Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Kadının Bitmeyen Çilesi - 6  (Okunma sayısı 2508 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Aralık 24, 2011, 10:18:50 öö
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay





"Taş Devrinde Kadın" başlıklı bölümün devamı...



Anaerkillik



-   Avlanmak üzere barınaklarından uzaklaşan erkekler çoğunlukla yalnızdır ve pusuda sessiz durmak zorundadırlar; dolayısıyla az konuşurlar. Buna karşın geride kalan kadınlar bireysel değil, kollektif bir çalışma içindedirler. Bütün gün çene çalarak, şarkı söyleyerek beraberce çalışan bir topluluk teşkil ederler. Topluluğun bütün üyelerinin deneyim ve zekâsı bir araya gelmiştir. Yaptıkları işi birbirlerine gösterirler, birbirlerine yardım ederler, deneyim ve fikir alışverişinde bulunurlar. Bu adeta kamusal bir uğraştır ve kuralları toplumsal deneyimin sonuçlarından oluşmuştur. Bu ortaklaşa çalışma ya da “toplumsal üretim” aynı zamanda bütün bir topluluğun deneyim ve bilgisinin bir araya toplanıp yeni üretici kuşaklarına aktarılma sürecidir. Ortak emeğin gelişmesi, ortak üretim, toplumsal işbirliği konuşma ve dili de geliştirmiştir. Üretim esnasında ortaya çıkan yeni yöntemler, yeni buluşlar yeni kavramlar, yeni sözcükler, yeni ifade şekilleri yaratmış ve ilkel insanın dilini zenginleştirmiştir.
-   Çocuk, ilk sözcüklerini pusuda sessizce av bekleyen babadan değil, diğer kadınlarla sürekli iletişim içinde olan anasından öğrenmiştir. İnsanların ilk öğrendikleri dile “anadil” denmesinin nedeni bu olsa gerek.
-   Toplumsal emek insanı hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biridir ve başlangıçta bu etkinlik çoğunlukla kadınların elindeydi. Yani kadın yalnızca yeni bir yaşamın yaratıcısı, yani biyolojik ana olmakla kalmıyor, aynı zamanda yaşam gereksinimlerinin de ilk üreticisi olarak, tüm toplumun anası olma özelliğini taşıyordu.
-   Bu aşamada önümüze bir “anaerkillik” veya “anasoyluluk” kavramı çıkıyor. Yani “bir arada yaşayan insan topluluğundaki sosyal ve yönetimsel gücün kadınların elinde bulunduğu toplumsal sistem.”  Bunun karşıtı da “ataerkillik”.
-   Her ne kadar tam anlamıyla anaerkil bir toplumun hiçbir zaman var olmadığını savunan antropolog ve toplumbilimciler varsa da, hatta bunlar çoğunluktaysa da, bugüne kadar yapılan arkeolojik ve tarihsel çalışmaların sonucunda elde edilen bulgular ile dünyamızın çeşitli yerlerinde yakın zamana kadar, hatta bugün bile var olan ilkel insan topluluklarının incelenmesi kadının ilkel toplumdaki sosyal ve ekonomik rolünün önemini ve belli bir aşamaya kadar da anaerkil toplulukların varlığını kanıtlamaktadır.
-   Anaerkil topluluk temelde neye dayanıyor ve kadının, ananın, ilkel topluluktaki önemi nereden kaynaklanıyordu ?
-   Bugün 6-7 yaşlarında küçük bir çocuğa Tanrı’yı tarif etmesini veya resmini çizmesini söyleseniz ortaya çıkan kesinlikle ak saçlı, sakallı bir dede olacaktır. Hangimiz çocukluğumuzda Allah Baba’dan korkmamışızdır ki. Kafamızdaki bu Allah Baba resmine karşın karıştırdığımız ilk tarih kitabında veya müzeye gittiğimizde, ilk çağlarda koca memeli veya çok memeli, iri kalçalı Allah Ana’ların, yani tanrıçaların çoğunlukta olduğunu görürüz.
