Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Julianus'un Ölümü  (Okunma sayısı 2745 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Ocak 05, 2010, 06:10:55 ös
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay



Önceki anlatımda değinmiş olduğum üzere; Roma İmparatoru Julianus, Hıristiyanlık tarihine “apostata” (dönek) karalamasıyla geçirildi.

Elbette!... Hıristiyan yazarları hoş görmek gerekir. Yarası olan gocunur.

Julianus, din konusunda düşündüğü uygulamaların tümünü gerçekleştirme olanağını bulamadan, Roma lejyonlarının başına geçip uzun yıllardan beri bir sorun haline gelen Pers sınırındaki çekişmelere son vermek üzere savaşmaya gitti. Perslerle yapılan savaşta, sıcak nedeniyle zırhını çıkarmış ve elinde kılıçla ön saflarda çarpışırken, bir Persli askerin böğrüne saplanan mızrağıyla ağır yaralandı. Çadırına getirilen augustosun yarasını inceleyen doktorlar ölümün ilk belirtilerini saptadı. Son anlarını bir kahramanın ve akıllı insanın dinginliği içinde geçirdi.

Sefere onunla birlikte katılmış olan düşünürler, yatırıldığı bu çadırı, Platon’un yüzyıllar önce betimlediği Sokrates’in zindanına benzettiler. Görevleri gereği, bağlılıkları ya da ilginç bulmaları nedeniyle son sözlerini acı dolu bir saygıyla dinlediler:

«Dostlarım, arkadaşlarım, doğa bana emanet olarak verdiğini geri istemektedir. Borcundan kurtulan kimsenin sevinciyle onu doğaya geri veriyorum. Benim durumumda olanlar için acı ve azap duyulduğunu sanan kimseler gibi değil. Ruhun vücutla olan bağlarından kurtulunca mutlu olacağını ve varlığınızın en soylu kesiminin, kendisini aşağılatan, kötü durumlara sokan kesiminden kurtarılmasına ağlamak değil, sevinmek gerektiğini bana felsefe öğretmiştir.
 
Gene öyle sanıyorum ki, tanrılar iyi insanlara, erdemlerini taçlandırmak için en büyük ödül olarak, çoğu zaman ölümü göndermişlerdir. Ben de onu bir bağış olarak kabulleniyorum. Beni yok edebilecek güçlüklerden ve hiç kuşkusuz bana yakışmayacak eylemlerden korumak istiyorlar.

Gözden düşmüş olduğum zamanlarda saraydan uzak, herkesten ayrı kaldığım hallerde ve yüce iktidara yükseltildiğim andan beri suç işlemeden yaşadığım için, vicdan azabı çekmeden ölüyorum. Elimde tuttuğum iktidara, tanrısal iktidarın bir bolümü olarak baktım. Benim gözetimime emanet edilmiş halkları tatlılıkla yöneterek ve savaşa ancak geçerli nedenler bulunduğu zaman girişerek bu tanrısal emaneti temiz ve lekesiz biçimde korudum. Başaramadımsa elimde olmayan nedenlerdendir ve tanrıların takdiri böyle olmasındandır.

Her âdil devlet yönetiminin biricik ereğinin uyruklarının mutluluğunu sağlamak olduğuna inanarak, törelerin ve yasaların bozulmasından kaynaklanan keyfe göre iktidardan nefret ettim. Her zaman barışçı görüşlere sahip olduğumu biliyorsunuz. Ne zaman ki vatan bana seslendi ve tehlikeleri önlememi emretti; ben de annenin saltık buyruklarını dinleyen bir evlat gibi bu emri dinledim. Gözümü kırpmadan ona baktım ve seve seve tehlikenin karşısına dikildim.

Çok zaman oluyor ki, şiddetli bir ölümle yaşamımın sona ereceğini kâhinler bana önceden haber vermişti; bunu sizden saklayacak değilim. Tanrılara şükrederim ki, bir fesat hareketi ya da uzun bir hastalığın acılarıyla veya bir zâlimin kıyıcılığıyla ölmekten beni esirgediler.  Onların lütuflarına şükrediyorum ki, beni muzaffer bir savaşın içinde şanlı bir ölümle bu dünyadan alıyorlar. Yaşadığı zamanda ölümü istemekle, ölmek üzere bulunulduğu zaman yaşamayı arzulamak aynı derecede korkaklığı gösterir.

