Masonlar.org - Harici Forumu

 

Gönderen Konu: Ruhun Ölümsüzlüğü Konusu  (Okunma sayısı 22741 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kasım 11, 2014, 08:21:11 ös
Yanıtla #40
  • Mason
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 718
  • Cinsiyet: Bay

1959 yılında yazılmış olmasına rağmen 54 yıl saklı tutulduğu noter kasasından çıkarılarak 2013 yılında yayınlanmış bir kitap var. İki farklı nüshası var. Biri orijinal yazıldığı dil ile diğeri günümüz Türkçesi ile. Ayrıca bir de İngilizce'ye tercüme edilmiş basımı var. Okumuş olan üyemiz var mıdır acaba? Var ise bu konudaki fikirlerini alabilir miyiz?



Live long and prosper.


Kasım 11, 2014, 11:43:37 ös
Yanıtla #41
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1795
  • Cinsiyet: Bay

       Benim bildiğim, Türkiye CERN projesinden çekildi. Bir  veya iki yıl kadar evvel basından izlemiştim, gerekçe olarak ta "proje maliyetinin büyük yük oluşturması"  açıklanmıştı.
       Bilime önem verdiğini söyleyen, üniversiteler yerine tekkelerin kurulmasını öneren  yöneticilerimizin kulakları çınlasın !
       Saygılar-sevgiler.
"Vur ama dinle beni"


Kasım 12, 2014, 01:39:37 öö
Yanıtla #42
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 402
  • Cinsiyet: Bay

Türkiye’nin CERN'e üyelik serüveni daha doğrusu gözlemci üyelikten ortak üyeliğe geçiş serüveni biraz enterasan.

2009’da yapılanl müracaatın ardından başlayan inceleme süreci olumlu neticelenmiş, merkez, 2011’de Türkiye’yi teknik ve bilimsel açıdan yeterli bulduğunu açıklamıştı. Türk bilim dünyası, heyecanla üyelik anlaşmasının imzalanacağı günü beklerken, Kasım 2012'de  Türkiye, tam üyelik kararından vazgeçmişti.


Sonrasında bu yanlıştan dönülmüş ve  bu yılın ortalarında yani 2014 yılının Mayıs ayının 12'sinde CERN'e ortak üye olmuştur.   
Nosce te Ipsum


Kasım 12, 2014, 02:00:26 öö
Yanıtla #43
  • Orta Dereceli Uye
  • **
  • İleti: 402
  • Cinsiyet: Bay

#12 numaralı paylaşımımda “ruhun ölümsüzlüğü” konusunda özetle fikirlerimi aktarmaya çalışmıştım. Sonrasında ise yeterli olmayacağını düşünerek öncelikle “ruh” (paylaşım #22) sonrasında ölüm/ölümsüzlük (paylaşım #28) ve sonrasında ise ruhun ölümsüzlüğünü (paylaşım #30)  irdelemeye çalışmıştım.

Hep yapa geldiğim gibi konuyu önce kavramları verip sonrasında tanımlanmış kavramlar üzerinde konuyu genişletmiştim. 

Birçok üyemiz konu hakkında paylaşımda bulunarak konunun daha da genişlemesine neden olmuş.  Konu çok güzel ilerlemiş.

Bu süreçte tartışmalarda atom, kuark, sicim, proton, nötron, elektron, dalga mekaniği, kuantum mekaniği gibi kavramlar kullanılmış.

Bir pozitif bilimci olarak konunun bu noktalara gelmesi beni mutlu etti. O halde bu kavramları da tanımlamak gerektiğinden hareketle aşağıya kısa kısa özet yapmak istedim. Konuyu çok fazla dağıtmadan bir paylaşım içinde öz olarak verdim. Biraz uzun gibi ama akıcı olduğunu düşünüyorum.

