Tarihsel materyalizm, insan topluluklarının yaşam koşullarının ilerleyiş ve değişiminde insan iradesinden bağımsız olarak hükmünü icra eden yasayı keşfetti. İnsanın yaşamını sürdürebilmesi için karşısına bir zorunluluk olarak dikilen ihtiyaçların karşılanması ve karşılanan ihtiyaçlarla birlikte yeni ihtiyaçların doğması tarihte ilerletici bir rol oynar. Zorunlulukların baskısı, eski dönemlerin sınıfsız toplumunu çözmüş ve sınıflı toplumları ortaya çıkartmıştır. Yani toplumun sınıflara bölünmesi birtakım hain insanların şeytanca fikirlerinin sonucu olmamıştır. Sınıflı toplumlar, insanlığın ilkel dönemindeki ortaklaşmacı yaşam koşullarına oranla, insanlar arasında eşitsiz ilişkileri, sayısız haksızlığı, baskıyı ve kötülükleri yaratmıştır. Ama beğensek de beğenmesek de tarihin tekerleği bu yolda ilerlemiştir.
Tarihte zorunlulukların yarattığı değişimde yalnızca birtakım kötülükleri gören biri, olguları bilimsel tarzda kavrama çabasından tamamen uzak demektir. Zira insanlığın üretici güçlerinin gelişmesi yaşanan bu tarihin bir ürünüdür. Diyelim sınıflı toplumlar gerçeği olmasaydı, bugün ilkel komünal toplum koşulları içinde yaşıyor olurduk. Oysa tüm kötücül sonuçlarıyla birlikte o sınıflı toplumlar tarihidir ki, bugün işçi sınıfını geleceğin üstün sınıfsız toplumunu kurabilecek potansiyellere sahip bir toplumsal güç katına yükseltebilmiştir.
Engels bu konuyu açıklığa kavuşturmak için eski dönemlerden bir örnek verir. Antik Yunan’da toplumun ileriye gidişi, o günün maddi koşulları nedeniyle ancak kölelik biçimi sayesinde gerçekleşmiştir. Hatta geçmiş koşullarla kıyaslandığında, bu durum köleler açısından bile bir ilerleme olmuştur. Zira köle, köle sahibi açısından korunması gereken kıymetli bir maldır ve üretici güçlerin gelişmesi kölelerin efendileri tarafından doyurulmasını, giydirilip bakılmasını sağlamıştır. Oysa daha eski dönemlerin kıtlık koşullarında, çeşitli ilkel insan toplulukları ele geçirdikleri savaş tutsaklarını masrafa neden olmasın diye rahatlıkla öldürebilmekteydiler. Avrupa’nın ekonomik, siyasal ve entelektüel evriminin kökeninde yatan da eski Yunan ve köleci Roma İmparatorluğu sayesinde bu alanlarda sağlanan ilerlemedir. Kısacası, tarihsel gerçekleri kavrayabilmek için duygusal değil bilimsel yaklaşıma ihtiyaç olduğu açıktır.
Eskiyi yadsıyacak olan yeni ve daha yüksek düzeydeki üretim ilişkileri, bu ilişkileri var edecek maddi koşullar eski toplumun bağrında çiçek açmadan tepeden iradi kararlarla indirilemezler. İçerdiği üretici güçleri geliştirme potansiyelini tüketmeden, bir toplumsal oluşum tarih sahnesinden çekip gitmez. Fakat insanlık tarihi durduğu yerde durmaz ve er geç diyalektik dönüşüm noktalarına doğru ilerlenir. Sınıf karşıtlıkları üzerine kurulu her toplumsal formasyon, üretici güçler ve üretim ilişkileri arasında var olan ve zamanla daha da olgunlaşan çelişkiler nedeniyle ölmeye yazgılıdır. Kapitalist üretim tarzı da bu yasanın işleyişinden muaf değildir. Kapitalizm altında üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki, biz onun farkında olsak da olmasak da var olan ve varlığını sürdüren nesnel bir çelişkidir. Bilimsel komünizm işte bu gerçek çelişkinin kavranması ve devrimci çözümü üzerinde odaklaşır.
