Sayın Ceycet, yanlış anlamadım, gayet iyi anladım.
Ancak ben bu konuda pek emin değilim. Farklı bir şeye inanmak, farklı bir yola girmektir. Ve o farklı yol, ondan önceki yolun çizgisinde değildir. Evet yeni bir yol vardır önümde, ama eski yol "izlenmesi gereken rota" anlamında artık plandan çıkarılmıştır. Dolayısıyla İslam'da net belirli bazı kıstaslar dışında bir şeye inanılırsa, bu inanılan şeyin İslam olamayacağını düşünüyorum.
Aslında bu belgesel beni çok farklı konularda düşünmeye sevketti. İslam'da "tahrif" denen bir kavram vardır ve bu kendinden önce gelmiş ilahi mesajların asıllarını yitirip bozulduğu anlamına gelen bir İslami kavramdır. Hristiyanlıkta bu yoktur mesela. Hristiyanlık, Museviliği aynen kabul eder, Hristiyan öğretisinin, Musevi temeline oturtur.
Bu belgesel, bir çok dinin aynı formda özellikler taşıdığını anlatıyor; Doğa tapınımına benziyor bu. Dinin içindeki insani ilişkiler ve mucizelerle anlatım bulmuş olayların, gökyüzünde ve doğada karşılığı olan doğal olayların sembolik anlatımları olduğunu söylüyor.
Bu eğer böyleyse gerçekten çok basit bir şey olmaz mı bu? Ben Judeohristiyanlığın güneş kültü, İslam'ın ise ay kültü akımlarına, doğa olaylarına rehberlik eden bir edebi sembolizm olduklarını bildiğimde, bunun içinde Yaratıcının yeri neresi olur? Ölümden sonrasının yeri neresi olur? Ben söyleyeyim; olmaz. Ahiret inancı kavramı olan bir dinin, özünde doğa olaylarını betimleyen edebi, sembolik, astronomik doğa gözlemleri olduğunu bir kere farkettiğimde, ben bu yoldan büsbütün uzaklaşırım. Böyle bir şey beni dinlerin, edebi bir anlatımdan başka bir şey olmadıklarından, toplumların, insanların kolektif ruhlarına katkı sağlayan , onları birleştiren pragmatik bazı yan sonuçlar getirdiğinden başka bir şeye inandırmaz.
Aşkın sandığım bir şeyin, bildik bir doğa süreci olduğunu farkettiğimde, beni ona çeken bir şey kalmaz.
Zaten bu belgesel de bu tezi işliyor. Dikkat ederseniz bildik ateizm argümanlarına hiç değinmiyor. Dini, kendi içinden eleştiriyor. Bu bence çok güçlü bir yöntemdir. Ve yukarıda düşündüğüm şeyleri düşünmemi amaçlamıştır.
Şimdi bu varsayım kısmını bitiriyorum. Dönelim tahrif kısmına.
İslam'da "tahrif" kavramı vardır, ve bazı insanların eski dinleri bir takım dünyevi çıkarlar karşılığında tahrif ettiklerini söyler. İslamda şeytan kavramı da vardır, ve şeytan da bu sürece hizmet eder.
Neden bu dinlerin hep aynı şekilde bozulmuş bir olgu olduğunu düşünmeyeyim ki? Bu hep "aynılık", neden orjinal hikmet olan dini , doğa olaylarının sembolik anlatımına dönüştürerek içini boşaltan bir "aynı" şeytan kavramına işaret etmesin?
12 kavramı mesela, bir çok kültte vardır.
İslamın şii kolunda da 12 kavramı vardır. İslam'daki bu bölünmüşlüğü acaba Şeytan'ın İslam üzerindeki kısmi bir başarısı olarak görebilir miyiz?
Ben her yerde karşıma çıkan bu çeşit aynılıkların bir tesadüf olamayacağı inancındayım. Dini olguları içinden eleştireceksek, onun tüm kavramlarını kabul etmek zorundayız. Bu belgesel "şeytan" kavramını küçümsemiş. Ama madem öyle neden "tanrı" kavramını küçümsemiyor ve onu çürütmek için 30 dakikasını ayırıyor? Materyalistlerin uygulayacağı bir yöntem değil bu. Ama "tanrı" kavramını kaale alıp onun içi boşluğunu savunuyorken, "şeytan" kavramını bir olgu olarak görmezden gelip hiç eleştirmemek akla yatkın değildir.
Ben çok farklı zamanlarda ve çok farklı yerlerde, sürekli aynı temalara işaret edilmiş olmasını, fantastik olacak ama şeytana bağlama eğilimindeyim. Antik dünyanın pagan tanrılarının bir zamanlar yaşamış ilahi mesajcılar olduğuna ama sonradan büyük bir projeyle "biçimleştirilip", kendilerine tapıldığına ve asıl "içeriğiin" bu tapınıp ritüelleri sırasında boşaltıldığına, unutulduğuna inanma eğilimindeyim.
Aksi takdirde benim doğa olaylarını sembolize eden bir şeye inanma gibi durumum söz konusu olur. Ben böyle bir şeye inanmaktansa, ateist olmayı ve vakit kaybetmemeyi daha mantıklı bulurum. Ama işin içinde şeytan ve onun dünyadaki temsilcileri olan bazı ezoterik, okült kurumlar varsa durum büsbütün değişir.
Saygılar.