Atom: M.Ö. 300’lü yıllarda Demokritos tarafından ilk olarak ortaya atılan atom bölünemeyen parçacık olarak tanımlanmış ve maddelerini bölünemeyen parçacığı olarak isimlendirilmiştir. 20. yy da kuantum mekaniği ve deneysel tekniklerin gelişmesi ise içyapısı çözümlenmiştir. Önce elektron keşfedilmiş (Thomson). Sonrasında + yüklü çekirdek (Rutherfod) ve çekirdekteki diğer parçacık olan yüksüz nötron (Chadwick). Bu çözümleme sonucunda görülmüş ki aslında atom bölünemez değil yani daha alt parçacıklara (proton, elektron, nötron) bölünebiliyormuş.   

Elektron: 1906 Nobel Fizik Ödülü sahibi Thomson (1897 yılında) tarafından bulunan elektron atom içinde + yüklü çekirdeğin (proton ve nötrondan oluşan) etrafında kararlı yörüngelerde (Bohr Atom Modeli - 1911 yılı) dolanan – yüklü parçacıktır. Elektron temel parçacıktır. Ne demektir temel parçacık? Temel parçacık bölünemeyen anlamında ya da başka bir deyişle daha alt içyapıları olmayan parçacıklar anlamında kullanılır. Unutmadan elektron, temel parçacıklar fermiyon yani maddeye dair (maddeyi oluşturan) parçacıklardan leptonlar grubundadır (istenirse http://masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=16641.0 adresinde #7 ve #9 paylaşımlara bakılabilir).   

Çekirdek: İlk defa Rutherford tarafından (1914)  bu birliktelik merkezde duran öz anlamında nucleus-çekirdek olarak isimlendirilmiştir. + yüklüdür. Proton ve nötron ve bunları bir arada tutan gluon adı verilen parçacıklardan oluşur.

Proton: İlk defa katod ışın tüpünde + yüklü iyon demeti olarak bilinen protonlar 1886 yılında Goldstein tarafından gözlenmiştir. Sonrasında Rutherford (1908 Nobel Kimya Ödülü sahibi) tarafından bu + yüklü parçacıkların bir arada bulunduğu keşfedilmiştir (1914). Protonlar, atom altı parçacık olmalarına karşılık temel parçacık değildirler. Protonlar kuarklardan oluşmuştur (2 yukarı ve 1 aşağı kuarkın birleşiminden). 

Nötron: Nötron da atom çekirdeğinde bulunan yüksüz atom altı parçacıktır. 1932 yılında Chadwick tarafından keşfedilmiştir ve 1935 Nobel Fizik ödülünü kazanmasını sağlamıştır. Nötron, aynen çekirdekte beraber bulunduğu proton gibi, temel parçacık değildir. Yani bölünebilir. 2 alt ve 1 üst kuarka bölünür.

Kuark: Maddeye dair parçacıklardan yani fermiyon grubu parçacıklardır. Kuarklar bir araya gelerek hadron (en bilinenleri proton, nötron) olarak bilinen bileşik parçacıkları oluştururlar. Bu tip bir model (yani kuark modeli) benim de tanışma şansına (2012 yılında) sahip olduğum 1969 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi Murray Gell-Mann tarafından 1964 yılında ortaya atılmıştır. Altı tip kuark bulunmaktadır: Bunlar yukarı, aşağı, tılsım, acayip, üst ve alt kuarklardır. Yukarı ve aşağı kuark en düşük kütleli olanlardır.

Devamında acaba temel parçacıklar (fermiyon, kuark, lepton, bozon) nelerdir? Neden gereklidir? Nasıl etkileşirler?

Az evvel tanımladığım gibi, temel parçacık terimi bölünemeyen anlamında ya da başka bir deyişle daha alt içyapıları olmayan parçacıklar anlamında kullanılır. Öğrenilmek istenirse bir sebepten daha önce açıklamaya çalıştığım http://masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=16641.0 adresindeki #7 ve #9 paylaşımların her ikisine de bakılabilir ( özellikle #9 ). İstenirse daha derinlemesine ama başka başlık altında irdeleme yapılabilir. Fakat dikkat çekmek istediğim nokta temel parçacıkların hepsi (graviton hariç) gözlenmiş (yükü, kütlesi, spin özellikleri bilinen) parçacıklardır. Özetle kuarklarla leptonlar, kuvvet taşıyıcı parçacıklar yani bozonlar aracılığıyla etkileşime girerek, evrendeki görünür maddenin tümüne vücut verir.