Marksizmin anahtarı tarihte bundan önce neler olduğunu anlamamızı sağladığı gibi, tarihin güncel gelişme eğilimlerini kavrayabilmemizin kapısını da açıyor. Marksizmin kurucularının geliştirdikleri diyalektik ve materyalist tarih anlayışı, genel olarak toplumsal devrimlerin ve özelde proleter devrimin yasalarını ortaya koyuyor. Bunlara burada çok kısaca değinmek yararlı olacak.
Tarihin incelenmesi, verili bir üretim tarzı çerçevesinde üretici güçlerin gelişmesinin mevcut üretim ilişkileriyle artık bağdaşmadığı bir aşamaya gelip dayandığını göstermektedir. Bu aşamada üretici güçler mevcut üretim ilişkileri çerçevesinde artık zararlı ve yıkıcı güçlere dönüşürler. Kapitalizmde bu durum, işçi sınıfı içinde düzene karşı devrimci bir isyan duygusunun gelişmesiyle de yansımasını bulur. Proletarya içinde komünist bir bilinç gelişir. Bilinçlenip örgütlenen işçiler, devrimci savaşımın egemen sınıfa ve onun devletine yönelmek zorunda olduğunu kavramaya başlarlar.
Tarihte kapitalizme öngelen tüm sınıflı toplumlarda cereyan eden devrimlerde toplumsal eşitsizlik ve sınıflara bölünme koşulları devam etmiş, yalnızca bu eşitsizliğin ve sınıfların varoluşunun koşulları değişikliğe uğramıştır. Oysa işçi sınıfının tarihsel eylemi, toplumsal eşitsizlik ve sınıf ayrımı üreten koşulları temelden ortadan kaldıracaktır. Diğer yandan, sınıfsız, devletsiz ve sömürüsüz toplum özlemini yaşama geçirip koruyabilmek, ancak bilinçli kitlelerin aktif eyleminin eseri olabilir. Kitleleri bu komünist bilinç doğrultusunda dönüşüme uğratmak ise, pratik tarihsel hareket yani devrim sayesinde mümkün olacaktır. Bu nedenle Marksizm proleter devrimin sürekliliğini, yalnızca mevcut egemen sınıfı devirmenin tek yolu bu olduğu için değil, onu deviren sınıfa eski sistemin bulaştırdığı pislikler ancak bu sayede süpürülebileceği için de savunur.
Toplumsal üretim ile kapitalist sahiplenme arasındaki çelişki, modern çağın sınıflar mücadelesini ateşleyen temel çelişkidir. Bu çelişki kendini somutta proletarya-burjuvazi karşıtlığı olarak ortaya koyuyor. Kapitalizm her düzeyde çelişkiler ve çatışkılar yaratmadan yol alamaz. Marx ve Engels’in eşsiz açıklamalarından hareketle buna çeşitli örnekler vermek mümkündür. Kapitalizm altında gerçekleşen makineli üretimin insan toplumunu üretici güçlerin gelişimi bakımından ileriye taşıdığı doğrudur. Ama makineler pek çok işçinin işini elinden çekip alır. Böylece kapitalizmde çalışma araçlarının gelişmesi, işçilerin elinden onların yaşama araçlarının çekilip alınması pahasına gerçekleşir. İşçinin öz ürünü olan makine, işçiyi köleleştiren bir alete dönüşür.
