Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Kendi İçine Dönmek İçin Üç Anahtar Sözcük...  (Okunma sayısı 5908 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 22, 2011, 12:01:47 ös
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Neden içeriye gitmiyorsun? Çünkü içeriye gitme ihtiyacını henüz yaratmamışsın. Bir kez ihtiyaç orada olunca, dışarıda olduğu gibi içeride hareket etmek de kolay olur. O ihtiyaç nedir? O ihtiyaç dinle ilgilidir. Orada ihtiyaç olmadığı sürece dindar ola­mazsın. O ihtiyaç nasıl yaratılır? İnsan hangi süreçle, içeriye gitmeni sağla­yan derin bir ihtiyacın farkına varır?

Üç şey hatırlanmalıdır: İlki, ölüm. Unutma, tüm yaşamsal ihtiyaçlar se­ni dışa gitmeye zorlar. İçe gitmek is­tiyorsan temel endişen ölüm olmalı­dır; aksi halde içe gidemezsin. İşte bu yüzden ölümün bilincine derinle­mesine varan Buda gibi insanlar içe gitmeye başlamışlardır. Ancak ölü­mün farkına vardığında geriye dönüp bakma ihtiyacını yaratırsın.

Yaşam dışarıya bakar. Ölümün farkına varmadığın sürece din senin için anlamsızdır. İşte bu yüzden hay­vanların dini yoktur. Onlar canlıdır, insan kadar canlı, hatta daha fazla, ama ölümün bilincinde değildirler, ölümü kavrayamazlar, ölümü göremezler. Başkalarının öldüğünü görürler, ama bu ölümün kendi ölümlerinin işareti olduğunu hayvan zihni algılayamaz.

Hayvan zihni için ölüm hep başkalarının başına gelir. Ve senin için de ölüm yalnızca başkalarının başına gelen bir şeyse, hâlâ hayvan zihninde yaşıyorsun demektir. Ölümün farkında değilsen, henüz insan olmamışsındır. Hayvan ile insan arasındaki temel fark budur... Çünkü hayvan ölümün farkına varamaz, yalnızca insan varabilir. Ölümün farkına varmamışsan henüz insan değilsin ve yalnızca insan içe gitme ihtiyacını yaratır.

Benim için, insan ölüm farkındalığıdır. Ölümden korkun demiyorum; o farkındalık değildir. Yalnızca ölümün gittikçe yaklaştığı, onun için hazırlanman gerektiği gerçeğinin fa­rkına var.

Hayatın kendi ihtiyaçları vardır; ölüm kendi ihtiyaçlarını yaratır. İşte bu yüzden daha genç toplumlar dinsizdir... Çünkü genç toplumlar henüz ölüm olgusunun farkında değildir; onlar için merkez bir endişe olmamıştır. Daha yaşlı bir toplum (örne­ğin, Hindistan, var olan eski toplumlardan biri) ölümün fazlasıyla farkındadır. Bu farkındalık yüzünden, derinlerde, Hindistan dindardır. Bu yüzden ilk şey: Ölümün farkına var. Onun hakkında düşün, ona bak, tefekküre dal. Korkma, gerçekten kaçma.  Oradadır ve sen ondan kaçamazsın! Seninle birlikte var olmuştur.

Ölümün seninle birlikte doğmuştur; artık ondan kaçamazsın. Sen onu kendi içinde saklıyorsun... Onun farkına var. Öleceğinin, ölümün kesin olduğunun farkına vardığın anda tüm zihnin farklı bir boyuta bakmaya başlar. O zaman besin beden için temel bir ihtiyaç olur, ama benlik için değil, çünkü besin alsan bile öleceksin. Besin seni ölümden koruyamaz, besin ölümü ancak erteleyebilir. Besin senin ertelemene yardımcı olur. İyi bir sığınak, iyi bir ev bulursan, o seni ölümden koruyamaz. Yalnızca düzgün bir şekilde, rahatça ölmene yardımcı olur. Ve ölüm, rahatça da olsa, rahatsızca da olsa, aynıdır.

