Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Din ve Bilim Ayetlerinde İnsan Muamması  (Okunma sayısı 4380 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 22, 2009, 11:59:03 öö
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 386

İnsanın kökleriyle ilgili sırlar günümüz karşıt iki düşüncesine göre hala bir muammadır.Gerek Bilim dünyası gerekse din otoriteleri çizgilerinden asla vazgeçmemektedirler.

Gerek Bilim cephesinden öne sürülen düşünceler gerekse din cephesinden insanoğlunun geçmişine yönelik öbe sürülen düşünceler bu kavganın dünya döndükçe süreceğinin göstergesidir.Sebebi ise iki karşıt düşüncenin de doğruyu göstermediğidir. İki yanlıştan bir doğru çıkmaz.

Bilim dalı olarak arkeoloji’nin kökeni 200 yıl öncesine dayanır. Elde edilen bilgiler ağırlıklı olarak dinsel anlatımlar doğrultusunda bir köken yaratmak ve insanlığa bilimsel bir görünüş kazandırılmak istenmiştir.

Gerek insanın kökeniyle ilgili dinsel anlatımlar, gerekse kurumsal sistemle yönetilen bilim mekanizmalarının, insanın kökleriyle ilgili anlatımlarında hiç bir fark bulunmaz. İki karşıt düşünce derinlikli okunursa aslında aynı anlatım olduğu açıkça ortaya çıkar. Bir görüş aynı tarihsel sürece farklı bir başlangıç diğer karşıtı ise aynı tarihsel sürece farklı bir başlangıç koyar. İki düşüncenin de ortak noktası, tüm yaşamın “dünya üzerinde” oluştuğu, dünya dışı tüm olguların şiddetle karşı çıkıldığı ve bunu dile getirenlerin gerek din, gerekse bilim mekanizmalarında aforoz edildiği gerçeğidir.

Semavi dinlerde İnsanın yaşı ;

Yahudilere Göre __________________________________________________ ________
Olaylar.(DünYa Tarihi)……..Ussher’e göre tarih…….Hales’e göre Tarih
__________________________________________________ _______
Yaratılış……………………………….4004… ……………………..5411
Nuh’un doğumu……………………..2948…………………………3755
Tufan…………………………………..2348…………………………3155
İbrahimin doğumu…………………..1996…………………………2153
Yakup’un doğumu…………………..1836………………………….1993
Yusuf Köle olarak satılması………1728………………………….1885
Yusufun vezirliği……………………1715………………………….1872
Yusuf’un ölümü……………………..1635………………………….1792

Görüldüğü üzere yaratılış teorisi hiçbir bulgu ile uyuşmadığından doğrudan üstünü çizebilirz. İbrahimi dinlerde insanın yaşı max.5500 yıllıktır.

Yaratılış ve insanın yaşı ile müslüman dünyasında dolanan hadislere bakarsak ;

Peygamberimiz “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim.” buyuruyor. Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek.” buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün 6000 - 7500 yıl arasında olduğu ortaya çıkar. Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise bu açıkça ortaya konmuştur: “Adem’den kıyamete kadar insanlığın ömrü yedi bin senedir.” Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır. Muhbir-i Sadık olan Peygamberimizin (s.a.v.) ahirzamanla ilgili verdiği haberler bir bir çıkmaktadır.(1)


Bilimsel disiplinlerde her hangi bir bulgunun akademik düzeyde kabul edilebilmesi için, oldukça uzun sürelerin geçmesi gerekmektedir. Kanıtınız somut olsa dahi, bilim otoritelerinin süzgecinden geçmeyen hiçbir somut bilgi, bilimsel olarak adlandırılmaz.

Bilim çevrelerinde süzgeçten en ağır şekilde geçen bulgulardan bir tanesi de Amerika kıtasıdır. Diğerleri ise Hindistan, Çin ve Türk kalıntılarıdır. Özellikle görünmek istenmez.

