Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Tapinak Şövalyelerinin Saklanan Yüzü 1  (Okunma sayısı 21196 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Eylül 15, 2012, 03:26:40 öö
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 223
  • Cinsiyet: Bay



Tapınak Şövalyeleri, son zamanlarda gündeme gelen birçok araştırma sonucunda aktarılanın aksine, yüzeysel olarak anlatılamayacak kadar gizli yönleri bulunan, komplo dolu bir geçmişi olan bir tarikattır. İki bölüm olarak hazırladığımız bu yazı dizisinin ilk bölümünde bu gizli tarikatın doğuşu ve gelişimi sırasında uyguladıkları sömürgeci ve şiddet dolu strate
ji; ikinci bölümünde ise dağıtılmalarından sonra yeraltında "masonluk" kılıfıyla sürdürdükleri karanlık faaliyetler ortaya konacaktır.

Tapınak Şövalyeleri ya da kısa adıyla Tapınakçılar, kökeni Ortaçağ'a kadar uzanan, faaliyetleri ve yandaşları ise zamanla değişikliğe uğrayan gizli bir örgüttür.
Gerek yapılan araştırmalarla, gerekse haklarında yazılan makale ve kitaplarla günümüzde hala kendilerinden söz edilen Tapınak Şövalyeleri, tarihte çok önemli bir yeri olan Haçlı Seferleri'nin sonucunda Kudüs'te ortaya çıkmıştı. I. Haçlı Seferi'nden sonra kısa sürede geniş bir siyasi nüfuza sahip olan Tapınakçılar, Ortaçağ'ın en büyük maddi güçlerinden biri haline geldi. Başlangıçta kendilerini dindar gibi gösteren Tapınakçılar, bu yolla kazandıkları itibar ve imtiyazları kullandılar. Tapınakçıların 1307 yılında başlayan mahkemelerine ait tutanaklar ise, örgütün içyüzünü gözler önüne serdi: Örgüt, kurulduktan kısa süre sonra bir tür satanist öğretiye yönelmiş, ayrıca Avrupa'nın en büyük servetlerinden birini elde etmişti.
Dışarıya verdikleri görüntünün aksine çok farklı amaçları olan bu tarikat, bugün her ne kadar tarihten silinmiş gibi görünse de o tarihten beri faaliyetlerine kapalı kapılar arkasında çeşitli isimler adı altında gizlice devam etmektedir.

Tapınak Şövalyeleri, nasıl kuruldu? Ortaçağ'ın en büyük maddi gücünü nasıl elde ettiler? Bu gizli tarikatın servetinin boyutu neydi?

           Kudüs'te Tarih Sahnesine Çıkan Tapınakçılar

Tapınak Şövalyelerinin tarihinde Kudüs'ün önemli bir yeri vardır. Yaklaşık 460 yıl Müslümanların egemenliği altında kalan Kudüs, 1099 yılında Birinci Haçlı Seferi sonucu Hıristiyanlar tarafından işgal edildi. I. Haçlı Seferi'ne katılanlar, 5 hafta süren uzun bir kuşatmanın ardından büyük bir katliam gerçekleştirerek kente girdiler. Bir tarihçinin ifadesiyle, "Buldukları tüm Arapları ve Türkleri öldürdüler... Erkek veya kadın, hepsini katlettiler." (Geste Francorum, or the Deeds of the Franks and the Other Pilgrims to Jerusalem, trans. Rosalind Hill, London, 1962, s. 91)

Kudüs'e giren Haçlılar karşılaştıkları herkesi akla hayale gelmez işkencelerle öldürdüler; buldukları herşeyi yağmaladılar. Camilere sığınan masum insanları çoluk çocuk, genç yaşlı demeden katlettiler. Müslümanların ve Yahudilerin kutsal mabetlerini tahrip ettiler. Şehrin sinagogunda saklanan Yahudileri, sinagogu ateşe vererek yaktılar. Eşine az rastlanır bu barbarlık şehirde öldürülecek kimse kalmayıncaya kadar devam etti. Dr. E.L. Skip Knox, "Fall of Jerusalem", 2001

