Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Türkçe'nin Matematiksel Yönü.......  (Okunma sayısı 3441 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 04, 2010, 10:42:59 öö
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 308
  • Cinsiyet: Bay

Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen Atatürk'ün “millet” tanımı içinde dilin çok önemli bir yeri vardır. Ona göre millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasi bir topluluktur. O, bu konudaki görüşlerini şu şekilde daha net söylemektedir: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı Türk milletidir. Türk milleti demek Türk dili demektir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir." Atatürk'ün, Sadri Maksudî'nin “Türk Dili İçin” isimli eserinin başına yazdığı şu sözleri onun dil görüşünün en güzel ifadelerindendir: "Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." ( 02.09.1930, Gazi Mustafa KEMAL )

Şimdi  Türk Dili ile ilgili internette e-mail  olarak dolaşan  ve bana da ulaşan ilginç bir çalışmaya  birlikte göz atalım. Türkçe üzerine matematik bir modelleme ve bunun olası sosyal yansımaları üzerine bir zihin jimnastiği.

"Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Oysa, Türkçe'yi en zengin kullananlardan Yaşar Kemal'in romanları 3.500 kelimeyi geçmez." görüşü çok yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe'nin Fransızca'ya oranla daha az sözcük içerdiği doğrudur.  İngilizce'ye, Almanca'ya, İspanyolca'ya oranla da daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe'nin daha yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez ! Çünkü Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir ! Daha fazla sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği de yoktur. Başka bir dilden Türkçe'ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında, aralarında minik anlam farkları olan bir çok sözcüğün Türkçe karşılığında çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır.

Türkçe'de anlamları, sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler. Tam bu noktada, Türkçe'nin, referans olmak üzere sadece gerektiği kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne sürülebilir. İngilizce -Türkçe sözlükte "sick", "ill" ve "patient" kelimelerinin karşısında hep "hasta" yazar. Bu bağlamda İngilizce'nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur. Ancak, aradaki farkların Türkçe'de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur; “Doktor Ahmet beyin hastası olmak", “Böbrek hastası olmak", “Internet hastası olmak",  “Pop müziğinin hastası olmak" arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar. Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir.

Bir kalem alıp, alt alta;
3 + 5 =   8
12 +5 =  17
38 +5 = 43

yazarsak görürüz ki, bütün işlemlerin hepsinde aynı "+ 5"  rakamı yazıldığı halde sonuçlar farklı çıkıyor. Türkçe'de de  yukarıda verilen cümle örneklerinin hepsinde  "hastası olmak“ ifadesi geçtiği halde anlamları itibariyle sonuçlar farklı olmaktadır. Türkçe'nin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. Matematikte 0 dan 9 a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı , bölü, dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı olan  virgül ile  yani topu, topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de buna benzer  özellikler gösterir. Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir. Türkçe'deki herhangi bir fiilin çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması, henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe'ye girecek fiillerin nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının ne olduğunun biliniyor olması demektir. 

Bu tıpkı birinci dereceden 2 bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece x = 6, y = 23 olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir. Oysa sözgelimi İngilizce'de belirtilen zamana göre "go", " went" olurken "do", "did" olur. Çoğul ekleri için de durum aynıdır: "foot", "feet" olurken "boot", "beet" değil "boots“ olur. Bu düzensizliğin  tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle olduklarının ezberlenmesidir. Türkçe'de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları öğrenmek gerekir. Türkçe'de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses uyumu gereği “alma” olması gereken meyve isminin “elma”  biçimine dönmesi gibi birkaç küçük istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat edenlerin bu dünyadan olduklarına inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir. Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca (0) ve (1) rakkamlarını kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde;  [1 = var] ve  [0 = yok] anlamında kullanılmıştır.