Sicim ve Sicim Kuramı: Bu kavram şu an teori halinde olan Sicim kuramı ile literatüre girmiştir. Sizim kuramı kuantum mekaniği ile genel relativiteyi birleştiren kuantum alan teorilerinde birisidir. Sicimin öngörülen tanımı bir boyutlu ipliksi varlık/yapı olarak kabul edilir. Bu teori titreşen bu ipliksilerin, kütle ve yük gibi özelliklere sahip parçacıklar gibi davranabileceğini ve temel parçacık olarak bilinen parçacıkları oluşturacağını söyler. Bunun yanında bu teori ispatlanırsa 4 temel kuvveti (http://masonlar.org/masonlar_forum/index.php?topic=16641.0 adresindeki #7 ve #9 paylaşımlar) ve kuantum mekaniği ve büyük ölçekte tanımlanmış genel relativite teorisini birleştirme potansiyeline sahiptir. Fakat az önce de söylediğim gibi bu bir teoridir ve henüz ispatlanmamıştır (Bu nokta gözden kaçmamalıdır).

Peki Kuantum mekaniği nedir? Nasıl ortaya çıkmıştır? Dalga Mekaniği Nedir?

Bence fizik konusunda en çok anlamından uzaklaştırılan veya anlamı başka yerlere çekilen kavram kuantum kavramıdır.

Kuantum ve Kuantum Mekaniği: Kelime anlamı paketçik/paketçikli veya tanecikli yapı demektir. İlk defa, bu çalışmasıyla 1918 Nobel Fizik Ödülü sahibi olan, Planck’ın 1800 yıllıların sonu - 1900 yılların başında kara cisimden çıkan ışımaların klasik fiziğin beklentilerinden uzak bir biçimde sürekli değil de kesikli yani belli dalga boylarında olduğunu ortaya koymasıyla hayatımıza girmiştir. Sonrasında Einstein’ın fotoelektrik etki deneyi (kendisine 1921 Nobel Fizik ödülünü kazandıran) ile perçinlenen kesikli/paketçikli yapıya ait inceleme biçimidir.  Bu deneyde Einstein metal yüzeye (kolayca elektron verebilen 1 A grubu elementleri) ışık göndermiş ve bu ışığın metal yüzeyden elektron söktüğünü (daha doğrusu sistemde elektrik akımı gözlemlemiştir. Elektrik akımı da zaten elektron hareketi demek) gözlemlemiştir. O halde gerçekten ışık paketçikli/tanecikli yapıda olmalı ki metal yüzeydeki elektronu sökebilmelidir. İşte bu tanecik aynı Planck’ın kara cisminden de çıkan kesikli yapıya sahip dediği “foton” yani ışık taneciğidir. Devamında Bohr (1922 Nobel fizik ödülü sahibi) Atom Modelinde bulunan elektronların döndüğü kararlı yörüngeler arasındaki geçişlerde belirli dalga boylarında (frekanslarda veya enerjide yahut görünür bölge için değişik renkte) ışık yani foton yayacağının bulunmasıyla iyice taçlanmıştır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bu sayede ışığın aslında hem dalga hem de parçacık gibi (ikili yani dual yapısı) davranması keşfedilmiş ve kuantum mekaniği ortaya çıkmıştır. Kısaca ortaya çıkışını verdiğimiz kuantum mekaniğinin tanımı "klasik mekaniğin açıklamakta yetersiz kaldığı atom/atomaltı seviyelerde madde ve ışığın dual yapısını kullanarak madde ve ışığın etkileşmelerini/davranışlarını inceleyen bilim dalıdır" biçiminde yapılabilir.

Dalga mekaniği nedir? Nasıl ortaya çıkmış?