-   İlkel toplumda cinsel ilişkinin biyolojik işlevi ve hatta dölleme bilinmediği için doğurganlığın kadının kendine özgü, cinsinden kaynaklanan bir özellik olduğu sanılıyordu. Bu arada erkek üreme hücrelerinin ilk kez 1785 yılında Spallanzani tarafından bulunup, üreme sürecinin başlaması için dişi ve erkek üreme hücrelerinin birleşmesinin gerektiğinin ilk kez İsviçreli zoolog Hermann Fol (1845-1892) tarafından 1879’da bir deneyle gösterildiğini belirtmek gerek!
-   Doğurganlık, yani dünyaya canlı bir yaratık getirmek ise, yaratmakla özdeş kabul edildiğinden kadına olağanüstü, tanrısal güçler atfediliyordu. Doğuran, süt vererek besleyen, can verici güce sahip kadın bereketin de simgesiydi. Kadın ve toprak doğurganlıklarındaki, verimliliklerindeki gizden ötürü özdeş sayılıyorlardı. Bugün bile hâlâ “Toprak Ana”, “Tabiat Ana” deyimlerini kullanırız. İşte bu durum kadını ilkel toplumlarda ana tanrıça konumuna getirmişti.
-   Ancak ilkel düşüncenin tanrısallaştırdığı kadının önemi sadece doğurgan-lığından kaynaklanmıyordu. İnsanoğlunu hayvanlardan farklı kılan en önemli özelliklerinden biri de, kendisini biçimlendiren eğitime açık olduğu, büyüme döneminin uzun oluşuydu. İnsana en yakın memeli türü olan şebeklerde yavru bakımı süresi 7 ay, orangutanlarda ise 2 yıldır. Buna karşın bakım süresinin insanlarda ne kadar uzun olduğunu çocuk sahibi olan herkes bilir. Bu büyüme dönemi süresindeki eğitimi ise, analık işlevleri dolayısıyla, kadınlar vermekteydi. Topluluğun, insan kültürünün çekirdeğini oluşturan alışkanlıkları, davranış kuralları, miras aldığı ve devrettiği gelenekleri kadınlarca biçimlen-diriliyor ve aktarılıyordu.
-   Yavrusunu besleyen, ona süt veren anne, çocuğun nefes alıp vermesinden, dil öğrenmesine kadar giden bir eğitim sürecini, yani çocuğun ileride gelişecek olan varlığının ve kişiliğinin temelini oluşturmaya başlıyordu.
-   Bu bağlamda kadının, annenin doğal eğiticilik niteliği ile ilgili dilbilimsel bir bilgiyi de eklemek gerekiyor.
-   Eğitim anlamına gelen İngilizce/Fransızca “education” sözcüğünün Latince kökeni “educatio” dur. “Educatio”nun sözlük karşılığı ise öncelikle “besleme, yetiştirme, büyütme eylemi ve besin” sonra da “eğitim” olarak geçer…Bu sözcük “educatio proles” olarak yani “evlat, gelecek kuşak yetiştirme” anlamına gelecek şekilde kullanıldığında Latince dilbilgisinde dişil bir özneyi gerektiriyor. “Educatio proles” ister bir dişi hayvan, ister bir kadın olsun, annelerin yavrularını beslemelerini ve yetiştirmelerini anlatan bir deyiştir. Buna karşın “education” İngilizcede ilk kez 17. yüzyılda kullanıldığında sadece çocukların fiziksel gereksinimlerini karşılayarak onları yetiştirmek anlamına geliyordu.
-   Bir tarafta doğanın kendisine bahşettiği yaratıcı özelliklerle donatılmış bir yaratık, kadın, diğer tarafta ise bırakın yaratmak, beslemek, büyütmek gibi özelliklere sahip olmayı, dölleme işlevinin bile henüz bilincinde olmayan bir yaratık, erkek.
-   Tek üstünlük sayılabilecek özelliği cinsine has fiziksel gücü. Üreme ve üretim devam ediyor. Çocuklar dünyaya geliyor, nüfus çoğalıyor ve klan adını yakıştırdığımız ilkel topluluk birimi ortaya çıkıyor.
-   Bu topluluk veya toplumsal birim nasıl gelişti, aile bağları ve akrabalık ilişkileri nasıldı? Anaerkil olduğunu belirttiğimiz bu toplulukta annenin sosyal ve yönetimsel erki nasıl gelişti?