Yasamda zengin ya da fakir olabilirsin, ama ölüm en büyük eşitleyicidir. En büyük komün ölümdedir. Nasıl yaşarsan yaşa, hiçbir fark yaratmaz; ölüm eşit olarak gelir. Yaşamda, eşitlik imkânsızdır; ölümde, eşitsizlik imkânsızdır. Onun farkına var, onu düşün. Ve ölüm yalnızca gelecekte bir yerde kesin değildir: Onun çok uzakta olduğu fikriyle, yine onu düşünmeyi başaramazsın. Zihnin çok küçük bir kapsama alanı vardır; zihnin odağı çok küçüktür. Otuz senenin ötesini düşünemezsin. Otuz sene sonra ölüm olacaktır...                                                    

Sana hiç ölmeyecekmişsin gibi gelir. Otuz sene çok uzundur; mesafe çok uzaktır, sanki ölüm başına gelmeyecek gibidir.

Ölümü düşünmek istiyorsan, onun hakkında bir başka gerçeği bil: Bir sonraki an olabilir; bir sonraki an bile mümkündür. Sen cümlemin tamamını duymayı başaramayabilirsin, onu tamamlayamayabilirim. Annemin babası bana, doğduğumda bir astroloğa danıştığını anlatırdı, o gün­lerin ünlü astrologlarından birine. As­trolog benim kundali'mi, doğum haritamı çıkaracakmış. Ama astrolog in­celemiş ve demiş ki: "Bu çocuk yedi sene sonra hayatta kalırsa, ancak o zaman haritayı çıkarırım. Yedi seneden fazla yaşaması imkânsız görünüyor, bu yüzden faydasız. Çocuk yedi sene içinde ölecekse kundali yapmak faydasız; faydası olmaz. Ve ben,” demiş astrolog, “kundali faydalı olmayacaksa onu asla yapmam.” Bu yüzden yapmamış.

Neyse ki ya da ne yazık ki, hayatta kaldım. Sonra annemin babası astroloğa gitti, ama adam ölmüştü, bu yüzden benim kundalimi yapamadı. Ölmüştü ve ben hep bunu merak ederim. Adam bu çocuğun ölebilece­ğini fark etmişti, ama kendisinin öle­bileceği gerçeğinin farkında değildi. Farkında değildi! Tamamen kayıtsız­dı gibi geliyor... Ve o sıradan bir adam değildi. Ama kimse kendi ölü­mü ile ilgilenmez. Bilerek, sinsice, onunla ilgilenmeyiz, çünkü bu, kor­ku yaratır. Bu yüzden ben hep astro­loğun kendi kundalisine hiç bakma­mış olabileceğinden kuşkulanıyo­rum; aksi halde farkına varırdı.

Ölüm bir sonraki an mümkündür, ama zihin buna inanmaz. Ben söylü­yorum ve zihnin, "Hayır!" diyor. "Bir sonraki an nasıl mümkün olabilir? O çok uzakta." Ama hile budur. Erteler­sen, düşünemezsin. Öyle yakın ol­malıdır ki ona odaklanabilesin. Ve ben bir sonraki an mümkündür der­ken, tam da söylediğimi kastediyo­rum. Olabilir ve ne zaman olursa ol­sun, bir sonraki an olacaktır. Ondan hemen önce, neler olacağını anlama­mış olacaksın.

Biri ölüyor; bir an önce ölümün bu kadar yakın olduğunu asla düşüne­mezdi. Daima bir sonraki an olur... Hatırla. Hep böyle olmuştur ve hep böyle olacaktır. Hep bir sonraki an olacaktır. Onu yakına getir ki ona odaklanabilesin ve o odaklanma se­nin içeri girmene yardım edecektir, yeni bir ihtiyaç yaratılmış olacaktır.

İkinci olarak; yaşamaya devam ediyorsun. Hemen şu anda, yapay anlamlar ve amaçlar uyduruyorsun. Bir anlamı olsa da, olmasa da, asla hayatı bir bütün olarak düşünmüyorsun. Yeni anlamlar yaratıp duruyorsun ve o anlamlarla kendini yaşamaya zorluyorsun. İşte bu yüzden fakir bir adam zengin bir adamdan daha anlamlı bir hayat yaşar… Çünkü fakir adamın elde edecek çok şeyi vardır ve bu, hayatına anlam verir. Gerçekten zenginsen, olası her şeye sahipsin ve bu dünya artık sana yeni bir şey veremez demektir. Artık hemen, şu an için, bugün için, yaşamana yardımcı olacak bir anlam yaratamazsın. İşte bu yüzden toplum ne kadar zenginse, kültür ne kadar zenginse, o kadar anlamsız gelir. Fakir toplumlar asla anlamsız hissetmez.

