Sayın ceycet Merhaba ,
Yazınızda ele aldığınız "kabullenme " kavram ve süreci , düşünceme göre kainatın mutlak iyiyi koruması ve mikroda bireyin tözsel varoluş gerçeğini noksansız kavraması için yaşamsal bir önemdedir. Siz bu yazıda bu sürecin kilit noktalarını , sorunsuz ve olabildiğince acısız sürmesi için son derece detaylı ve sistematik yol haritasını bizlere sunmuşsunuz. Görüşünüzü temellendirirken kullandığınız dil düzeyi,bağıntı ve geçişlerin noksansızlığı ve tekstteki tutarlılık için , şu anki mesleğim farklı olsa da eski bir dilbilimci olarak sizi kutlamak isterim.
Kabullenme kavramı özellikle içinde bulunduğumuz çağ itibarıyla kişiyi son derece zorlayabilen bir kavrama dönüşmüştür. Bunda kişisel fikrimce en büyük vebal "sahip olma" , "alma" ve "kıyaslayarak iyiye doğru değişme" biçiminde dünya kamuoyuna deyim yerindeyse pompalanan görüşlerin sahibi Batı 'ya aittir.
Bu görüşlere göre , kişi olduğu hali ile eksik ve yetersizdir . Kişiye "bunu kabul etmek zorunda olmadığı" , ne isterse o olabileceği , "sınırlarının olmadığı" gibi görüşler aşılanır . Bu süreçte muhtelif "başarılı" rol modeller kişiye gösterilir ve "sen de yapabilirsin,bu senin kaderin değil ." gibi mesajlar verilir. Doğrudan veya dolaylı olarak bu mesaja muhatap olan kişi , zihninde bunu şu biçimde algılar:"Mevcut halim korkunç ve kabul edilemez , kabul alacak hale gelmem için değişmek zorundayım." İyiye doğru evrilmeye inanmakla, gelişimin sürekli olması gerektiği fikrini desteklemekle beraber , az önce tasvir ettiğim propaganda biçiminde bireyin "biricik" oluşu ve "özel" liği göz ardı edilmekte diye düşünüyorum. Bunun sonunda kişi ancak xyz'ye "sahip olursa" kabul edilebilir olduğunu hissedeceği için , çoğu kez kendi yapısına, bünyesine,kişilik özelliklerine hiç uygun olmayan yapılara dönüşmek zorunda olduğu gerçeğiyle , bunlara dönüşmesinin" olmazlığı" arasında sıkışmaktadır. Batı paradigmasının cevaplamada noksan kalabildiği noktalar çeşitlidir ve anılan görüşler bence sadece "benzeşikler" arasında uygulanabilir . Bu noksan noktalara bazı örnekler verelim : Olanaksızlıklar nedeniyle ilköğretimi ancak tamamlayabilmiş kişilere "You can do it ." paradigmasıyla CEO'ların fotoğraflarının gösterilmesi , çocukluğundan beri kilolu ,fazlaca yapılı , spora yatkın olmayan veya yeni doğum yapmış kadınlara fotomodel resimleri empoze edilmesi , siyahi insanlara cilt tonunu "düzeltecek" ,pigment yapısıyla oynayan biyo-kimyasal süreçlerin aşırı lanse edilmesi vbg. Bu mesajları alan kişi kendisini "başkasının gözünden" tanımlamaya , alakasız kişilerin yaşamlarıyla kıyaslama yapmaya çalışmakta ve bunun doğal sonucu olarak süresiz "yetersizlik" duygularına sahip olmaktadır.
Kabullenmeyi zora sokan bu tür sıkıntıların yaşanmadığı ekolün ise Uzakdoğu olduğunu söylemek büyük bir yanılgı olmaz bence. Uzakdoğu Ekolü çoğu kez bireyi "atalete sevk etmek" le itham edilir, ki bence bu haksız bir ithamdır. Bu ekole göre kişi ancak "kendi bulunduğu noktayı noksansız kabul ederek ve bu noktadan hareketle" evrilebilir .Çünkü ekolün özelliği itibarıyla kişinin milyarlarca türdeşi arasında "biricik" olduğu teslim edilir . Başkasıyla kıyaslanarak değil, kişinin salt "kendi özellikleri" üstünde çalışarak gerçek bir gelişim kaydedeceği vurgulanır ,ki bence Amerikan Ekolü'ne göre üstün olduğu nokta tam da burasıdır. Çünkü zannımca milyarlarca türdeşimiz arasında DNA'mızla ayırdedilebilir olmamız , yerkürede başka hiçkimse ile aynılık taşımayan , bize özgü bir "özel" lik taşıdığımızı ve başkalarına uygun sonuçlar sağlamış uygulamaların bize uymayacağı gerçeğini ortaya koymaktadır. Kişi arzu ediyor ise kendi boşluğunu doldurmalı, kendi tümseğini törpülemelidir . Bu şekilde gerçekleşecek bir kabullenme ve ilerleme sürecinde kişi "küskünce" bir boyun eğiş biçiminde değil , kendi eğrisini doğrusunu görerek evrildiği için özgürce ve kendine saygıyla kabullenme ve iyileşme yaşayabilecektir.