-   Klanda daha evlilik kurumu yok. Dünyaya gelen çocuk anne tarafından büyütülüyor ve bugünkü akrabalık tanımlamalarıyla kardeşleri, yeğenleri, teyze ve dayılarıyla beraber yaşıyor. Bugünkü akrabalık tanımlamaları diyorum, çünkü bu kavramlar daha ortaya çıkmamış. Özellikle dölleme işlevinin farkında olmayan erkek, bilinçli olmasa da, içgüdüsel bir şekilde biyolojik ilişkilerinin farkında olan, bunları beraber yaşama ve toplumsal dayanışma içinde geliştirmiş klan fertlerinin arasında en yabancı kalanı. Yani ne kendisi baba olduğunu biliyor, ne de yakınlarınca baba olarak kabul ediliyor.
-   Peki bu akrabalık ilişkileri nasıl oluştu ve gelişti?
-   Bu noktada önümüze kandaşla cinsel ilişki yasağı kavramı çıkıyor. Bu yasak uygar toplumlardaki yasaklamalar içinde en katı olanıdır. Ve bu yasaklamanın veya tabu’nun insanlık tarihinin başlarına dek uzandığı kabul edilmektedir. Ancak bunun bizim bugün anladığımız anlamda bir kandaşla cinsel ilişki yasağı olup olmadığı son derece tartışmaya açıktır. Çünkü anasoylu ilkel toplumlarda bu tabu ana ve kız kardeş dışında bir sürü dişiyi kapsıyordu, yani erkeğin bir sürü annesi ve kız kardeşi vardı.
-   Bugün Afrika’da yaşayan bazı ilkel topluluklarda kız kardeşe hâlâ “anne veya “küçük anne” denilmektedir.
-   Bu tabu erkeklerin kadınlardan fiziksel olarak da ayrı yaşamasını gerektiriyordu. Yetişkin erkekler kendi bölgelerinde ayrı bir küme halinde yaşayan yetişkin kadın ve çocuklardan ayrı bir konutta yaşıyorlardı.
-   Akrabalık uygar toplumda, bir anne babadan yola çıkan ve kan bağı olan insanlar arasındaki ilişkidir. Buna karşın ilkel toplumda, antropologların bugün genellikle “toplumsal akrabalık” diye adlandırdıkları bir sınıflayıcı akrabalık dizgesi olduğunu görüyoruz. Bu sınıflandırma aile bağlarına değil klan ve tribü (oymak, boy) bağlarına dayanıyor. Bu sınıflandırmayı yaş ve toplumsal işlevler de etkiliyordu. Öyle ki uygarlık düzeyi düşük toplumların kullandığı akrabalık terimlerinin gelişmiş toplumların dillerinde doğru karşılıklarını bulmak imkansızdır. Örneğin uygar toplumun aile dizgesinde bir çocuğun annesi onu doğuran kadındır; ilkel toplumda ise bir çocuk birçok kadına anneleri gözüyle bakabilir. Hatta sınıflayıcı dizgede dişi bebeklere dahi “anne” denebiliyor.
-   İlkel toplumda, analık dişi cinsin toplumsal bir işlevidir; dolayısıyla kadınlar çocuk doğurmadan önce de, çocuk sahibi olduktan sonra da aynı anlamda topluluğun olgusal ya da gizil (potansiyel) anneleridir. Aileden, daha doğrusu baba ailesinden önce gelen anasoylu klan birbirleriyle kardeş, çocuğu hangi bireyin doğurduğuna bakılmaksızın topluluktaki bütün çocuklara ana olan kadınların kolektifliği (ortaklaşması) temeli üzerinde oturur. Örneğin Assam’da (Hindistan) yaşayan Garo yerlileri klanlarına “analar” veya “analıklar” anlamına gelen “machongs” derler. Malinezya’daki ilkel toplumlarda da aynı anlama gelen “veve” sözcüğü kullanılır.