Fakir bir adam bir ev edinmekle ilgilenir. Senelerce bunun için çalışır. Hayatının bir anlamı vardır; kaza­nılması gereken bir şey vardır. Ve evi elde ettiğinde en az birkaç gün mut­lu olur, ama daha büyük evler de vardır... Bu yüzden hareket etmeye, şunu ya da bunu yapmaya devam eder, asla hayatını bir bütün olarak düşünmez, asla bir anlamı olup ol­madığını düşünmez. Asla hayatı bir bütün olarak kabul etmez.

Her şeye sahip olduğunu düşün... Ev, özlediğin araba ve tüm düşlerin gerçekleşmiş. Ee, şimdi ne olacak? İhtiyaç duyduğun her şeye sahip ol­duğunu düşün. Şimdi ne olacak? Aniden anlam kaybolur. Bir uçuru­mun üzerinde duruyorsun; hiçbir şey yapılamaz. Sen anlamsız oldun. Sen zaten anlamsızsın, yalnızca bunun farkında değilsin. Tüm dünyaya sa­hip olsan bile, sonra ne olacak? Seni ne tatmin edecek?

İskender Hindistan'a geliyormuş ve büyük bir azizle, Diyojen ile karşı­laşmış. Diyojen şimdiye dek dünyaya gelmiş; zihni çok işleyen insanlardan biriydi. Mahavira gibi çıplak yaşıyor­du; o Grek uygarlığının ve kültürünün Mahavira'sıydı. Diyojen her şeyi bırak­mış, her şeyden vazgeçmiş, ama bir şeylerden vazgeçerek bir şey elde edeceğinden değil... O gerçek vazgeçmek değildir. Bir şey elde etmek için bir şeyden vazgeçiyorsan, bu bir alışveriştir. Cennette rezervasyonun olacağını düşünüyorsan ve bu yüzden dünyadan vazgeçiyorsan, bu gerçek vazgeçmek değildir. Tinsel zevkler uğruna bedensel zevklerden vazgeçiyorsan, bu vazgeçmek değildir.

Diyojen her şeyden vazgeçmiş, ama bir şey elde etmek için değil. Sırf, hiçbir şeye sahip olmadığında, bunun bir anlamı olup olmadığını görmek için vazgeçmiş. İnsan hiçbir şeye sahip olmazsa ve o zaman bile insanın bir anlamı, bir amacı, bir yazgısı varsa, o zaman ölümün hiçbir şeyi yok edemeyeceğini, çünkü ölümün yalnızca sahip olunan şeyleri yok edebileceğini ve bedenin onlardan biri olmadığını düşünüyormuş. Her şeyi terk etmiş. Tek bir şeyi varmış: Su içmek için tahta bir çanak. "Bu pek bir şey sayılmaz," diye düşünmüş. Sonra bir gün elleriyle su içen bir çocuk görmüş. Çanağı hemen atmış. Demiş ki: "Bir çocuk elleriyle su içebiliyorsa, ben bir çocuktan daha mı zayıfım?"
 
İskender fethetmek için, bir dünya imparatorluğu kurmak için Hindistan'a gelirken, biri ona yolunun üzerinde, mola vereceği yerde, onun tam tersi olan büyük bir bilge yaşadığını söylemiş. Ona demişler ki: “Sen büyük bir dünya imparatorluğu kuracaksın; o çanağını bile fırlatıp attı, çünkü onsuz da mutlu olduğuna göre, o yükü neden taşısın? Ve sen diyorsun ki, tüm dünya senin imparatorluğun olmadığı sürece mutlu olmayacaksın. Bu yüzden o tam zıt kutupta ve onunla tanışırsan iyi olur.

