Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: RIZA NUR VAKAASI  (Okunma sayısı 7791 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 09, 2009, 05:17:13 ös
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Atatürk’e saldırılarda bulunanların değişmez kaynağı olan Rıza Nur kimdir?

30 Ağustos 1879 Sinop doğumlu olan Rıza Nur, ilköğrenimini Sinop’ta gördükten sonra İstanbul’a gelerek eğitimini burada devam ettirdi. Tıp Lisesi ve Askeri Tıp Okulu’nu tabip yüzbaşı olarak bitirdi. Askeri Tıp Akademisi’nde staj yaparken Alman hocaların ilgisini çekerek orada asistanlığa başladı. Dr. Deike Paşa’nın yanında bir süre çalıştıktan sonra cerrahi bölümüne geçti ve Prof. Dr. Wietin Paşa’nın yanında çalışarak operatör oldu. 1903'te Rumeli Zibefçe gümrük kapısına bakteriyolog olarak atanan Rıza Nur, 1905'te Gülhane'ye yardımcı öğretmen, 1907'de Askeri Tıbbiye'ye cerrahi hocası oldu.

II. Meşrutiyet’in ardından yapılan seçimlerde Sinop’tan milletvekili seçilen Rıza Nur, İttihatçılara yönelik ağır eleştirileri nedeniyle Askeri Tıbbiye’deki profesörlük görevinden alındı. Daha sonra binbaşı rütbeleri de sökülmesine rağmen eleştirilerine devam etmesi nedeniyle üç ay hapis yattı. Ardından da Cemal Paşa’nın emriyle sürgüne yollandı.

1. ve 2. TBMM döneminde de Sinop milletvekilliği yapan Rıza Nur, 1926 yılına kadar bu görevini fiilen devam ettirir. Bu dönemde Eğitim Bakanlığı da yapan Nur, 1926 yılında hem hastalığı, hem de Mustafa Kemal Atatürk ile arasının açılması nedeniyle Paris’e yerleşti. Oradan Mısır’a geçip 12 yıl İskenderiye’de kaldı. 1938 yılında Atatürk’ün vefatı üzerine Türkiye’ye dönen Nur, 8 Eylül 1942’de öldü.

Buraya kadar, sürgünleri saymazsak, normal bir hayat sürmüş gibi gözüken Rıza Nur, göründüğü gibi masum değildir. Atatürk'ün, Ekim 1927 yılında okuduğu Nutuk’ta; Rıza Nur’un, Balkan Savaşları sırasında Arnavutları isyana teşvik ettiğini açıklaması nedeniyle, 1928 yılında “Hayatım ve Hatıralarım” kitabını yazmaya başlar. Amacı, hainliğinin üstünü iftiralarla örtmekti. Affınıza sığınarak, bu iftiralardan birkaç örnek vermek istiyorum. Daha sonra yazacağımız, Rıza Nur’un, kendisi ve eşi için yazdığı kısımları incelerken de bu iftiralarla bağlantı kuracağız.

"...Ali Fuad'la bir akşam ikimiz baş başa konuşuyoruz. Mustafa Kemal'in fuhuş hikâyelerinden bahsediyoruz. Dedi ki: "Ayol onun erkekliği yok. Mektepde iken, Selanik'de iken beraber çapkınlığa giderdik. Kadınlarla uğraşırdı, bir şey yapamazdı." Hayretimi mucip oldu. Bilmezdim. Çünkü fuhuşa çok düşkün. Bu sözü sonra bir binbaşının hareminden de işittim. Mustafa Kemal bir aralık buna dadanmıştı. Herkesin ağzındaydı. Kadın hasta olmuş, bana müracaat etti. Pek güzel bir hanım. Mustafa Kemal ile olan macerasını ne yapıp söylettim. Dedi ki: "O kadına çok düşkündür. Ama bir şey yapamaz. Kalkmaz. Uğraşır sürüştürür. Sonunda dışına akıtır, işte bu kadar." Bu söz Ali Fuad'ı teyit etti. Derken Mustafa Kemal Latife ile evlendi. Latife haremimle ahbap idi. Ona Mustafa Kemal'in kocalık yapamadığından şikayet etmiş. O da bana söyledi. Latife bu şikayeti Fethi Bey'in refikası Galibe hanıma da yapmış. Fethi'den işittim. Demek ki Ali Fuad'ın sözü tamammış. Demek bu adam i*nedir. Ve bu hali gençliğinden beridir."
(3. Cilt, 153. sayfa)