-   Bu durumda yasaklanmış dişilerin çokluğu, erkekleri ait oldukları klanın dışından birisiyle ilişki kurmaya veya bugünkü deyimle evlenmeye mecbur ediyordu. Bu o kadar da basit değildi, zira bu yasaklama kendi klanının ait olduğu fratri yani birleşik klan grubu için de geçerliydi; yani erkeğin evlenebileceği kadın sayısı son derece kısıtlıydı. Bu kadar geniş kapsamlı bir tabuyu çiğnemenin cezaları da son derece ağırdı. Ölüme kadar varan cezaların yanı sıra, bu tabu çiğnendiğinde klan üyesi bütün toplumun yaşamının tehlikeye düşeceğine inanılırdı. Ekinler ürün vermez, avcılar hayvan vuramaz, çocuklar doğmaz vb.
-   Yasağın kapsamının bu kadar geniş olması, bu kadar çok dişiyi kapsaması, bu tabunun gerçek anlamda bir “kandaşla cinsel ilişki yasağı” olduğunu tartışmalı bir konumda bırakıyor.
-   Peki bu yasağın gerçek kaynağı neydi?
-   Tabuyu iyi incelediğimizde bunun ikili bir yasaklama olduğunu, sadece birisinin cinslikle ilgili olduğunu, insanbilimcilere göre daha önemli olan diğerinin yiyecek daha doğrusu yamyamlığa ilişkin olduğunu görüyoruz.
-   Türlerin varlıklarını sürdürebilmeleri iki temel gereksinmeyi karşılamalarına bağlıdır; önce yiyecek sonra cinsel ilişki. Yalnızca tek bir türde, insan türünde, varlığı sürdürme, bu iki biyolojik gereksinmeye egemen olan toplumsal denetime bağımlı hale gelmiştir. İlkel totemcilik ve tabu kurumlarının altında yatan anlam da budur. Bu kurumlar, insanların yiyecek ve cinsel açlıklarına egemen olan ilk toplumsal denetim örneğini sergilerler.
-   Totem yasalarına göre, bir erkek kendi toteminin akraba kümesinden hiçbir kadınla çiftleşemez. Yiyecek yasasına göre de, bir kimse, totem akrabası olan hayvanları öldürmek veya onları yemek hakkına sahip değildir.
-   Bu arada ilk insanların insan eti yedikleri, yani yamyamlık yaptıkları konusunda da muhtelif bulgular olduğunu belirtmek gerekiyor. Örneğin Pekin’deki Choukoutien mağaralarında bulunan insan kemikleri Pekin insanının yamyam olduğunu kanıtlıyor. Ancak buna “masum yamyamlık” diyebiliriz. Çünkü ilk atalarımız insanlarla hayvanlar arasındaki biyolojik farkı bilmiyorlardı.
-   Bu ayırımı yapmak için zaman içinde başka araçlar yarattılar. Bunu totem akrabalığı yoluyla yaptılar; yani kandaş veya akraba olanlar aynı zamanda türdeşti, yani insandı; bunun dışında kalanlar, totem akrabası olmayanlar ise başka bir türün, yani hayvan türünün üyesi olabilirlerdi, dolayısıyla bir hayvan gibi avlanabilirlerdi. Bu akrabalık ölçütü yamyamlığın sınırlarını saptamış oldu. Birinin totem-hayvanını öldürmek ve yemek, o totemin birine akraba olması nedeniyle nasıl yanlışsa, bir akrabayı yemek de aynı derecede yanlıştı. Hayvan-akraba tabu olduğundan öldürülemez ya da yenemez olduğuna göre, insan-akraba da yenemezdi.
-   Totemciliğin başarısı insan avcılarını ortadan kaldırmak, insanları ilkel yaşantının tehlikelerinden uzak tutmak, onların toplumsal yaşam ve emek etkinliği içinde kardeşçe birleşmelerini sağlamak oldu. Totemcilik dizgesi bir boy içinde kurulduktan sonra, aynı kurallar başka boylara da iletildi ve insanlar daha büyük ve güçlü “boy”lar, kardeşçil birlikler kurmaya başladılar.