İskender büyülenmiş. Zıt kutuplar hep büyüler. Zıt olan daima büyüler; derin, cinsel bir cazibesi vardır. Nasıl bir erkek bir kadına, bir kadın bir erkeğe cezbediliyorsa, zıtlar arası­nda da aynı çekim vardır. İskender Diyojen'i görmezden gelememiş, ama onun için Diyojen'e gitmek iyi değilmiş ve Diyojen'in ona gelmesi de imkânsızmış... Çözüm yokmuş.

Diyojen'e haber gönderilmiş. Çok, pek çok haberci ona gidip, “Büyük İskender bu taraftan geçiyor. Onunla tanışman iyi olur," demiş. O demiş ki: "Büyük İskender mi? Sana bunu kim söyledi! Herhalde kendisi söylemiştir. Bu yüzden git, Büyük İskender'ine söyle, onun bana verecek hiçbir şeyi yok ve benimle tanış­masına da gerek yok... Ve ben çok küçük bir adamım." Şöyle dermiş, “Gerçekten de, köpeğin tekiyim, insan değil... Yalnızca bir köpek, bu yüzden gerek yok. Bu köpekle tanış­mak onun vakarına yakışmaz."

Sonra İskender'in gelmesi gerekmiş. Diyojen'in şöyle dediği anlatılır: “Tüm dünyayı kazanacağını duydum, bu yüzden düşündüm, gözlerimi kapayıp düşündüm, 'Tamam! Ben tüm dünyayı kazansam, sonra ne olacak?' Benim sorunum hep bu oldu: Tüm  dünyayı  kazansam,  sonra ne olacak?” Bunu işittikten sonra İskender'in çok hüzünlendiği söylenir. “Sonra ne olacak?" demiş Diyojen'e. Böyle şeyler söyleme. Beni çok üzüyorsun.”

Diyojen demiş ki: “Ama tüm dünyayı kazandığında çok hüzünleneceksin. Ben ne yapabilirim ki? Ben yalnızca hayal ediyorum ve bunun fay­dasız olduğu sonucuna vardım. Sen intihar gibi  bir çabaya girişmişsin. Tüm  dünyayı kazanmaya  çalışıyorsun... Ee, sonra ne olacak? Başarılı olursan, sonra ne olacak?”

İskender Diyojen'in yanından çok huzursuz, alt üst olmuş, üzgün dönmüş. Yoldaşlarına   demiş ki: “Bu adam çok tehlikeli. Düşlerimi paramparça etti.” Ve bunu asla unutmamış, Diyojen’i asla affetmemiş. Öldüğü gün onu yine hatırlamış ve demiş ki: “Belki de o adam haklıydı: Sonra ne olacak?”

Bu yüzden, daima hatırlanması gereken bir sonraki şey: Ne yapıyor olursan ol, ne başarıyor olursan ol, şunu sormayı unutma: “Başarılı olursam, sonra ne olacak?” Bunun anlamı var mı, yoksa sırf bilmek, çevrende yapmaya değer bir şey yapıyormuşsun hissini yaratmak için kendi­nin verdiği yapay bir anlamı mı var?.. Ve bunca zaman aslında hayatını ve enerjini boşa harcıyorsun, yapmaya değer bir şey yapmıyorsun! Olmaya değer yalnızca bir şey var: Hiçbir şeye sahip olmadan, hiçbir bağımlılık ol­madan mutlu olabiliyor musun? Yal­nız başına, tamamen yalnızken mutlu olabiliyor musun? Mutluluğun için hiçbir şeye ihtiyaç yoksa, ancak o za­man mutlu olursun; aksi halde acı içinde olursun, daima acı içinde.

Bağımlılık acıdır ve mallara ba­ğımlı olanlar, bilgi birikimine bağımlı olanlar, şuna ya da buna bağımlı olanlar hep kendi acılarının gittikçe fazlalaşmasına yardım ederler. Bu yüzden hatırlanması gereken bir son­raki nokta, bir anlamın olup olmadı­ğıdır. Anlamsızca süzülüyor musun? Varoluşunun anlamının şu ya da bu olduğuna inanmayı mı tercih ediyor­sun?