"…Anlaşıldığına göre boşanma vakasından iki-üç gün evvel Latife kardeşi İsmail ile haremi Süreyya Paşa'nın kızı Melahat Ankara'ya gitmişlerdi. Çankaya'da misafir olmuşlar. O vakit Mustafa Kemal'in yanında katip sıfatıyla Halit Ziya'nın oğlu Vedad vardı. Güzel, tüysüz bir çocuk. Bir akşamüzeri karanlık çökerken İsmail, Melahat balkona çıkmışlar. Bakmışlar Vedad Mustafa Kemal'i ağacın dibinde yapıyor. Latife'yi çağırmışlar. O da görmüş. Bir kıyamettir kopmuş. Latife Mustafa Kemal'e "Her şeyini gördüm, hepsine tahammül ettim. Artık buna edemem" demiş. Gazi savuşmuş, İsmet'in evine gitmiş. "Bu karıyı şimdi boşayacağım" demiş. İsmet sabahleyin erkenden Hey'et-i Vekile'yi toplamış. Talaka (boşanmaya) karar vermişler. Latife'yi İsmet alıp trene koymuş. Trende teselli etmek istemiş, Latife ona "Sus, sus! İsmet Paşa! İsmet Paşa! Sen ona bir gün dalkavukluk etme seni benden daha rezil eder. Hep aleti sensin." demiş."
(Sayfa 314-315)

"...Ankara'ya geldiğimin ikinci günü Dar'ul Muallimat Müdiresi Şahende Hanım geldi. Bir vaka anlattı. Meğerse biz Rusya'da iken pek çirkin bir vaka olmuş. Diyor ki: "Bir gece yarısı bir otomobille Mustafa Kemal, yaveri Salih, mektebin kapısına geldiler. Talebeden bir kızı alıp götürdüler. Ertesi günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'e gidip şikayet ettim. Bu çocukların babası o demektir. Ama 'Ne yapalım, olur ya. Kızı sevmiş, almış.' dedi. Hayret içinde kaldım. Sizi hatırladım. 'O olsaydı kıyameti koparırdı' dedim.

Mebuslara sordum. Bu iş Meclis'te gürültüye mucip olmuş. İstizah yapmak istemişler. Mustafa Kemal korkup kızı birkaç gün istimalden (kullandıktan) sonra yaverlerinden bir zabite nikahla vermiş, o da almış. Sonra zabiti terfi ettirmiş. Bu vaka çok çirkin ve namussuzca bir iştir. Devlet ve milletin ırzına geçmiş ve onun hayat ve namusunu kurtarmak için çalıştığını iddia eden şu adam, mektepten milletin masum kızlarını cebren alıp fiili şen'i (kötü fiil) yapıyor. Kız kaçırıyor, eşkıyalık ediyor. Bu iş, grubu epeyce vahdete getirmiş."
(Sayfa 182)

"...Artık bir balo ve dans devridir açıldı. Güya medeni ve asri olmuşuz. Dava bu... Bu zevk ve sefaları Kara Kaplı'ya uyduruyorlar, meşru göstermek lazım!.. Artık Ankara'da mükellef balolar veriliyor. Bu balolarda müthiş rezaletler de oluyor. Hatta kavga, dövüş de var. Mustafa Kemal geliyor. Zil zurna oluyor, kadınlara tasallut ediyor. Bir defa dans ederken Fransız Sefiri'nin kızının memesini sıkmış; kız kaçmış, babasıyla beraber balodan gitmişler. Bir defa Mustafa Kemal kadın yerine tüysüz bir zabitle dans etmiş, çocuğu öpmüş. Kadınlardan bir kaçı Gazi(!)'ye "biz burada iken bu olmaz" demişler, herif keyiflenmiş. Bir adam karısını, yani Mübarek Bey'ın kızını onlarla dans ettirmek istemediğinden Salih ve avanesi adamcağızı öyle dövmüşler ki, biçare sedye ile hastaneye götürülmüş. Avrupa'da balolarda böyle şey asla olamaz. Bunlar baloyu da tulumbacı koğuşu yaptılar. Zaten Meclis'leri, Hükümetleri de o... Demek seviyeleri bu kadar.