-   Yamyamlık kuramı tabunun yiyecek bölümünü aydınlatıyor. Ancak biraz önce belirttiğimiz gibi bu iki yönlü bir yasaklamaydı ve yiyeceği olduğu kadar cinselliği, daha doğru bir deyimle cinsliği de kapsıyordu. Birinci tür yasaklama bir kimsenin kendi totem hayvan ya da bitkisini veya akrabasını yiyemeyeceği kuralını getiriyordu. İkinci tür ise aynı totemden olan bir kadınla cinsel ilişki kuramama veya evlenememe durumunu gerektiriyordu. Bu iki kural iki ayrı gereksinimle ilgili olmakla beraber, birbiriyle dolaylı da olsa mantıksal bir ilişki içindedir.
-   Bu noktada topluluk içi cinsel ilişkinin başka bir deyimle içevliliğin yasak olduğu klana geldik; yani önemli bir problem çözülmüş durumda. Erkekler eşlerini dışarıda, diğer klanlarda arıyorlar. Erkeklerin ayrı yaşadığı, analar tarafından yönetilen klanda, kız ve erkek kardeşlerin toplumsal ve ekonomik işbirliği başlamış. Buna “Anaerkil Kardeşlik” de diyebiliyoruz. Zira ilkel sınıflayıcı akrabalık dizgesine göre “kardeş” terimi, bir çocuğun, günümüzdeki uygulamanın tersine, kan bağı gözetilmeksizin, kendi ana yanlı soyunun ve anaların kardeşlerinden oluşan kümenin yani kendi kardeş yanlı soyunun “doğuştan” üyesi olduğunu belirliyor. Akrabalık nedenleri ortak yaşam alanı, ortak yiyecek ve ortak analık.
-   Anasoylu klanın toplumsal yapısı, cinslere ve yaş kategorilerine göre bölümlere ayrılmıştır. Kız ve erkek kardeşler, aynı alan ya da topluluk içinde bir arada yaşamalarına karşın, ayrı bölümlerde otururlar. Kadınlarla küçük çocuklar dişi bölümünde, yetişkin erkeklerse erkek bölümünde yiyip içer ve yatıp kalkarlar. Anneler ve ablalar küçük kız kardeşlerden (dişi çocuklardan) sorumludurlar, onları eğitir, gelecekteki uğraşlarına hazırlarlar.
-   Gerek kız gerek erkek bebeklerle çok küçük çocuklar, dişiler bölümünde analarla birlikte kalırlar. Erkek çocuklar yaşamlarının bu döneminde, kız çocuklarla bir arada tutulurlar. Küçük erkek çocukların da belli bir yaşa kadar yetişkin erkeklerle arkadaşlık etmesi yasaklanmıştır.
-   Erkek çocuklar 6 ila 10 yaş arasında bir yaştayken, erkeklerin bölümüne geçirilir ve erkek olarak sınıflandırılırlar. Erkek çocukların eğitimini bundan sonra annenin erkek kardeşleri, yani dayılar üstlenirler. O kadarki bazı ilkel dillerde ananın kardeşine “erkek ana” denmektedir. Güney Afrika’da bazı topluluklarda bu hâlâ kullanılır: malume, (ma: ana, lume: erkek)
-   Erkek çocuklar klanın dişi bölümünden erkek bölümüne geçtiklerinde ananın erkek kardeşinden, dayıdan ikinci defa dünyaya gelmiş kabul edilirler. Bu ikinci doğuşu simgeleyen bir “erginleme töreni” yapılır. Çocuk, erkekler bölümüne geçerken erkek olmaya, savaşçı olmaya ilk adımını atar. Erkekler bölümünde yemek yemeye, değişik yiyecek, değişik “et” yemeye başlar. Erkek çocuğa burada öğretilen yeni davranış kuralları arasında en önemli olanı kendi akrabalarıyla ilgili cinsel ilişki yasağı veya tabusudur. Babanın hâlâ “dışarlıklı” olduğu bir topluluktayız ve “dayılar” ön plana çıkmış durumda...