O yıllarda Luis de Broglie (bu çalışmasıyla 1929 Nobel Fizik Ödülünü almış) doktora tezinde tıpkı ışığın dual yapısı gibi parçacıklara da bir dalga eşlik edebileceğini önermiştir. Buna madde dalgası denmiş ve atomik ölçekte çığır açan dalga mekaniği konusunun doğmasına neden olmuştur. Devamında Schrodinger (1933 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi) atomik ölçekte elektronun (yani bir parçacığın) davranışını meşhur dalga denklemiyle incelemiş ve dalga mekaniği kurulmuştur. Aynı yıllarda Heisenberg (1932 yılı Nobel Fizik Ödülü Sahibi) madem elektronların davranışları dalga gibi incelenirken meşhur belirsizlik ilkesini ortaya atmıştır. Bu ilkeye göre atomik ölçekteki böyle bir incelemede hızı kesin olarak tespit edilen elektronların yerleri aynı kesinlikle tespit edilemez. Böyle bir belirsizlik olmalıdır demiştir. Tabii tespit edilemez derken elektron orada, fakat nokta atışı bir şekilde yeri tespit edilemiyor. Bu belirsizlik tanımının ucu elektronun olma olasılığının bulunduğu yerlere yani orbital kavramına (Mulliken 1966 Nobel Kimya Ödülü) götürür bizi. Devamında bu iş elektronların spininin keşfiyle modern atom kuramına yani kuantumu da içeren atom kuramına kadar uzanır (spin Stern ve Gerlach tarafından keşfedilmiş-1943 Nobel Fizik Ödülü).

Dalga mekaniği ve kuantum mekaniği iç içe girmiştir. Bu nedenle sanki aynı şey gibiymiş verildiğini söylemeden geçemeyeceğim. Görüldüğü gibi farklı inceleme biçimleridir. Tabii bu farklılıklar mevcut başlığın dışındadır. İstenirse ayrı bir başlık altındada  irdelenebilir.

Özetle, başlık içinde geçen kavramlar bu şekilde açıklanabilir.
« Son Düzenleme: Kasım 12, 2014, 03:02:39 öö Gönderen: propulsion »
Nosce te Ipsum


Kasım 13, 2014, 10:45:41 ös
Yanıtla #44
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811

Ben hala ADAM abinin birinci sorusuna verilecek cevabi bekliyorum.

Bence ruh denilen seyin ne oldugunu bu soruya verecgimiz belirleyecek gibi.7

Acaba ilk insanlar gördükleri rüyalara bir aciklama getiremedikleri icinmi rüyadaki kendilerine "ruh" ismini taktilar???


Kasım 13, 2014, 10:48:11 ös
Yanıtla #45
  • Uzman Uye
  • ****
  • İleti: 1811

Tabi bu soruya verecegimiz cevap Masonlar´in "ruhun ölümsüzlügü" derken neyi kast etikklerinide bir parca aydinlatir veya olayi baska mecralara cekebilir diye düsünüyorum.


Aralık 03, 2014, 08:25:57 öö
Yanıtla #46
  • Seçkin Üye
  • Uzman Uye
  • *****
  • İleti: 7217
  • Cinsiyet: Bay


Bu konu böylece kalakaldı.

Olmaz. Başlığı yaşatmalyız.

Başlık altındaki soruların yanıtlanmamış olması bir yana, daha söylenecek çok şey olmalı.
ADAM OLMAK ZOR İŞ AMA BUNUN İÇİN ÇALIŞMAYA DEĞER.


Aralık 03, 2014, 02:27:12 ös
Yanıtla #47
  • Mason
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 718
  • Cinsiyet: Bay

Konuya bir de Bedri Ruhselman penceresinden bakalım o halde.

"Ruh, irade ve iktidarı sayesinde intibak ettiği alemlerin kanun ve icaplarına uyarak bilgi ve tatbikat için her istediği zaman plan tanzim ederek bedenlenebilen şuurlu bir varlıktır."

Bu tanımdaki "şuurlu" olma özelliği, daha önce Seyfullah Demir'in belirtmiş olduğu "Atomdan oluşan ruh bilinçsiz bir enerjidir" tanımıyla çelişmez. Çünkü ikinci tanımda, tekâmül için bir insan bedeninde dünyaya gelen ruhun bilinçsizliği kastedilmekte, ilk tanımda ise spatyum ortamındaki ruhun tüm yaşamlarından edindiği tecrübelerin bir sonucu olarak şuurlu olması kastedilmektedir.