KELİME KÖKÜ,  ÇOĞUL EKİ,  MATEMATİK İFADE

Ev 1.0  Ev.ler  1.1 ler  0.1 Türkçe'deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacaktır). Tekil olan bütün kelimeler (1.0)   (Kelime kökü var; çoğul eki yok),  Çoğul olanları ise, (1.1)  olarak gösterebiliriz. (Kelime kökü var; çoğul eki de var).  Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe'de, başka hiç bir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu dahi söylenebilir. Birisi karşısındakine sadece "ler" (01) dediğinde, alacağı tepki; “Anladık ler de, neler?" türünden bir cevap olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir.

VURGULAMA, SIFAT KÖKÜ,  ZAYIFLATMA! MATEMATİK  İFADE
 Kırmızı            0.1.0       

Kıp.kırmızı            1.1.0     

Kırmızı.msı            0.1.1     

Kıp.kırmızı.msı      1.1.1

Türkçe'deki sıfatların anlamını kuvvetlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem kuvvetlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. "Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp + kırmızı + msı)[1.1.1] bir renk aldı" dendiğinde, herkes neyin kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği ve anladığı  bu kurala uygundur. Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek:

   011 = ben,    010 = sen,  000 = o 

111 = biz, 110 = siz,     100 = onlar

00 = geniş zaman,     11 = şimdiki zaman,      10 = gelecek zaman,     01 = geçmiş zaman

KÖK, YETERLİLİK, OLUMSUZ, ZAMAN, HİKAYE, RİVAYET,  KİŞİ, MATEMATİK  İFADE

       Oku.(y)abil.di.m
       1.1.0.01.0.0.011

       Oku.(y)a.ma.z.mış.sın
       1.1.1.00.0.1.010

       Gel.me.(y)ecek.ti
       1.0.1.10.1.0.000

       Git.me.di.k
       1.0.1.01.0.0.111

       Şaşır.abil.ecek.ti.niz
       1.1.0.10.1.0.110

       Bil.(i)yor.lar
      1.0.0.11.0.0.100


Tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman "di'li geçmiş" ve "miş'li geçmiş" olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi. Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb...) sıralaması da rastgele değildir. Türkçe cümleler bir tür "crescendo" (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir. Dün Ahmet camı kırdı" cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.
 
TÜMCE (CÜMLE)  MATEMATİK DEĞER.

0001 . MATEMATİK DEĞER

0011 . MATEMATİK DEĞER

0111 . MATEMATİK DEĞER

1111 . MATEMATİK DEĞER


1= Dün . Ahmet . Camı . Kırdı.


2= Dün . Camı . Ahmet . Kırdı.

3= Ahmet . Dün . Camı . Kırdı.

4= Ahmet . Camı . Dün . Kırdı.

5= Camı . Dün . Ahmet . Kırdı.

6= Camı . Ahmet . Dün . Kırdı.

 Şimdi tablodaki cümleleri tek, tek ele alabiliriz;

tümce (cümle): Dün Ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.

tümce (cümle): Dün kırılan camı başkası değil Ahmet kırdı (suçlu Ahmet !).

3. tümce: Ahmet'in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün kitap okumuştu).

4. tümce: Ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).

5. tümce: Cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise Ahmet.

6. tümce: Camı Ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.

 
Tümceyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep 'i' haliyle 'camı' olarak kaldı; fiil hep 3. tekil şahıs, di'li geçmiş zamanda çekildi, vb.) sadece yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi. Her cümlede 0011, 0001'den daha fazla, 0111 bu ikisinden daha fazla, 1111 ise hepsinden daha fazla önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında diğer anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen kip - passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin diğerinden farkını derhal anlarlar.

Matematik ile olan alış - veriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe'nin ne tarafı ele alınsa bu ilişki ile yüz, yüze gelinir. Türkçe'nin bu özelliğini, “İnsanlar kendilerine ulaşan mesajları nasıl anlarlar ? Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır ? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı mesajı kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı şekilde mi, yoksa farklı mı algılarlar ? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler ?" türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik, konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp, bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bu güne kadar kesinlikle başkaları tarafından da görülmüş olmalı.

Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor" diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır. Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir. Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir. Keza, ne yazık ki Türkçe'nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır. Kentli - köylü, eğitimli - eğitimsiz, doğulu - batılı, vb... Kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir "asimilasyon" ve/veya "adaptasyon" süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde "asimilasyon" ve/veya "adaptasyon" süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkla çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır.

Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler. Türklerin büyük çelişkisi işte buradadır. Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır. Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk nesil gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda muhteşem bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiç bir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food'ları (lahmacun, döner, vs...) oldu.

Bunlar başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci nesil, gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği kadar hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe'nin yanı sıra okulda öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dil faktöründe aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.

Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı sick, ill, patient örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel => doğal => matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız. Sezgiselliğe şartlanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir ifadeyle "sezdikleri gibi algılamaya“ yönelirler. Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda şekillenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan mesajlardaki kodlar, ne kadar "herkesçe bir örnek" algılanabilir ? Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye'de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.

 Türkçe'nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre'nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir nesilden diğerine büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe'nin sezgiselliğini sonuna kadar kullanmadaki becerisi vardır. Tanzimat ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır.  Fransız gibi, Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır. Mesajlar sadece algılanabildikleri kadar etkili olurlar. Mesajları üretenlerin kendi konularına ne kadar hakim oldukları mesajın bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen mesajları nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir. Konuyu bir Temel fıkrası ile noktalayalım:

 Temel, Dursuna sormuş; Ula Dursun “Metroseksüel” demek ne anlama geli. İyi mudur, kötü mudur ?

Dursun merakla yanıtlar; Kötü bir şey değildur. İyidur. Zevklu giyinen moderin şehir adami demektur. Neden soraysun ki ?

Temel hayıflanır ve üzülür; Ula yeni gömlek giyunca  İdris bana “Sen de mi metroseksuel oldin”  dedu  kötü bir şey mudur, iyi mudur bilemediğum içun her ihtimale karşi vurdim oni.

Karamanoğlu Mehmet Bey, Türk Dili ile ilgili bir ferman yayınlamıştı.Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı ?Bu fermanda; “ Bu günden sonra divanda, dergahta, bergahta, mecliste, meydanda, Türkçe'den başka dil konuşulmayacak “  diyordu. Hatırlayanınız var mı ?  Fermana uyanınız var mı ?  (Mustafa Süreyya Sezgin)



IŞIK ve SEVGİ ile KALIN.......
Işık, sadece ışık ama daha fazla ışık.......


Şubat 14, 2013, 04:40:41 ös
Yanıtla #1
  • Mason
  • Yeni Katilimci
  • *
  • İleti: 30
  • Cinsiyet: Bay

Aynı çalışmayı paylaşmak için bir ön araştırma yaparken bu konuyu buldum. Ben de bari bu çalışmayı yapan kişiyi paylaşayım katkı olarak.

Bu yazının yazarı Ahmet Okar. Çalışmanın orjinal sayfası da http://ddi.ce.itu.edu.tr/turkce/turkce-nin-matematigi
Türkçe'miz konusunda yapılan çalışmaların artması dileği ile...
dostluk, keşfedilmesi gereken büyük bir erdemdir...


Şubat 14, 2013, 06:19:24 ös
Yanıtla #2
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 784
  • Cinsiyet: Bay

   Ben Türk dilinin yeterince gelişmediğini düşünenlerdenim. Nedenleri hakkında benden çok daha iyi analizler yapacaklar elbette var.

   Düşünsel anlamda yeteri derinlikte olmadığımızı düşünüyorum.

   İlk kez karşılaşıp gördüğümüz şeyleri ilgili marka adı veya yabancı adıyla söylemeye çalışıyoruz. Mesela hala oyun konsollarının atari olarak anılması (gerçi play station yerini almıştıı) veya kağıt mendilin selpak olarak anılması gibi.ilk kez karşılaşılan bir şey olmasından değil, üzerinde düşünülmeden, kestirmeden kabulleniş  olmasına bağlıyorum.