Makineli üretimin yoğunlaşmasıyla çalışma araçlarında sağlanan tasarrufa, işgücünün en hoyrat biçimde çalıştırılması ve sömürülmesi eşlik etmektedir. İşçilerin bir bölümünün yoğun tempolarla, fazla mesailerle çalıştırılması, diğer bir bölüm işçilerin işsiz ve aç kalması anlamına gelir. Daha fazla kâr peşinde koşarken aşırı üretim bunalımlarıyla yüz yüze gelen kapitalizm çelişkilerini aşamaz. Kapitalist üretim biçiminin kalıbına sığamayan toplumsallaşmış üretici güçler, özel mülkiyete dayanan üretim ilişkilerine her büyük bunalımda başkaldırırlar. Metaların sürümünü, satışını, kısacası tüketimi artırmak için global ölçekte delicesine yeni dış pazarlar peşinde koşan kapitalist ülkeler, öte yandan yarattıkları işsiz ve aç yığınlar nedeniyle kendi iç pazarlarını felâkete sürüklerler. Sermaye birikimi kaçınılmaz olarak sefalet birikimiyle atbaşı gider. Fourier’in ünlü deyişiyle, bolluk kıtlık ve sefaletin kaynağı durumuna gelir.
Ama kapitalizmle ilgili olarak bir de madalyonun diğer yüzüne kazılı gerçekler var. Kapitalizm üretim araçlarını bireysel küçük mülkiyetin konusu olmaktan çıkardığı gibi, üretim sürecini de bir dizi bireysel eylem durumundan bir dizi toplumsal eylem durumuna dönüştürmüştür. Böylece ortaya çıkan ürünler artık geçmiş dönemlerde olduğu gibi bireysel ürünler durumunda değildir, bunlar toplumsal ürünler niteliği kazanmıştır. Bir ceket ya da bir buzdolabı, en başlangıcından nihai ürüne dek bu metaların üretilebilmesi için üretim sürecinde yer alan pek çok işçinin ortaklaşa ürünüdür.
Geçmiş dönemlerin bağımsız çalışan küçük üreticisini, zanaatkârını, lonca örgütlerini yok ederek ilerleyen kapitalizm, niceliğin niteliğe dönüşümü yasası gereğince ürüne toplumsal bir karakter kazandırmıştır. Eski çağlarda bireysel küçük üreticiler şu ya da bu ürünü ben ürettim diyebiliyorlardı. Oysa modern işçiler arasından birilerinin çıkıp da işte bunu başlı başına ben ürettim diyebilmesi olanaklı değildir. Kapitalizm bir yandan açlık, yoksulluk, işsizlik getirirken, öte yandan geçmiş dönemlerin küçük mülk sahiplerinin “ben”cilliğinin zeminini yok etmiştir. “Biz” diyerek kendisine karşı harekete geçebilecek mezar kazıcısını yaratmıştır kapitalizm. Burjuva toplumun gelişimi, toplumsallaşan üretici güçlerle özel mülkiyet ilişkileri arasında giderek keskinleşen çelişkiyi çözecek maddi koşulları da hazırlamıştır.
Marksizm, işçi sınıfının devrimci eyleminin toplumu nasıl muazzam bir dönüşüme uğratabileceğine işaret ediyor. İşçi devriminin açtığı yoldan ilerlenmesi sayesinde üretim araçlarına toplum tarafından el konabilecek. Meta üretimi tamamen ortadan kalkacak ve ürünün üretici üzerindeki egemenliği son bulacak. İşçinin özemeğinin ürünü artık onun hizmetine girecek. Yeryüzünden meta ekonomisi düzeninin temizlenmesiyle birlikte, paraya ve mallara tapınma dönemi, kapitalizmin yarattığı tüketim çılgınlığı, insanın kendine ve doğaya yabancılaşması son bulacak. İşçi sınıfının tarihsel süpürgesi sınıflı ve sömürülü toplumlar olgusunu dünyamızdan ebediyen süpürüp atacak. Savaşlar son bulacak, insan insanın dostu olacak. Toplumsal üretim süreci, planlı, programlı ve insanlığın ihtiyaçlarını karşılamaya hizmet eden bir nitelik kazanacak. Bugüne dek tüm çağlara damgasını basmış olan bireysel yaşama savaşının son bulmasıyla, insanlar kendi tarihlerini artık tam bir bilinçle yapabilecekler, kendi kendilerinin efendisi olabilecekler. Diyalektik tarzda düşünecek olursak bu tarihsel eylemin anlamı, insanlığın çağlar boyunca esaretinde olduğu zorunluluk dünyasından engin bir özgürlük dünyasına sıçrayışıdır.