Merhaba Selim Bey,
Elbette sorularınıza yanıt verecek yetkinlikte değilim ama bu konuda kendi düşündüklerimi şöyle söylemek isterim.
Siz "bir toplumda aklın, bilimselliğin, zekanın ön plana çıkartılmadığı durumda" diyorsunuz ya ben, o anın laikliğin olmadığı an (T0 anı) olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.
T0 anında yani laik düşünce/ kabul yokken yağmur yağmamasının nedenini herşeye bağlayabilirsiniz: bu dinsel bir düşüncede olabilir ekonomik bir sorumluluğun yerine getirilememesi de... ve bunların hiçbiri ne toplumun eğitimsizliğine işaret eder ne de bireylerin laik olup olmadığı tartışmasını yapılabilir. T0 anı bir göstergeden çok bir veridir. Bu verili ortamda en fazla o toplumun siyasal, kültürel, dini, ekonomik formları şöyle şöyle şöyledir diyebiliriz.
Dolayısıyla Laiklik bir anlamda ön kabüldur, hatta postuladır bile diyebiliriz, her defasında tartışılmaz, doğruluğu sınanmaz. Dinsel olan hiçbir şeyin dünyevi olana referans gösterilmeyeceğini söyler. Daha önce de ifade edildiği gibi laikliği operasyonel bir kavrama indirgemenin ve hatta devlet gibi toplumsal hayatın sadece bir bölümünde bulunan bir aktiviteyle sınırlandırılması, epistemolojik anlamda da hatadır.
Ancak laiklik bir değişken olarak denkleme girdiğinde, dini referanslı olan - bilim ve "akıl" dışı davranışlar ortadan kalkar (kalkması beklenir) ve özellikle din, bir davranış biçiminden/ hukuktan, inanç sistemine dönüşebilir. Laiklik devlete indirgendiğinde devletin olmadığı tüm alanlarda dinsel bilgi üretimi devam eder ve kolay üretilebilen bir bilgi türü olarak süreç içinde, zamanla devlet alanlarını da refere/ kontrol eder hale gelir, dinsel bilgiler. Rönesans ve reform sonrasında laikliğin devlete hapsedildiği tüm coğrafyalarda bu tersine dönüşüm bence, malesef mutlaktır.
Laikliğin ortaya çıktığı zamana ve laiklik düşüncesini inşa eden kişilerin fikirlerine bakıldığında laikliği, devlet faaliyetine indirgenmiş bir tanımlamanın olmadığı görülebilir. ve bence tartışmanın tam olarak saplandığı yer de burasıdır ki: toplumsal hayatın tümü düşünüldüğünde içinde devletin de olması ve bilimsel aklın özellikle bizim gibi geri kalmış/ gelişmekte olan toplumlarda (hangisini kabul ederseniz edin) hala çok canlı ve geniş kullanımlı olmaması nedeniyle ve dahası anadolu topraklarının kaderinde, Osmanlı'nın sahip olduğu dinsel/ kültürel/ ekonomik yaşam sisteminden çıkarak, muasır medeniyetlerdeki gibi bilimsel/ endüstriyel/ akademik gelişmelerle bunlara bağlı kültürel dönüşümlerin gerçekleşmemiş olmasından kaynaklı, Türkiye'de laiklik (birkaç diğer ülkede olduğu gibi) dinci/dinsel saldırı ve dönüşüm taleplerinden yeni kurulan seküler devleti korumak için toplumsal hayatın tümüne genişletilmeyerek manüple edilmiştir ve toplum içinde kuvvetli olan dini inanış ve davranışları süreç içinde çözmeyi amaçlamıştır... Kısaca laikliği devlet faaliyetlerine indirgemiştir. Halifeliğin kaldırılması laik bir hamle iken aynı zamanda şapka devrimi de laiktir, latin harfleri de... dolayısıyla laikliğe daha geniş bir perspektiften bakmanın laiklik karşıtlığının ne boyutlarda olduğunun görülmesi/ örgütlülüğünün farkına varılması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
Aksi halde biz halen laik bir sistem içinde yaşadığımızı sanıyor olacağız ta ki Cuma günleri tatil edilene kadar...
Ve bence tüm bunlar sekülerizmin bir parçasını oluşturur. Dediğiniz gibi hümanite, rasyonalite vs. gibi pek çok yönü de bulunmaktadır.
Saygılar sunarım