MontségurKraliçe Blanche de Castille işin içine iyice girdikten sonra şöyle bir görüntü ortaya çıktı: Languedoc ve çevresinde birbiri ardınca ele geçirilen her kale ya da kasaba Fransa kralının oluyor, yakalanan Katharlar Engizisyona teslim ediliyor, hazine avcılığına girişiliyordu. Hiçbir şey bulunamayınca, arayış bir başka bir yerde sürdürülüyordu.
1240’lı yıllara girildiğinde, artık Katharlar iyiden iyiye temizlenmiş, varsa yoksa birkaç kaleye sıkışıp kalmıştı. Bunlardan biri de Montségur kalesiydi.
Bu kale hayli sert yamaçlı sipsivri bir kaya kütlesinin tepesindeydi. Ulaşmak çok zordu. Kimilerine göre Katharların hazinesi de çok iyi bir korunak olduğu için öteden beri orada saklanmıştı. Gene dendiğine göre Kathar Şövalyesi olarak anılan kişiler de ikide birde oradan kopup çıkıyor, Katolikler üzerine bir baskın düzenleyip dönüyordu.
Nitekim gece düzenlenen böyle bir baskında Engizisyon’un başındaki Guillaume Arnaud ile eşliğindeki altı yargıç, korumasız yakalanarak katlediliverdi.
Bu işin durdurulabilmesinin tek çıkar yolu, bir an önce Montségur kalesinin de düşürülmesiydi. Tüm Fransız ordusu Montségur’u çember altına aldı.
Bu Montségur denilen yerin nasıl bir yer olduğunu görelim: (Ben gördüm. Fransa’nın Languedoc bölgesine bir turistik yolculuk yapacak olanlara, mutlaka oraya da uzanarak görmelerini öneririm. Ancak bu benim çekmiş olduğum bir fotoğraf değil; alıntı.)
Kalede birkaç yüz kişi ya var ya yoktu. Kuşatanların sayısı ise on binden çoktu.
Montségur’da su kaynağı olmadığı biliniyordu. Yağmur ve eriyen kar sularının doldurduğu sarnıçlar vardı ama bu sipsivri tepede ne kadar su toplanabilir, yazın bunlar ne kadar süre için dayanılabilirdi ki?
Ordunun komutanı Hugues des Arcis, kaleye saldırmanın intihardan başka bir şey olmayacağını düşünüp beklemeyi tercih etti. Kaledekiler ya açlık ve susuzluktan ölür ya da teslim olurdu.
Bütün bir yaz geçti. Sonbahar da gelip geçti. Kış bastırdı. Montségur hâlâ direniyordu. Çevreyi sarmış askerlerin durumu onlardan daha acıklıydı. Çünkü kaledekiler ile gönül birliği kurmuş çevre köylüleri de zora başvurulmadıkça askerlere hiç yardımcı ve destek olmuyordu.
Bu konuda yapılmış bir yorumsal anlatıma göre; kale birtakım gizli geçitler ile ovaya bağlanıyordu. Geceleri oralardan hiç kimseye görünmeden çıkıp girenler vardı. Kimisi su ve yiyecek taşıyor, kimisi Fransız ordusunun kenarda köşede kalmış çadırlarını vurup kaçıyordu.
1244 yılının kış sonunda Montségur halkı teslim olmaya karar verdi.
Bu kadar zamandan sonra dirençleri mi kırılmıştı, yoksa Katharlar «Bizi yakacaklar. Bari bizden olmayan kurtulsun.» diye onları ikna mı etmişti, bilinmez.
Kale komutanı Pierre Roger, Komutan Hugues des Arcis ile görüşerek teslim koşulları üzerinde anlaşmaya vardı. Buna göre Katharlar Engizisyon’a verilecek, Kathar olmayanlar ise sapkınlara yataklık etmiş ya da baskınlarda başkalarını öldürmüş sayılsa bile yargılanmayacaktı.
Pierre Roger, bunun uygulamaya konması için iki haftalık bir saldırmazlık dileğinde de bulundu. Hugues des Arcis bunu kabul ettikten sonra, ortalığa bir sessizliktir çöktü. İki hafta boyunca kale surlarında hiçbir baş görünmedi; çıt bile çıkmadı.
Sözler tutuldu. Kale Fransızlara teslim edildi. Yaklaşık iki yüz Kathar, herkesin gözü önünde cayır cayır yakıldı.
Bir başka anlatıma göre Katharlar kaleden çıkıp, kendilerini yakmak üzere hazırlanmış olan ateşe ilahîler söyleyerek ve neşe içinde kendiliklerinden yürüdü.
Böylece Albi Haçlı Seferi’nin de son bulmuş olduğu kabul edildi.
Katolik Kilisesi’ne göre bu böyleydi ama politik zafere de kesin bir nokta konması bakımından, biraz daha savaş gerekti. 1256 yılında Puilaurens, 1260 yılında Quèribus kalesi ele geçirilince; Languedoc’un tümü Fransa kralının oldu.
