Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: İLHAMİ ÇİÇEK  (Okunma sayısı 6360 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mart 22, 2008, 02:46:56 ös
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

İlhami Çiçek, 1954 yılında Erzurum’un Oltu ilçesinde doğdu. Babası öğretmendi. Beş kardeşin en büyüğüydü. En çok Latif adlı kardeşiyle anlaşır, onunla oyun oynardı. Altı, yedi yaşlarındayken Latif’le birlikte samanlık damında oynarken saman dökülen delikten aşağıya düştü. Annesi, babası, kardeşleri o gün İlhami’nin başucundan ayrılmadılar. Annesi Letafet Hanım hem ağlıyor hem de Kuranı Kerim okuyordu.

İlhami’nin uyanması tam bir gün sürdü. İlhami bir gün sonra gözlerini açtı. Ama kendinde değildi. Konuşmuyor, sabit bir yere gözlerini dikiyordu. Kendine gelmesi tam bir hafta aldı. Kendine geldiğinde eski İlhami değildi artık. Durgunlaşmış, ürkek bir çocuk olmuştu.

İlhami okumayı çok severdi. Kitap en iyi dostuydu onun. Halk edebiyatı ilgisini çekiyordu. Sık sık Oltu’daki aşık toplantılarına katılır, aşıkların atışmalarını can kulağıyla dinlerdi. Şiire ilgisinin artması böyle başladı. Ortaokul ikide şiir okuma yarışmasında Faruk Nafiz’in Çoban Çeşmesi şiirini okumuş ve birinci olmuştu. Şiir artık onun için vazgeçilmez bir tutkuydu.

Liseyi Erzurum’da okur İlhami. Artık şiir yazmaya da başlamıştır. Erzurum’da yayınlanan Adımlar dergisine gönderdiği şiiri yayınlanır. Hayatında gurur duyduğu en önemli anlardan biri olur bu.

Liseden sonra Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kaydını yaptırır. Halk edebiyatıyla ilgili yaptığı çalışmaları mahalli gazetelerde yayınlanır. Bu yıllarda Divan edebiyatına da ilgi duymaya başlamıştı. Pek çok divan şairinin beyit ve mısralarını ezberden söyleyebiliyordu. Okul masraflarını çıkarmak, ailesine yük olmamak için vekil öğretmenlik yapmaya başlar aynı zamanda.
Üniversiteyi bitirdikten sonra 1978 yılında Kırıkkale Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Öğretmenliğe devam ederken sık sık Ankara’ya uğramaya başladı İlhami. Burada daha önce şiirlerini gönderdiği Edebiyat Dergisi’ nin çalışanlarıyla tanıştı. Daha sonra bu derginin yazı kadrosunun sürekli bir elemanı oldu İlhami.

Edebiyat dergisine katılması hayatının dönüm noktası olacaktı. Derginin yöneticisi ve sahibi Nuri Pakdil’den sık sık mektuplar alacaktı. Bu mektuplarda “dayanışma” adı altında para yardımı talep ediyordu Nuri Hocası. Maaşının çoğunu dergiye yatırırdı İlhami. Parası olmadığında kitaplarını, ansiklopedilerini satar gereken parayı tedarik etmeye çalışırdı. Bazı zamanlar parasız kalır kimseden borç istemeye yüzü tutmaz kardeşi Latif’ten borç alırdı.

Hayatta dört şeye tutkundu İlhami. Bunlar sigara, demli çay, kitap ve satranç. Kırıkkale’de okulunun öğretmenler salonunda dersi olmadığı vakitler rakip bulabilirse satranç oynayarak vaktini geçirirdi. Masasında demli çayı ve dudaklarında sigarası eksik olmazdı tabii. Rakiplerine yenildiği nadirdi. Satrancı iyi biliyordu. Üniversiteden satranç şampiyonluğu vardı. O kadar iyiydi ki oyunda üç hamle sonrasını tahmin edebiliyordu.