Bir tarihi kaynağa göre, Haçlıların vahşice öldürdüğü Müslümanların sayısı yaklaşık 40.000'di. (August C. Krey, The First Crusade: The Accounts of Eye-Witnesses and Participants, Pinceton & London, 1921, s. 262) Bu rakam, Haçlıların Kutsal Topraklarda yaptıkları büyük bir barbarlık örneği olarak tarihteki yerini almıştır.
Yapılan tüm bu katliamlardan sonra nihayet 1099 yılında, Kudüs Krallığı kuruldu ve işgal hareketi Antakya-Urfa yönünde genişledi. Tapınakçılar ise, Haçlıların Kudüs'ü ele geçirmelerinden ve bir Latin Krallığı kurmalarından yaklaşık 20 yıl sonra tarih sahnesine çıktılar. Krallığın kurulduğu yıllarda savaşa katılan askerlerin çoğunluğu geri dönerken, başta Fransa'dan gelmiş bazı soylular ve askerler olmak üzere, ileriki yıllarda Tapınakçıları oluşturacak bir grup Haçlı askerinin bölgede kalmayı kararlaştırması dikkat çekiciydi.

                   Tarihteki İlk Sahtekarlıkları

Tapınakçılar ilk sahtekarlıklarını kuruluş amaçlarını açıklarken yapmışlardır. Buna göre şövalyelerin görünüşteki amacı, Kutsal Toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamak ve Hıristiyanlığı bu beldede yaymaktı. Bir avuç idealist askerin ve din adamının gerçekten bu amacı güttüğü düşünülebilirse de, genel tablo göz önüne alındığında bunun sadece olayın gösterilen kısmı olduğu rahatlıkla anlaşılmaktadır.

1118 yılında kurulan ve herkesce tanınan adı "Tapınakçılar" veya "Tapınak Şövalyeleri" (İngilizce'de Templars ya da Knights Templar) olan bu tarikatın tam ismi "İsa'nın ve Süleyman Tapınağı'nın Yoksul Şövalyeleri" idi. ("Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis") Kurucuları ise toplam 9 şövalyeden oluşuyordu. Ortaçağ Avrupasının en güçlü, en etkili ve hakkında en çok konuşulan örgütlerinden biri olacak olan bu tarikatın kuruluşu Kudüs'te sessiz sedasız gerçekleşti. (Bu tarikat hakkındaki bilgilerin önemli bölümü, 12. yüzyılda yaşayan tarihçi Guillaume de Tyre kanalıyla günümüze ulaşmıştır.)

Tarikatın kurucuları dönemin Kudüs Kralı II. Baldwin'in huzuruna çıktılar ve Birinci Haçlı Seferi'nin ardından Kudüs'e akın eden Hıristiyan hacıların mallarını ve canlarını koruma işine talip olduklarını belirttiler. Kral, Tapınakçılar'ın ilk "Büyük Üstadı" olan Hugues de Payens'i yakından tanıyordu. Kendilerine büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı'nın yer aldığı (Mescid-i Aksa'yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi'nin Hıttin Savaşı'nın ardından Kudüs'ü geri almasına kadar geçen 70 yıl süresince "Tapınak Tepesi", Tapınakçılar'ın merkezi oldu. Kendilerine "Süleyman Tapınağı" ile bağlantılı bir isim verilmesinin nedeni de buydu. Özellikle burasını kendilerine üs olarak belirlemeleriyse rastgele bir seçim değil, bilinçli bir tercihti. Tapınak, Hz. Süleyman'ın gücünün bir simgesiydi; Tapınak'tan geriye kalanlar ise büyük gizler barındırıyordu.
Kurucu şövalyelere göre, bir araya gelmelerinin, diğer bir deyişle bu tarikatı kurmalarının amacı, Kutsal Toprakların ve Hıristiyan hacıların güvenliğini sağlamaktı. Ancak Tapınakçılar'ın gerçek amacı çok farklıydı.

