Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: LUViLER KİMDİR?  (Okunma sayısı 9157 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ekim 28, 2017, 01:22:28 öö

AKDENİZ ARKEOLOJİSİNİN EN BÜYÜK BULMACASI GERÇEKTEN ÇÖZÜLDÜ MÜ?
Afyonkarahisar’da bulunan 3.200 yıllık Luvi dilindeki yazıtın, Akdeniz Arkeolojisinin en büyük sırlarından biri olan Karanlık Çağlara ışık tuttuğu ve Deniz Kavimleri olarak bilinen, antik Mısır belgelerinde “gizemli deniz insanları” olarak bahsi geçen denizden gelen yağmacıların sırrını çözdüğü iddia ediliyor.

 
Yaklaşık bir haftadır basında Afyonkarahisar´da bulunan Luvi dilinde yazılmış 3 bin 200 yıllık yazıtın sırrı çözüldüğüne dair birçok haber yer aldı. Habere göre, İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 2012 yılındaki ölümünün ardından Mellaart’ın evinde oğlu tarafından bulunan bir yazıta ait kopya İsviçreli ve Hollandalı arkeologlardan oluşan bir ekip tarafından yeniden incelenmiş ve yazıt deşifre edilmişti. Elde edilen bulguların gelecek Aralık ayında bilimsel bir arkeoloji dergisinde ve bir kitapta yayımlanacağı duyurulmuştu.
 
 
Habere göre, Afyonkarahisar’ın 34 km kuzeyindeki Beyköy köyünde 1878 yılında bulunan kireçtaşından yapılmış yazıt, köylüler taşı bir caminin temelinde inşaat malzemesi olarak kullanmak için götürmeden hemen önce Fransız arkeolog George Perrot tarafından kopyalanmıştı. Tunç Çağından kalan en uzun hiyeroglif olduğu öne sürülen yazıtın dünyada yalnızca birkaç kişi tarafından okunabilen Luvi dilinde yazıldığı belirtiliyor. Yazıta ait kopya Mellaart’ın ölümünün ardından oğlu tarafından arkeoloğun eşyaları arasında bulundu ve Luvi Araştırmaları Vakfı başkanı Dr. Eberhard Zangger’e teslim edildi. Kopyayı inceleyen Hollandalı dilbilimci ve Luvi dili uzmanı Zangger yazıttan, Batı Anadolu’dan gelen Luvilerin, Doğu Akdeniz’de Tunç Çağının sona ermesinde rol oynayan işgalci Deniz Kavimleri ile birlik olarak, Tunç Çağının sonlanışına katkı sağladığı şeklinde bir anlam çıktığını belirtti. Yazıtın çevirisi, İsviçreli ve Hollandalı arkeologlardan oluşan ekipte yer alan ve dünya üzerinde Luvi dilini okuyabilen 20 kişiden biri olan Dr. Fred Woudhuzien tarafından yapıldı.
 
 
LUVİLER KİMDİR?
 
 
MÖ 3. binyılda, Erken Tunç Çağı olarak adlandırdığımız dönemde, Anadolu’ya göç eden Hint-Avrupalı kavimlerin zamanla yerleştikleri bölgelerdeki halkla bir araya gelerek kaynaştıkları bilinmektedir. Anadolu’ya gelişlerini takip eden yüzyıllar içerisinde yarımadanın çeşitli bölgelerine yerleşen bu insan toplulukları eski metinlerde, konuştukları diller bakımından üç gruba ayrılıyordu: Palaca, Luvice ve Nesice konuşanlar. Bunlar arasından Luvice konuşanların, Orta, Batı ve Güney Anadolu’nun birçok bölgesine yerleştikleri bilinmektedir. Luvice konuşan topluluklara dair ilk yazılı kayıtlara, sayıca az olmakla birlikte, Assur Ticaret Kolonileri Çağına ait metinlerde rastlanmaktadır. Hititlere ait çiviyazılı belgelerde Luvili olarak söz edilen bu halk, Hitit Krallığı bünyesinde ve Anadolu coğrafyasında en fazla nüfusa sahip gruptur. Luviler batıda, Hitit metinlerinde Arzava ülkesi olarak adlandırılan toprakların hakimi olmuşlardır. Luvice’nin Hitit Krallığı’nın özellikle son dönemlerinde (MÖ 13. yüzyıl-12. yüzyıl başları) kamusal alanlardaki anıtlarda kullanılmış olması, Hitit Krallığı’nda Luvice konuşanların önemine dikkat çeker. Hititçe metinlerin arasına yerleştirilmiş çiviyazılı Luvice bölümlerin yanı sıra, krallığın birçok bölgesinde, özellikle de başkentte, bir diğer yazı sistemi olan hiyeroglif formunda yazılmış Luvice yazıtlar ele geçmiştir.
 