İlhami’nin dört tutkusundan biri de kitaptı. Eli boş pek görünmezdi. Bol bol dergi, şiir kitabı okurdu. Ezberi kuvvetliydi. Divan şairlerinin ağır, ağdalı beyitlerini çok rahat ezberlerdi. Bir diğer yeteneği de çok hızlı okumasıydı. Bu beceri çok kitap okumasını sağlıyordu. Aşırı sigara, çay tüketimi, düzensiz beslenme, dinlenmeden gece yarılarına kadar kitap okuma, şiir yazma çalışmaları sağlığını bozmaya başlamıştı. O kadar ki beş, on cümlelik bir şiir yazmak için beş, altı gününe feda eder, o günler zarfında gözü başka bir şey görmezdi. Sinir ilaçları kullanmaya başlamıştı bu yıllarda İlhami. (1979 yılı)

Daha sonra tayinini İstanbul Pendik Lisesine çıkardı İlhami. Bu tayine iki nedenle seviniyordu. Birincisi anne babasının da İstanbul’a taşınacak olması. İkinci ve onun için daha önemli neden Nuri Pakdil’di. O da İstanbul’da oturuyordu. Hocasına yakın olmak, onunla karşı karşıya sohbet etmek fikri ona mutluluk veriyordu.

Anne babasının ısrarlarıyla İstanbul’da evlendi. Eşi Hamiyet Hanım’la görücü usulüyle evlenmişti. Görgülü, mazbut, güzel huylu bir insandı Hamiyet Hanım. İlhamiyle ilgileniyor,ona her zaman destek oluyordu.

İstanbul hayatı İlhami’yi bir koşuşturma içine sokmuştu. Nuri Hocası sık sık mektup yazarak (ayda en az bir kere) dergi için daha çok “hizmet” yapmasını istiyordu İlhami’den. Bu hizmet için İlhami Kaynarca’daki iki göz gecekondu evinden çıkıyor Pendik’te derse giriyor, ders çıkışında Kadıköy’e, Cağaloğlu’na, Taksim’e kitapçıları geziyor, kendi parasıyla (parasının yettiği kadar) raflardaki Edebiyat Dergilerini satın alıyordu. Böylelikle kitapçıların dergi siparişi yapmaları sağlanıyordu.

Bu koşuşturmalı hayat, bünyesini tahrip ediyordu. Başında, tarif edilemez ağrılar oluşuyor, kendini kaybedecek hale geliyordu. İlaçlarının dozunu iyice arttırmıştı. İlaçlar ağrılarını tamamen kesmiyor ama azaltıyordu.

1982 yılında oğlu Abdurahman Nuri dünyaya geldi. Çocuğu ağrılarına bir ilaç gibi gelmişti. Akşamları eve gidince ilk yaptığı iş oğlunu sevip, kucaklamak, onunla oynamak olmuştu İlhami’nin.

İlhami askerliğini daha yapmamıştı. Kısa dönem askerlik için Erzurum’daki Askerlik Şubesine başvuru yaptı. 1983 yılının Mart dönemi için karar aldırdı.

Askere gitmeden bir gün önce Nuri Pakdil’den bir mektup alır İlhami. Dergi için 6.000 TL dayanışma parası istemektedir yine Nuri Hoca. O zaman İlhami 15.000 TL maaş almaktadır. Askerlikte lazım olur diye karısının ısrarıyla bir miktar para biriktirmiştir İlhami. İlhami mektubu okuduktan sonra eşi Hamiyet hanımdan kolundaki bilezikleri istedi. Hamiyet hanım bu talebe itiraz etmeden kolundaki bilezikleri çıkarıp kocasına verdi. İlhami bilezikleri bozdurup dergiye gönderdi. İlhami daha öncede karısının nişan yüzüğünü bozdurup yine dergiye göndermişti.

Ertesi gün birliğine teslim oldu. Askerlik ortamı, sıkı disiplin ruhî ve bedenî yapısını iyice bozmuştu. Bölük komutanı, arkadaşlarının yanında kendisine bağırıyor, küçük düşürüyordu. Yatıştırıcı ilaçlarını düzenli almayı unutuyordu. Düzenli yürüyüş halindeyken birden kafasına bir ağrı saplanıyor, kendinin kaybediyor ve yanlış adım atıyordu. Bunu gören komutanı herkesin içinde hakaret ediyor, bazen de İlhami’yi yürüyüş gurubundan ayırıp refize ediyordu.