             Tapınakçılar'ın Gizlenen Amacı

Dokuz Tapınak şövalyesinin, kuruluş aşamasında ilan ettikleri gibi, Hayfa'dan Kudüs'e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına korumaları fiziksel olarak imkansızdı. Tapınakçılar'ın yardımseverlik değil, aksine ekonomik ve siyasi çıkarlar peşinde oldukları açıktı.
Masonluğun en tanınmış isimlerinden biri olan 33. dereceden büyük üstad Albert Pike (1809-1891), masonluğun temel eserlerinden biri kabul edilen Morals and Dogma (Ahlak ve Dogma) adlı kitabında, Tapınakçılar'ın gerçek amacını şöyle açıklamıştır:

"...Tampliyelerin (Tapınakçıların) ilan edilen görevi, kutsal yerleri ziyarete gelen Hıristiyanları korumaktı. Gizli amaçları ise, Ezekiel'in haber verdiği modele uygun olarak Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etmekti... Tapınakçılar, en baştan beri Roma'nın (Papalık) ve onun krallarının egemenliğine karşıydı. Amaçları, zenginlik ve güç elde etmek ve gerekirse savaşarak Kabalistik dogmayı yerleştirmekti." (Albert Pike, Morals and Dogma, The Roberts Publishing Co., Washington, 1871)
Her ikisi de mason olan İngiliz yazarlar Christopher Knight ve Robert Lomas da, The Hiram Key (Hiram Anahtarı) adlı kitaplarında Tapınakçılar'ın kökeni ve amaçlarına yer vermektedirler. Pike'ın verdiği bilgilere ek olarak, Tapınakçılar'ın Kudüs'te bulundukları dönemde gerçekten de büyük bir değişim yaşadıklarını ve Hıristiyanlık inancı yerine başka öğretiler kabul ettiklerini vurgulamışlardır. Kitapta verilen bilgilere göre bunun temelinde ise, Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nda "keşfettikleri bir giz" yatar. (Christopher Knight, Robert Lomas, The Hiram Key, Arrow Books, 1997, s. 37)
Zaten Tapınakçılar'ın Kudüs'teki asıl hedefleri, Süleyman Tapınağı'nın harabelerini araştırmak olmuştur. Yazarlar, Tapınakçılar'ın "Filistin'e giden Hıristiyan hacıları korumak" şeklindeki görüntüsünün sadece bir kılıf olarak kullanıldığını, tarikatın asıl hedefinin çok daha farklı olduğunu şöyle açıklarlar:

"Tapınakçılar'ın kurucularının herhangi bir zaman hacılara koruma sağladıklarına dair hiçbir kanıt yoktur, ama öte yandan Herod Tapınağı'nın (Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşa edilmiş hali) yıkıntıları altında yoğun araştırma kazıları yaptıklarına dair son derece ikna edici kanıtlar buluyoruz."
The Hiram Key kitabının yazarları, Tapınakçılar'ın bu araştırmalarının sonuçsuz kalmadığını, tarikatın gerçekten de Kudüs'te, "dünya görüşlerini değiştiren" önemli birşeyler bulduklarını yazmaktadırlar. Pek çok araştırmacı da aynı kanıdadır: Tapınakçıların Hıristiyan bir dünyada doğmalarına, Hıristiyan kökenden gelmelerine rağmen, Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan, onları sapkın ayinlere, kara büyü ritüellerine yönelten bir "kaynak" olmalıdır. Peki bu kaynak ne olmuştur?

Sapkınlıkların Temelinde Yatan Öğretiler

Tapınakçılar'ın Hıristiyanlıktan tamamen farklı bir inanca ve felsefeye bağlanmalarına neden olan kaynak "Kabala" olmuştur. "Sözlü gelenek" anlamına gelen ve çeşitli kaynaklarda Yahudi dininin mistik, ezoterik (batıni) bir kolu olarak tarif edilen Kabala, Tevrat'ın ve diğer Yahudi dini kaynaklarının gizli manalarını araştıran bir öğretidir. Binlerce yıldır hemen her türlü büyü ritüelinin temel taşlarından birini oluşturmuştur. Yahudi olmayan pek çok insan da Kabala'nın gizeminden etkilenmiş, bu öğretiyi kullanarak büyü ile uğraşmıştır. Tapınakçılar da bunlardandır; "büyü gücüne sahip olmak" için Kabala üzerinde çalışmalar yapmışlardır. Dahası gerek Kudüs'te, gerekse Avrupa'da Kabalacılarla ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Kabala, şövalyelerin aşina oldukları büyüler, tılsımlar, gizemler, semboller ve bunların nasıl kullanılacağı konusunda bilgiler içermekteydi Şövalyelerin Kabala'yla bu kadar yakından ilgilenmelerinin sebebi aslında çok açıktır: İstedikleri maddi gücü elde etmek için, büyü gibi sapkın yöntemlerden yardım almaları gerektiğine inanıyorlardı. Bu görüş, konuyu araştıran pek çok araştırmacı tarafından paylaşılmaktadır. (Alan Butler, Stephen Dafoe, The Templar Continuum, Templar Books, Belleville-Ontario, 1999, s. 70)
Tapınakçıların sapkınlıklarına kaynak olan bir başka öğreti ise İran kökenli Mani inancıyla başlayan ve Katarlarla Fransa'da doruk noktasına ulaşan sapkın dualist bir inançtır. Bu sapkın inanca göre dünya hakimiyetinin yolu şeytana hizmet etmekten geçmektedir. Anlaşılacağı üzere, Tapınakçılar bugünkü satanistlerinkine benzer şeytani bir telkinin etkisi altındaydılar.
Tüm bu sapkın inançların bir sonucu olarak, Tapınakçılar Hıristiyan ahlakından tamamen uzaklaşmış, yalnızca dünyevi çıkarlarını gözeten karanlık bir örgüt haline gelmişlerdir.
Tapınakçıların, bu zihniyet ve idealleri, daha sonradan dönüştükleri masonluk örgütüne miras kalacak ve yeryüzünün perde arkasındaki yöneticilerinin temel zihniyeti olarak günümüze kadar varlığını ve etkisini sürdürecektir. Halen dünya üzerinde yaygın olan, din ahlakına uygun olmayan yaşam felsefesinin mimarları ve uygulayıcıları da bu sapkın tarikatın mirasçılarından başkaları değildir.