   Türk Dil Kurumunun ürettiği kelimelerin bir çoğu halkın gözünde komik bulunmaktadır. Halbuki çeşitli yollarla (reklamlar buna dahil) duyurulan şeyler, Türk Dil Kurumu tarafından önceden üretilmiş olsa ve zamanında topluma duyurulmuş olsaydı belki durum değişirdi.

   Halkımızın büyük kısmının devlet kurumlarına güveni zayıf, bu güvensizliğin Türk Dil Kurumu içinde geçerli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla toplum tarafından takip edilen bir kurum olmadığı gibi oldukça hantal yapısıyla vatandaşa zamanın da ulaşamamaktadır. Türk Dil Kurumunun sözlüğü ve imla klavuzu herkesin evinde var ama bunun nedeni ihtiyaçtan çok okullar açıldığı zaman alınması gerekenler listesinde yer almasıdır.

   Sadece ilgili kurumu suçlamakla çözüm bulunamaz elbette.Dilimize kzandırılmış iyi örnekler de mevcuttur. Mesela bilgisayar. Her ne kadar anlamı tam olarak karşılığı olmasa bile  (yapay zekayla işler değişiyor)  toplum tarafından kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır.

   Göz önün de olan siyasetçiler, aydınlar, sanatçılar v.s. (listeyi kabartmaya gerek yok) toplumda öncü olan/olacak kişilerin dilimize kattığı şeyler çok azdır. Üretmeyi bir yana bırakalım, doğru kullansalar bile, bir nebze olsun topluma rehber olabilirler.
 
   Bireysel anlamda da sorunlar var.Bireyin serbest düşünceden uzak olması ve biat kültürünün yaygınlığı bir başka sorundur. Üzerinde düşünülüp üretilmesi gerekenleri nasılsa birileri düşünür, üretir kişi de biat ettiği kişi/topluluğu taklit eder.

  İş hayatı içinde  batıda eğitim görmüş çalışanların, af diliyorum ama dilimizi tarzanca kullanmaları (özellikle ithal ürün, teknoloji ve hizmetler) ve bu şekil de yaymaları ciddiye alınması gereken bir sorundur.

  Renklerden mahrumuz. Sanatsal üretimin yetersizliği ve toplumda kabul görmemesi o toplumun düşünsel yetilerin gelişimini de etkiler. Dolayısıyla algıları/sezgileri zamanla zayıflayan kişiden daha fazlası beklenemez.

   Bir diğer neden olarak ekonomik sorunlar gösterilebilir. Ancak bunun doğruluğu tartışılır. Mali yönden çok iyi durumda olup dili iyi kullanan veya katkı sunan kişi sayısı çok azdır.

  Sözü uzatmadan kendimce özetlemeye çalıştım. Konunun uzmanı değilim, bu konu da uzman üyelerin olduğunu tahmin ederek sözü onlara bırakmak isterim.

Saygılarımla,
« Son Düzenleme: Şubat 14, 2013, 06:23:40 ös Gönderen: dogudan »


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
2497 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 13, 2009, 09:52:39 öö
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3907 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 14, 2011, 01:16:19 ös
Gönderen: Maledictum
13 Yanıt
18064 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 15, 2020, 11:18:18 öö
Gönderen: NOSAM33
0 Yanıt
1784 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 04, 2013, 08:43:39 ös
Gönderen: peacewings
0 Yanıt
1649 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 11, 2014, 11:33:16 ös
Gönderen: Etimolog
6 Yanıt
4854 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2015, 03:27:52 ös
Gönderen: Sade
1 Yanıt
4616 Gösterim
Son Gönderilen: Mayıs 10, 2015, 03:40:47 ös
Gönderen: Sade
0 Yanıt
1844 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 16, 2015, 01:37:42 öö
Gönderen: Risus
3 Yanıt
3082 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 17, 2015, 09:03:31 ös
Gönderen: karahan
0 Yanıt
3100 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 12, 2015, 03:49:04 öö
Gönderen: MEDUSA