Eski dünyadan Amerika kıtasına ilk seferler X. yy’ da kuzey Avrupalı denizciler tarafından yapıldığı şüphe götürmez bir gerçekliktir. Bu seferlerin gönüllü lideri ise İrlandalı rahip Brendanın üstlendiği de genel ve kabul görmüş teoriler arasında yerini alır. Amerika yerlilerinin kültürlerinde iz bırakmayan bu seferler kuzeydoğu da dar bir bölge ile sınırlıdır. Fakat kuşkucu ve bağımsız bilim adamları bunun ilk tanışıklık olduğu konusunda emin değillerdir. Çünkü orta Amerika’da elde edilen arkeolojik kalıntılar, bağımsız düşünenler için kafa karıştırıcı bir dizi sorunlarını da beraberinde getirmiştir.

Konuyla ilgili G.Messadie, Orta Amerika kültüründe Yoğun Afrika izleri taşıyan, “La Venta” kültüründeki “Olmek Heykelleri” üzerinden ve Okyanusya yerlileriyle orta Amerika yerlilerinin kültürleri arasındaki benzerlikten yola çıkarak bölgenin Okyanusya Afrika’dan insanların ziyaretine uğramış olduğunu muhteşem eserinde ortaya koyarak mevcut ortodoksin bilimin tüm tezlerini kumdan kale gibi yıkar.

Aynı şekilde, 1976 yılında, Venezüella’da yüzlerce Roma parası bulunmuştur. Bu paraların en yakın tarihlisi İ.S.IV yüzyılına kadar gitmektedir. Meksika ve Veracruz eyaletindeki bir mezarda Romalılara ait Venüs h

Bu ve bir dizi bulgular insanlık tarihi için kronoloji hazırlayan bilim dünyası için ciddi rahatsızlıklar ortaya çıkarmıştır.

Bu gelişmelerin ışında Bağımsız kuşkucu bilim, ortodoksin kurumsal üniversitelerin insanlık tarihi anlatımlarını reddederek saf gerçeği aramaya koyulmuşlardır.

Olmek , Maya , Toltek ve İnkaların topraklarında mevcut bilimin insanoğluna dayattığı tarihten daha önce karşılaşma yaşanmış mıdır?

Varsayımlar doğrultusunda, “Roma paraları” ve “Venüs heykelinin” sürekli yağmalama yapan deniz korsanlarının yaptığı düşünülebilir. Bu ilk bakışta ortodoksin bilim dünyası taraftarlarınca oldukça rahatlatıcı bir söylem olarak karşılanır. Fakat kazı çalışmalarıyla ilgili detaylı bilgi alındığı zaman ortaya çıkan manzara, Roma heykel başının 12.yy ait bir “Aztek” mezarında bulunmuş olmasıdır.
Konuyla ilgili varsayımlarımızı masaya koyarsak;

Yine bir korsanın bunu getirdiğini ve saklamak için bu mezarı seçtiğini ve oradan çıkaracak fırsatı olmadığını düşünelim.

Oldukça zorlama olan bu düşünce ile mevcut tarih ahlayışını bozmadan bu olayı açıklayabiliriz. Fakat diğer bulgularla yan yana koyunca bu açıklama bilimsel kuşkuculuğa şüphe düşürerek, bilimin mevcut düzeni korumak için kullanılan bir araç olduğu ortaya çıkar.

Neden mi?

Bulunan kalıntılar sadece Roma heykeli değildir. İ.Ö. 12 yy kalma bakır Çin paralarını bilimin saklayabilme şansı yoktur, çünkü kamuoyu tarafından kazı çalışmalarının sonuçları bilinmektedir. Fatihlerin orta ve güney Amerika’yı yağmaladıkları dönemde Avrupalıların Çin kültürü ile temasları oldukça tazedir. Çin imparatorluğu oldukça güçlü olup paralarını batılı sömürgecilere kaptıracak zayıflıkta olduğunu söylemek oldukça basit bir söylemdir. Böyle bir hırsızlığa göz yumsak bile bu paraların okyanusun diğer tarafında Kolombiya taşınmasını ve orada gizlice gömülmesini, mantık sınırları içinde kimse açıklayamaz.