Tapınakçılar'ın Genel Yapısı

Tapınakçılar'ın en dikkat çekici özelliği, gizliliğe son derece önem vermeleriydi. Kuruluş ile kapanış arasında geçen iki yüzyıl boyunca, bu ilkelerinden asla taviz vermediler. Bu ise akla ve mantığa ters bir durumdu. Çünkü böyle bir gizlilik için hiçbir neden yoktu. Eğer söyledikleri gibi Katolik Kilisesi'ne bağlılarsa, zaten o dönemlerde Avrupa tamamen Katolik Kilisesi'nin egemenliği altındaydı. Eğer Hıristiyanlığın gereklerini yerine getiriyorlarsa, saklanmak, gizlenmek için hiçbir gerekçe yoktu. Yalnızca bu bile Tapınakçılar'ın, Kilise'nin uygulama ve öğretilerine aykırı işler yaptıklarını gösteriyordu.
Tapınak Şövalyeleri'nin kendi içlerinde uyulması gereken ve başka hiçbir yerde olmayan sıkı disiplin kuralları vardı. Her şeyden önce çok katı bir emir komuta zincirine sahiptiler. "Üstadlar"a ve "Büyük Üstad"a itaat en önemli şartlardandı.
Kıyafetleri de kendilerine özgüydü. Zırhlarının üzerine, kırmızı renkli büyük bir haç işlenmiş, uzun beyaz bir elbise giyerlerdi. Böylece gittikleri her yerde ayırt edilebiliyorlardı. Kişisel bakım ve temizlik yapmayı küçük düşürücü ve utanç verici olarak değerlendirirlerdi. Bu nedenle nadiren yıkanır, tozlu ve kirli kıyafetlerle, sıcağın ve zırhın etkisiyle terlemiş, kirli bir halde dolaşırlardı.
Bu tarihi örgütün dikkat çekici diğer bazı kuralları ise şunlardı: Evlenmek, aile sahibi olmak ve akrabalarla iletişim kurmak yasaktı. Kimsenin kendine özel bir hayatı olamazdı. (John J. Robinson, Born in Blood: The Lost Secrets of Freemasonry, New York, M. Evans & Company, 1989) Yemeklerini topluca yerlerdi. Tapınak Şövalyeleri'nin mühründe, aynı ata binmiş iki kişi olarak tasvir edildiği gibi ikili gruplar halinde dolaşırlardı. Bu iki şövalye herşeyi ortak kullanır, aynı kaptan yemek yerdi. Birbirlerine "kardeşim" şeklinde hitap ederlerdi. Her şövalyenin üç at ve bir hizmetçi bulundurma hakkı vardı. Kuralları çiğneyenler veya ihmali görülenler ağır şekilde cezalandırılırlardı.