 
DENİZ KAVİMLERİNİN GİZEMİ ÇÖZÜLÜYOR MU?
 
 
MÖ 12. yüzyıl başlarında, Yakın Doğu’da meydana gelen büyük kargaşaların birçok Tunç Çağı merkezinin yok olmasına neden olduğu bilinmektedir. Arkeologlar için yüzyıllardır büyük bir merak konusu Karanlık Çağlar olarak adlandırılan bu dönemin, antik Mısır kaynaklarında, özellikle de III. Ramses’in kayıtlarında bahsi geçen Deniz Kavimleri olarak adlandırılan, denizden gelen yağmacı grupların geniş çaplı faaliyetleri sonucu ile başladığı düşünülmektedir. Ramses’in kayıtlarına göre, Yakın Doğu topraklarının üzerinden geçerek, bu coğrafyanın büyük bölümünü tahrip eden bu kavimler Mısır kıyılarına ulaşıp buraya saldırdıklarında Ramses tarafından geri püskürtüldüler. Kayıtlarında Hatti, Arzava, Karkamış, Kıbrıs ve Suriye’nin çeşitli bölgelerinin ve bu saldırılarda hayatını kaybedenlerin isimlerini aktaran Ramses, Deniz Kavimlerinin bu faaliyetlerinden “Hiçbir ülke onlara karşı koyamadı” şeklinde bahseder.
 
 
Elde edilen yeni bulguların tarihin bu gizemli bulmacasına, Tunç Çağının gelişmiş ve güçlü uygarlıklarının bir anda nasıl çöktüğüne ışık tutabileceği belirtiliyor. Yazıtta, Küçük Asya´daki (Anadolu) krallıkların Hititler´e karşı birleşik bir donanma kurarak Doğu Akdeniz´deki sahil kentlerini nasıl fethettiklerinin anlatıldığını öne süren araştırmacılar, metnin MÖ 1190 yılında Geç Tunç Çağı krallıklarından Mira ülkesi kralı Kupanta-Kurunta tarafından yazdırıldığını iddia ediyor. Araştırmacılar yazıtta ayrıca, Mira´nın aralarında olduğu Anadolu uygarlıklarının, antik Mısır´ı ve Doğu Akdeniz´deki diğer bölgeleri Tunç Çağının sona ermesinin öncesinde ve sona erdiği sırada işgal ettiğinin belirtildiğini söylüyorlar.
 
 
AKDENİZ ARKEOLOJİSİNİN EN BÜYÜK BULMACASI
 
 
Bulguları, "Batı Anadolu´dan olan Luviler kesinlikle ´Deniz İnsanları İşgalleri´ olarak anılan olaya ve böylece Doğu Akdeniz´de Bronz Çağı´nın sonlanışına katkı sağladı. Bu sayede Akdeniz arkeolojisindeki en büyük bulmacalardan biri makul şekilde çözülebilir." Şeklindeki sözleriyle değerlendiren Dr. Zangger, metnin deşifre edilmiş tam halinin ve araştırmanın gelecek Aralık ayında Proceedings of the Dutch Archaeological and Historical Society adlı bilimsel dergide yer alacağını ve ayrıca bir kitap halinde yayımlanacağını söyledi.
 
