Orta Çağda Hıristiyan Batı’nın Yahudilere karşı nasıl bir tavır takındığını biliyoruz.
Elbette bu bağlamda Katolik Kilisesi’nin de büyük etkisi vardı.
Ancak Martin Luther Katolik Kilisesi’ne karşı çıktığına, yaptığı işler bu nedenle “reform” olarak anıldığına göre, acaba ondun Yahudilere karşı tutumu nasıldı?
Burada Yahudileri gündeme getirişimin nedeni, her ne kadar gerek o dönemde yani 16. yüzyılda gerekse daha önce Hıristiyan toplumunun kendi içinde birtakım başka ve “sapkın” olarak nitelenmiş inançlar belirdiyse de, dinsel açıdan sadece Yahudiler belirgin bir toplum kitlesi oluşturmuştur. Orta Çağda Müslümanlık sadece İber Yarımadası’nda sıkışıp kalmıştır; Onu Endülüs kültürünü gözden geçiren çalışmalarımda ayrıca ve uzun uzun incelemiştim. O sıralarda Yahudileri de İberya’daki Seferadlar ve kuzeydeki Aşkenaziler olmak üzere ikiye ayırmak gerektiğine de sanırım değinmiştim. Dolayısıyla bu yazıdaki Yahudilerden söz ederken, bunlara Seferadların pek dahil olmadıklarını göz önünde tutmakta yarar var. Zaten daha 16. yüzyıl öncesinde İspanya onları ülkeden sürüp atmıştı.
Martin Luther’in Yahudilerle bağlantılı düşünce ve deyişleri şöyle başlıyor:
«Yahudiler bizim kan kardeşlerimiz, Rabbimizin ise kuzen ve kardeşleridir. Hiçbir toplum Tanrı tarafından bu kadar ayrıcalıklı kılınmamıştır. Yahudilere karşı Hıristiyan sevgi ve hukukuna göre dostça davranmalıyız; onlara çalışma ve kazanma özgürlüğü tanımalıyız. Onlara bizimle ve bizim aramızda yaşama alanı bırakmalı, bizim Hıristiyan öğretilerimizi ve hayatımızı duyma ve görme olanağı vermeliyiz. Onları çalışmaktan yoksun edip tefeciliğe zorladığımızda, onlara nasıl yardım edebiliriz?... Onlara karşı Hıristiyan sevgi hukukunu uygulamalıyız.»
Yahudi karşıtları pek hoşlanmayabilir ama evrensel insancı görüşlü olanlar açısından ne güzel sözler sayılır, değil mi?
Gerçek düşünceleri böyle olsa ve hep öyle kalsaydı keşke.
Martin Luther, papa ile didişmesi sırasında kendisine toplumsal katmanlarda dost arayışındaydı. Yahudiler onu gerek bu tutumu gerekse yüzyıllarca onlara kan kusturan Papalığa karşı çıkışı nedeniyle hoş karşıladı. Kenrdileri hesabına sevindiler. Kim bilir belki şu Hıristiyan dünyada bir şeyler değişir, onlara da yaşam pakı tanınırdı.
Fakat Luther hedefine ulaştığında gerçek yüzünü gösterdi. Aslında aşırı bir Yahudi düşmanıydı. Bunu açıkça ortaya koydu. Öncekine oranla şimdiki tutumundaki köklü değişiklikle bağlantılı bir açıklama yapma da gerekçe göstermeyi de gereksiz gördü. Tüm düşmanları gibi, Yahudiler de onun indinde şeytanın köleleriydi. Şimdi şöyle diyordu: «Yahudilerle karşılaştığın zaman inançla istavroz çıkarmalı, korkusuzca bu gerçek bir şeytandır demelisin.»
Yandaşlarına şöyle sesleniyordu: «Aziz Hıristiyanlar!... Şeytanın kendisi bir yana, gerçek bir Yahudiden daha öldürücü bir zehire ve daha korkunç bir düşmana sahip olmadığınızdan şüphe yoktur. Bunu asla unutmayın. Onlar çeşmeleri zehirlemiş, çocukları hile ile kaçırıp onlara eziyet etmiştir.»
Bu kadarla kalsa iyi… Bir de şu deyişine bakın:
«Yahudiler kötü kokar. Hahamları onlara hırsızlık ve soygunun günah olmadığını öğretir. Onlara yeni bir şey öğretmek ve yeniden eğitmek olanaksızdır. Yeryüzünde bunlardan daha canavar ruhlu ve intikam düşkünü bir toplum görülmemiştir. Bir Yahudiyi gördüğün ya da düşündüğün zaman, kendi kendine işte bu ağız her Cumartesi günü değerli kanıyla beni kurtaran sevgili Rab İsa Mesih’e lânet eden, küfreden ve hakaret eden ağızdır demelisin. Olasıdır ki bu Yahudi bugün birkaç kez yere tükürmüştür. İsa’nın adı anıldığında bu şekilde davranmak onların geleneğidir. Eğer böyle şeytanî bir ağızla birlikte yemek, içmek ve konuşmak zorunda kalırsam kendimi, ağzına kadar şeytanla dolu olan bir kaptan yemiş ve içmiş gibi, dolayısıyla Yahudilerin içinde yaşayan ve Mesih’in değerli kanına tüküren şeytanlara ortak olmuş gibi duyumsarım. Tanrı bizi korusun.»
Dahası da var:
«Eğer bir Yahudiyi vaftiz etmek zorunda kalsaydım, onu Elbe Köprüsü’ne götürür ve boynuna bir taş bağlayarak İbrahim adına seni vaftiz ediyorum diyerek aşağı iterdim.»