Örgütün Önlenemeyen Gelişimi

Tapınakçılar örgütü kurulduktan kısa bir süre sonra yeni katılımlarla hızla büyümeye başladı. Tarikatın gizemli havası ve mistik öğretisi pek çok Avrupalı "asil"in ilgisini çekmişti. Bu gelişim, tarikatın 1128 yılındaki Truva Konsülü'nde Papalık tarafından resmen tanınmasıyla daha da hız kazandı. (Finke, Papsttum und Untergang des Tempelordens; Henry D. Funk, "The Trial Of The Knights Templar", The Builder, 1916)

Kilise'nin desteği Tapınakçıları tanımakla sınırlı kalmadı. Truva Konsülü'nden itibaren Kilise'nin ve soyluların tarikata sağladıkları imtiyazlar, şövalyelere sınırsız imkanlar sunmuştu. Dokunulmazlık zırhı bunların başında geliyordu. Şövalyeler doğrudan Papa'ya bağlıydılar ve başka hiçbir otoriteye hesap vermek zorunda değillerdi. Kral da dahil hiçbir yönetici onları tutuklayamıyor, sorgulayamıyor veya kendi hizmetinde kullanamıyordu.
     Tapınakçılar, kendi adlarına kilise kurmak, dini tören düzenlemek, rahip atamak gibi dinsel ayrıcalıkların yanı sıra, kendi mahkemelerini kurmak, vergi toplamak, bağış ve yardım almak hakkına da sahiplerdi. Tapınakçılara ait mülkler, Kilise'nin onda birlik vergisinden muaf tutulduğu gibi, tarikat üyeleri de her türlü ödenekten muaf tutulmuşlardı. Bu konudaki araştırmalarıyla tanınan Alan Butler ve Stephen Dafoe'nin ifadesiyle, "Ortaçağ'ın en başarılı askeri, ticari ve mali organizasyonlarından biri" oldular. Örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü.
1147 yılına gelindiğinde sadece Kudüs'te 700 şövalye, 2400 hizmetli ve o dönemde bilinen dünyanın bütün önemli noktalarına yayılmış 3468 adet şato vardı. Hem denizde, hem karada önemli ticaret yolları ve merkezleri oluşturmakla kalmamış, birçok savaşa katılarak ganimetler ve Avrupa devletleri arasında politik güç elde etmişlerdi. Devlet içinde devlet görüntüsü veren Tapınakçılar o kadar güçlüydüler ki, anlaşmazlıklarda veya krallar arasındaki çatışmalarda bile hakem olarak görev alıyorlardı.
Kurulduktan kısa bir süre sonra niteliği ve görünüşü bu şekilde tamamen değişen örgüt, Kutsal Toprakları koruma ve Hıristiyanlığı yayma görevini bir tarafa bırakarak, kendi sapkın inanışının doğrultusunda kuracağı dünya hakimiyetinin peşinde koşmaya başladı.

Şeytanın İzinde Bir Dünya Hakimiyeti

Tapınakçılar, özellikle ilk dönemlerde Papalık makamından elde ettikleri imtiyazlara güvenerek sistemlerini uzun bir süre rahatlıkla devam ettirmişlerdir. Ancak, Tapınakçıların gizli ritüellerinde yaşadıkları sapkınlıkların yavaş yavaş deşifre olması ve gerçek yüzlerinin ortaya çıkmaya başlamasıyla, Papalık bu konuda köklü bir tedbir almaya karar vermiştir. 1305 yılında Papa olan V. Clement, Fransa Kralı IV. Phillippe'nin de desteğini alarak Tapınakçıların ortadan kaldırılma sürecini başlatmıştır. Gelecek ayki yazımızda detaylı olarak ele alacağımız bu süreç ve Fransa'da Tapınakçılar aleyhine açılan davaların mahkumiyetle sonuçlanması, Tapınakçılar için hiç umulmadık bir hezimet olmuştur. Ne var ki bu olay, Tapınakçılara daha gizli, daha örgütlü olmayı öğretmiş, günümüze kadar gelen Tapınakçı-mason gizliliğinin temellerini hazırlamıştır. Kendilerini mahkum eden Kilise'nin temsil ettiği her türlü inanca ve değere karşı büyük bir nefret ve intikam duygusu da yine bu süreçte oluşmuştur. Din ahlakına karşı besledikleri nefret ve düşmanlık, nihai hedef ve mücadelelerinin de merkez noktasını oluşturmuştur: Din ahlakına uygun olmayan bir dünya hakimiyeti... Bu sapkın mücadelelerinde hiçbir kural tanımayan Tapınakçılar, adeta şeytanın yeryüzündeki temsilcileri görevini yürütmektedirler.