 
KONU İLE İLGİLİ UZMANLAR NE DÜŞÜNÜYOR?
 
 
Basında önemli yer bulan ve arkeologlar arasında tartışmalara yol açan bu haber ile ilgili Philipps Marburg Üniversitesinden dilbilimci Dr. Ilya Yakubovich ve Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalından Prof. Dr. Recai Tekoğlu’nun görüşlerine başvurduk.
 
 
Dr. Ilya Yakubovich konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı; “Haberde yer alan yazıta ilişkin bir fotoğraf veya bir belge yok. Ortaya bu tür bir kanıt sunmazsanız, bu bilimsel açıdan yok kabul edilir. Ortaya atılmış ve dayanağı olmayan sahte bir bilgi var. Özellikle, yazıtın kopyası olduğu iddia edilen çizimlere bakarsanız, çiviyazılı işaretlerin daha çok Demir Çağı özelliklerini taşıdığını görürsünüz. Oysa, Woudhuizen yazıtın İmparatorluk Dönemine ait olduğunu iddia ediyor. Dolayısıyla, burada tamamen sahte bir durumda karşı karşıyayız.”
 
 
Prof. Dr. Recai Tekoğlu ise “Yazıtın resmi olarak yayınlanmış fotoğrafı yok. Dikkatli incelenmesi gereken bir konudur. Deniz halkları ile ilgili yapılan çalışmaların birçoğu spekülatiftir. Haberi yazanların Hitit tarihi ile ilgili bilgileri de yeterli değil. Haberde Hititlerle ilgili yanlış bilgiler de mevcut. Burada şu yorumu yapmak daha doğru olacaktır; Anadolu’ya dışarıdan gelmiş değil de kaynaşmış demek daha doğru olur. Kurunta ile yapılan mücadeleler devleti zora sokuyor. Büyük ihtimalle Hattuşa Devleti yıkılınca birçok göç hareketi gerçekleşiyor. Bu göç hareketleri, halkların kaynaşması olarak yorumlanmalıdır.” açıklamasını yaptı.
 
 
YAZIT NEREDE?
 
 
Basında yer alan haberler üzerine, bir caminin temelinde kullanılmak üzere taşındığı ifade edilen üzerine Luvice yazıtın yer aldığı taşın bulunması için keşif çalışması yapıldı. İhsaniye Kaymakamı Alper Taş ve Afyonkarahisar Arkeoloji Müze Müdürü Mevlüt Üyümez bölgeye gelerek keşif çalışması yaptı. Camiye giderek incelemelerde bulunan Kaymakam Taş bölgede çalışma başlatılacağını kaydederek, “Çok önemli bir arkeolojik keşif yapıldığı haberini aldık. Bunun üzerine Beyköy’e geldik. Buna göre tarihte efsanevi deniz insanları olarak bilinen çok kadim bir medeniyete ait tabletin burada bulunduğu ortaya çıktı. Bununla alakalı bir keşif çalışması yaptık. Köy sakinlerinden de öğrendiğimiz kadarı ile bahsedilen tabletin caminin yapımında kullanıldığı belirtiliyor. Bununla ilgili gözlem çalışmaları yapıyoruz. Özellikle üniversite ve Müze Müdürlüğü ile birlikte burada bir çalışma yapılabileceğini düşünüyoruz” dedi.Kaynak:http://www.aktuelarkeoloji.com.tr/akdeniz-arkeolojisinin-en-buyuk-bulmacasi-gercekten-cozuldu-mu
« Son Düzenleme: Ekim 28, 2017, 01:26:28 öö Gönderen: Farmakoloji »
Üyeliğimin iptalini talep ediyorum!Aksi taktirde dava edecem! Formda zorla kayıtlı tutuluyorum.Defalarca üyelik iptali talep ettim..Formda kayitli üye olarak bulunmak istemiyorum.Bu form zaman kaybı!


Ekim 31, 2017, 03:36:06 ös
Yanıtla #1
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 342
  • Cinsiyet: Bayan

Luvilerin yağmacı  olduğu fikrine katılmıyorum..onlar için ışık insanlar da deniyor...konu geniş arastirilmali..bu yazı yeterli değil..