Yenidünyadaki bu arkeolojik sorunlar sadece İ.Ö. 1200 dolaylarıyla sınırlı kalmaz, Kıtanın “asıl sorunu” insanlığın bu kıtadaki ilk çıkışında yatar.

Bilim dünyası bu kıtadaki ilk insan varlığını İ.Ö 12.000 dolaylarında, buzul çağı bitiminde düşünür. Bu büyük ve uzun bir göçe bağlı bir teoridir. Asyalı Mongoloid ırk, bering boğazını geçerek Amerika’ya ulaşmış, kıta sahasına ulaştığı zaman ayrı kollara dağılarak içlere doğru ilerlemiştir.

Amerika kıtasındaki insanoğlunun varlığına ilişkin teori, bağımsız kuşkucu bilim adamlarınca oldukça komik ve alt yapısı olmayan, tamamen bir masalın, bilim yuvaları denen üniversiteler tarafından insanlığa empoze edildiği bir yaklaşımdan öteye geçemez.

Bu teorinin doğruluğunu kabul etsek bile; göçlerin kuzeyden güneye doğru yavaş bir seyir izlediğini dikkate alarak, ilk yerleşim birimlerinin Amerika’nın kuzeyinde başlaması ve bin yıllar içerisinde ilkin Meksika ardındansa “And dağları” dolaylarına indiğini düşünmek, teorinin kendi içerisinde doğruluğu açısından şüphe göstermeyecek yaklaşımdır.

Bu yaklaşım içerisinde bilgi birikimi ilkin kuzeyde kalmalı ve oradan dağılım göstermelidir. Meksika, Peru, Bolivya’ya gidenler bu yarışta mantık olarak evrim süreci içerisinde geri kalmak zorundadır.

Fakat elde edilen tüm bulgular, gerek arkeolojik olarak gerekse antropolojik olarak Bering geçişiyle ilgili tüm Evrimci yaklaşımları yanlışlar.

Amerika’ya ilk vardıklarında bile bizon ve ayı avlayan, çadırlarda yaşayan topluluklar, topraklarını güneye inenlerden daha önce seçmelerine karşın mevsimsel göçebelik ilkesine göre yaşamakta iken MEKSİKA platosuna inenlerin görkemli taş yapılar yapması, basitte olsa tarıma dayalı kendi ekonomilerini, şaşırtıcı hassaslıkta kendi takvimlerini ve bugün dahi kullanılan 60’lı sayı sistemini bulmalarını, bilim dünyasının bugün yeni ulaştığı astronomi bilgisini bırakın, her hangi bir bilim adamı açıklama getirebilsin, kuzeyli akrabalarına fark atmışlardır.

Süreç içerisinde görkemli taş yapılar yapan, sayı ve matematiği kullanan sıfırı bilen, modern bilimin bugün yeni ulaştığı astroloji bilgisine sahip bu insanlar için, ortodoksin bilim evrim süreci bozulmasın diye tekerleği bulamamışlardı gibi, oldukça komik eleştiriler getirir.

Bu gelişmeler ışığında Bering Göçünü savunabilmek için ortadoksin bilimin elinde bir tek dayanak kalır.

Bu savunma ise; Kızılderililerle Asyalılar arasındaki, etnik ve kültürel benzerliktir.Bering göçünün artık tek savunma noktası Kızılderililer ve Asyalılar arasındaki “ŞAMAN” benzerliğidir.

Arkeoloji ve Antropoloji cephesinde bu tezi çürütecek bulgular 20 yy. sonlarında ortodoksin bilim tarafından artık saklanamayacak düzeyde artmıştır.