Üstlerinin kötü muameleleri sonucu İlhami iyice melenkolikleşmişti. Eğitim molalarında arkadaşları gruplar halinde toplanıp muhabbet edip, gülüşürlerken İlhami bir köşeye çekilip gökyüzüne bakarak hayaller kuruyordu.

Hayallerinde en çok arkadaşlarını görüyordu İlhami. Ali Göçer ve Fuat Altınsoy en çok gördüğü arkadaşlarıydı. Bu iki isim kendisi için çok şey ifade ediyordu. İkisi de Üniversiteden arkadaşıydı. Ali ve Fuat’la Edebiyat Fakültesinin kantinindeki divan edebiyatı sohbetleri yaparlardı. Kendisi Fuzuli’den, Baki’den, Nefi’den ezbere beyitler okur, arkadaşlarının takdirini kazanırdı.

Ali ve Fuat’la kaderleri tekrar İstanbul’da birleşecekti İlhami’nin. Pendik’te hücre gibi küçük bir evde beraber kalacaklardı. Evleri rutubetli, adeta içinden su çıkan bir yer halindeydi ama mutluydular. Üniversite kantinideki edebiyat sohbetlerine yıllar sonra tekrar kaldığı yerden devam ediyorlardı.

İlhami hastalığının artması üzerine Ankara Mevkii Hastanesine sevk edildi. Arkadaşı Arif Ay burada onu ziyaret eder. Yattığı yer hastanenin bodrum katıdır. Bitkin, yorgun bir halde Arif Ay’la konuşur. Bahçeye bile çıkartmadıklarını, kendisini hapishanede hissettiğini söyler arkadaşına.

Mevki hastanesindeki tedavisinden sonra tekrar Tokat’taki birliğine döner. Hastalığı düzeleceğine iyice ağırlaşmıştır artık. Eğitime çıkmıyor, birlik alanının ücra bir köşesine gidiyor, kendini kaybettiriyordu. Arkadaşları onu üstü, başı yırtık, çamurlu, saçları dağınık bir halde buluyorlardı. (Sinir nöbeti zamanı)

Arkadaşı Ali Karaçalı, İlhami’nin bu ağır hastalıklı zamanında ziyaretine gider. Adı anons edilir, arkadaşları ararlar fakat İlhami gelmez. İki saat nizamiyede kalır ve tekrar geri döner.
Hastalığının ağırlaşması, nöbetlerin sıklaşması üzerine Tokat’ta bir hastaneye kaldırılır İlhami. 14 Haziran 1983 günü yine ağır bir nöbet tutar İlhami’yi. Kafasına balyoz darbesi vurulmuş gibi hisseder kendisini. Duvarları yumruklamaya, pijamasının üstünü, altını yırtmaya başlar. Daha sonra pencereye yönelir. Mandalı çevirir ve kendisini beşinci kattan aşağıya doğru bırakır. Hastabakıcılar yetişememiştir. Kan gölü içinde toprakla kucaklaşır İlhami.

Ölmeden bir ay kadar önce Edebiyat Dergisi tarafından şiir kitabı çıkarılır İlhami’nin. Kitabın ismi “Satranç Dersleri”dir. İçindeki uzun bir şiirinden alınmıştır bu isim. Satrancı konu edinen en güzel şiirlerden biridir bu şiir. İlhami bu şiiri için şöyle demektedir:
 “Geometrik bir tarih adeta satranç. Yaşama tam denk düşüyor.Y aşam da bir geometridir.”