-   Bu anaerkil, veya daha doğru bir deyimle anasoylu boy geniş bir kardeşlik dizgesi üzerine kurulmuş bir ortak yaşam topluluğudur. Bu toplulukta kadınlar bir sınıf olarak yönetici durumunda değildir. Zaten bu komünal toplumda insanların varlık rütbe ve güç açısından üstün olmaları nedeniyle, başka insanlara boyun eğmesi diye bir şey yoktur, gene aynı nedenlerle kadınların “üstün” erkek cinsine boyun eğmesi de yoktur. Tersine, kadınların erkekler üzerindeki etkisi, erkeklerin kadınlar üzerindeki etkisinden daha büyük ve belirgindir. Kuzey Amerika’nın en büyük ve tanınmış anaerkil toplumlarından biri olan İroquoilar’ın yaşam felsefesi bunun için güzel bir örnektir :
-   Bir İroquoi klanının bütün üyeleri, kişisel olarak özgürdür ve birbirlerinin özgürlüğünü savunmak onların en doğal görevidir. Kişisel haklar ve ayrıcalıklar konusunda aralarında tam bir eşitlik vardır; klan reisleri kendilerine herhangi bir üstünlük tanınmasını beklemez. Hepsi akrabalık bağlarıyla birbirlerine bağlanmış büyük bir kardeşlik birimi oluşturmuşlardır. Hiçbir zaman dile getirilmemiş, belli kurallara oturtulmamış olmakla birlikte, “eşitlik ve kardeşlik” klanların baş ilkesidir.”
-   İroquoi Boy Birliği’nde elli reisten oluşan genel kurulda hiçbir kadının düzenli ve sürekli bir reis görevi üstlendiği görülmemekle birlikte, gerek reislerin seçilmesinde gerekse görevden alınmalarında her klanın “anakadınlar”ı etkilidir. Bu anakadınların aynı zamanda genç savaşçıların davranışlarını etkilemek, onları kontrol etmek gibi, boy’un (tribünün) uzun barış dönemleri sürdürmesini sağlayacak, bugünkü anlamda politik görevleri de vardır.
-   Anaerkil topluluk senin ve benim kavramlarını bilmez, birinci şahıs tekil anlatım olanakları gelişmemiştir. Örneğin bir Yeni Zelandalı yerli Maori “ben” derken tribüsünü eş deyişle klan ya da boyunu kastetmektedir veya “benim toprağım” “tribümün toprağı” anlamına gelmektedir.
-   Artık karşı klanlardan eş arama yani dışevlilik kuralı işlemeye başlamıştır erginleşen erkek çocuk için. Böylece klanlar arası akrabalık bağları, iki yönde gelişmeye başlamıştır. Fakat erkek olma, evlilik icazeti alma, başka klanların topraklarında gezinme (ki bu bir nevi pasaport demektir) gibi önemli ayrıcalıklar kazandıran erginleme törenleri giderek, bazı topluluklarda sınırlı üye alan, katılma kuralları ağırlaşan gizli dernekler biçimine dönüşmeye, bir çıkar-yarar ve iktidar olgusu ortaya çıkmaya başlamıştır.
-   Şimdi biz dünya tarihinin her devrinde insanlığı yoldan çıkaran bu iktidar olgusunu bir kenara bırakıp evlilik yolunda ilerleyen ilkel insanın erginlen-dikten sonra neler yaşadığına bakalım.
-   Ergin erkek gelecekteki eşini bulduktan sonra onun klanına kendisini kabul ettirene kadar bugünkü nişanlılık devresinden çok daha zahmetli bir kabul edilme sürecinden geçiyordu. Ölümlerin doğal nedeninin bilinmediği ve düşmanlıklara bağlandığı bir çağda bu kabul edilme süreci klana yeni gelen erkeğin güvenilirliğinin sınandığı, evliliğe değil yabancı bir topluluğa kabul edilme veya eski düşmanlar arasında toplumsal ilişki kurma süreciydi. Erkek kayınvalidenin klanına taşındıktan sonra oradaki erkeklere özgü kulübede yatıp kalkıyor ve eşiyle belirli zamanlarda ve şartlarda beraber olabiliyordu.
-   Bu arada önemli bir kural daha vardı, erkek bu süre boyunca karısı ile ayrı yerde yemek yiyordu. Gerçek evlilik ortaklığı ortak yemekle başlıyordu. Bu da bize toplumsal evrimin oluşmasında yiyecek birliğinin cinsellik, cinslik kadar hatta ondan daha önemli olduğunu gösteriyor.