İlk önce Niede Guidon ve Georgette Delibrias’ın 1986 yılında brezilyada yaptıkları araştırmalar ile Ortodoksin Teori sallanmaya başlamıştır.2 araştırmacının bulgularına göre Amerika kıtasında insanın yaşı 35.000 yılı öncesine kadar gitmektedir.

Bilim rahiplerince yönetilen, üniversite oligarşisi başlangıçta bu tezlere oldukça sert tepki vermiştir. Ne vardi yapılan Karbon–14 testleri tezleri doğrulayınca oligarşik bilimin söyleyecek fazla bir şeyi kalmamıştır.

Ardından kıtada yapılan araştırmalarda Amerika’da insan varlığını 70.000 yıl önceye, Wisconsin buzul dönemine dayandıran sonuçlar ortaya çıkmıştır.

Cro-Magnan adamın yaşının 35.000 yıl olduğuna göre, Wiskonsinde 70.000 yıl önce yaşayan bu insan ırkı kimdir. ?

Wiskonsin kalıntıları ile Bering “ Göçü teorisi “ kumdan kale gibi yıkılmıştır.

Bir Neanderthal göçü gibi radikal bir yaklaşım düşünülebilir miydi?

Eğer, Bering geçişini doğru saysak bile; Beringten gelen Asyalılar Kuzey Amerika yerlilerini oluşturuyorsa, Orta ve Güneyde yaşayan kimlerdir. ?

Daha bundan 10 yıl öncesine kadar And dağlarındaki inka varlığının köklerini İ.Ö 1200 dolaylarına rastladığı söylenen “Chavin de Huantar “ kültürüyle başlatılıyordu.

Fakat İnka inanışlarında İ.Ö 3000 yılları söylemleri, teorinin bozulacağını düşünen bilim ortodoksini tarafından her zamanki gibi MİT-oloji olarak hasıraltı edilmiştir.

Tüm bu insanoğlundan saklanan ve hasır altı edilen bilgiler karşısında, 2001 yılında Ruth Shady ‘nin Caralda ortaya çıkardığı Görkemli Kent, İknaların iddialarını doğrulamaktadır. Benzeri biçimde, “La Venta kültüründe” , La Venta’da bulunan Afrika izleri; aslan ve fil kabartmaları, telaşa kapılan Bilim Adamları tarafından Gözlerden kaçırılmaya çalışılsa da Bağımsız Bilim adamlarının kayıtlarına çoktan girmiştir.

Mevcut ordodoksin düşünce yapısının sıkı savunucusu, ateistlerin elinden düşürmediği; Gordon Childe’ın “İnsan Kendini Yaratır“ kitabına bir göz atmakta fayda var.

“Ona göre uygarlığın gelişiminde yaygın olarak kullanılan “neolitik uygarlık söylemi” yanlış olduğu, insanlık tarihi boyunca elde edilen kazanımların çok yavaş ilerlemeler sonucunda ortaya çıktığını, ancak bu sürecin neolitik devrim sonrasında hızlandığını söyler.

İ.Ö 6.000–3.000 yılları arasında insan ata ve yele gem vurmasını öğrenmiş, sabanı, tekerleği, kayığı bulmuştur. Maden filizlerini keşfetmiş, güneş takvimi oluşturmuştur. Kentsel yaşamın tüm bu özellikleri Galileo’ya dek hiçbir zaman bu denli hızlı olmamıştır.”

Bu yaklaşımlar ve anlatılar, eski dünyaya dair bir portredir, yenidünyaya ait bir portre ortada bulunmaz. Childe’ın bu yaklaşımı oldukça tipik bir söylemdir.

Orta Amerika kıtasına baktığımız zaman Childe’ın yaklaşımlarıyla ilgili hiçbir paralellik bulunmaz. Olmekler ve Mayalar saban kullanmamışlardır. Madencilikle ilgili olarak hiçbir ize rastlanmaz, atın evcilleştirilmesi bir yana izi bile bulunmaz. Tekerlek icat edilmemiş, yelkenli tekne yapılmamıştır.