Ekim 31, 2017, 04:05:22 ös
Yanıtla #2
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Erdoğan Çınar 'ın Alevilerin kayıp bin yılı isimli kitapta begomiller ile luvilerden ilginç bir biçimde bahsediliyor.
Anadolunun bu kadim halkı henüz yeterli bilgi düzeyinde bilinmediğine bende katılıyorum.
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Ocak 09, 2018, 05:14:16 ös
Yanıtla #3
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 342
  • Cinsiyet: Bayan

IŞIK İNSANLARI- LUVİLER- ALUVİLER üzerine degişik kaynaklardan bilgi derlemesi hazırladım,ilgi duyan dostlara..
. Işıkların ne yazık ki bu günlere kalan nefesleri dışında onları anlatan tüm eserleri yok edilmiştir. O nedenle sizlere anlatacağım şey aslında bir söz arkeolojisidir.
Işıkların inanışına ait sırlar üstün algılama düzeyi olan, belli bir eğitimden geçen kişilere anlatılırdı. Bilgi büyük bir yüktür, taşımaya ehil olanlara taşıtılır. Bu nedenle Işık dini kendini sembollerle, ışık inancının özüne ulaşmış bir azınlıktan başkasının anlayamayacağı terimlerle ifade etmiştir.
Başka dinlerin hüküm sürdüğü çağlarda kendilerini serbestçe ifade edememeleri, Işıklara gizli toplum denen bir hüviyet kazandırmıştır. Zamanla bu aktarım zinciri koptu. Savaşlar sürgünler vs nedeniyle sır verilemez oldu. (Erik Cornell Dragomomen adlı kitabında Alevilerin (ışıkların) dinleri etkileyen gizemli bir kardeşlik örgütlenmesi olduğunu sürekli baskı, şiddete maruz kaldığını söylüyor) . Geniş ışık inanışı kitleleri, Şeriat mertebesindeki söylemleri kendi inançları saydılar.
Işık dini silahsız bir dindir. Çaresizliğin getirdiği başkaldırılar dışında ışıkların silah kuşandığı pek görülmemiştir. Silahsız bir dinin başka bir dinin hakim olduğu topraklarda saklanmaktan başka çaresi yoktur. Işık inancı ne bir mezhep nede sentezdir. Işık inancı bütün inanışları etkilemiş, semavi dinlere başlangıç olmuş asıl kaynaktır.
. Işıkların elindeki en önemli kaynak (tüm yazılı belgeleri yok edildiği ya da tahrif edildiği ya da başkaları tarafından yazıldığı için) sözlü gelenektir. Bu gelenek esas alınırsa ışık inancının insanlık tarihiyle yaşıt olduğu görülür. Şimdi bunu Işıkların dilinden dinleyelim. Aşık İsmail “Akan dört ırmağın gözün sorarsan-Serçeşmeden gelir suyun durusu” diyor. Yunus Emre “Dört kitabın manasın okudum hâsıl ettim-Işığa gelince gördüm bir uzun hece imiş”. “Oruç namaz gusülü hac hicaptır aşıklara-aşk ondan münehhez halis heves içinde-ey aşıklar ey aşıklar ışık mezhebi dindir bana” derken, Harabi “Harabi’ye ihsan olmuş Hüdadan, Okuyoruz işte kitabımız var” sözleriyle ışık dininin temel özelliklerini ve kadimliğini vurguluyor.

Aleviler, Luviler, MA Halkı işkillemesine bakarsak..
Işık inancını tanıtırken önce Alevi kelimesinden başlayalım. -i eki Türkçe’de aidiyet kazandırır. Tarih-tarihi, mimar-mimari gibi. Alevi kelimesi de alev den türemiştir. Alevi kelimesi aleve ait, ışığa ait, ışıktan gelen anlamındadır. Eğer Ali’yi seven anlamında bir kelime düşünülseydi Bu Alici ya da Alili olurdu. Selçuk-Selçuklu, Osman-Osmanlı, Atatürk-Atatürkçü gibi.