Ancak bilinmelidir ki; Tapınakçı-mason gizliliğinin arkasına sığınanlar, Allah'ın Kuran'da bildirdiği üzere Allah'tan gizli kalamazlar. (İbrahim Suresi, 38) Yüce Allah, şeytanın fırkası olan bu düzen kurucuların düzenlerini bozacak ve "kötülüğü örgütleyip düzenleyen" bu tarikatlarla fikri mücadelede bulunan müminleri galip kılacaktır. Bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmektedir:

"Artık 'kötülüğü örgütleyip düzenleyenler', Allah'ın, kendilerini yerin dibine geçirmeyeceğinden veya şuuruna varamayacakları yerden azabın gelmeyeceğinden emin midirler?" (Nahl Suresi, 45)
 ALINTI :Adnan OKTAR eserleri ilmi mercek






les templiers vous salue dans la priére du vendredi







http://urun.gittigidiyor.com/mucevher-saat/tapinak-sovalyeleri-hacli-kalkan-yuzugu-gumus-37134132











MAY THE FATHER OF UNDERSTANDING GUIDE US...


Eylül 15, 2012, 09:18:59 öö
Yanıtla #1
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Sayın moonlight, bu yazıya başlarken, bunu iki bölümde aktaracağını belirtiyor. Demek bir bölüm daha var bundan sonra gelecek.

Sayın moolightı demoralize etmek istemem. Yazıya, "Bakalım benim bilmediğim bir şey içeriyor mu, eksiğimi tamamlayabilir miyim?" düşüncesiyle başladığımda, daha ilk paragrafı bitirmeden kapsamının çok ön yargılı olduğunu kavradım. Devam ettiğimde, "Bunun çok eleştirilecek yanı var." diye düşündüm. Sonrasını hızla okuduğumda, objektif olmaktan uzak, yorum ve öznel değerlendirmeleri  sanki gerek tarihsel gerek güncel gerçekleşmiş gibi yansıtan art niyetli bir yazı olduğu görüşüne vardım.

Sonunda Adnan Oktar adını görünce, "Tamam, başka ne beklenebilir ki zaten." dedim ve bu yazı üzerine hiçbir şey yazmamayı öngördüm.

Şimdi buraya büyük harflerle bu yazının tümünün yanlış olduğunu yazsam, benim yaptığım yanlış olacak. İyisi mi, şöyle yapayım:

BU YAZI ÖN YARGILARLA, DOĞRULARIN ART NİYETLİ OLARAK SAPTIRILMIŞLIKLARIYLA, UYDURMACALARLA, ÖZNEL DEĞERLENDİRMELERLE DOLU. GERÇİ VERİLEN BİLGİLERİN BAZILARI DOĞRU AMA DİKKAT EDİN, ÇOK DA YANLIŞ VAR. HEPSİNİ DOĞRU OLARAK KABUL ETMEYİN VE KONUYU BAŞKA KAYNAKLARDAN DA ARAŞTIRIN. 


ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2012, 02:57:58 ös
Yanıtla #2
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3235
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
Aleyhimizdeki neşriyata cevap verecek değiliz. Bu nevi neşriyat, eğer hususi bir maksada müstenit değilse, hakikatin ışığı altında kendiliğinden erimeye mahkûmdur. Maksatlı neşriyat karşısında ise lakayt kalmak şiarımızdır.
Yıl 1951 Ocak ayı Türk Masonluğu'nda uyanıştan sonra ilk derginin neşredilmeğe başladığı aydır.
Bu Alıntı TÜRK MASON DERGİSİ içerisindeki yazıdan  alınmıştır  ...

 ALINTIDIR
  8) 8) 8)
« Son Düzenleme: Eylül 15, 2012, 03:21:33 ös Gönderen: NOSAM33 »
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Eylül 15, 2012, 05:32:00 ös
Yanıtla #3
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


60 küsur yıl önce yayınlanmış bir mason dergisinden alıntı...

O yıllardaki masoınların, antimasonik saldırılara karşı tutumunu belirtmesi bakımından peki.