Tüm bunların arkasından bir garip feyezan… Sanki pişman olmuş gibi…
«Aman Rabbim!... Benim aziz yaratıcım ve babam!... Senin lânetli düşmanlarının utanç verici durumlarına karşılık isteksizce söylemek zorunda olduklarımı merhametinle bağışla. Bunları inancımın şevkinden ve senin kutsal yüceliğinin şanından yaptığımı biliyorsun.»
Böyle dengesiz ve kararsız, bir dediği ötekini tutmaz biriydi işte Martin Luther.
Luther’in düzenlediği bir Yahudi karşıtı hukuk da vardı. Özetini yedi maddede toplayabiliriz:
1-Sinagog ve okulları ateşe verilmelidir; yanmayacak mal varlığının üzeri toprakla örtülmelidir ki, tek bir taş ya da kalıntı görünmesin.
2- Okullarında yaptıkları bazı kötülükleri evlerinde de yaptıklarından, evleri de yıkılıp ortadan kaldırılmalıdır. Çingeneler gibi çatıya ya da ahırın altına kapatılmalıdırlar ki, öğündükleri gibi bizim topraklarımızda efendi olmadıklarını öğrensinler.
3- Bütün dua kitapları ellerinden alınmalıdır.
4- Hahamların Yahudilere ders vermesi yasaklanmalıdır.
5- Yolculuk hakları ellerinden alınmalıdır.
6- Tefecilik etmeleri yasaklanmalı ve kişisel varlıkları ellerinden alınmalıdır.
7- Kadın ya da erkek olsun, genç ve güçlü Yahudilerin ellerine harman döven, balta, kazma, bıçak, öreke ve iğ verilerek geçimlerini Âdem’in bütün çocukları gibi alın terleri ile kazanmaları sağlanmalıdır. Mal varlıklarına el konulmalı ve ülke dışına sürülmelidirler.
Sanki Nazi Almanyası‘nda yaşıyoruz ama tarih dört yüzyıl önce.
Nitekim Wittenberg’de yayımlanan “Von den Jüden und ihren Lügen” (Yahudilerle Yalanları Üzerine) başlıklı bildirgesi, 20. yüzyılın ilk yarısında Almanya’daki Yahudi düşmanlığı ve soykırımın öncülüğünü etmiş sayılabilir: “Önce sinagogları yakılacak ve bir taşın ya da çakılın bile görülemeyeceği şekilde kalıntılar pisliğe gömülecek. Dua kitapları yok edilecek. Hahamların vaaz vermesi yasaklanacak. Yahudi halkı bertaraf edilerek, evleri ve işyerleri yerle bir edilecek. Topraklarımıza hâkim olmadıklarını anlamaları için, ahırda çingeneler gibi bir tek dam altına yerleştirilecekler. Yollardan ve pazarlardan kovulacak, mallarına el konacak, sonra da bu zehirli solucanlar çalışma kamplarına gönderilerek, ekmeklerini burunlarının teriyle kazanmaları öğretilecek. En son çare ise temelli olarak kapı dışarı edilmeleridir.”
Yahudileri 1537’de Saksonya’dan, 1540’lı yıllarda diğer birçok Alman kentinden kovdurdu. 1543’te Brandenburg’dan da kovdurmaya çalıştıysa da bunu başaramadı. Bunu Luther yandaşları onun ölümünden sonra 1572’ yılında gerçekleştirdi.
Martin Luther, ölümünden kısa süre önce karısına hasta olduğunu yazmış ve sağlığının kötüye gitmesinden Yahudileri sorumlu tutmuştu.
Tüm konuşma ve yazılarında Luther’in Yahudilerin tefecilik yaptıkları üzerine özenle ve defalarca vurgu yaptığı görülür. Dolayısıyla, olayın öyle sadece din ve inanç ile ilgili olmadığı akonomik boyutunun da bulunduğu hatta belki öne geçtiği ortadadır. Martin Luthear’in çağdaşı, Hıristiyanlıktaki o reform denilen eylemin paylaşıcısı Jean Calvin ise, Yahudilerin faizle borç para vermelerini uygun gördüğü için onlara çok daha iyi davranmıştır. Buna karşın Yahudiler, toplumsal baskıyla Calvinist kentlerden de kovulmuştur.
Luther zamanında olanlardan acı acı yakınan kimi yürekli Protestan liderler de yok değildir. Bunlardan biri olan İsviçreli Heinrich Bullinger, Luther’e şöyle karşı çıkmıştı: “Bu adamın merhametsiz ve küstah ruhu karşısında herkes şaşkınlığa uğramalıdır. Gelecek kuşakların zihninde Luther sadece bir insan olarak değil; aynı zamanda cezayı gerektiren bir hırsla hareket eden bir insan olarak da kalacaktır. Eğer yazılanlar ünlü rahip tarafından değil de bir domuz çobanı tarafından yazılsaydı, bunları hoş görmek zor olmazdı.”
Bütün burada yazmış olduklarım ilgili literatürün sayfaları arasında bulunabilir. Ancak Luther ne bize ne de Batı dünyasına bu yüzüyle tanıtılmamış, bundan özenle sakınılmıştır.
Biz de Luther’i bir kahraman reformcu olarak tanımışızdır, değil mi?
Peki, gelin olaya bir de Türk ve Müslümanlar açısından da bakalım ve bu yazı dizisinin son bölümünde Martin Luther'in bu bağlamda nasıl bir tutum ve eğilimi olduğunu görelim.