Bu sözcüğün kaynağı aslında Hititlere kadar uzanır. Bu halk Anadolu’ya geldiklerinde Luvi diye adlandırdıkları bir halkla tanıştı. Komşu bir ülke bu halkı adlandırdığında kelime “A-luvi” oluyordu. Sefa Taşkın Mysia ve Işık insanları adlı kitabında “M.Ö. den önce 2000 yıllarında Hititlerin bıraktığı yazılı ve resmi belgelerin bize tanıttığı Luviler adı verilen halkın, yalnız Anadolu’nun değil, insanlığın derin geçmişi ile ilgili önemli gizler taşıdığı günümüzde yeni yeni ayırt ediliyor” diyor. Yine Sefa Taşkın Afganistan’dan İspanya’ya Karadeniz’in kuzeyine kadar birçok yer, ırmak adının Luvice olduğunu söylüyor. Arkeolog Firuzan Kınal, Mersin, Hacılar, Alişar kazılarından yola çıkarak M.Ö. 6000 yıllarında ortaya çıkan bakır çağı kültürünü yaratanların Luviler olduğunu tespit ediyor. Bilge Umar kültür mirası en zengin halkın Luviler olduğunu söylüyor. Luviler Hint-Avrupa ailesinden bir dil konuşan en eski halktır diye de ekliyor.
Albrect Götze Küçük Asya kitabında Luvilerin Anadolu kökenli bir ulus olduğunu, bunların Yunanistan’a ,Balkanlara Sicilya ve İtalya’ya yayıldığını söylüyor. Meyer Anadolu halkının (Luviler) Helenleşmeden önce var olduğunu söylüyor. H.Craig Melcherc sadece Luviler hakkında kitap yazmıştır. Birgit Brandeu, Hititler adlı kitabında Asyanın (Assuva) adının bile Luvice olduğunu , Alexandr-Paris gibi adların  Luvice olduğunu, kültürel buluşların Luviler sayesinde Yunan’a, Roma’ya sonunda da batı kültürüne ulaştığını yazmıştır. Görüldüğü üzere Luvi halkının kadim bir Anadolu halkı olduğu yönünde görüş birliği vardır. Günümüzde de süren kazıların ışığında ne yazık ki henüz M.Ö 6000 lere uzanan bulgulara rastlanmaktadır.

 Göbeklitepe deki kazılar Anadolu’nun 11 bin yıllık tarihini günışığına çıkarmaya başlasa da henüz tamamlanmadığından net konuşamıyoruz. Ama inanıyorum ki orası da bize Luvi halkı hakkında bilgi verecektir. Sonuç olarak; Tüm arkeoloğların fikir birliği ettiği bir Luvi kültüründen söz edilmekte ise de bulgular bu gün için yetersizdir. Bu halkla ilgili bilgiler yada devlet ismi henüz telaffuz edilememiştir. Ama koskoca bir luvi gerçeği de gün gibi ortada durmaktadır. İşte onun için söz arkeolojisi önem kazanmaktadır.

Luvi sözcüğü birçok dilde ışık ve ışık kaynağı sözcüklerinin kökünü oluşturur. Hititçede Lukka, Latincede Lux, İngilizcede Light, İtalyancada Lure, İspanyolcada Luz, Almancada licht gibi. Bu kelimenin anlamı ışık insanı demektir. Bu halk ise kendine MA halkı demektedir. Bu gün bile Erzincan ,Tunceli’de nerelisiniz diye yaşlılara sorduğunuzda Mameki’liyiz derler. Hangi dili konuşuyorsunuz derseniz, Zone Ma derler. Hangi millettensiniz diye sorsanız, millete Ma derler. Işıklar MA’nın oğullarıdır. Bu Ma yada Mu kelimesi özünde derin bir ezoterizm barındırır. Hem Sümerlerde, hem de batık kıta Mu ile ilgili konularda aynı kelime sık sık geçer. Ayrıca Amerika kıtası kadim halklarında da bu kelime ile sık sık karşılaşırız. Işık insanları  bir millet değildir, öyle bir inançtır ki her ırktan insan bu dine girebilir. Yeter ki gereğini yerine getirebilsin. Yunus Emre bu durumu “Gayrıdır her bir milletten şu bizim milletimiz-hiçbir dinde bulunmaz din-ü diyanetimiz” diyerek anlatır.