İnsan anasını babasını kendisi seçmez diye bir söz vardır, hepiniz bilirsiniz. Bedri Ruhselman'a göre bu durum o kadar basit değil. Evet seçimi yine insan yapmaz, ama spatyum ortamındaki ruh yapar.

Bedri Ruhselman'a göre ruhun insan zaviyesinden yeryüzünü tetkikine ait bir misal verilirse ruh-madde münasebeti daha iyi izah edilmiş olur. Evvela, yeryüzünde enkarne olacak bir varlık neyi inceleyeceğini tespit eder, mesela zalim bir insanın yine o insan zaviyesinden haletiruhiyesini tetkik edecektir. Bunun için evvela kadın veya erkek olarak bir bedene kadar vermesi lazımdır. Bu kararı verdikten sonra seçeceği insan bedenini ise yine bir insandan dünyaya gelmesi icap eder. Bu, yeryüzünün zaruri kanunlarındandır. O halde burada tetkikat yapacak varlık kendisinin insan olarak dünyaya gelmesi için bir ortam arar. Bu ortamı kendi zalim planlarının tatbikine elverişli bir sahadan seçer, daha sonra onu dünyaya nakledecek olan ana-baba ruhunun da bu işe razı olması lazımdır. Bu varlık ruh alemindeyken her iki ruhun da fikrini almış ve onları ikna etmiş bulunacaktır.

Fakat bu ana ve baba olmayı kabul eden varlıklar, çocuğun dünyaya geleceği zaman birbirlerine uzak bulunabilirler, yine insan olarak da birbirlerini tanımayabilirler. Bu takdirde dünyaya inecek varlık kendi mukadderat planını, icap ediyorsa bu iki varlığın (ana-baba) birbirlerine yaklaşmalarını kolaylaştıracak mahiyette tanzime mecburdur.

Keza bu ana-baba ruhun tekamül planlarına engel olmadan onların planlarına girmesi, onları yollarından aksatmaması, bilakis tekamüllerini kolaylaştıracak mahiyette onlara yaklaşması lazımdır. Hazırlanan planlarda karşılıklı menfaatler görüşülecektir. Plan hazırlandığı zaman bunlar eksik olursa veya bir tarafın menfaati ötekine galip bulunursa enkarne olmalarına müsaade edilmez. Hulasa bir varlık kendi planını tahakkuk ettirebilmek için bunun üzerindeki engellerin bütününü başkalarının yoluna koymamak şartıyla kaldırmaya mecburdur. Artık bu kimsenin dünaya gelmesinde hiçbir mahzur kalmadığını düşünelim. Belli zamanda yola çıkacaktır, fakat iş bununla da bitmiş olmuyor. Dünyada kimlerle karşılaşacak, -insan düşüncesine göre- kimlerle iyi veya kötü münasebet tesis edecek ve hangi topluluğa girecek ise o muhitteki varlıkların bedenden ayrılmaları esnasında onlarla istişare etmesi, münasebette bulunması ve rızalarını alması ve bu kararın yüksek varlıklar tarafından tasvip edilmesi şarttır. Çünkü her varlık kendisiyle -her ne şekilde olursa olsun- bu münasebeti kabul etmiş olmayabilir. Arzu alınmadan, fikir sorulmadan, böyle gelişigüzel bir mukadderat planı tanzim edilmez. Çünkü tatbikinde bir adaletsizliğe yer vermemek için yüksek ve alakalı varlıklar müdahale ederek planın geri alınması, tadilini veya büsbütün değiştirilmesini emrederler. Başka deyişle dünya seyahatine çıkacak varlığın pasaportunu iyi tanzim etmiş olması ve her alakalı memura göstermesi lazımdır...”

“Ruh, mukadderat planını hazırladıktan sonra, onu seçeceği bedene tatbik etmesi lazımdır. Beden ana rahmine intikal ederken plan da tatbik sahasına çıkmış bulunur...”
Live long and prosper.


Aralık 03, 2014, 02:40:10 ös
Yanıtla #48
  • Mason
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 718
  • Cinsiyet: Bay

Ben hala ADAM abinin birinci sorusuna verilecek cevabi bekliyorum.