Tüm bu bulgulara rağmen Childe’ın Yakındoğu için sıraladığı yaklaşım ve gelişim dizisinde son evre yazı, sayı ve ölçü birimleridir. Childe’ın bu ortodoksin bilim anlayışı Amerika kıtası ile kesinlikle uyuşmamaktadır.

Eğer, Ortodoksin Bilim doğru ise; 3000 yıllık bir süreç içerisinde oluşan bilgi birimi sonucunda sayı ve ölçü sistemi için gerekli ise ve daha sonrasında Galileo’ya kadar yavaş bir seyir izlediyse Orta Amerika Halklarına gelişim için oldukça avans verilmesi gerekmektedir.

Fakat Ortodoksin

(Üniversite Bilimi)

, teorilerini değiştirmemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Durum böyleyken Amerika Kıtasında ilk insanın varlığı Cro-Magnan öncesi varlığının tespiti , Ortodoksin bilim için tahammül edilemez bilgi demekti.

Ortodoksin Bilim Yuvalarında Çok merkezli Darwin Teorisine , Bilim adamlarımız sıkı sıkıya sarılmışken tüm bu bulgular sonucunda karmaşıklık yaşanırken,

Ocak 1987 de Allan Wilson ve Kalifornia Üniv. , Berkeley’den Meslektaşı “Rebecca Cann” ve “Mark Stoneking” , NATURE dergisinde “Mitokondriyal DNA ve İnsanın evrimi” isimli bir makale yayımlarlar.

Bu biyokimyacılara göre insanın yaşı 200.000 bin yıl önce Afrika’da yaşamış bir dişi bireye kadar izlenir. Bu yaklaşım Eski Ahit’e bir gönderme olarak bilim dünyasında “Mitekondriyal Havva” olarak adlandırılan yeni bir teorinin çekirdeğini oluşturur.

Yalnızca anatomik anlamda değil, davranışsal olaraktan insanın geçmişini izlemeye çalışır. Çok merkezli teoriye karşın insanın yaşını daha geriye attığı için üstün duruma geçer. Çok merkezli teori; farklı coğrafi bölgelerde aynı zamanda evrimi savunan teori arkeolojik bulgular ile artık çökmüştür. Çok merkezli Teoride insanın yaşı 35.000, tek merkezli havada 196.000 bil yıla çıkarılmıştır.

Dinler karşısında 1987 yılına kadar kesin doğru olarak insanoğluna servis edilen “Darwin Teorisi” artık yoktur. Onun yerine “Havva Teorisi” gelmiştir.

Fakat gerek “Darwin Teorisinin” gerekse “Havva Teorisinin” çok önemli handikabı vardır ki, Oda Amerika’dır. Çok merkezli evrim teorisi, yani dünyanın farklı bölgelerinde eş zamanlı ya da birbirine yakın zamanlarda gerçekleşen bir evrimi savunan yaklaşım bulunan tüm bulgular ışığında geçerliliğini yitirmiştir. Çok merkezli evrim teorisinin çökmesiyle, yerine ikame ettirilen “mtaDNA”, çok merkezliye göre daha sağlam temellidir fakat;

Hepimizin ortak atası Afrikalı Havva’nın varlığı söz konudur. Fakat havanın çocuklarının dünyaya dağılışındaki farklı görüşler, Asya ile Avrupa kıtasına bağlantı kuramaz. Olası göç yolları üzerinde sadece fikir yürütür ve Amerika hep dışta kalır ki, taki Bering’e gelene kadar.

Bu teori aynı zamanda, bugünkü insanın belirleyici kabul edilen özelliklerini, yani kas ve iskelet yapısını dikkate almaktan öteye geçemez. Dolayısıyla farklı ırkların ortaya çıkışını asla açıklayamaz. Yapılan tüm yorumlamalar bilimsellikten uzak nesnel fikirlerdir.