Bir adam bana gelip dururdu. Oğ­lu koleje girerse, bunun yeterli ola­cağını ve çok mutlu olacağını söyler­di. Fakir bir adamdı, sıradan bir me­mur ve tek düşü buydu, oğlunun ko­leje girmesi. Sonra oğlu koleje girdi. Oğlu şimdi bir orman memuru. Bir­kaç ay önce oğlu geldi ve dedi ki: "Ayda yalnızca altı yüz rupi alıyorum. İki çocuğum var ve tek düşüm onla­rın iyi bir eğitim alması; o kadar. Çok çalışıyorum. Onların iyi eğitim gör­mesi, çocuklarımdan birini eğitim için yurtdışına gönderebilmek, istediğim tek şey bu.”

Babası artık yok; öldü. Hayatının anlamı, amacı buydu… Oğlunun eğitim görmesi ve iyi bir yere gelmesi. Şimdi oğlu iyi bir yerde ve şimdi oğlunun da aynı amacı var: Çocuklarının eğitim görmesine ve iyi yerlere gelmelerine yardımcı olmak. Ve o da ölecek ve çocukları da aynı saçmalıkları yapmaya devam edecek.

Bütün bunların anlamı ne? Ne yapıyorsun sen? Yalnızca zaman mı harcıyorsun? Hayatı yok mu ediyorsun? Yoksa seni mutlu edeceğini söylediğin gerçek bir anlam var mı? Seni içe döndürecek ikinci düşünce budur.

Ve üçüncü olarak, insan unutur durur. Sen de bir şeyleri unutur durursun. Dün öfkeliydin ve pişman ol­dun. Şimdi unuttun ve aynı uyarı yi­ne verilse, yine öfkelenirsin. Tüm ha­yatın boyunca böyle oldu: Aynı şey­lerden tekrar tekrar pişman oldun.

Hayatı boyunca öğrenen bir adam bulmanın çok sıradışı olduğu söyle­nir... Çok nadirdir. Gerçekten de, kimse öğrenmez. Öğrenirsen, o za­man aynı hatayı iki kez yapmazsın. Ama sen aynı şeyi tekrar tekrar yapı­yorsun. Aslında, ne kadar çok yapar­san, aynı şeyi yapmaya o kadar eği­limli oluyorsun. Tekrar tekrar öfkele­niyorsun ve tekrar tekrar pişman olu­yorsun ve hiçbir şey öğrenmiyorsun. Uyarı verilince, öfkeleneceksin ve ay­nı deliliği yapacaksın ve sonra yine pişman olacaksın... Bu da onun bir parçası. Ve sonra yine uyarılmaya ve öfkelenmeye hazır olacaksın.

Üçüncü şey: İçeri dönmek istiyor­san, öğren! Her ne yapıyorsan, on­dan ders al. Özünü al. Arkana dö­nüp, hayatınla, enerjinle, zamanınla ne yaptığına bak. Aynı hatalar, aynı aptallıklar, aynı budalalıklar, tekrar tekrar.

Yani bir çember üzerinde ilerliyor­sun. Bununla beraber, çemberi se­nin hareket ettirdiğin söylenemez; tersine, çember seni hareket ettiri­yor. Mekanik olarak gidip duruyor­sun. İşte bu yüzden Hindistan'da dünyaya sansara deriz. Sansara iler­leyen çember demektir ve sen onun bir çubuğuna tutunmuşsun ve ilerle­meye devam ediyorsun.

Bu çember hakkında, bu kısır döngü, bu sansara hakkında bir şeyler öğrenmediğin sürece, onun hakkında bir şeyler öğrenmediğin sürece, çubuğu bırakıp çemberden dışarı atlayamayacaksın. Bu yüzden üç sözcük, üç anahtar sözcük:

Ölüm: Onu daimi bir tefekkür yap.

Anlam: Onu hayatında aramaya devam et.

Öğrenme: Hayatından ders al, çünkü başka öğrenme yoktur. Yazmalar sana hiçbir şey veremez.

Hayatın sana bir şey veremezse, onu sana hiçbir şey veremez. Kendi hayatından ders al, onunla karar ver. Kendine ne yapıyordun? Bir çemberdeysen, ondan dışarı atla. Ama bir çemberde olduğunu bilmek için, anlayışın ve öğrenmenin derinliklerine inmen gerekir. Bu üç şey içeri dönmene yardımcı olur.