Osmanlılar ve Işık Taifesi

Alevi kelimesinin Ali kaynaklı olmadığının bir diğer belgesi de 16.yyın son çeyreğine kadar Osmanlının Alevilere Işık Taifesi demesidir. Baki Özün Alevilikle ilgili Osmanlı Belgeleri kitabından örnekler verelim;“1558 Eskişehir Kadısına; Seyitgazi Işıklarının yola getirilmesine dair: …Seyitgazi ışıklarının bazılarının fesat ehli olup, böylelerini yakalayıp güvenilir adamlara teslim edip…”,
 “1558 Edirne Kadısına; bayramlarda Işık Taifesinin kos ve nakkaze çalarak şehirlerde gezmemelerine dair: aşure günlerinde Işık Taifesi dahi sancaklar kaldırıp davul ve nakkaze ve def ve dümbelek ile açıkça şehirde gezip Müslümanların hakimlerine bu tür şeriata aykırı hareketlerin yasaklanması…”,
 “1567 Ahyolu Kadısına; Ahyolundaki Işık Taifesini takip edilmesine dair: Işık Taifesi toplanıp Bahçeli adındaki başkanları Tur adlı ışık için (haşa) peygamberdir diye inandığından başka…ehl-i sünnet ve cemaatden ibadet üzre Müslümanlara boş yere aç gezersiniz ve başınızı yere korsunuz deyip Feranz kitaplarına saman ve kepekten ibarettir….
Görüldüğü üzere Osmanlı açıkça bu insanlara ışıklar diye hitap etmekte ve inançlarını beğenmemektedir. Çünkü onlar Müslüman değildir ve İslam’ın tanımladığı kabul gören dinlerden birine de mensup değildirler. İşin aslına bakarsanız Işıklar da İslam’ı beğenmemektedir.

Yine Peçevi Tarihinde de; (1528) Işık Taifesi için “Ehl-i İslamda Işık Taifesi mezmun (ayıp) bir taife olduğu gibi kafirlerden daha kötü bir taifedir.”. “Işık ve abdal diye anılan ne kadar imanı ve fiili bozuk kimseler var idiyse yanına toplanıp 20-30 bin kadar eşkıyadan oluşan bir çete meydana geldi” diyor. Bura da Kalenderi isyanı anlatılırken yine aynı tabir tekrarlanıyor. Ancak artık elimizde bir kaç yeni bilgi var. Birincisi Bektaşilere de ışık denmekte, ikincisi ışıklara başka bir isim de takılmakta. Abdal. Konumuzun dışında ama Osmanlı tarihi boyunca ışıklara başka isimler takılmaya devam ediliyor. Torlak, kızılbaş, Bedrettini, Melami, Hurufi gibi. Oysa bunlar sonradan çıkmış ezoterik temelli dini akımlardır. Kelimenin özü açıkça anlaşıldığı üzere ışık tır. Prof. Süleyman Uludağ Tasavvuf Terimleri Sözlüğünde; ”Osmanlılar zamanında bazen Bektaşilere, Alevilere, Hurufilere ve Rafizi eğilimli derviş zümrelerine Işık ve Işık Taifesi adı verilmiştir. Bunlar adına tesis edilecek vakıfların şer’an geçerli olamayacağı kaydedilmiş, fermanlarda bu zümreye dikkat çekilmiştir” diyor..