Gücüm tükeniyor; artık sizinle konuşamayacağım.

Bir imparator seçme işine gelince; size kimi seçeceğinizi söylemek niyetinde değilim. Benim önerim uygunsuz olabilir ve tarafınızdan tutulmazsa, boşa gitmiş olur. Ancak, bir vatandaş olarak, değerli bir ardılın seçilmesini dilerim.»


Bu konuşmadan sonra, özel mal varlığını kapsayan askerî bir vasiyetname hazırlattı. Yakını Anatolnius’u niçin göremediğini sordu. Onun Pers okları altında can verdiğini söylediler. İmparator, birtakım anlaşılmaz sözlerle üzüntüsünü açıklamak istedi ve acılarını belli eden oradaki dostlarına da kısa bir süre içinde gökyüzüyle ve yıldızlarla bir arada olacak bir hükümdarın ölümünü, zayıflık belirtisi olan göz yaşları ile aşağılaştırmamalarını rica etti. Hepsi sustu. Julianus, düşünür Priskus ve Maximus ile ruhun yapısı üzerine metafizik bir söyleşide bulundu. Bu tartışma için harcadığı çaba yaşam süresini birkaç saat daha kısaltmış oldu. Yarası yine açıldı, kanaması arttı; damarlarında oluşan şişmeler solumasını engelledi. Soğuk su istedi ve içip bitirdikten sonra son nefesini, daha fazla acı çekmeden verdi.

Vakit gece yarısıydı. Bu olağanüstü adam, daha önce hükümdarlığı paylaştığı 2. Constantius’un ölümünden bu yana yirmi ay tek başına saltanat sürdükten sonra, otuz iki yaşında can verdi. Yaşamının son dakikalarında, egemen tutkuları olan erdem ve şan sevgisini, belki biraz da gösterişle sergilemişti.

Ardından gelecek olanlardan birinin uygun ve akıllı önerisi üzerine geleceğe ilişkin niyetlerini gerçekleştirmeyi savsaklayan Julianus, bir bakıma sonunda Hıristiyanlığın kazançlı çıkmasına ve İmparatorluktaki karışıklıkların artmasına yardımcı olmuştur. Çünkü önceki düzeni bozarak ortalığı karmakarışık etmiş, asıl yapmak istediklerini yapamadan birdenbire ölüvermişti.

Sahrada kurulan bir mecliste, uzun tartışmalardan sonra asil bir kontun oğlu olmakla birlikte kendini kadınlara ve içkiye kaptırmış olan, Hıristiyan inancına bağlı Jovianus, augustos olarak ilan edildi.

Persler ile hayli aşağılık koşullar içeren bir barış anlaşması imzalayan Jovianus, hırpalanmış bir halde ordusuyla birlikte kendini Antakya’ya attı. Hıristiyan inancının ilkeleriyle yetişmiş olduğu için, Nizip’ten Antakya’ya doğru geri çekilen ordusunun önünde haçlı bayrağını dalgalandırmayı unutmadı. Buna karşın, Hıristiyan bağnazlarının etkisi altında kalmaksızın kendinden önceki augustos Julianus’a görkemli bir cenaze töreni hazırlattı.

Julianus’un cenazesi, ağır bir yürüyüşle 15 günde Nizip’ten Tarsus’a getirildi. Doğu kentlerinden geçerken birbirinin karşıtı olan dinsel topluluklar, onu ya acı hıçkırıklarla ya da küfürler savurarak karşıladı. Putataparlar, Julianus’u, yeniden yaşama kavuşturduğu inancın ölümsüz tanrıları arasına koyarken, Hıristiyanlar onun ruhunu cehennemlik olarak tanımlıyordu. Kimileri paganizmin yıkılışına ağlarken kimileri de Kilise’nin mucizevî kurtuluşunu kutluyordu. Hıristiyan bağnazlara göre; Julianus’un ölümü Mısır, Kapadokya ve Suriye’deki azizlere mâlum olmuştu.

Eski bir geleneğe göre, Romalıların cenaze ve zafer alaylarında övgülerin yanında yergi ve gülünçlüğe de yer verilirdi. Yaşamakta olanlarla ölülerin onurunu gösteren bu parlak törenin ortasında, kutlananın yetkinsizlikleri de herkese açıklanırdı.