Mayıs 03, 2008, 01:28:02 ös
Yanıtla #1
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

uzun bir nehirdir satranç
kıvrak ve uzatarak boynunu
nice güneş batışını yerinde görmüş boynunu
oysa veba tarihçileri bilmemişlerdir
her karenin bir karşıveba girişimi olduğunu

göğe bezgin bakanların bir türlü öğrenemediği
bir oyundur satranç

evet ilk aşk gibi bir şeydir ilk açılış
artık dönüş yoktur
kuşku bağışlanmasa da
tedirginlik doğal sayılabilir
ancak
yürümenin dışında bütün eylemlerin adı
kaçış kaçış kaçıştır

çapraz özgürlüklerinde filler
acılardan yapılmış bir alanda
ne zaman ki esrirler
yazsak defterlere sığar mıydı
şah açmazında vezirin ölümcül tutkusunu
yerine göre piyon da bir tufandır
içinde hep bir vezir sürekli mahzun
düz gider çapraz vurulur ve uzun uzun
günbatımlarını çağrıştırır

hüznü uçlarından dolanıp
yalın sıçrayışlarıyla piyonlar arasından
ürkek ama cesur ama sevimli
açsa duyargalarını o tarihsel şiire
iyi bir oyuncu en çok atları sever

sen ey atını kaybeden oyuncu
bir ilkyazdan koca bir güz yontan adam
bırak oyunu

artık
öyle bir ıssızlık düşle ki içinde
yeryüzünü kişnesin
bizim atlar
« Son Düzenleme: Mayıs 03, 2008, 01:31:48 ös Gönderen: skullG »


Mayıs 03, 2008, 01:28:31 ös
Yanıtla #2
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

nicoldu onca oyuncu
oyarak
ette oyuk seyirmesinden
oyun kurarlardı

kaçıp
da süleymandan
kaf dağında otururdu
anka nicoldu

o mağrur gemiler ki açıklarda
güneşin şanla her akşam ufala ufala battığı
suların kabarıp taşarak savrulduğu oradan
kesik bir insan başı gibi taşra düşüp
helâk oldular

ün geldi ey iskender
çok acaip gördün ömrün tükendi
geri dön
ürktü
ki endişe
dünyadandır ve hayal hiçtir
sözü onun
...avda
yine geri dön bu son
yoksa öleceksin gurbette
dedi ses ve işitip ağladı
o koca iskender ki
tuhaf matlar yapardı
mat oldu olağan biçimde

artık anlaşılmıştır günün akşamlılığı
kesin mat yok
iyi oyun vardır sadece
ve satranç aslında dalgınların oyunudur
dalgının ölüm karşısındaki sükûneti
düşmana
ölümün dehşetinden korkuludur

eğilip o oyuncu
uzatsa boynunu buyruğa

taşlar sürüldüğünde
kaleyi buyruksuz düşündü mü kişi
demek ki bütündür sallantıda
demek ki gök de anlaşılmaz bir biçimde ölü
cinayetler de yeryüzüne paramparça dağılmıştır
aşk ve umut dağılmıştır
koygun bir gece gibi günü kaplayan
sevgilinin gözlerindeki zeytin siyahını
o oylum oylum kabarık şiiri
kaplayan
bir şeyse buyruksuzluk
taşlar sürüldüğünde
alıp kişiyi kayalara çarpar buyruksuzluk

çağı binip
cübbesinden gözükara süvariler çıkaran
o beyaz taş oyuncusunu nerde bulmalı
tutup üzengisinden öpüp koklamalı


Mayıs 03, 2008, 01:29:03 ös
Yanıtla #3
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

söyleyelim eBir
ha
in
dir
eSekiz yok
yok ayrı bir düşman falan
genç çeri
ey e hattındaki budala
-Tanrım ne saflık-

bir ara dilim sürçse
de at kıskacını anlatsam
desem ki Ha-
derler ki kemik atıyor
köpek resmine bu adam

anlat
apaçık olanı
gecedir halk
etinin önünde anlam
katledilmiştir

vardın
söylemezler otlar
çok sütun düştü
nice bir taş
ne zamana yetiştin

aykırı sür
çalka
de ki ey at kıskacı kabaran
ateş almış ve ey at kıskacı
diye bağırarak
o oyuncu
oynadığında seni
konuş benimle
sana hizmet danışayım