DNA sarmalının çabuk bozulabilir olması ve geriye doğru gidildikçe elle tutulur bilgilere ulaşmanın zorluğu , “Neanderthal” ve “Cro-Magnon”’un ortaya çıkışından sonra bile dünya kaç kez doğal afetlerle karşılaşmıştır. Durum böyleyken DNA sarmalına dayanarak insanı geriye doğru izlemek sadece din kitaplarındaki hikâyelerden öteye gidemez.

Bunca değişik farklı insan ırkının hangi evrim koşulları altında farklılaştığı konusunda yanıt vermek bu düşünce savunucularının pek işine gelmez. Aynı zamanda bu ortak ataların dünya üzerine dağılmalarını antropoloji cephesiyle incelerken La Venta’da Olmek başları, Chichen Itza’da fil ve aslan kabartmaları, orta ve güneydeki roma heykelleri kolombiyadaki çin paraları ve insan türüne ait forillerin 70.000 yıl önceye dayanması pastanın üstüne krema olur.

Temel antropolojik teoriye göre Amerika kıtalarına son buzul çağının bitimine doğru İ.Ö 12.000 dolaylarında Bering boğazı aracılığı ile Asyadan göçler olmuştur. Bu teori amerikanın değişik bölgelerindeki yerliler ile Asyalıların etnik akrabalıklarını açıklamada yardımcı olur.

Fakat?

Afrikalı ve Avrupalıların Meksika’ya bir biçimde göç etmesi Bering teorisi dışında bırakılır. Ve hiçbir açıklama getirilemez. Konuyla ilgili olarak Ortodoks arkeoloji bu varlığı ya görmezden gelir yada yaşlılıktan unutkanlığı üzerindedir ve unutur.

Bu bilgiler ışığında ortodoksin bilim, kendince bilimsel bir yöntem keşfeder ve orta amerikadaki Afrikalı izlerini taşıyan bu hayvanları müzenin deposuna kaldırdı.

Olmek Muamması mevcut düzenin ve gerek dinler gerekse ortodoksin beyni uyuşuk bilimin önünde demoklesin kılıcı gibi durmaktaydı ve en kötüsü de bu uygarlığın gelişim evresini tespit edemiyorlardı.

Elle tutulur bilgi üretemeyen bilim ordodoksini, maya ve aztek ‘lilere ait bilgileri çözümledikçe engin astronomi bilgilerinin ve ve takvim bilgilerinin olmek kaynaklı olduğuna ilişkin veriler arttıkça muamma dahada güçlenmektedir. Arkeolog M.Stirling tarafından bulunan Mayalara ait hesaplama cetvelinin atasının olmeklar olduğu ortaya çıkmıştır.

Orta Amerika’da bilinen en eski uygarlık La venta kültürüne aittir. Efsanevi Olmeklerle iç içe düşünülen bu kültür, bilinmeyen şekilde ortaya çıkar ve bilinmeyen şekilde birden kaybolur. Meksika uygarlığının ana damarıdır. Bu insanların oluşturduğu kültür, doğu Asyalılar ve Afrikalı izler taşıdığı yavaş yavaş su yüzüne çıkmaktadır.

Amerika kıtasındaki sorunlar asla bitmez ve bilim hikâye anlatımından başka bir şey yapmaz.

Bering geçişini doğru saysak bileki, Sapiens’in evrim sürecinden önce Amerika’da insan fosilleri bulunmuştur,

Beringten gelen Asyalılar kuzeyli kabilelerin atalarıysa, orta ve güneyin ataları kimlerdir?

Amerika kıtasındaki Afrikalı ve Avrupalı izlerini kim nasıl açıklar, ?

Her iki Sapien’in Evrim teorisi de Amerika kıtasındaki insan varlığını açıklayamaz.

İ.Ö dördüncü bin yılda küçük bir Afrikalı grubun bilinmeyen bir yolu izleyerek orta Amerika’ya ulaşması nasıldır?