Mustafa Kemal bu rezaleti çok ilerı götürmüş. Bir baloda herkesin içinde İsmet Paşa'nın karısını da öpmüş. Yanındakiler "yapmamalıydın" demişler. O vakit "Niye bana haber vermediniz" demiş. Güya mazaret!.. İsmet de orada imiş. Hiç bir şey dememiş. Namuslu bir erkek olsaydı derhal Mustafa Kemal'i vururdu. Bunun diğer tafsilatını Robert Kolej'deki Hüseyin'in karısı Mihre'den dinledik. Evvelce de dedim ya, Mevhibe namuslu ve dindardır. Kocası ne kadar namussuz ise, O, o kadar namusludur. Derhal ağlıya ağlıya eve gitmiş. Mihre onlara misafir imiş. Ağlıyarak ona anlatmış. Arkasından İsmet gelmiş, karısına "Ne ağlıyorsun? Bir şey değil ki... Hem, o senin kardeşin" demiş. Eee... Tamdır. İsmet'e layıkdır, o bunların hepsine katlanır. Tek mevkide dursun... Duruyor, demek ahlakı, milli, idari, siyasi böyle nelere katlanıyor... iştirak veya aletlik ediyor, hesab edilsin..."
(Sayfa 318-319)

İftiralar bunlarla sınırlı değil elbet; ancak bunları yazmak bile utanç verirken, daha fazla devam edemem. Bunlar ve bunlar gibi iftiralarla, Atatürk düşmanı kişilerin yazılarında ve sitelerin de sık sık karşılaşmışsınızdır. Bunların dışında, Atatürk’ün annesinin genelevde çalıştığı ve bu nedenle de babasının belli olmadığı, kendisinin de mason, Yahudi, kızlara düşkün, din düşmanı, İngiliz ajanı vs. olduğu iftiraları da Atatürk düşmanları tarafından söylenmektedir. Biz yine konumuza dönelim.

Rıza Nur kitabını tamamladıktan sonra 1935 yılında, “1960 yılına kadar yayımlanmaması şartı” ile British Museum’a teslim eder. 1967-68 yıllarında Altındağ Yayınevi tarafından dört cilt olarak Türkiye’de yayımlanan anıları, Atatürk düşmanlarının bir numaralı kaynakları(!) haline gelir. 1992 yılında da Abdurrahman Dilipak’ın katkılarıyla, İşaret Yayınları tarafından tekrar basılmıştır. Atatürk’e iftiralar attığı cildinden alıntılar yapmayı seven Atatürk düşmanları, nedense, Rıza Nur’un kendisi hakkında yazdıklarından oluşan cildi görmezden geliyor ve bu ciltten yapılan alıntıların yalan olduğunu iddia ediyorlar. Gelelim kendisi hakkında yazdıklarına:

“Karımdan şu mektubu aldım: 'Ben burada kendime bir hayat arkadaşı buldum. Bunu başkasından duyarak üzülmene imkan bırakmıyorum.' Namussuz karı! Sonunda bana boynuz da taktı” (s.1785). “Galiba bu işte (M. Kemal'in) ve İsmet'in (İnönü) de parmağı var”
(s.1786)

”(Karımın) ahlakı da bozuldu. Evdeki kızları benden gizli çırılçıplak soyuyor, dans ettiriyor”
(s.1346)

”Bir Rus doktor, zampara mı zampara. Karının sözüne göre de bizim karıya da sataşmış”
(s.1410)

”Yataktan fırladım. Adam da derhal kaçtı. Baktım ki donum kesilmiş. Artık uyuyamadım”
(s.7)

”Yaşlı adam tabancasını çekti ve bana, 'Çöz! Yoksa öldürürüm!' dedi... Boğuşma başladı... Nihayet bayılıp kalmışım... Gözümü açtığım vakit yanımda kimse yoktu”
(s.84)

