Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Oddyseus'un Psikanaltik Serüveni  (Okunma sayısı 3233 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 11, 2010, 08:47:50 ös
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Doğa tabanlı tüm inanç ve mitolojilerin belirttiği üzere, başlangıçta söz veya ışık değil, kaos vardı. Yunan mitolojik düşüncesinin eşsiz derleyicisi Hesiodos’un Theogonia’da dile getirdiği gibi, Khaos (Kaos)’tan Nyks (Gece), Erebos (Yeraltı karanlığı) ve Gaia (Yeryüzü), toprak) doğdu . Gaia, Parthenogenesis’le Uranos (Gök) ve Pontos (deniz)’u doğurdu, daha sonra da Uranosla birleşerek -Burada son-lover kavramına  gönderme yapılabilir-. Titan soyunu dünyaya getirdi. Ancak, Uranos çocuklarından hoşlanmadı ve hepsini yeraltına hapsetti. Sonunda; oğullarından biri, Kronos; annesinin verdiği tırpanla babasının hayalarını kesti ve onu yenerek tanrısal tahta oturdu, ancak aynı yazgının kendisini de beklediğini bilerek Rhea’dan doğan tüm çocuklarını yutmaya başladı. Nihayetinde, yine oğullardan biri, Zeus; diğer tanrıların da yardımıyla babasını yendi ve kardeşlerini kurtardı. Pek çok ayrıntı içeren bu mitin sonunda Titanlar savaşının galibi Zeus olur ve baştanrı olarak evreni kardeşleriyle paylaşır.

Bu mitlerde sürekli tekrarlanan bazı noktalar vardır. Oğulun kastrasyon işlemiyle babanın “erk”ini kırarak onun yerine geçmesi, babanın oğul tarafından yerinden edilme korkusuyla çocuklarını yutması veya toprağın bağrına -Gaia’nın, annenin rahmine- hapsetmesi hep aynı hikayenin değişik betimleniş biçimleridir. Erkek çocuğun (Kastrasyon korkusu her iki cinse atfedilse de çözümlenen mitin baba-oğul ve kastrasyon kavramı çerçevesinde ilerlemesi yazıda ağırlıklı olarak erkek çocuğun gelişimini göz önünde tutmamızı gerektirmektedir.) kastrasyon fobisi büyüyüp olgunlaştığı zaman da peşini bırakmaz, kendini  babasından aşağı ve onun yerini alamayacak kadar “erk”ten yoksun görmesinin altında , anneye sahip olma arzusu – La desir de la mere; anneye duyulan arzu, annenin arzusu – ve bu yolda babayla giriştiği sembolik rekabet yatar. Baba; varlığı, imgesi veya Lacan’cı tanımla adıyla –Le nom du pere- daima ondan üstün ve anneye sahiptir. Seksüel açıdan aynı cinsiyetten olmalarına karşın, baba gelişmemiş erkek çocuktan pek tabii ki daha olgun ve gerçek bir phallus imgesine sahiptir, anneyi elde etme yarışında bununla başedemeyeceğini bilen çocuk, babanın karşısında kendi cinsel kimliğinin ve penisinin daha aşağı seviyede olduğunu bilir; baba tarafından hadım edilme korkusu eğer bu olguyu aşamazsa hayat boyu sürecektir. Dolayısıyla, babadan bağımsız olarak ona meydan okumalı ve yerine geçmelidir. Anneye duyulan/Annenin duyduğu arzu –la desir de la mere- ve yasaklayıcı baba imgesi arasında sıkışıp kalan çocuk için duyduğu penis kıskançlığı, babanın onu hadım etmesi korkusuyla dışa vurulur, oysa durum tersidir ve babaya yansıtılan (projection) bu eylemin gerisinde, çocuğun babayı hadım etme ve anneye sahip olma arzusu yatmaktadır. Ancak anneye duyulan bu arzu da imkansız , tatmini mümkün olmayan ve tehlikeli bir durumdur, anne bebeğin ilksel arzu nesnesidir ve çocuk ilk başlarda “anne” ve “kendi” arasında bir ayrım yapmaz fakat anneden kopuş, benlik oluşumu için gereklidir ve ensest yasağı ile judeo-christian aile yapısında görülen “bir evde bir ereksiyon” kuralı, erkek çocuğun bu ayrılığı baskı ve travma yoluyla olsa da bir yerde duyumsamasını sağlar .