Peki, ne oldu da birden ışık kelimesi kalktı da Alevi kelimesi geldi? 16.yy’da Osmanlı Safevi çatışmasında ışıkların Safevileri tuttuğu izlenimi yaratıldı. Oysa gerçekte Osmanlı ve Safevilerin propaganda savaşının mağduru olmuşlardı. İmam Cafer’e atfedilen sözde “buyruk” isimli kitap hem Osmanlılar hem de Safeviler tarafından kendileri açısından çarpıtılarak yazılmış ve bir taraftan sünni bir taraftan da şii propagandası yapılmıştır. Safevi Osmanlı sınırı Anadolu’yu neredeyse tam ortadan bölüyordu. Bu sınır bölgesi de ışıkların hala yoğun olarak bulunduğu bölgeydi. Ayrıca yüzyıllardır Anadolu halkının Safevi devleti sınırları içindeki Erdebil dergahı ile gönül bağı vardı. Bırakın Anadolu halkını Osmanlı Sultanları bile bu dergaha Çıralık denilen bağış yapıyorlardı. Sonuç olarak sınırları halk değil hakim güçler çiziyordu. Bu da birbirine çok yakın insanların irtibatını sanki casusluk hareketiymiş gibi gösteriyordu.  Kaldı ki Tekeli isyanı Safevi sınırının tam zıttın da bir nokta da, Pisidia da başladı. Safeviler nasıl ve neden kendi sınırında değil de Antalya’nın doğusunda bir isyan başlatsın ki? Diyelim ki burada bir isyan başlattılar. Neden hiç desteklemesinler ki? Tam o dönemlerdeki Tekeli isyanı sırasında; savaşa ara verildiği bir dönemde, ışıkların yardım için Şah İsmail’e gönderdiği elçileri kazanda kaynatarak öldürmesine rağmen ışıklar Şah İsmail taraftarı sayıldılar (Hoca Sadettin=Tacü’t Tevarih).

Safevilerin kullandığı Kızılbaş ismi ışıklar içinde söylenmeye başlandı. Oysa o yüzyıl içinde çıkan çok sayıda isyan tamamen ekonomik ve sosyal nedenlerden kaynaklanıyor ve hiç birinde Şah İsmail desteği olmuyordu. Kaldı ki Şah İsmail’in kısa hükümdarlık süresi ( 1524 de öldü)  dışında yüzyıllar boyunca Anadolu halkına kızılbaş ya da şah İsmail taraftarı demek güdümlü tarihçilikten başka türlü açıklanamaz.

Osmanlı kazanınca ülkesinde bir ışık sürek avı başlattı. İşte ışıklar bir kelime oyunuyla ve ses benzerliğiyle alevi kelimesinin ardına bu dönemde sığındılar. Aslında ilk önce kendilerine vurulan Kızılbaş damgasının aşağılayıcı kullanımıyla uğraştılar. Alevi kelimesi daha çok Cumhuriyet döneminde ön plana çıktı.

Arapçadaki aşk ışık âşık sözcükleri neredeyse aynı harflerle yazıldığından ışık kelimesini de âşık şekline çevirdiler. Bu durumu en güzel Gubari “aşıklarız, ışıklarız, el hâk gedalarız (doğrusu fakirleriz), Şeydalarız (delileriz), felekzedeler müptelalarız (feleğin zulmüne uğramış tutkunlarız)” diyerek anlatıyor. Yani ışıklar artık, aşık, Alevi ve yine de Kızılbaş olarak anılıyordu.

Horasan Pirleri, Hoy, Seyit

Işıklar, İslam’ın Anadolu da hakim olduğu dönemlerde Türklerin göç yollarından biri olan Horasan (güneşin doğduğu yer) kelimesini kullanarak kendilerine Horasan Pirleri dediler. Böylece Türk olduklarını ima ettiler. Bu isimden daha güzel kendilerini tanımlayan kelime olamazdı. Çünkü onlar ışığın oğullarıydı. Dünyanın en eski dinine sahiptiler. Onlar tüm dinlerin serçeşmesiydi.  Göç eden kavimler adlarını göç ederken geçtikleri yerlerden değil, geldikleri yerlerden alırlar. Ancak Anadolu’da hangi ışık insanı pire yada aşığa baksak Horasan’dan geldiğini söyler. Bu da yetmez; Hoy isimli Azerbaycan bölgesindeki bir şehirden geldiklerini söylerler. Yani Anadolu’daki ışık insanlarının neredeyse tümü Horasandan, ayrıca Horasan da bulunmayan bugün İran’ın kuzeyinde bulunan Hoy şehrinden gelen Türklerdir. Oysa Horasan hiç bir milletin anavatanı değildir..