Başlıktaki konuyla bağlantısı?
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 15, 2012, 08:33:49 ös
Yanıtla #4
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3235
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
Tapınak Şövalyeleri, son zamanlarda gündeme gelen birçok araştırma sonucunda aktarılanın aksine, yüzeysel olarak anlatılamayacak kadar gizli yönleri bulunan, komplo dolu bir geçmişi olan bir tarikattır. İki bölüm olarak hazırladığımız bu yazı dizisinin ilk bölümünde bu gizli tarikatın doğuşu ve gelişimi sırasında uyguladıkları sömürgeci ve şiddet dolu strate
ji; ikinci bölümünde ise dağıtılmalarından sonra yeraltında "masonluk" kılıfıyla sürdürdükleri karanlık faaliyetler ortaya konacaktır.
Alıntı
Sonunda Adnan Oktar adını görünce, "Tamam, başka ne beklenebilir ki zaten." dedim ve bu yazı üzerine hiçbir şey yazmamayı öngördüm.



Alıntı
Başlıktaki konuyla bağlantısı?
Masonların dik duruşunu sembolize etmesi açısından,özellikle malum şahıs hakkındaki söylenecek güzel ifade olduğu için hatırlatma maksadıyla iletiyi yazdım Sayın ADAM ...
Saygılar
« Son Düzenleme: Eylül 15, 2012, 08:43:23 ös Gönderen: NOSAM33 »
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Eylül 15, 2012, 10:51:42 ös
Yanıtla #5
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 223
  • Cinsiyet: Bay

Değerli yorumlarınızdan dolayı teşekkürü bir borç bilirim ...Evet bu konuyu açmadan önce sitemizde yazılmış konu ve yorumları okudum,Türkiye de Harun Yahya ve Adnan Oktar gibi bu konuda eğitim almış kişilerin bu tarz konuları belli bir ön yargı merceği altında incelemiş olmaları ayrıca üzücü...Neden üzücü,bir kere yeni nesil araştırma yapmadan hemen kötüleme yoluna gidebiliyor bu kişilerin yorumlarıyla; tamam geçmişte kötü şeyler olabilir...fakat o dönemlerde neyin doğru neyin yanlış olduğunu ölçebilecek bir yargı yöntemi yoktu...gerçi günümüzde de bu şüpheli ama yapacak bir şey yok...Bu konuyu gerçek tapınakçı ve masonların davranışlarını incelemiş biri olarak yazıyorum...eğer bir şeye düşman olunacaksa bu beynimize işlemiş cahilliğe olmalıdır...saygılar sevgiler
MAY THE FATHER OF UNDERSTANDING GUIDE US...


Eylül 16, 2012, 02:36:47 öö
Yanıtla #6
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 3235
  • Cinsiyet: Bay

Alıntı
Bu konuyu gerçek tapınakçı ve masonların davranışlarını incelemiş biri olarak yazıyorum...eğer bir şeye düşman olunacaksa bu beynimize işlemiş cahilliğe olmalıdır...saygılar sevgiler


Sayın moonlight ;

Yukarıdaki yazınızı daha açık şekilde anlatırmısınız. Sonuçta ben kişi bazında konuşmayı sevmem,karşı oluşum ZİHNİYETE ...

Saygılar
audi-vide-tace
    dinle-gör
        sus


Eylül 16, 2012, 02:13:10 ös
Yanıtla #7
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Başlık konusu ile bağlantısız bir bilgi notu: Adnan Oktar ile Harun Yahya aynı kişi.
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Eylül 16, 2012, 05:30:04 ös
Yanıtla #8
  • Aktif Uye
  • ***
  • İleti: 730
  • Cinsiyet: Bay

Zaten Adnan Oktarın kendisi esrarengiz, sahtekar ve arkasında nasıl bir parasal güç olduğu belli olmayan bir adamdır.

Sahtekar dlyorum çünkü önünde yazılı bir metin olmadan yazdığını iddla ettiği kitaplar ve konularla ilgili teknik tek bir izahat yapamamaktadır.

Dolayısıyla onu ciddiye alıp burada kaynak göstermek bence uygun değil.

Bu konuda daha önce adını yazmış olduğumuz Üstad-ı Muhterem Murat Özgen Ayfer'in Tapınakçılar Siyonistler ve Masonlar kltabı okunabillr.

Masonluk ve ondan önceki süreçte tapınakçılar, siyon ve Razkrua bağlantıları bu kitapta oldukça güzel bir türkçe ve akıcı bir dil ile anlatılmış.