Mayıs 03, 2008, 01:29:26 ös
Yanıtla #4
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

hüzün
yalındır - dağdan
aparılmış kar topakları gibi

yel ki ince
ipince bir teldir kopmuştur

insan
azar azar kopmuştur

yalnız hüznü vardır kalbi olanın
hüzün öylece orta yerdedir
tuhaf bir yarma yaşanıyordur
çepçevre şeytan kilitleri

sınav


Mayıs 03, 2008, 01:29:50 ös
Yanıtla #5
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

bir oyuna rasgeldim
her taşı yakup hüznü

anlat
bu boşalmış at
hüzündür

yanında
kalfa
çırak
ben bir oyuncu tanıdım
daha
ataktı

gördüm ki çatlıyordu
kara kuzgun

kâbusa beyaz bir su
oyuluyordu

've sabır
olmasaydı
yeryüzünde
birgün
kalınabilir miydi?'



Mayıs 03, 2008, 01:30:21 ös
Yanıtla #6
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

bu hüznün
mesnevisi yazılmadı
gürbüz tarhlar öldü
o ceylanda
birkaç minyatür
mütekeddir
- de bana bu esrime
bu koygun minyatür yalnızlığından
başka nedir - oysa
kocamandır aşk
usanç
hep eksiler alanında
olup biten birşeydir
parçala bu trajik geçiti
o taşı sür ey insan
taşı taş - çünkü saat
sınanan bir süreçtir ve atlar
yanıldıklarında
kaygan
o karangu duvarına çarpıp kuşkunun
düşer ölür atlar

çünkü satrançta
çünkü orada ve burada
her zaman
Öğretidir zaman
aşkın da
katları vardır - kadim
kabarık bir öyküdür alınyazısı

ey aşk
elbet başındasındır belâ kitabının
en çok dilin var
gece ki anlamadı
şu anda
o
ibrahim ve ishak
yargıç yok taşı kim atacak
leyla bilmez mi gerekli olduğunu
diye dögünüp duran
gece ki ey gece
o küllî aynalar
seni ararlar
ıssız bir hat fotoğrafın
dan sana çıktım

oynanan
göstermelik bir sonoyunuydu
aldandın
ağır taşlar verdik
...ve ay seni bulduğunda
yani ki kanıtladığında kendini
ben
müthiş bir başlık atacağım
şiirime
sevgili gecem diye



Mayıs 03, 2008, 01:30:44 ös
Yanıtla #7
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

şebçerağ
söndü mü
diye bir ses

sahi şebçerağ nerde
iskender! iskender!
diye bir ünlem

bu nasıl iskender
aramaz bengisuyu
diye bir hüzün

'hişt! dostlarıma şunu haber ver
denize açıldım
ve gemim parça parça oldu'
diye bir im
denli narindir intikam

intikam içli bir marştır gerçekte
bir ara ses aygıtını yırtarak çıkarılırdı
o şimdi
dışlanmış bir taş olarak
karlı kış gecelerinde
acılı bir genç şairin her geçişte
hüznüne tanık olduğu
metrûk bir kümbet denli müşahhas
aşktır - ve o
ne rahîm bir yürüyüştür gecede

(o yıllar bir ressam tanırdım
gök çizemezdi
yüksek evler yapardı yitik kadın yüzleri - birgün
o kentin
- tarihsel bir kenttir -
o çarşısındaki hazır iskemleli kahvede
onu bir cenini çizerken ağlar gördüm
bütün öğeleri belliydi ama neden gözsüz
ama neden bir kaleden artmış kapı tokmağı gibi