Uranos-Kronos ve Zeus mitinde oğul sonunda babanın yerini alır ve tüm diğer kardeşlerini kurtarır , bunun sonucunda tüm tanrılar Kronos –ve sonra Zeus-’un “erk”ini tanırlar . Zeus , burada “babanın adı”ndan kurtulmanın ve özgürleşmenin sembolüdür. Bu noktada mitsel çözümlemeye biraz daha derinlemesine göz atarsak  Zeus; Gaia ve Uranos’la kişileştirilen doğanın arkaik ve kaotik imgesinden  “doğayı insan düzenine benzer bir düzene sokup yönetimi devralan ve kural koyucu olarak kaostan insan denetiminde doğanın şekillendirilmesini esas alan günümüz anlamı ve yapısıyla “medeniyet”in de sembolüdür”. Ayrıca bir teoriye göre bu değişim matri-centeral yapıdan patriyarkal yapıya da geçiştir. İnsanın genel anlamıyla “insanlık” bilincini oluşturması, geliştirmesi ve bu doğrultuda doğanın görece “üstünlüğünü” kırarak kendi kurduğu bilinç yapısı uyarınca bugünkü dar tanımıyla “uygarlık”ı oluşturması bir bakıma pek tabii ki belli bir değişime olanak sağlamıştır ancak pozitif anlamda ilerlemenin ne derece olduğu tartışmaya açıktır. İlk zamanlarda klasik tabirle doğa ve insan arasında insanın sağ kalma mücadelesi verdiği bir üstünlük savaşı olması kabul edilebilir, ancak günümüze uzanan zaman dilimi içerisinde bahsedilen bu galip gelmenin mirasına ve yankılanan etkisine  artık ne derecede ihtiyacımız vardır ve oluşturulan paradigma benzeri bu açıklama bizleri ne derecede engelleyip modern insanın çizdiği yolun önünü tıkamaktadır ? – Bilimsel gelişmenin de böyle göz boyayıcı bir mantığı vardır, üstüste koyulan tuğlalar benzeri atılan her adımın bir “ilerleme” olduğu kabul edilir, ta ki anomaliler ortaya çıkıp yapıyı tam anlamıyla “ilerleme” olacak şekilde “değiştirene” dek. İlerleme daima sabit yapının değişmesi ve genişlemesiyle mümkündür , tersi şekilde “ilerlemenin”ne derece ilerleme olduğu tartışılır-.

Zeus’la babanın adından kurtulduk fakat bu sefer de bu babanın adı altında ezildik belki de, zira hikayenin sonunu hala gerektiği gibi tamamlayamadık... Başlangıçta Khaos ve Gaia vardı dedik.  Uranos – Kronos – Zeus üçlüsü bir yandan “babanın adı”ndan kurtulmanın, bir yandan da daha sonra Odysseia’yla karşılaştırırken göreceğimiz gibi anneye duyulan arzu ve rahme dönüş arzusunu da aşma yönünde bir adımdır. Çok geniş anlamıyla, herşey Kaos ve Gaia’nın bağrından –rahminden- çıkmıştır, insanlık matri-centeral “çocukluk” evresinden, “babanın adı”ve “annenin adı” kavramlarıyla yüzleşerek, benlik algısını geliştirerek çıkmıştır ve bu büyümek , “ben” ve öteki” ayrımıyla “kendilik” kavramını oluşturmak için zorunludur; aksi durum psikotik, ketlenmiş bir ilksel evreden çıkamamaktır. Ancak , büyüyüp yetişkin olan insan kadar olgunluk çağındaki insanoğlu da bu yetişkin haliyle son bir kez daha “anne” ve “baba”yla karşılaşmak zorundadır, tüm mitlerde ortak bir başka figür olan yeraltına -rahime- iniş  -İncelediğimiz Odysseia’da da benzer bir süreç vardır- sahnesi bu metaforu da içinde barındırır. Bu bağlamda, günümüz insanlarının çok çeşitli nedenlerle –ki bir tanesi yukarıda anlatıldığı şekliyle geriye ve etrafa bakmadan sürekli “ilerlemenin” getirdiği bir körlüktür- kaçtığı bu evreyi görmezden gelmek, şu aşamada belki de bizlere matriyarkal-patriyarkal ayrımını değil, rahme geri dönerek yolculuğu tamamlayıp Arkhe’ye ulaşamamış,  ilksel fobiyi aşamayarak “erk”ini kazanamamış insan “oğlu”nun zavallı durumunu sorgulatmalıdır. Ki bu durumu aşmak, sembolik anlatımda geçtiği gibi ancak son bir kez daha yeraltına inmeyi göze almakla  mümkündür .