Daha önce Languedoc’un çoğuna sahip olan Toulouse Kontu 7. Raymond, 1249 yılında ardında erkek varis bırakmadan ölmüştü. Tüm varlığı Fransa Kralı 9. Louis’nin kardeşi Alphonse de Poitier ile evlenmiş kızına kaldı. Bu arada kral, Provénce bölgesinin büyük bir bölümüne sahip olan Margaret de Provénce ile evlendi. Böylece oğlu 10. Louis, bu mirasın tümüne kondu. Bir de amcasının hiç çocuğu olmayınca, hem Provénce hem Languedoc bölgesi ona kaldı.
Dolayısıyla Fransa krallarının çok zamandan beri peşinde koştuğu bir politik ülkü gerçekleşti. Fransa’nın artık güneyde de limanları vardı. Bu olanak, Fransa’ya dehşetli ekonomik katkı sağlayacaktı.
Bu işin sonrası öyle ama Katharların o iki haftalık saldırmazlık döneminde ne yapmış olduğu da başlı başına bir muamma.
Kimilerine göre; bu dönem içinde kaledeki yetkinler tüm Katharlara inançlarının gereği olarak “Consolamentum”u verdi ve onları ölüme hazırladı.
Kimilerine göre ise; bu yapılmış olabilir ama aslında saldırmazlık bambaşka bir amaçla kullanıldı. Bu arada Katharların hazinesi gizlice dışarı taşındı; Pirene sıradağlarının eteklerindeki mağaralara taşınıp saklandı.
Guillaume BélibasteBirçok araştırmacı yazar, 13. yüzyıl ortalarına kadar süren kıyım sonucunda Katharların yeryüzünden tümüyle yok edilememiş olduğu görüşündedir.
Kaldı ki, gerek haçlı seferi gerekse sonraki saldırılar sadece önemli merkezleri hedef almıştı. Bölgede birçok ufak tefek köy vardı. Kathar inancı oralarda da serpilmişti. Ancak kırsal kesimdeki Katharlar kendi içlerine kapanıp inançlarını saklamayı başarmıştı.
Dolayısıyla Katharlara büyük bir gözdağı verilmiş oldu ama bu inanç sistemi kesin bir şekilde ortadan kalkmadı.
Nitekim 14. yüzyıl başlarında Guillaume Bélibaste adlı bir “yetkin”in varlığı ve bilinen serüvenleri, Katharların varlığının sürdüğünün göstergelerden biri sayılır. Kuşkusuz daha birçoğu var olsa gerektir ama özellikle bu kişi hayli ün kazanıp adını tarihe yazdırmıştır.
Guillaume Bélibaste Ggençliğinde bir cinayet işlemişti. Bu suçtan sıyrılabilmek için Katharlara sığınıp yetkin olmuştu. Carcassonne kentinde Kathar inancını yeniden yaymaya çalıştığı görülüp yakalanmıştı. Bir yolunu bulup İber Yarımadası’na kaçmayı başarmıştı.
Bir “yetkin” oluşuna karşın kadınlara çok düşkündü. Bu yüzden eğitmek üzere çevresine hep kadınları toplardı. Düşüp kalktığı bir diğer yetkinin kız kardeşi gebe kalınca, kendini sıyırabilmek için onu bir arkadaşıyla evlendirivermişti.
Bir süre sonra Languedoc’a döndü. Yine yakalandı. Bu kez yakasını sıyıramadı. Carcassonne yakınlarındaki bir şatoda yargılanıp yakıldı.
Bu olay, 14. yüzyılda bile Katharların varlığının sürmekte olduğunun bir kanıtı sayılmıştır. Zaten o sıralarda engizisyonun yakalayıp sorguya çektiği, yargılayıp birçoğunu cezalandırdığı tek kişi Guillaume Bélibaste değildir.
Ancak bu olay bir gerçeği daha gösterir: Katharlar varlığını sürdürmekte olsa bile artık töresel nitelikli özgün ilkeleri korunamıyordu. Yozlaşma başlamıştı. Geriye sadece Katolik Kilisesi’nin dogmalarıyla uyuşmayan farklı Hıristiyanlık inancının kırpıntıları kalmıştı. Bir diğer deyiş ile artık Katharlar yoktu.
Bu gibi konular üzerinde spekülâsyon yapmaya pek meraklı olanlar, Katharlar ile Tapınak Şövalyeleri arasında şöyle bir bağlantı kurar: “Katharların büyük bölümü ortadan kaldırıldıktan sonra bile Languedoc ve çevresindeki çatışmalar, hazinenin ele geçirilmesi içindi. Montségur kuşatması sırasında Katharlar bunu Tapınak Şövalyelerine teslim etti.”
Elimden geldiğince kısaltarak anlattığım Katharlar konusuna burada son veriyorum.
Şimdi yine yargılanmaları aşamasında bırakmış olduğum Tapınak Şövalyelerine döneceğim.
Ancak ortaya pek ilginç bir durum çıkıyor: Bu işin içinde Katolik Kilisesi bile âdeta bir oyuncak. Asal konu hazine… Herkes onun peşinde. Onu da başlı başına bir diğer başlıkta inceleyeceğim ama daha sonra…