaz.

   Bir gayri müslimin evi, Müslüman evinden daha yüksek olamaz ve Müslüman evine bakan yanda penceresi bulunamaz.

   Bir gayri müslim ata eğersiz binmek zorundadır.

   Gayri Müslimlerin mal varlığı, kilise, manastır ya da yoksullara miras olarak bırakılamaz.

   Bir gayri Müslim, bir Müslümana karşı tanıklık edemez. (Nitekim bunun benzerini de Avrupa’da Hıristiyanlar Yahudilere uygulamıştır.)

Tüm bu yasaklara ve kısıtlamalara karşın gayri müslimler ile yapılan anlaşmalar uyarınca zimmîler, İslâm topraklarında dinlerini koruyarak yaşayabilirdi. Zimmîlere dinleri başka olduğu için tolerans gösterilir, İslâm’ın devlet otoritesini kabul etmeleri koşuluyla varlıkları kabullenilir hatta korunurlardı. Bu bağlamda bir eşit ya da eşdeğer bir ilişki söz konusu değildi. Bu ilişki, tolerans gibi görünüyorsa da aslında öncelikle ekonomik çıkar gereği uygulanan sınırlı düzeyde bir hoşgörüydü.

Biraz da ayrıntılarına bakalım ama özetle…

Zimmî toplumun kendi sosyal ve dinsel yaşamlarını düzenlemesine belli sınırlar çerçevesinde izin vardı. Sadece kendi aralarında geçerli olmak üzere birtakım hukuk kuralları olabilirdi. Eğitim, miras, evlenme, boşanma, vesayet gibi konularda kendi hukukları geçerli olabilirdi; genelde İslam hukukuna aykırı düşmemek koşuluyla.

Kimi İslâm hukukçularınca, gayri müslim mahkemelerin verdiği kararların uygulanma açısından hiçbir geçerliliği yoktu. Kendi aralarında uygulasınlar; o ayrı. Ancak genelde bir kararın yerine getirilebilir olması için bunun bir Müslüman kadı tarafından verilmiş olması gerekirdi.

Zımmîler, aile hukuku açısından da bazı haklardan yoksundu. Örneğin Müslüman bir kadınla evlenemez, daha önce de belirtmiş olduğum gibi Müslümanlara karşı tanıklık edemezlerdi.

Ceza hukuku uyarınca ise, bir zımmîyi öldüren Müslümana genellikle ölüm cezası verilmezdi. Gerçi bu konuda değişik mezheplerin hukukçuları arasında tam bir uyum yoktur; Hanefî mezhebi, şeriatı uyarınca bir zımmîyi öldüren bir Müslümanı ölüm cezasına çarptırılabilir ama Malikî, Hanbelî ve Şafî mezhepleri böyle durumda bir Müslümana ceza vermeyi reddeder ve bu uygulamayı Hz. Muhammed’in bir hadisine bağlarlar: «Bir kâfirden dolayı bir mümin öldürülemez, kafirin diyeti Müslümanın diyetinin yarısıdır.»

Sonraki yıllarda zımmîlere uygulanan yasak ya da zorunluluklara şunlar da katıldı:

   Mevcut kilise ya da sinagogun onarımı için devletten izin alınması.

   Ata binme yasağı, (Sadece katır ve eşeğe binilebilir oldu.)

   Ölülerini törensiz, sessizce gömme zorunluluğu.

   Açık yerlerde şarap içmemeleri.

   Müslüman mahallesinden domuz ve haç geçirmemeleri.

Giderek, Müslüman mahallesindeki zımmî evleri de hoş karşılanmaz oldu. Hatta zımmîler, bu evleri satmak zorunda bile bırakıldı.

Bütün bunlardan amaç, toplum içinde bu insanların Müslüman olmadığını ortaya kaymak ve onları İslâm’ı kabul etmeye zorlamaktı. Ancak bu bağlamda da bir çelişki vardı çünkü toplum içinde sonradan Müslüman olanlara da hiç hoş bakılmazdı.




Şimdi, bilmiyonsanız şunu sorabilirsiniz: «Bu tüm İslâm ülkelerinde hep böyle miydi, böyle mi oldu?»

Hayır. Bu bağlamda tek ama çok önemli bir istisna yaşandı: Endülüs İslâm uygarlığı. Nitekim ben de asıl oraya gelmek niyetindeyim. Ancak ondan önce İslâm dünyasındaki ilişkileri gerek toplumsal gerek ekonomik bakımdan şöyle bir gözden geçirmeliyim ki, sonra geleceğim nokta daha bir anlamlı olsun.

Dolayısıyla bu başlık altındaki yazı dizisine burada son veriyorum. İzleyecek olanda buluşmak üzere.