Teolojik çözümlemeye de yansıdığı şekilde, bu kaçış  Mezopotamya’nın Tiamat’ının öldürülmesinden  –ki tuzlu su/deniz  tanrıçasıdır, yaşamın daha genel evrimsel anlamda  denizde ve mikrokozmik açıdan da rahim içindeki suda başlamasına gönderme yapılabilir-. Son dönemde “bakire anne” – ki apayrı bir tartışma konusu- Meryem’in göğe yükselişinin dogma kabul edilmesine kadar sürer. Dişil taraf ve bununla doğrudan bağlantılı anne imgesinden gittikçe uzaklaşılmaktadır. Bu bakımdan da Babilli Marduk, Yunanlı Zeus, judeo-christian Yahweh-Rab arasında hiç bir fark yoktur, sembollerinin bile aynı olmalarının ötesinde –gök, yıldırım vs.-, “yoktan varetme”  özelliğiyle değil varolan bütünü bölerek kanun ve yasaklarla doğayı olduğu kadar insanı da denetim altına alan baskılayıcı “baba” motifini temsil ederler. (Ortak motif, insanlığın sadece tanrının egemenliğini tanıyacak ve isteklerini yerine getirecek,aksi takdirde de sonuna kadar cezalandırılacak bir şekilde ele alınmasıdır , rahimden çıkış noktasında babanın adı altında ezilmiştir insanoğlu. Odysseus’tan Prometheus’a bu ceza imgesi devam edip gider). Anneyse en uç noktalarda yer alan iki imgeyle betimlenir : ya kötü ve şeytan –Lilith veya Tiamat gibi - veya dişilikten ve cinsellikten mahrum edilen “göksel” bakire anne. Oysa baştaki hikayeden örneklersek, Kronos varlığını Gaia’ya , Zeus’sa yine Gaia ve Rhea’ya borçludur. Sonsuz  yaşam döngüsünü “spiral”sembolüyle imleyerek herşeyip devinim ve değişimden geçtiğini kabul eden arkaik yaklaşımda emir , yasak ve dogmalar yoktur, herşey aslında doğanın görece “kaotik” kanunları ve düzeniyle örtüşmüş, uyum içindedir. Denebilir ki, günümüz insanı yolunu tamamlamak için bu evreye dönmeyi tekrar göze alırsa kazanacağı çok şey vardır.

Odysseia’da Poseidon –aslen deprem tanrısıdır- ve Odysseus çatışması da tanrıların ilk baştaki erk savaşına benzer. Poseidon’un oğlu Polyphemos’un “tek yuvarlak göz”ünün Odysseus tarafından kör edilmesi, temelde Oidipus’un kendi gözlerini dağlaması gibi bir kastrasyondur. Erkek çocuğun sürekli kastrasyon korkusu rüyalarda ve daha kollektif biçimde çeşitli mitolojik hikayelerde karşımıza displacement (yer değiştirme)ile çıkar, bu da bedenin üst kısmındaki “göz”  ile ilişkilidir. “Göz”, “The Gaze” –bakış,nazar-kavramıyla birlikte ele alınması gereken oldukça önemli bir kavramdır. Yeni doğan-infantta göz tam olarak gelişmemiştir, tüm dış dünya bulanıktır zira göz odaklanma yetisini kazanmamıştır. Daha sonra, Lacan’cı tanımla mirror stage’e geldiğinde aynaya “bakan” çocuk, bakışa karşılık veren “kendi” imgesiyle başbaşa kalır, imgenin tamamen görsel odaklı doğası gereğince yanılsamalı da olsa aynadaki görüntüye “kendi” dediği anda “ben” ve “öteki” arasındaki ayrımın farkına vararak “kendisi” olduğunu anlar. İki tane temel “bakış” vardır, annenin ve babanın bakışı. Annenin bakışı, çocuk anneden kopmak istemediği ve annenin bakışında bu bağlamda kendini gördüğü için aşılması gereken bir bakıştır, annenin bakışını “dışta” gördüğü anda sembolik düzleme geçilir ve “babanın bakışı” başlar. “Babanın bakışı” , “babanın adı” gibi yasak koyucu, daima denetleyen ve gözleyendir  big brother’ın omnipresent varlığından İslam’da tanrının niteliklerinden biri olan ve Tanrının her yerde her zaman her şeyi görmesi anlamına gelen  “Başar” sıfatı gibi. Sembolden hareketle, Polyphemos‘un göz kapağı olmayan gözü “gaze” kavramını en iyi şekilde açıklar , gözü çıkarma eylemi babanın sürekli izleyen bakışından kurtulmaktır . Aynı şekilde, cinsel açıdan da tecavüz ve “annenin bakışı” sembolüyle rahim ve rahme geri dönüş (ölüm) arzusunu da aşmadır. Arzu nesnesi –objet petit a- ve yasaklayıcısının –Autre- bir arada gözüktüğü maternal süperego, erkeğin hem rahme geri dönüş ve anneyle yeniden mutlak bütünlük içinde bir olma arzusunu, hem de ölüm arzusunu birarada yaşamasını sağlar ki, erkek bu dönemi aşamazsa, rahme geri dönüş fantazisini hep cinsel ilişkide arayacaktır, bu da “vagina dentata” imgesini doğurur. Vagina dentata, penisi rahimden dışarı bırakmaz, dişleriyle penis imgesini –benliği- keserek hapseder.