Saygılarımla.
« Son Düzenleme: Eylül 16, 2012, 05:41:30 ös Gönderen: asimov »
Özgürlük zeka demektir, sevgi demektir. Özgürlük sömürmeme, yetkeye boyun eğmeme demektir. Özgürlük olağanüstü erdem demektir.
Jiddu Krishnamurti


Eylül 17, 2012, 12:53:00 öö
Yanıtla #9

Sayın asimov bu konuyla ilgili bir kitap tavsiye etmiş. Sanki o kitap daha önce tavsiye edilmişti... Sayın ADAM, o kitapta da pek çok yanlış bulunduğunu iddia etmişti. Durum böyle olunca, sakın ola ki Murat Özgen Ayfer'in her yazdığı yüzde yüz doğrudur yargısı doğmasın, fakat konuyla ilgili araştırmalar arasında iyi bir kaynak olsa gerek. Konuya özel bir ilginiz varsa, mümkün mertebe bulunan hemen her şeyi okuyup, kıyas yapmak gerekli. Doğruya/gerçeğe varmada iyi bir yöntem olacaktır.

Sayın Adnan Oktar'a gelince... Yazılarını okuduğum hatta beni Masonlukla tanıştıran isimdir kendileri. Görüyorsunuz ya, bugün buradayım. Kendilerine teşekkür borçluyum; beni bu ışık ile tanıştırdığı için. Bu foruma adım atmam da vesile olduğu için. Ben Adnan Oktar'ın yazılarındaki saçmalıkları görüp, arkadaki sis içindeki gerçeği fark ettiğimde mutlu oldum. Çok ama çok. Mason olmayışım ve belki de hiçbir zaman olamayacağım, önemli değil. Beni böyle bir ailenin, böyle bir fikir ortamının olması mutlu ediyor. Bu forumu, bu forumun insanlarını ve Masonları seviyorum. Görüyorsunuz ya, bazen yalanlar ve art niyetler bile güzelliklerin doğmasına neden oluyor. (Adnan Oktar olmasaydı, peacewings kesinlikle olmazdı)

Sayın asimov Sayın Murat Özgen Ayfer'in kitabını okumuş. Dilinin akıcılığını övüyor. Elbet öyle olacak! Ne de olsa bir Masondan bahsediyoruz. Hangi forumda, siz böylesi bir Türkçe kullanımı gördünüz? Türkçe'ye bu kadar değer verildiğini...

Bir tavsiye ile bitirmek istiyorum. Sayın NOSAM33'e: aşırı büyük puntolar kullanmasanız. Hiç hoş durmuyorlar.

Saygılarımla.

• Laborare est Orare XXII.
• ... Bense daha önce duyulmamış, yeni şeyler söylediğim için onların ilenç ve lanetlemelerine maruz kalmaya devam edeceğim.... Simon Magus


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
Antisemitizmin Yüzü

Başlatan shemuel « 1 2 ... 6 7 » Yahudiler

64 Yanıt
35988 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 11, 2013, 11:33:52 ös
Gönderen: Melina
İslam ın Aydınlık Yüzü

Başlatan DarkSide « 1 2 3 4 » Islam

30 Yanıt
17679 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 25, 2008, 11:05:54 ös
Gönderen: agnusdei
İslam ın Karanlık Yüzü

Başlatan DarkSide « 1 2 ... 23 24 » Islam

235 Yanıt
112127 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 26, 2015, 05:49:22 ös
Gönderen: Alşah
0 Yanıt
3631 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 22, 2009, 03:12:32 ös
Gönderen: ADAM
3 Yanıt
7867 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 30, 2013, 01:49:45 ös
Gönderen: hypatia
Masonluğun İç Yüzü

Başlatan Mustafa Kamil Anti-Masonluk

4 Yanıt
7374 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 26, 2010, 11:42:21 ös
Gönderen: Thoth
0 Yanıt
3704 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 13, 2010, 10:36:21 öö
Gönderen: ADAM
0 Yanıt
3005 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 15, 2010, 11:03:51 öö
Gönderen: ADAM
5 Yanıt
10821 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 25, 2012, 09:48:14 ös
Gönderen: NOSAM33
1 Yanıt
3665 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 27, 2015, 03:47:57 ös
Gönderen: ADAM