OSHO
 
« Son Düzenleme: Ocak 22, 2011, 07:18:37 ös Gönderen: dogudan »
veritas lux mea.


Ocak 22, 2011, 05:00:34 ös
Yanıtla #1
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1731
  • Cinsiyet: Bay

Daha önce de okumuştum;şimdi daha anlamlı geldi.Demek ki,birkere okumak yetmiyor.

Ölüm,anlam,öğrenme...Ne güzel özetlemiş OSHO.

Farkında olsak da,olmasak da zamanı yenmek adına verdiğimiz çabanın bizleri ölüme biraz daha yaklaştırdığı gerçeği beni hep düşündürmüştür.

Bastırdığımız ölüm korkusu,bizleri koşar adım ölüme sürükler.Bunun birtek mazereti olabilir.Yaşamın anlamı ölmek!...Yani,biran önce ölebilmek için yaşamak.İyi de,insan deneyimlemediği birşeyin özlemini duyabilir mi?...Yoksa,ölümü deneyimledik mi?...

Doğarken yaptığımız ilk şey nefes almaktır;ölürken ise yapılan sonşey nefes vermektir,ama bukez birdaha almamak üzere...Yaşarken hiç değişmeden beli bir ritme bağlı kalarak yaptığımız tekşey ise nefes alıp vermektir.

Demek ki,yaşarken alıp verdiğimiz nefes aralığındaki boşluğa koca bir ömür sığabilir.Tabi ki,o boşluğu anlamladırabilirsek...

Sayın alcyone'ye sesli düşünme fırsatı verdiği için teşekkür ederim.



Saygılarımla
« Son Düzenleme: Ocak 22, 2011, 07:19:08 ös Gönderen: dogudan »
Ben"O"yum,"O"ben değil...


Ocak 22, 2011, 05:55:59 ös
Yanıtla #2
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 159
  • Cinsiyet: Bay

Sayın ceycet,
Alıntı
"Doğarken yaptığımız ilk şey nefes almaktır;ölürken ise yapılan sonşey nefes vermektir,ama bu kez birdaha almamak üzere...Yaşarken hiç değişmeden beli bir ritme bağlı kalarak yaptığımız tekşey ise nefes alıp vermektir.

Demek ki,yaşarken alıp verdiğimiz nefes aralığındaki boşluğa koca bir ömür sığabilir.Tabi ki,o boşluğu anlamladırabilirsek..."

Ne kadar güzel ifade etmişsiniz.

Yazıyı tamamlamış oldu bu ifadeniz. Aslında bu kadar uzun yazıları eklemek çok hoş olmuyor, hele ki "kalın" veya "italik" kullanımı da yapılmamış, özellikle önem taşıyan noktaların altı çizilmemişse okuması da zorlaşıyor ancak malesef benim bilgisayarımda foruma eklediğim yazılara bu değişiklikleri yapmak neredeyse imkansız, sanıyorum benden kaynaklanan bir sorun yüzünden yazılar bu şekilde eklenmek durumunda kalıyor.

Saygı ile.
« Son Düzenleme: Ocak 22, 2011, 07:19:28 ös Gönderen: dogudan »
veritas lux mea.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
7 Yanıt
10460 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 03, 2012, 03:54:09 ös
Gönderen: Isis
7 Yanıt
5867 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 18, 2008, 01:30:26 öö
Gönderen: Lux_e_Tenebris
0 Yanıt
5089 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 21, 2008, 05:57:37 ös
Gönderen: bugfree
0 Yanıt
2860 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 08, 2009, 03:34:41 ös
Gönderen: degas
1 Yanıt
3199 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 09, 2009, 06:11:55 ös
Gönderen: degas
1 Yanıt
5157 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 08, 2011, 12:22:42 öö
Gönderen: Prometheus
Kendi Dilimizde İbadet

Başlatan Süvariler « 1 2 3 » Inanc Uzerine

29 Yanıt
14843 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 27, 2018, 12:55:10 öö
Gönderen: Venus
3 Yanıt
4572 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 13, 2015, 06:33:24 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
1940 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 16, 2014, 03:27:30 ös
Gönderen: edebiyat_ogr
0 Yanıt
1978 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 19, 2014, 10:52:14 ös
Gönderen: edebiyat_ogr