Bu denli erken bir zamanda Hint okyanusunu hele ki pasifiği denizcilik bilgisi ve gemisi olmadan aşmak mümkün müdür?

Bilim çevreleri tarafından doğruluğu kesin olarak tartışma dahi götüremez olarak lanse edilen mtaDNA yaklaşımı insana ait genlerin deşifre olmasıyla geçerliliği tümden kaybolmuştur.

İnsanın genetik yapısıyla ilgili sırların deşifre olmasıyla birlikte oldukça şaşırtıcı açıklamalar geldi.Bu açıklamalar doğrultusunda sapiensle ilgili marifetlerin bir grup bakteriye ait olduğu üzerine karar kılındı.

Dünya üzerindeki en muhteşem varlık insana ait gen yapısının sanıldığı gibi 100.000-140.000 arasında olmayıp yalnızca 30.000 dolayında olması kısaca bir solucandan yüzde elli fazla gene sahip olması farklı çevrelerde hayal kırıklığı yarattı.

Bu muhteşem varlığa ait genetik yapı hiçte mükemmel olmadığı şempanzeye yakınlığımızın yüzde 95 değil, yüzde 99 dolayında olduğu , fareye yakınlığı ise yüzde 70 yakınlığı olduğu insan geni , diğer omurgalılar ve omurgasızlar , bitkiler,bakteriler , dünya üzerinde yaşayan diğer varlıklarla fonksiyonel olarak farklı olmadığı ortaya çıktı.

Bu sonuçları herkes kendi trübününden değerlendirirken, gerek yaratılışcılar gerekse Darvinciler açısından duymaya tahammül edemedikleri sorularda artık su yüzüne çıkmaya başlamış oldu.

Bilim adamlarının ısrarla cevaplamaktan kaçındığı sorular ,

Eğer yaşam bir dizi kendiliğinden kimyasal tepkime yoluyla başlamış ise neden yaşamın çoklu değilde tek bir kaynağı var. ?

Dünya ilksel bir denizse niye tek genetik kod. ?

Bilim adamları genle ilgili sırları deşifre etmesiyle birlikte kendilerini oldukça zor bir puzzle içinde buldular.Science dergisinde “ Kafa karıştırıcı Buluş “ olarak adlandırılan bu puzzle ;

İnsanın genetik yapısında olan 223 genin , genetik evrim ağacında bulunması gereken evrimsel öncelleri yoktu ?

İnsan nereden geldiği belli olmayan bu genleri nereden ve kimden almıştı ?

Bakteriden omurgasıza , arkasından omurgalılara ve modern insana kadar uzanan evrimsel gelişmelerde , bu 223 gen omurgasız aşamada hiçbir biçimde yoktu.

Bilim adamları evrim süreci içerinde olmayan bu modern insana ait 223 genle ilgili olarak “ Muhtemelen bir bakteriden yatay olarak tranfer “ şeklinde bir açıklama ileri sürdüler.
Bir başka deyişle evrim sürecinde modern insan bu 223 geni aşamalı bir evrimle değil hayat ağacından dikey değil , bir bakteriden yatay olarak aldılar.

İlk bakışta bu 223 gen önemsiz görülebilir.fakat tek bir gen canlılara araında büyük farklılıklar yaratmaktadır.İnsan genomu 3 milyar dolayında nükleotidden (dünyadaki yaşamı sağlayan dört nükleik asitin baş harfleri olan A-C-T-G harfleri) oluşmuştur.
Bunların, yüzde birden biraz daha fazlası, fonksiyonel genler olarak gruplanmıştır (her gen, binlerce “harften” oluşur.) Bir insanla bir diğer insan arasındaki fark, DNA “alfabe”sindeki binlerce “harften” yalnız birisi kadardır.

İnsanla şempanze arasındaki farksa, genetik benzeşmeye göre yüzde 1 dolayındadır ve 30.000 genin yüzde biri, 300 eder.