Kimse Türklerin tarih boyunca İslam dahil hangi din için başka nerede kolonizasyon yaptığını merak etmedi. Kimse Türkler’in hakim din ne ise o dine girip uyum sağladığı gerçeğini aklına getirmedi. Oysa Türkler Asya ve Avrupa kıtasında ki bütün dinlere girmiş tek millettir. Dünyanın hiç bir yerinde, hiç bir dinin bayraktarlığını yapmadığını görmedi. Sanki Anadolu boşmuş gibi her ne hikmetse birden Türkleştiğini hiç düşünmeden kabul etti.  Türklerin tarihi boyunca göç edip te başka nereyi Türkleştirdiğini merak etmedi. Tüm bilimsel çalışmalar da; Anadolu halkının gen haritası ile Orta  Asya Türklerinin gen haritasının farklı olduğunu görmedi.  Görüldüğü üzere gerçekte ışıklar sürekli karşılaştıkları katliamlardan korunmak için bu masum yalanı söylediler. Aynı şeyi Bizans döneminde de yapmışlardı. İlhan Erten (derleme), ”biz aşığız ne söylesek sözümüzde yalan olmaz-sır içinde sır saklarız kimseye ayan olmaz” diyerek bu durumu çok güzel tanımlıyor.

Işıklar binlerce yıldır Anadolu da yaşayan bu toprakların gerçek sahipleriydiler. Onlar ne Türk tü ne de Müslüman dı. Onlar ışığın kaynağı anlamında Tanrı kavramını Horasan kelimesiyle sır ettiler. Hoy kelimesi de gerçekte Hu kelimesinin yanlış çevirisinden başka bir şey değildi. Ayrıca Hoy kelimesi ezoterizim de Gürüh-u Naci (aydınlanmış, ermiş insanlar) anlamındaydı. Onlar millet tanımayan evrensel insanlardı. Öz be öz Anadolulu, hiç kimsenin soyundan gelmeyen, evrensel tekamülün yolcularıydı.


Ocak 09, 2018, 10:05:34 ös
Yanıtla #4

Sayın Smyrnali, Derleme cok güzel ve paylaşımın içeriği bilgi yüklü..Aklıma şu soru takıldı.Işıklar Horosandan geldiği için Hz.Huseyin'in soyundan gelenler olabilir mi?Seyit kavramı gördüm.Işık soyadlı Hz.Huseyinin soyundan gelen seyitleri bilirim.Tabi bir benzetme olasılığı varmıdır?Bu soruyu onlara sorsam cevap vermezler.Hz.Aliyi seven, Hz.Huseyini seven Alevileri bende cok seviyorum..Saygılarımla.
Üyeliğimin iptalini talep ediyorum!Aksi taktirde dava edecem! Formda zorla kayıtlı tutuluyorum.Defalarca üyelik iptali talep ettim..Formda kayitli üye olarak bulunmak istemiyorum.Bu form zaman kaybı!


Aralık 04, 2019, 07:27:17 ös
Yanıtla #5
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 342
  • Cinsiyet: Bayan

Kusuruma bakmayın bir süredir formu yeterli takip edemiyorum, gözümden kaçmış,geç görmüş  olsam da yanıt vermek istedim .
Horasan'dan gelenler için kısmen evet diyelim ama bence din ışıklar için bir kılıf .Dinler öncesi için ne demeliyiz?
Işıklar ileri bilinçler ,dine ihtiyaçları yok.Dini yol arayanlar için bir seçenek olarak  sunmuşlar .
Arifin dini olmaz denir,bu bir inanç ibadet biçimi degil ,yaşam biçimidir ..