Bence ruh denilen seyin ne oldugunu bu soruya verecgimiz belirleyecek gibi.7

Acaba ilk insanlar gördükleri rüyalara bir aciklama getiremedikleri icinmi rüyadaki kendilerine "ruh" ismini taktilar???

Sn. ADAM'ın ilk sorusuna bakalım:

İnsan uyurken ruh ne yapıyor?

Bedri Ruhselman'a göre “İşte oraya intikal eden, daha doğrusu ölünce bütün tesirlerden tecrit olunan insan varlığı, spatyomda bir müddet geçirmek mecburiyetinde kalır. Bunun da mühim sebebi vardır. Bir varlık, dünya hayatına ait planının tatbikatın yaptıktan sonra o tatbikat sırasında kazanmış olduğu şeylerin muhasebesini yapmak, onları tamamıyla kendisine sindirmek ve mal etmek ihtiyacındadır. Bunun için de bir müddet onun, inzivaya çekilmesi, kendi öz bilgilerine dönmesi, yani son dünya hayatında elde ettiği bilgilerle eski bilgilerini karşılaştırarak onların muhasebesini yapması gerekir. Evvelce söylemiştik ki insanlar dünyada kazandıklarını uykuları esnasında şuur dışlarına atarak orada biriktirmektedirler.

Seyfullah Demir ise bu hususu şu şekilde eleştirmektedir:

Bu mantık Michael Newton’da çok daha açık olarak anlatılmaktadır. Burada bahsedilen ölümler arası hayata Kuran Berzah hayatı demektedir. Dünyada son yaşanan hayatın getirilerinin ruha yüklenmesi inzivaya çekilerek yapılabilmektedir. Burada yeni bir bilgi var ki daha önce hiçbir yerde okumadım. “insanlar dünyada kazandıklarını uykuları esnasında şuur dışlarına atarak orada biriktirmektedirler.” Uykunun bir görevinin de berzah hayatında gerekli olan bilgilerin hafızada depolanması olmaktadır. Sanırım bu iş, rüyalar vasıtasıyla yapılabilmektedir.
Live long and prosper.


Aralık 03, 2014, 05:23:28 ös
Yanıtla #49
  • Mason
  • Aktif Uye
  • *
  • İleti: 718
  • Cinsiyet: Bay

Evvelce söylemiştik ki insanlar dünyada kazandıklarını uykuları esnasında şuur dışlarına atarak orada biriktirmektedirler.


Hazır vakit bulmuşken biraz daha devam edeyim... Murat Özgen Ayfer, Adam Olmak adlı kitabında, yukarıda alıntıladığım Bedri Ruhselman'ın fikri ile örtüşebilecek bazı bilgiler vermiş. Şöyle demiş:

ORTAK BELLEK TEORİSİ

Bu teori “bellek” (hafıza) denilen şeyin sadece her canlının beyninde ayrı ayrı yer tutmadığını, tümünün dışında hepsinin birleştiğini, üstelik bunun “istenç dışı” bir olay olduğunu yani kişinin buna engel olamadığını ileri sürer. Bu olay bir bakıma bilgisayarla çalışan ve çok fazla bilgi depolayan bir kimsenin bunları kendi bilgisayarı dışında bir başka ve bu işleri yapan bir kuruluşun çok yüksek kapasiteli bilgisayarında depolamasına benzer ama aradaki fark o tür depolamanın bilerek, isteyerek yapılmasıdır.

Bu hipotezi güçlendirmek ve kanıtlamaya yönelmek üzere bilimsel yöntemle birçok deney yapılmıştır.

Amerika’da yapılmış olan bir deneyde, aynı türden birçok fare kullanılmış. Genelde birbirlerine benzer ama geometrik ayrıntıları bakımından da hepsi birbirinden farklı birkaç lâbirent hazırlanmış, fareler bir süre aç bırakılmış. Böylece kokusunu alacakları bir yiyeceğe bir an önce ulaşmaya eğilimli olmaları sağlanmış. Sonra içlerinden biri lâbirentlerden birinin belirli bir noktasına bırakılmış, bir diğer noktaya da farenin bulması gereken yiyecek konmuş. Lâbirentte dolaşarak doğru yolu arayan fare, bir süre sonra yiyeceğe ulaşmış.