Julianus’un gömülmesinde de öyle oldu. Onun tiyatrodan hiç hoşlanmadığını anımsatan komedyenler, Hıristiyanların alkışları arasında, İmparatorun kusurlarını, tuhaf davranışlarını abartarak sahnelediler. Karakterindeki tutarsızlıklar, tutumundaki garip işleri, alay ve güldürü alanında konu edildi. Olağanüstü yeteneklerini kullanırken, kimi zaman erguvanın değerini de küçültmüştü. İskender’e benzerlikleri Diyojen’e dönüştürüldü; filozof yönü ise putatapar bir rahibe benzetildi.

4. yüzyıl ortaları ve sonrasında Roma İmparatorluğu tarihini yazan Hıristiyan tarihçilerinden, putataparlığı benimsemiş, onun Hıristiyanlık karşısında zafere ulaşması için çaba harcamış bir imparatorun övgülü yaşam öyküsünü dile getirmelerini beklemek elbette olanaksızdır. Dolayısıyla, Hıristiyan yandaşı tarihçilerin “apostata” diye andıkları Julianus hakkında objektif bilgiler elde edemiyoruz. Bu tarihçilere kalırsa; Julianus, aşırı olarak kendini gösterme merakı nedeniyle erdemlerini gölgelemiş ve boş inançları nedeniyle de büyük bir imparatorluğun barış ve güvenliğini çok sarsmıştır. Tutarsız atılganlıkları, güzel sanatlara gösteriş olsun diye duyduğu ilgi, toleransla karşılanabilecek düzenlilikte değildir. Oysa aynı tarihçiler, benzer boş inançları taşıdığı halde salt Hıristiyan olduğu için nice Romalı augustosu göklere çıkarır, haklarında övgüler dizer.

Julianus, Kilikya’da, Tarsus’da toprağa verildi. Ancak o serin ve berrak Cydnus (Kilikya-İçel) kıyısında onun adına kurulan görkemli mezar, anısına bağlı ve saygılı dostlarına hoş gelmedi. Düşünürler, bu Platon öğretilisinin Akademia’nın korulukları arasında yatmasını görmek isterdi. Savaşçılar ise tüm güçleriyle Mars alanında, Roma’nın değerini vurgulayan o görkemli eski anıtların ya da Sezar’ın mezarının yanı başında yatmasını haykırırdı. Hükümdarların ölümü üzerine bu denli istek ve düşünce belirlenmesine pek az rastlanır.

Özetle; pagan kültürünün son savunucusu olan bu düşünür imparator, paganizm ile Hıristiyanlık arasında eşitliğe dayalı bir denge kurmaya kalkışmış, Kilise kurumlaşmasının benzeri bir kurumla paganizmi reforme edebileceğini düşünmüştü.

Hıristiyan yazarların apostata sanını taktığı bu imparator, özünde toleranssız olan Hıristiyanlığa, pagan dinlerle eşit haklar tanındığı sürece gerçek toleransın kurulamayacağını bilecek denli zekiydi. Ona göre Hıristiyanlığı zayıflatmadan ne paganizmi yıkımdan kurtarmak ne de sürekli bir toleranslı düzen kurmak olanaklıydı.

Julianus’un bu girişimi, pagan kültürünün Hıristiyanlığa karşı son direnişi gibidir. Ne var ki, âdeta bir meydan savaşı gibi olan bu çatışmadan galip çıkan yine Hıristiyanlık olmuştur.



« Son Düzenleme: Aralık 09, 2010, 09:43:15 ös Gönderen: dogudan »
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
2 Yanıt
2772 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 13, 2007, 11:08:13 öö
Gönderen: shemuel
0 Yanıt
2100 Gösterim
Son Gönderilen: Aralık 05, 2007, 08:43:15 ös
Gönderen: shemuel
2 Yanıt
4749 Gösterim
Son Gönderilen: Ocak 25, 2016, 05:18:50 ös
Gönderen: kurt
35 Yanıt
32884 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 23, 2009, 11:32:33 öö
Gönderen: baris
0 Yanıt
3277 Gösterim
Son Gönderilen: Temmuz 01, 2013, 04:47:52 ös
Gönderen: Ares
1 Yanıt
2064 Gösterim
Son Gönderilen: Nisan 10, 2015, 01:25:29 öö
Gönderen: Alşah