Hikayede Odysseus; hem annenin hem de babanın bakışından kurtulur ve tüm serüven boyunca da bunun cezasını çeker. Özgürleşerek “kendi” ve “birey” olma , “tanrının” boyunduruğundan kurtulma itkisiyle özünde tıpkı Prometheus’unki gibi cezalandırılması gereken bir başkaldırıdır, kaldı ki insanın insan olması için atılmış önemli bir adımdır da .         

Hikaye Sirenler , Kirke ve Kalypso gibi içsel dişi imgelerle (içteki dişil-öteki)karşılaşma  nihayetinde sembolik ölüm –yeraltına  rahme iniş –  anne babayla burada tekrar karşılaşarak çatışmayı bitirerek aşma  ve kendi kendisinin efendisi olduğu “eve dönme”yle tamamlanır.  “Görmek” ve “göz”, Siren motifiyle ele alınan bölümde “duymak” ve “kulak”a evrilir, bakış başka yere çevrilse ve “görüş” gerçekleşmese bile çağrı her yerden duyulur ve “duyan” da buna kayıtsız değildir aslında. Burada Odysseus’un bu erotik çağrıya –ve içsel arzuya- kulaklarını balmumuyla tıkayarak değil de açıkça, içsel arzusunun farkında olarak ve çağrının çekiciliğini bilip tanıyarak karşı koyması –varlığını kabul etmesi- anlamlıdır (Gene de geminin direğine bağlatmıştır kendini).

Modern bireyin , kollektif bilinçaltının aktif yansıması olan mitolojiden kendini tanıma ve içgörü kazanma ihtiyacını karşılamak adına alabileceği pek çok öğe vardır, kendini olduğu kadar çevresini ve etkileşim içindeki tüm zihinsel ve evrensel yapıyı da bu yolla kavramaya çalışması, arayışı içinde olduğu çözümleri bulmasını kolaylaştıracaktır .


A L I N T I
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 12, 2010, 05:59:15 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


İnsanoğlunun farkındalığının dışında herdaim yaşadığı acelesinin sebebi bu olsa gerek...

Ölümden çaldığı zamanı biran önce tüketerek,geldiği mekana kendini hissetmeye başladığı ana rahmine geri dönme isteği...

Ölüyü gömme geleneği de bu anlayışı farkeden panteon kadimlerin bir ritüeli olarak benimsenmiş olabilir mi acaba...Lady Gaia'dan geldik,"O"na iade edilmeliyiz.

Bu açıdan bakılınca,Meryem ile Toprak Ana sembolize edilmiş olabilir mi?Bakire Ana dan doğan beşer...Ne diyor tüm teist dinler...Topraktan geldik...

Paganlığı ve Panteizmi lanetleyen teist dinler,esinlendikleri misterlerimi lanetlemişler yoksa...Olabilir mi?...

Biraz tefekkür...

Ben"O"yum,"O"ben değil...


Eylül 13, 2010, 09:34:10 öö
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay


Cezalandırılması gereken bir başkaldırı...

İnsanı birey yapan değişimin,daha doğrusu bireysel devrimin ilk adımı...

Bilincimizi çevereleyen ve muhtemelen başkaları tarafından oluşturulmuş sınırları parçalayarak, özgürleşme arzusunun inanca dönüştürülmesi...

Cezaya dönüşen vefanın yükünden arınarak,vicdanı küllü akla ikame etmek...

Özgürlüğü hakkettiğimizi kabul edebilmenin öncül şartlarından olsa gerek.

Ben"O"yum,"O"ben değil...


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
5 Yanıt
5954 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 20, 2010, 05:54:33 ös
Gönderen: sistemci74