Aynı deney, yine aç bırakılan aynı fare ile bir kez daha yapıldığında, yiyeceği bulma süresi kısalmış. Üst üste yinelendiğinde süre daha da kısalmış. Belli ki fare artık lâbirenti ezberlemiş. Ancak sonraları yiyeceği bulmak belli bir süreye bağlı kalmış.

Bu deneyden çıkan sonuç şöyle: “Fare doğru yolu öğreniyor ama bu yolu kullanması için geçen süre belli bir değerin altına düşmüyor.”

Bambaşka bir lâbirent alınmış ve aynı deney yinelenmiş. Benzer sonuç elde edilmiş. Ancak bu kez farenin her arayışının süresi öncekine oranla kısalmış. Bir sonraki değişik lâbirentte süre gene kısalma göstermiş. Üstelik lâbirentin giderek daha karmaşık oluşu olayın sonucunu etkilememiş.

Deneyin bu ikinci aşamasından da özetle şöyle bir sonuç çıkarılmış: “Fare yalnızca doğru yolu bulmayı değil, nasıl bulması gerektiğini de öğreniyor.”

Bu deneyde kullanılan farelerden biri lâbirentteki yolu iyice öğrendikten sonra, aynı lâbirente bir başka aç fare konmuş. Bu yeni fare lâbirent deneyine ilk kez sokuluyormuş. Yeni farenin, artık yiyeceği bulmakta ustalaşmış olan fare gibi aynı deneyim aşamalarından geçmesi bekleniyormuş ama hiç de öyle olmamış. Yeni fare, bu lâbirentte deneyim elde etmiş farenin yiyeceğe varmasına pek yakın bir süre içinde başarıya ulaşmış.

Aynı deney başka farelerle, başka biçimlerde düzenlenmiş lâbirentlerle de yapılmış. Başarının giderek arttığı görülmüş. Lâbirentler yeni fareler için bir “sır” olmaktan çıkmış.

Şaşkınlık içinde şöyle bir sonuca varılmış: “Fareler arasında bir iletişim var... Öğrendiklerini hemen hemcinslerine aktarıyorlar.”

Bu deneyde kullanılan farelerin hepsi aynı kafeste tutuluyormuş. Edindikleri bilgiyi aralarında konuşarak birbirlerine ilettikleri kuşkusu doğmuş.

Bunun üzerine, aynı deneyler en baştan ve bu kez apayrı kafeslerde tutulan fareler kullanılarak yapılmış. Sonuç değişmemiş.

Bunun üzerine şu yargıya varılmış: “Farelerin, aralarında iletişim kurmak için bir arada olmaları, birbirlerini görmeleri gerekmiyor.”

Daha ileri gidilmiş... Yepyeni bir lâbirent hazırlanarak tüm deneyin ilk bölümü Amerika’daki bir laboratuarda yapılmış. Hemen sonra, aynı lâbirent ile Avustralya’da yapılan deneyin sonucu akıllara durgunluk vermiş. Amerika’daki bir fare yolu öğrenir öğrenmez, Avustralya’daki fareler de onun kadar olmasa bile ona pek yakın bir yetkinlikte yolu öğreniveriyorlarmış.

Buna benzer daha birçok deney yapılmış Hepsinden benzer sonuçlar elde edilmiş. Varılan yargı şöyle: “Farelerin arasındaki iletişim uzaklıktan da etkilenmiyor.”

Tüm bunların nedenini ve nasılını “Ortak Bellek Teorisi” şöyle açıklıyor: “Her canlının bedenindeki belleğin kapasitesi sınırlıdır. Aslında tüm bilgilerin depolanmakta olduğu bir ortak evrensel bellek vardır. Tüm düşünceler, psikonlar ile taşınarak burada biriktirilir. Her canlı, kendi yetenekleri ölçüsünde bu ortak bellekte tutulmakta olan bilgileri alıp kullanabilir.”