Dahası, yalnızca DNA’nın mitokondri bölümünden kaynaklanan bazı çok önemli nörolojik enzimlerden de bu genler sorumluydular: “Havva DNA’sı”, yani insanların yalnızca anne kanalıyla aldıkları ve geriye doğru bir tek “Havva”ya dek dayanan miras. Yalnızca bu bulgu bile, şu bakteri transferi tezini şüpheyle bakılacak hale getiriyordu.
Bilim adamlarının üstü kapalı ve insanı insan yapan bu çok önemli genleri yatay bir taransferle bir bakteriden aldığını söylemesinden sonra ;

Steven Scherer , (Baylor Tıp fakültesindeki insan genomu sıralama direktörü ) NATURE dergisine verdiği demeçte ;

Yatay olarak transfer edildiğini ve kaynağının bakteriler olduğunu söyleyen biz değiliz dediği röportajında ,

Ayrıntılı bir araştırmayı yöneten Public Consortium ekibi 113 genin (bu 223 gen içinden) omurgasızlarda bile görünmemekle birlikte bakterilerde çok yaygın olduğunu buldu. Bu muamma genlerin açığa çıkardığı proteinlerin analizi gösterdi ki, saptanabilen 35 taneden yalnızca 10 kadarı omurgalılarda (balıktan ineğe dek yayılan geniş bir yelpazede) görülebiliyordu. Bu 35′in 25 tanesiyse, yalnızca insana özgüydü. “Transferin bakteriden mi insana, insandan mı bakteriye doğru olduğu çok açık değil” diyor.

Washington Üniversitesi‘nin Genom Sıralama Merkezi’nin yardımcı direktörü Robert Waterson, Science dergisine yaptığı açıklamada ;

İyi ama, eğer insan bu genleri bakteriye verdiyse, o bunları nereden aldı?


Ocak 22, 2009, 07:56:27 ös
Yanıtla #1
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 562
  • Cinsiyet: Bay

Paylaşımınız değerli gözüküyor sayın degas, sanırım yazdırıp okuyacağım zira baş ağrısı yapıyor uzun süre PC başında bir şey okumak. Ama şimdiden teşekkürler, emeğiniz için.
Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo


Ocak 22, 2009, 09:48:02 ös
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 386

Paylaşımınız değerli gözüküyor sayın degas, sanırım yazdırıp okuyacağım zira baş ağrısı yapıyor uzun süre PC başında bir şey okumak. Ama şimdiden teşekkürler, emeğiniz için.

  Rica ederim ; bir çok siteden kaldırılmış bir yazım.Gerek teistler gerekse ateistlerin canını çok sıkan cevap dahi veremedikleri bir yazı.

  degas.


Aralık 10, 2009, 10:23:30 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 269
  • Cinsiyet: Bay

Faydalı bir paylaşım, teşekkürler :)
Çöl Bilgesi


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
7392 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 25, 2013, 05:35:53 ös
Gönderen: independent
2 Yanıt
3857 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2009, 03:19:08 ös
Gönderen: Makbenah
0 Yanıt
2432 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 12, 2007, 04:04:42 ös
Gönderen: MASON
2 Yanıt
3065 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 03, 2011, 12:01:46 öö
Gönderen: shakespeare
32 Yanıt
18311 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 09, 2012, 01:29:34 ös
Gönderen: peacewings
19 Yanıt
12025 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 17, 2014, 11:06:35 ös
Gönderen: yihaak
7 Yanıt
4760 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 04, 2012, 08:45:28 ös
Gönderen: NOSAM33
1 Yanıt
3165 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 06, 2012, 06:06:06 ös
Gönderen: asimov
14 Yanıt
9867 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 02, 2015, 01:30:34 öö
Gönderen: Kajmeran
4 Yanıt
4234 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 30, 2015, 07:21:08 ös
Gönderen: propulsion