-   Bu noktada ABD’de New Mexico’da yaşayan anasoylu klanlar halinde yaşayan Zuni yerlilerini inceleyen ünlü antropolog Alfred Kroeber’den, klana erkeğin bir başka deyişle, kocanın girişi ile ilgili bir alıntı yapmakta yarar var:
-   “Ev aileden doğan kadınlara aittir. Onlar orada dünyaya gelir, yaşamlarını orada geçirir ve o evin duvarları arasında ölürler. Çocuklar büyüdükçe, erkek kardeşler onları terk eder, hepsi, karısının evinde oturmaya başlar. Kadınların da yorganlarını paylaşan birer kocası ya da koca yerine geçen erkekleri vardır. Böylece kuşaklar kuşakları izler, yavaş akan bir analar ve kızlar ırmağı, kocaları, erkek evlatları ve erkek torunları kendisiyle birlikte sürükleyen bir akıntı oluşturur.”
-   Burada yine dilbilgisel bir gerçeği vurgulamak gerek. Latincede ana veya besleyen anlamına gelen “mater” kökenli “matrimonium” sözcüğü “evlilik” anlamına geliyor. Sözcük İngilizceye “matrimony” olarak geçmiştir. Bu da insanların toplumsallaşmasının en önemli aşamalarından biri olan aile kurumuna giden yol olan evliliğin kökeninin anaerkil olduğunu göstermektedir.
-   Dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan yerli halkları arasında, örneğin Avustralya’da Kurnai’lerde, Kuzey Malinezya’da, Güney Papua’da evlilik teklifinin kızlar tarafından yapıldığı da bilinmektedir.
-   Kayınvalide tarafından kabul edilen damat “karısı olan bir erkek”tir artık. Kayınvalidenin toprağını işlemeye başlar. Evvelce kadın işi sayılan işlerde ustalık kazanır; bahçıvan, çiftçi ve hayvan yetiştiricisi olarak avcılıktan yerleşik düzene geçer.
-   Evliliğin başlangıcı, cinsel değil, ekonomik ve toplumsal ilişkilere dayanan bir beraberlik ve aynı zamanda toplumsal bir barışın başlangıcıdır.
-   Artık anasoylu klan’dan, kız kardeş ve erkek kardeşlerden oluşan birlikten karı / koca birliğine geçiyoruz. Ancak ileride bu birliğin anasoylu klanın çöküşünün nedeni olduğunu göreceğiz.
-   Kendi anasoylu klanında dayı olarak yetke ve saygınlık sahibi olan erkek, damat olarak geldiği bu klanda, her zaman ikinci sınıf insan, güvenilmeyen yabancı olarak kalacaktır. Damat, bazı ilkel topluluklarda koca teke, horoz veya ödünç alınmış erkek anlamına gelen sözcüklerle anılır. Bu çelişkili durumun bir sebebi de dayılar, damatlar arasındaki sosyo-ekonomik çatışmadır.
-   Bu aşamada bir geçiş dönemi olarak “babayerli” veya “kocayerli” aile olarak nitelendirilebilecek, karı kocanın, babanın anayerli klanında, veya dönüşümlü olarak her iki klanda yaşamasına rastlıyoruz. Ancak bu aile şeklinde bile babanın çocuklar üzerinde bir hakkı yoktur; ayrılıkta çocuklar anayerine gider. Ölüm halinde bile anayanlı aile fertlerinin yanına gömülür.
-   Burada önemli bir aşamaya geliyoruz. Gerek yabancı damatlar, gerekse bunlarla anasoylu klanın erkekleri arasındaki çekişmelere son vermek amacıyla evli çiftler için yapılan özel evler ortak mülkiyetten özel mülkiyete geçişin ilk adımı ve anaerkil komününü çöküşünün başlangıcı olacaktır.
[/
size]


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
4 Yanıt
3007 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 11, 2011, 08:53:45 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2286 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 11, 2011, 10:38:08 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
1987 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 12, 2011, 04:27:03 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2063 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 14, 2011, 01:04:52 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2201 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 17, 2011, 01:27:48 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
3366 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 23, 2011, 08:35:24 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2854 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 31, 2011, 04:43:52 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2761 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 04, 2012, 04:37:42 ös
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
2533 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 06, 2012, 03:59:08 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
4452 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2012, 03:37:23 ös
Gönderen: ADAM