ıssız ve dokunaklı
diye sormadım çünkü ben
ağlayanları severim ve güzeldir ağlamak
denebilir ki -
bir insan ençok ağlarken güzeldir
vakit de akşamdı dışarda kar vardı
kar yüzyıllardır alabildiğine vardı
insanlar doğar konardı konar göçerdi
sonra o bütün resimlerini yırttı -
birden kaybolmuştu
arıyor diye duydum bir şeyi
çağın unutturmak istediği
belki derin bir gök resmini
ye'si biçen o eşsiz kılıncı gürbüz hamleyi)

bu taşı da sürüyorum
koyar gibi o güzel yapının üstüne
ya da komaz gibi taş üstünde taş
(ben daha çok taşlarımı anlıyorum nedir
ve nedir taş -
çakmak taşı satranç taşı
sapan taşı göktaşı)
reddetmek gerekiyor kimi taşları ve şeyleri
sözgelimi sapan taşını
- o göz çıkarır sadece -
ortadaki gökkasabı gökdeleni
tanrısız tecimevlerini caminin hemen önündeki
anacaddedeki aykırı kadın salınışını
yanlış konumunu gülün evlerde bahçelerde
ve hatta parklarını bile bu taş mekânın
reddetmek gerekiyor

çağa çıktığımda
kan - çoğalan bir sûret ve kendini
ta içerlerde bir yerin üşüyor - duymuyorsundur
yinelenir durur - şu sanki ne diye - akşam ki
dönüp nefsini içine tuttuğun yüzündür
senin yüzün - paramparça
bölük pörçüktür
şu kuytu kalabalıkta
şu yalnızlıkta
ivedi ve kirlisarı
dişiliğini kullanıyordur kuşku
lüks oteller gibi kuşku
kuşku

(çağı değiştiğimde
o yüz
diyor yoruldum - aynalar
gösterebilir mi hiç - bana sonumu
nedensiz başladım oyunculuğa
bitireceğim rastlantıyla - oyunumu
dostlarım da
var - intiharlar
her akşam ıslak - yapışkan
saçlarıyla girip odama
paniğimden pay toplarlar)

azaldı
halk içinde yüzdeki ben gibiler
eldeki siğile
çıbana - etin yumuşak bir yerinden sökün eden -
döndü halk ve cüzzam ne gün yürüdü
ve hep bir yaprak değil miyiz ki
bir zaman yarıp çıkmak serüveninde
özdalımızı
topu topu bir mevsimi yaşarız işte
müşa'şa' bir sonbahar figüranıyız
hepimiz de
ve cüzzam ne gün yürüdü sormalı
değilmi ki ebabil
adil
bir infazın adıdır
ve insan
- ne şu ne bu -
iyioyunundan
sorulmayacak mıdır


Mayıs 03, 2008, 01:31:08 ös
Yanıtla #8
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

(kıstak)

her dakika
henüz ölmüş gibi ebûzer
kimsesizsindir
içlemin gamevi ay emek

kesik kesik solur
avcının elagözlü nesnesi
kaybettiğin divit - kırdır
faniliğindir o ağaç ki
zekeriya onda saklıydı

yazı ebediyyen vardır
- ortadaki göçük
içerdeki dehşet
pusudaki bungu
kıyım mahzen kan -
çok kandil kırılmış - sanki geç
herşey için - niçin
ertelenir sanır insan herşeyi
öyle sanır - yeniden han
o ölümsüzlük gibi mutantan
taş - düşmüş
vardır - orada nasılsalar öyle
apaçık
kırıktırlar

dili faldır aşkın ey taş




Mayıs 03, 2008, 05:48:05 ös
Yanıtla #9
  • Skoç Riti Masonu
  • Uzman Uye
  • *
  • İleti: 3734
  • Cinsiyet: Bay

BATAN GÜNEŞ

Beni yalnızlıklara bırakan ellerini
Bir bıçak gibi ışıldayan şiirlerini
Bir kere olsun dinleyemeden sesinden
Bir kere olsun öpemeden doyasıya
Serin bir yaz gecesi,
Güneş girmeyen loş odalarda
Son buldu beraberliğimiz

Ey tozlu yolların mahkûmu,
Karanlık sokakların yılmaz bekçisi
Ey servilerin altındaki
Makberde yatan çiçek
Rahat uyu! yattığın yerde
Büyüyorum ve görüyorum seni:
Bıraktığın Kitapların aydınlığında

Tasalanma! Sen
Güneş ha doğdu
Ha doğacak….

Abdurrahman Nuri Çiçek (İlhami Çiçek’in oğlu)