Dolayısıyla “psikon” denilen canlı düşünce cisimcikleri salt insanlara özgü değil. Hayvanların da kendilerine göre bir düşünme yeteneği var ve bunlar da psikon üretiyor.

Bu deneylerden elde edilen sonuçların ayrıca “belli bir fare türü” için geçerli olduğu da saptanmış. Başka bir tür fare aynı lâbirente sokulunca işe sıfırdan başlamak gerekmiş. Ancak o diğer tür arasında da benzer sonuçlara varılmış.
“Ortak Bellek Teorisi”nde  bu durumun açıklaması da şöyle yapılıyor: “Her canlı cinsi -hatta aynı cinsteki canlıların türleri- ortak belleği birbirlerinden farklı frekanslarda kullanıyor. Bu nedenle de canlı türlerinin ortak bellekte depolanan bilgileri birbirine karışmıyor. Belli bir canlı türüne özgü olan bilgileri başka canlı türleri edinemiyor.”

Bu anlatım, bir bilgisayar ağının belli bir yerine konulmuş olan verilerden yararlanabilecek olanların ancak bildikleri şifreyi kullanarak bilgi birikiminin sadece belli bir bölümünü elde edebilmekte oluşlarına benziyor. Gerçi bilgisayar kullanmada uzman olanlar bilmedikleri şifreleri çözerek aslında ulaşamamaları gereken bilgileri de elde edebiliyor ama farelerin böyle bir şansı olmasa gerek.

Ortak bellekten nasıl yararlanılabileceğine ilişkin olmak üzere de şöyle bir açıklama yapılıyor:
“Bazı canlılar, ortak bellek alanına kendi istemleriyle ulaşabilir ve oradan istedikleri bilgiyi alabilir. Bu onların bir genetik yeteneğidir. Bu genetik yetenek, insan dışı hayvanlarda daha yüksektir. Böceklerde çok daha yüksektir. Ancak insanın gerek diğer hayvanlara gerekse böceklere oranla farklı bir özelliği vardır: İnsan alt bilinçte yer alan ortak bellekten yararlanma yeteneğini üst bilince çıkararak geliştirebilir. Ancak bunun için çok uzun ve yorucu, bir o kadar da sabır ve direnç gerektiren özel bir eğitimden geçmesi gerekir.”

Demek ki herkesin ruhsal enerjisi vardır ama herkes bunu olması gerektiği gibi kullanamamaktadır. Kimileri böyle bir yeteneği olduğunu bilmemekte, kimileri farkına varınca şaşkınlığa uğrayabilmektedir. Kimileri de bu yeteneği çalışarak edinebilmektedir.
Live long and prosper.


 

Benzer Konular

  Konu / Başlatan Yanıt Son Gönderilen:
0 Yanıt
3449 Gösterim
Son Gönderilen: Şubat 10, 2010, 12:33:05 ös
Gönderen: Halsond
2 Yanıt
4339 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 21, 2016, 10:30:11 öö
Gönderen: muratmazman
3 Yanıt
11720 Gösterim
Son Gönderilen: Eylül 29, 2010, 10:52:50 öö
Gönderen: oasis
1 Yanıt
4256 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 04, 2010, 03:25:52 ös
Gönderen: ceycet
2 Yanıt
6762 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 22, 2010, 10:00:05 öö
Gönderen: karahan
Ruhun eğitimi

Başlatan sidiyez Diger Inanclar

1 Yanıt
4275 Gösterim
Son Gönderilen: Ağustos 20, 2011, 08:16:06 öö
Gönderen: Masor1976
1 Yanıt
3711 Gösterim
Son Gönderilen: Haziran 08, 2012, 07:29:00 öö
Gönderen: Element
0 Yanıt
2757 Gösterim
Son Gönderilen: Ekim 25, 2014, 08:45:05 öö
Gönderen: ADAM
21 Yanıt
10258 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 01, 2014, 06:15:12 ös
Gönderen: ADAM
19 Yanıt
9082 Gösterim
Son Gönderilen: Kasım 07, 2014, 10:50:09 öö
Gönderen: ADAM