Aslında benim uzun bir süredir kafayı taktığım meselelerden biri bu; aile.
Ben bunun sosyal yapıdan bağımsız düşünülemeyeceği kanısındayım. Aslında bu konuda bütün bir gün konuşabilirim
Burada hep, bizim ailelerimizin iyi eğitim verdiğinden bahsedilmiş.
Sayın üyeler, ben biraz aksini düşünüyorum. Ve doğu toplumlarının, gerçekten bu hatalı terbiye ile bazı şeylerde ihtiraslandığını düşünüyorum.
Bize ailelerimiz terbiye vermiyor; onlar bizi "eğer şöyle söylersen, sana kızarlar" "şöyle yaparsan seni ayıplarlar" "şöyle durursan çok göze batarsın, yapma" eğitimi veriyor. Bu, kesinlikle bireyi, akıla göre değil, toplum tepkisine göre şekillendirmeye yarayan bir eğitim şekli bence.
Biz doğulular olarak, sürekli annemizin koruması altında büyütülüyoruz. "Güven" bizim için nedense çok önemli. Batıda böyle değil ama. Batı'da, çocuğa sorumluluk üstlenmesi öğretiliyor. Batının tarihi ile doğulu toplumların tarihi karşılaştırıldığında zaten, doğulunun statik, kavgasız, gürültüsüz, pasif yapısının yanında batılının dinamik, diyalektik sürecin harıl hurul işlediği, aktivist yapısı göze çarpıyor.
Bu aile terbiyesini, biz kültürden aldık. O kültür de bizim tarihimizi etkiledi. Benim şu an için bulduğum sonuç bu.
Bizim kültürümüzdeki İslam, "şükür ve sabrı" öne çıkarıyor, bu, halinden şikayet etmeme, sineye çekme anlamına geliyor. Tarihimizde, batılı tarihe bakarsak çok az isyanın olduğu görülecektir (T.C tarihinden bahsetmiyorum, (aslında kısmen T.C tarihi de içine girer) Tüm Ortadoğu halklarının yüzlerce yıllık tarihinden söz ediyorum).
İslam'ın çalışmaya ve aktivizme verdiği önem, nedense bizim toplumda pek iyi anlaşılmamış. Korku duyulmuş, ve sorunlar karşısında harekete geçmek yerine, gülümseyen bir yüzle olanı biteni "hoş görmek" öğütlenmiş.
Bunun bilimsel anlamı gerileyiştir. Gazali, 12.yy'da, Dinde amel'den çok iman'ı öne çıkarmış, ve tüm bilimsel, felsefi çalışmaları kötülemiştir. Dikkat ederseniz Gazali'den sonra Ortadoğu'da hiç "ekol" felsefecisi yetişmez, hep tasavvuf tekkeleri ortaya çıkar.
Aynı şekilde halk, yönetime talip olmaz. Hakkını yedirtir. Neden? Çünkü Gazali gibi bir şeylerden sürekli korkar durur.
Bizim tarihimizde Osmanlı'dan evvel "beylikler" vardı mesela. O beylikler entegre olup Osmanlı ile birlikte yaşamaya başladı. Entegrasyon olmasaydı da, monarşi gibi babadan oğula geçen bir sistem yerine, herkes kendi hükümranlık hakkını savunsaydı, lokal halk kitleleri bu duruma isyan etseydi, batıdaki dinamizm, doğuya da gelecek, biz de birbirimizle belki çok çekişecek ama en sonunda huzura erecektik. Diyalektik gelişme de, bilimsel gelişme de bunlara bağlıydı çünkü.
Şimdi gelelim aile'ye. Sayın Adam da demiş "biz bize göre iyiyiz" evet. Öyle. Biz bize göre iyiyiz, çünkü bir korku, çekinme, tırsma iklimine karşı annemiz bize yararlı olacak teknikleri öğretiyor; ne olursa olsun büyüklere saygı, ne olursa olsun çatışmadan kaçınma, ne olursa olsun hoş görme, ne olursa olsun insanları sevme.
Çünkü bu toplumda, ancak atılgan olmadan yaşanabilir.
Bizim "misafirperver" ünümüz de aslında buna işaret eder; biz misafirperver değilizdir. Sadece yabancıdan çekiniriz, dolayısıyla ona güler yüzle yaklaşarak kendimizi güvende hissederiz.
Çetin Altan'ın bir lafı vardı, hiç unutmam;
"Batı'da düello kültürü vardır, fakat Doğu'da pusu kurulur".
Bu yazıyı sadece ana hatlarını koymak istemek için buraya aldım. Daha da uzardı, mesela kadın - erkek, cinsellik ilişkikerine, hatta neden Türkiye'nin batısının laik, iç kesimlerinin muhafazakar olduğuna kadar vardırırdım ama bir forum mesajı olarak şimdilik bu kadar.