”Bu çocuğu (Harbiyeli) herkesten ziyade sevmeye başladım... Görmesem aklımdan hiç çıkmıyor, görsem yüzüne bakamıyor, içimde heyecan duyuyordum... Anladım ki bu çocuğa aşık olmuştum... Böyle bir aşkın sonu livata (sapık cinsel ilişki) demektir”
(s.22)

”Kadın, erkekten aşağı bir mahluktur”
(s.1530)

"Ne hayvan, ne de insan sevmem. Hele insanlar, iğrendiğim şeylerdir”
(s.1531)

"Arnavutları isyana teşvik ettiğimi ben kendi elimle yazdım. Bu kusur değil, iftiharım sebebidir” (s.378) “Bugün de bununla iftihar ederim. Bana büyük şereftir”
(s.1305)

"Ahlak ve temiz adetler ve faziletlerin bir kısmı kendiliğinden gitti, bir kısmını da bilerek ben terke mecbur oldum. Yalan da söyledim”
(s.105)

Görüldüğü gibi, Atatürk’e erkeklerden hoşlanma yakıştırmasında bulunan Rıza Nur, kendi anılarında bir erkeğe aşık olduğunu ve bu aşkın sonunun cinsel ilişki olduğunu itiraf etmiştir. Bu da Rıza Nur'un kendi istek ve fantezilerini, Atatürk'ü karalamak için kullandığını ispatlar niteliktedir. Ayrıca, gençliğinde bir kere tecavüze, bir kere de tacize uğraması da (Kendisi itiraf etmiştir.) psikolojik sorunlarının nedenleri arasında gösterilebilir. Kadın olmak istediğini belirtmesi de durumunun ne kadar ileri aşamalara ulaştığının göstergesidir.

Rıza Nur, yukarıda da görüldüğü gibi, hastalıklı bir kişidir. Kendi durumu için şizofreni tanısında bulunan ("Kuşkusuz ki ben nevrastenik idim") Nur için, Turgut Özakman’ın “Dr. Rıza Nur Dosyası” (Bilgi Yayınevi) kitabında da Dr. Hasan Behçet Tokol, şu tanılarda bulunmuştur:

“Bu kişide bir koğuş hastaya yetecek kadar hastalık var. Teşhisim; psikopatik bir zemin üzerinde paranoit reaksiyon, yani çok ağır bir ruhsal bozukluk tablosu. Bu tür hastalar, zeka fakülteleri tamamen bozulmadığından kısa süreli de olsa olumlu işler yapabilirler. Anılarını; son duygu, düşünce ve yargılarına göre değiştirerek, geriye dönüp yeniden kurgulayarak, sanki gerçekmiş gibi aktarmış ki, bu tutum, bu tür hastalara özgü bir telafi ve tatmin yoludur. Böyle bir hastanın anılarını ve tanıklığını ciddiye almak tıbben olanaklı değildir.”

“Doktorun, Rıza Nur'da belirlediği hastalık adları da şöyle: İzolasyon (kendini çevreden soyutlama), depresyon (ruhsal yavaşlama, içe kapanma, çöküntü), homoseksüel eğilimli, Obsesif- kompülsiv sendrom (toz, mikrop korkusu), depersonelizasyon (aşağılık duygusu), agresif ve hostil (saldırgan ve kızgın), psikopat (kişilik bozukluğu), mitomani (yalan söyleme), fabulasyon (masal uydurma, hayali hikayeci), fanteziler (hayal ettiği olayları gerçek sanma), megalomani (büyüklük fikirleri), narsisizm (kendine hayran olma), paranoid reaksiyon (takip edildiğini sanma duygusu, öldürülme korkusu), egosantirizm (kıskançlık, herkesi karalama, güvensizlik, devamlı övünme, sahte gurur).”

Turgut Özakman da Rıza Nur’u şöyle tanımlamıştır:

“Rıza Nur, bir uçtan bir uca sürekli gidip gelen bir kişidir. Balkan Savaşı'nda Arnavutları ayaklandırır, Kurtuluş Savaşı'nda milliyetçidir, anılarını yazarken ırkçıdır. Anılarında hem sultanlık ile halifeliği kaldırmış olmakla övünür; hem de hazırladığı parti programında halifeliği yeniden kurmak ister. "Türk Tarihi" adlı kitabında Mustafa Kemal'in hakkını teslim eder, onsuz zaferin olamayacağını belirtir. Anılarındaysa Mustafa Kemal'e olmadık iftiralar atar.”