Kabullenme konusunda en büyük bilgeliğe sahip olanların ise hayvanlar olduğunu düşünen biriyim. Bu alemde , hayvanlar sistem içinde ve "kendi tabiatlarına uygun" yaşamaktadırlar. Herkes kendisinin kim olduğunu çok iyi bilir ; tam bir idrak ve diğer tabiat unsurlarıyla uyum hakimdir. Bir sincap sincap olduğunu bilmektedir ve sincapça yaşar. Ama bu kendini korumak , hayatta kalmak , barınmak,büyümek , güçlenmek için çaba göstermez demek değildir . Sisteme uyumsuz davranmadığı için sincaplığının gereklerini kusursuzca yerine getirir , canlılığı , kas gücünün artması, beslenmesinde nitelik artması onun sincapça evrilişinin ana göstergeleridir. Ama sincap bir arslan olmadığını tam olarak bilir . Bunu tam kabule sahiptir ve bu konuyu "sorun etmez." Bu bilme benim gözümde onu bilge yapar.
İnsanoğlunda meydana çıkan büyük yetersizlik duygusu ,kabullenme noksanlığı ve zaaflar hayvanda yoktur ; kendi yapısının müsait olmadığı değişimleri arzulamaz . Bu onun mutluluğudur . Arslana gelince , evet o arslan olduğunu bilmektedir . Tabiat ona "biraz daha cömert" davranmıştır ve o da kendini idrak ettiği ilk anlardan itibaren "büyük,güçlü,hızlı,saygın ve güzel" olduğunun ayırdındadır . O da arslanca , arslan tabiatına uygun yaşar ama onun yaşamı da kolay değildir . Büyük olduğunu bilir ve bunu kabullenir ama bu büyüklük ona "büyük kalma" zorunluluğunu da verir . Arslan bebekliğinden itibaren neden bu kadar çok saldırıya uğradığını da hissetmeye başlar. Çünkü o arslandır ve büyüdüğü takdirde en güçlü en hızlı en güzel ve en saygın olacaktır ve küçükken "yok edilmesi uygundur". O bunu bilir ve annesiyle "idmana" gide gele büyümekte, daha güçlü ve daha güzel olmaktadır ve o da arslan olarak yaşayıp arslan olarak ölmesi gerektiğini kabullenmiştir. Bunu anladığı andan itibaren kendi naturasının en iyisine dönüşmeye çalışır , daha çok yer, daha hızlı koşar,tek hamlede avlar ve kas gücünü hiç durmadan arttıracak "idmanlar" yapar. Sütle yaşayamayacağını , büyük kalmak için başka erkeklerle yarışmak ve hep kazanmak zorunda olduğunu bilir ;arslanın da bununla "sorunu yoktur." O kadar sorunu yoktur ki , kilo kaybetmeye başladığını, kaslarının zayıfladığını, eşinin daha güçlü bir başka erkeği tercih ettiğini ya da çok ağır yaralanıp , hastalanıp eskisi gibi olamayacağını hissettiği anda "çaptan düşüp" itibarını kaybetmektense , bu gerçekleri kabul ederek sürüden sabaha karşı ,yalnız başına ve bilgece ayrılır . Üstelik sürüden ayrıldıktan 1 km.sonrasına dek hiç idrar bırakmaz . Çünkü takip edilmek ve nasıl öldüğünü göstermek istemez. Eski hali ile anımsanmak tek arzusudur . Sadece artık eski hali olmadığını ve çok yakında öleceğini kabullenmiştir. O , diğerlerinden esirgenmiş çok özel avantajlarının tadını asaletle çıkartmıştır ve bittiğini bildiği an bir sabah alacasında yaralı ama dimdik çıkıp gidebilmek bence kabullenmelerin en büyüğüdür ve bizlerin , genel kabule göre yaratılmışların en akıllısı ve şereflisi olan insanoğlunun hayvanlar aleminden alacağı dersler çok ama pekçoktur .
İnsanoğluna baktığımızdaysa 50 yaş grubu hanımefendilerin ellerinde 30 yaşındaki düğün fotoğrafıyla o güne dönmek için rökonstrüktif cerrahlara yalvarıp yakarmakta olduğunu , sadece ölmemek değil "eskisi gibi" olmak için makulün sınırlarını zorladıklarını , çok ileri yaştaki beyefendilerin ise kırmızı üstü açık bir arabayla üniversite yıllarına döneceklerini sanmakta olduklarını görüyoruz . Kabullenerek evrilme konusunda insanoğlu mekanik-dünyevi iklime değil , tabiata ve oradaki bilgeliğe odaklandığında sağlıklı ve onurlu kabullenmelerle kendi kendinin en iyi haline ulaşabileceğini kavramalıdır .
Saygılarımla