Bu tanıma ve Rıza Nur’un ifadelerine bakarak, Dr. Tokol’un tanılarının ne kadar yerinde olduğunu görebiliriz.

Son olarak, Turgut Özakman’ın bahsettiği parti programındaki komik ve anlamsız maddelere de göz atalım:

* İdare sistemi laik ve sosyaldir. Fakat devletin resmi dini vardır.
* Eski yazıya dönülecek ve Latin harfi ile ikisi beraber yürüyecek.
* M. Kemal'in Nutuk'u toplattırılıp, imha edilecek .
* Partiye mistik bir şekil verilip, üyeleri Türkçülük hususunda tarikat ve dervişlik gibi ilahi bir ideal ve gayrete sahip olacaktır.
* Halveti tarikatına müsaade etmeli.
* Hilafetin yeniden tesisi hayati bir ihtiyaçtır.
* Başbakanlığa bağlı bir ırk müdürlüğü kurulacak, Türk olmayanlar memurluktan çıkarılacak.
* Kadını erkekle eşit saymak, ona memuriyet vermekten büyük hata olamaz. Kadın çocuk makinesidir.
* Dans yasaklanacak.
* Kalıtsal hastalığı olanlar kısırlaştırılacak.

Atatürk düşmanlarının sürekli alıntılar yaptığı ve henüz bilgileri tam oturmamış insanların kafalarının karışmasına neden olan Rıza Nur, işte böyle bir kişidir.

Önemli Not : Yazı ''http://dip-dalgasi.blogspot.com'' dan alıntıdır.



Saygılarımla...
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo


Kasım 09, 2009, 05:34:07 ös
Yanıtla #1
  • Seyirci
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 4031
  • Cinsiyet: Bay

Selam

Yazı malum alıntı.Altına ilk yorumuda ben yapayım isterim.Başta yazan konuları kitabından bende baktım bir parça.Burda iğrenç duran şey elbetteki rıza nuru'un Atatürk'e isnat ettiği yakışıksız sözler bakınca hoş durmuyor.Peki bunları neden söylemiş olabilir Belliki başta din ve hayat görüşleri olmak üzere birçok konuda itilaflara düşmüşler.Çok bilgili analizci ve zeki olduğu açık Atatürkün Lozan'a 2.nci görüşmeci olarak yollamasından ona ne kadar çok güvendiği belli.2 arkadaşın arası ne kadar açılırsa açılsın kavgada bile söylenmeyecek ifadeler kullanmış rızanur.Bunların arkasına bakabilmek için öncelikle

1- Oldukça açık fikirli olmak gerek
2- Ogünleri anlayabilecek analizler yapabilmek
3- Kitapta adı geçen konuya dahil bir çok kişinin psikoanalizini sağlıklı yapabilmek
4- Hayatta herşeye tabusuz bakabilme yürekliliği gösterebilmek
5- Canın yansada sorgolayabilecek soruları sorabilmek

Aslında aradığım bir şey yok merak ediyorum toplum bir çok konuda tabularının arkasında yaşar ve yaşatılırken milyonda bir ihtimalde olsa ya gerçekse yada olabilirmi diye düşünmelimi ypksa tabularımızın ardına saklanıp bize ne dendiyse omu.Derin tarih merakımın ardında ilk öğrendiğim gerçek ise tarihin anlatılanlardan ibaret olmadığı ve ve bir çok konuda farklılıklar içerdiğidir.Sonuç kısmında ise milyonda bir ihtimalde olsa Rızanur'un anlattıklarının yarısı bile doğru olsa toplumun yaşayacağı paradoksu düşenemiyorum bile.Mesela Atatürk'ü koruma kanununun bu tip konularla  bağlamtısı varmıdır.Umarım faydalı bir muhabbet olur.

esenkalın
ÖZGÜRLÜK BİLE SAHİP OLMAK İÇİN SINIRLANDIRILMALIDIR.

EDMUND BURKE

Hayat Bizi Resmen Dört İşlemle Sınar. Gerçeklerle Çarpar, Ayrılıklarla Böler, İnsanlıktan Çıkarır ve Sonunda Topla Kendini Der.  leo